31 Temmuz 2013 Çarşamba

HEMŞİRELER SOSYAL MEDYAYI NASIL KULLANIYOR?

Sağlık sektörü sosyal medyada gün geçtikçe daha etkin rol oynama başladı. Sosyal medyayı etkin kullanan hemşirelerin, bu konudaki görüşlerini aldık.

Sosyal medya gün geçtikçe hayatımızın merkezine oturmaya başladı. Peki sağlık sektörü ve sağlık haberciliği bundan nasıl etkilenecek? İlerleyen günlerde sağlık nasıl bir yöne gidecek? Sosyal medyayı aktif kullanmayanlar unutulup gidecek mi? Merak edilen birçok soruyu sosyal medyayı aktif kullanan hemşirelere yönelttik. Bakış açıları ve çalışmalarını Med-Index’e anlattılar.

“Sosyal Medya İletişimde En Büyük Silah”
Sağlık Bilişimi Derneği’nin düzenlemiş olduğu 'Yılın Bilişimcisi' yarışmasında Altın Steteskop Yılın Bilişim Dostu Sağlık Çalışanı ödülünü alan İlle de Sağlık sitesinin Editörü Hemşire Sevinç Baran şunları söyledi: “Sosyal medya, günümüzün olmazsa olmazıdır. Hatta iletişimde en büyük silahtır. Küreselleşen dünya, gelişen teknoloji ile beraber birincil ilişkilerin yerini tamamen sanal iletişim araçları aldı. Sosyal gruplar bu yüzden bizler ve tüm meslek grupları için önemlidir ve kullanılması artık kaçınılmaz. Kimse sosyal medyayı ve sosyal medyaya yön veren insanları görmezden gelemez. Bunu bizler de görüyor ve içinde olan kitle olarak takip ediyoruz. 

Hemşireler Türkiye'deki Sağlık Sisteminin Eksikliklerini Sosyal Medyadan Paylaşıyor
Sosyal medyayı kendimi, mesleğimi, beklentilerimi, hayallerimi ve ideallerimi çok çabuk, hızlı ve benim bile tahmin edemeyeceğim ölçüde kitlelere ulaştırabileceğimin farkında olduğum için kullanıyorum. Hemşireler kendini geliştirmeye açık, çok zor şartlarda çalışan, karşısındaki hastayla empati kurabilen, kendi yaşadığı zorlukların farkında olan, aynı zamanda Türkiye'deki sağlık sisteminin eksikliklerinin de farkında olan ve bunu sosyal medyayı da kullanarak paylaşım yapan meslek grubudur. Gözlemlediğimiz kadarıyla hemşireler bilimsel araştırmalardan tutun mobbing ve karşılıklı sosyal paylaşımlar, mizah içeren tüm konularda sosyal medyayı en yakın takip eden meslek gruplarından biri. En çok merak edilen haberler; sosyal hakları, mobbing hikayeleri ve mizah yoluyla hem kendilerinin hem sağlık sisteminin hem de hasta ve hasta yakınlarının içinde yer aldığı paylaşımların bulunduğu sağlık mizah sayfalarıdır. 


Sağlık Çalışanları Mizahtan Anlar
Sosyal medyadan sağlık sektörüne yön veren en önemli unsur sağlık mizah sayfalarıdır. Mizah hem zordur hem de yapılması çok zevklidir. İçinde bilgi, birikim, donanım bulunmayan kişiler mizah yapamazlar. Bizim çizerlerimizin hem bizimle hem sistemle hem de diğer sağlık çalışanlarıyla ilgili konuları mizahi yolla ele alır. Karikatürler ve sloganlar birer replik niteliği taşır. Diğer kurum ve kuruluşlar böyle bir etki için çok fazla düşünce gücü ve para harcamasına rağmen dikkat çekmezken; bizim aynı gün içerisinde yayınladığımız bir içerik 3 bin 500- 4 bin kez paylaşılır. Bu da bizim ve tüm sağlık çalışanlarının küçümsenmeyecek bir başarıdır. 

Sosyal Medyadan Projeye Uzanan Hedefler
Bizim hedefimiz sağlığın içerisinde olan, yıllardır aynı işi büyük bir zevkle yapan, hem sisteme karşı dik duran hem de empati yapabilen, hekiminden hemşiresine bu mesleğe gönül vermiş İlle de Sağlık ekibi olarak bir aradayız. Bizi anlayabilecek ve bize inanan kurum ve kuruluşlarla beraber sanal Facebook gruplarından çıkıp hem hasta ve hasta yakınlarının hem de sağlık çalışanlarının ortak sesi olabilecek bir sağlık gazetesi hayal ediyoruz. Eğer bu bütünlüğü oluşturabilirsek, yalnızca belirli bir kitleye hitap etmekten çıkıp halk ile sağlık çalışanlarını barıştırabilecek aradaki engelleri kaldıracak bir projeyi hayata geçireceğiz. Tüm bu hayallerimiz gerçekleşirse, sanal medyanın ve gücün de verdiği destekle kendiyle barışık, mutlu, sağlıklı, hasta ve hasta yakınlarıyla beraber el ele gülümseyebilen sağlık çalışanları hayal ediyoruz. 


“Sosyal Medya, Sessizce Ağlama Yerine Diğerleriyle Beraber Ağlama Özgürlüğüdür”
Hastane Cafe’nin editörü Hemşire Mesut Uçar , şöyle konuştu: “Sosyal medya bence insanların kendi düşünce ve fikirlerine diğerlerine internet ortamında aktarma biçimidir. Sesini duyurmadır, haykırmadır, bağırmadır. Sessizce ağlama yerine diğerleriyle beraber ağlama özgürlüğüdür. Sosyal medyayı kullanma nedenim ise, fikirlerimin ilginç olduğunu düşünüyorum. Sesimin herkes tarafından duyulmasını ve doğru ses olduğunu düşündüğüm için tercih ediyorum. Hemşireler yoğun iş temposundan ve nöbetlerden dolayı sosyal medyayı sadece eğlence amacıyla boş zamanlarında kullanabiliyor. Açıkçası çok etkin değiller. 

“Medyadan Olumsuz Etkileniyoruz”
Organ nakilleri hariç, olumlu etkilenebilecek gelişmeler genelde çok tepki almadığından sadece olumsuz haberler sosyal medya, yazılı ve görsel basında çok duyuluyor ve paylaşılıyor. Sorunlar, yoğun iş tempomuz ve çalışma saatlerimizin düzensizliğinden dolayı medyayı kullanamadığımızdan kaynaklanıyor. Sesimizi duyurma görevi sadece basınla uğraşan kişilere bırakılıyor. Sizin gibi değerli insanlar sesimizi duyurmaya yardımcı oluyor diğerleri maalesef tiraj ve popüler olma peşinde olduğundan medyadan sadece olumsuz anlamda nasibimizi alıyoruz. Sağlık haberciliği, anlamında da medya kendi iletişim aygıtlarının sesini duyurmak amacıyla sosyal medyayı bir iletişim ve reklam aracı olarak kullanıyor.”


“Mesleki Sorunlara Çözüm Aramak için Kullanıyorum”
Sağlık Çalışanlarının Sesi grubunda yönetici Hemşire Doğanay Işın, konu ile ilgili şunları söyledi: “Sosyal medya internet kullanıcılarına sunulan sosyal ağların, blogların farklı mesajlaşma programlarının olduğu, sınırsız fırsatların sunulduğu büyük bir iletişim ağı. Kullanıcıların ilgi alanlarına yönelik bilgilere kolaylıkla ulaşılabildiği, bilgi paylaşımlarının yapıldığı, birebir iletişime geçildiği bir ortamdır. Sosyal medyayı kullanmamdaki amaç diğer bireylerle iletişime geçmek ve farklı sosyal ağlarda bulunmak amacıyla kullanıyorum. Meslekle ilgili paylaşımlar yapmak ve güncel sağlık haberlerini takip etmek, sağlık çalışanlarının sesini duyurabilmek ve sorunlara çözüm yolları aramak için tercih ediyorum.

“Sağlıkla İlgili Paylaşılan Haberlerin Doğruluk Derecesinin ve Güvenilirliğinin Saptanamaması Sorun Oluyor”
Sağlık alanı sosyal medyadan olumlu ve olumsuz olarak etkileniyor diye düşünüyorum. Olumlu olarak sağlıkla ilgili her türlü bilgiye anında ulaşmak ve bu yolun zahmetsiz olması avantajları arasında yer alıyor. Olumsuz yönü ise, sağlıkla ilgili paylaşılan haberlerin doğruluk derecesinin ve güvenilirliğinin saptanamaması sorun oluyor. Hasta ve sağlık çalışanlarının arasında mahremiyetin ve iletişimde sınırların ortadan kalkması gibi birçok riski de beraberinde getiriyor. Sağlık haberciliği güvenilir, samimi, objektif ve etik olduğu sürece sosyal medyada herkese ulaşma konusunda sorun olmayacaktır. Bu yüzden sağlık habercilerinin haberleri hazırlarken daha dikkatli ve özenli olması gerekiyor.”

Med-Index

Aptamil Akademi'de yerinizi almaya hazır mısınız?

Bebeklerin güvenle beslenmelerine ve gelişimlerine katkıda bulunarak sağlıklı nesiller yetiştirme amacıyla yola çıkan Milupa Aptamil, 29 yıldır bulunduğu Türkiye bebek beslenmesi pazarının lideri olarak, şimdiye kadar gerçekleştirdiği seminerlerle binlerce anneye bebek beslenmesi konusunda bilgilendirme yapmıştır.



Aptamil Akademi ile anneler ve anne adayları, hamilelikten bebeklerinin 36 ayına kadar geçen sürede bebekler ile ilgili en çok merak edilen; gerek bebek beslenmesi, gerek bebek bakımı, gerekse bebeklerin yaşadığı sağlık problemleri ile ilgili tüm bilgileri konunun uzmanlarından öğrenme ve izleme fırsatı bulacaklar. 

Bebek beslenmesi alanındaki yüzyılı aşan tecrübe ve uzmanlığın ışığında bebeklerin en doğru beslenme olanaklarına ulaşabilmesini birincil önceliği olarak gören Milupa Aptamil, hazırlanan dört farklı bölümle  hamilelik, 0-6 ay, 6-12 ay ve 12-36 ay bebekler için bilinmesi gerekenleri uzmanların anlatımıyla görüntülü olarak annelere ulaştırıyor. Her videonun sonunda ise anneler kendileri için iki farklı soruyla karşılaşacaklar. Her bölüme ait soruları doğru olarak yanıtlayan anneler ise Aptamil Akademi sertifikasının sahibi olacak.

Bebeklerin en hızlı geliştikleri ilk yıllarında annelerin doğru bilgilerle bebeklerinin beslenme ve bakımını yapmasının önemini vurgulayan Milupa Aptamil, Aptamil Akademi ile bebeğini en iyi şekilde yetiştirmek isteyen anneleri http://www.milupa.com.tr/aptamil-akademi adresine bekliyor.

Milupa Aptamil’i sosyal hesaplardan takip edebilirsiniz:

https://www.facebook.com/milupaannebebekkulubu
https://twitter.com/milupatr

Bir bumads advertorial içeriğidir.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Testisteki Varis, Kısırlık Nedeni!

Testise giden damarların genişlemesi ile oluşan hastalığa ‘varikosel’ deniliyor. Aynı sorun bacaklarda görüldüğünde ise varis olarak tanımlanıyor. 

International Hospital’dan Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Bülent Alagöl, erkeklerde yüzde 10, kısırlık teşhisi konulan erkeklerde ise yüzde 38 oranında görülen bu sorun nedeniyle çocuk sahibi olunamadığını belirtiyor. Çünkü varikosel, kısırlığın en önemli nedenleri arasında yer alıyor.

Testisin Sol Tarafı Küçülüyor

Varikoselin yüzde 98 oranında testisin sol tarafında görüldüğünü ve buradaki damarların genişlemesi sonucunda bir süre sonra testisin küçüldüğünü anlatan Prof. Bülent Alagöl şöyle konuştu: “En çok sol tarafta görülmesinin sebebi, testisin sol tarafındaki damarlarda kapakçıkların anatomik olarak yetersiz olmasıdır. Genel olarak kabul edilen görüşe göre, sol taraftaki bir takım anatomik özellikler, toplar damarlarda basıncın artmasına neden oluyor. Ayrıca damarların kapakçık mekanizmalarının bozulmasına ve testis toplar damarlarında anormal bir damar genişlemesine yol açıyor.” 

Sol taraftaki damar sağa göre daha uzun. Hastalığın her iki tarafta görülme oranı yüzde 2. Hastalık yüzünden testisin boyutu küçülüyor. Skrotum denilen torbalarda ısının artmasıyla birlikte, testisteki ısı farkı yaklaşık bir derece yükseliyor. Bu da kısırlığa yol açıyor.

Sperm Sayısını Azaltıyor

Varikosel aynı zamanda sperm sayısının da azalmasına neden oluyor. Damarların genişlemesiyle birlikte spermlerin hareket oranı ve sayısı azalıyor. Kan akımının ters etkisi nedeniyle böbrek üstü bezinden testislere gelen hormonlar nedeniyle testis damarları büzülüyor. Bu da testislerin kötü etkilenmesine neden oluyor. Hastalığın genetik sebebinin olmadığı düşünülüyor. Günün çoğunu ayakta çalışarak geçirenlerde sık görülüyor. Doktor, kuaför, kasap gibi meslek gruplarında hastalığın sık görüldüğünü belirten Prof. Alagöl, hastalığın belirtilerini şöyle sıralıyor:

- Testiste ağrı ortaya çıkması
- Testisin boyutunda küçülme 
- Dokunulduğunda ele damarların gelmesi

Bebek Bakımında Altın Kurallar

Onu başka bebeklerle kıyaslamayın. İlk bir yıl yorgan ve yastık kullanmayın. Giysileri yüzde 100 pamuklu olsun. Bırakın çıplak ayakla yere bassın. Beslenmesinde 3N-1N kuralını uygulayın...

Çocukların bedenen, zihnen ve ruhen sağlıklı olabilmesi için ilk bir yaştaki bakım ve beslenmenin en temel nokta olduğunu söyleyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Yeşim Coşkun, "Her şeyden önce doğru bebek bakımıyla ilgili olarak bilgilenin. Her bebeğin gelişimi aynı değildir, diğerleriyle kıyaslamayın. Beslenmesi konusunda ısrarcı olmayın; 3N-1N kuralını uygulayın Yani ne, nerede ve ne zaman yiyeceğine siz, ama ne kadar yiyeceğine o karar versin! En önemlisi de ona her zaman sevgiyle yaklaşın" dedi.

Dr. Yeşim Coşkun; ilk bir yaşta bebeğin gelişimi, bakımı ve beslenmesiyle ilgili dikkat edilmesi gereken temel noktaları anlattı:

• Doğru bebek Bakımını Öğrenin: Çocuğumuzun bedenen, zihnen ve ruhen sağlıklı olabilmesi için ilk bir yaşta bakım ve beslenmesi çok önemlidir. Bu sorumluluk ise tamamen anne-babaya aittir. Bebeğinizin ileride sağlıklı bir çocuk olmasını istiyorsanız, öncelikle doğru bebek bakımı konusunda bilgilenin.

• Mutlu Bebeğin Temeli Sevgi: İlk bir yaşta çocuğun ruhsal durumu, sizin ruhsal durumunuzu yansıtır. Siz mutluysanız çocuğunuz mutlu, siz sinirliyseniz çocuğunuz da sinirli olur. Çocuk bakımında temel nokta; anne-baba ya da bakıcının güler yüzlü, rahat ve hoşgörülü olmasıdır. Sürekli çocukla yumuşak ve tatlı tatlı konuşmak gerekir. Ani tepkiler vermek çocuğu ürkütüp şaşırtır. Gelişebilecek her durum karşısında mümkün olduğunca soğukkanlı davranmak gerekir.

• Başka Bebeklerle Kıyaslamayın: Her bebeğin gelişimi aynı değildir. Mesela bazı bebekler onuncu ayında yürümeye başlarken, bazı bebekler onikinci ayında yürür. Ya da bazı bebekler erken konuşmaya başlarken, bazı bebekler daha geç konuşur. Bu tip gelişimler bebekler arasında fark gösterebilir. Bu nedenle anne ve babaların bebeklerini başka bebeklerle mukayese etmesi yanlıştır.

• Yorgan ve Yastık Kullanmayın: Prensip olarak bir yaşına kadar yorgan, iki yaşına kadar da yastık kullanmamak gerekir. Bebeğin yatağı sert, çarşafı gergin serilmiş olmalıdır. Üstüne üşümemesi için uygun kalınlıkta örtü örtmek gerekir; ama bu örtü, bebek istediğinde ayağıyla itip açabileceği ağırlıkta olmalıdır.

• Giysileri Pamuklu Olsun: Bebeklerin kıyafetleri yüzde 100 pamuklu kumaştan olmalıdır. Sentetik, yün ya da pamuk dışındaki giysiler, bebeklerin ciltlerinde tahrişe neden olabilir.

• Bırakın Çıplak Ayakla Kalsın: Ayakkabı giydirmek için acele etmeye gerek yoktur. Bebek tam yürümeye başlamadan ayakkabı giydirmek gereksizdir. Çıplak ayakla yere basmak, bebeğin ayak kaslarının güçlenmesini sağlar. Yürümeye başladığında da yumuşak ayakkabı tercih edilmeli. Uygun ayakkabı; ayak ucu ve tabanından ortaya doğru katlandığında kolayca katlanabilmelidir. Tabanı sert ayakkabılar uygun değildir.

• Banyosunu Akşam Yatmadan Yaptırın: Akşam yatmadan önce banyo yaptırmak bebeği rahatlatır ve huzurlu uyumasını sağlar. Banyo; bebek açken yaptırılmalı ve banyo sonrası bakımı tamamlanan bebek beslenip uyutulmalıdır.

• İlk 6 Ay Sadece Anne Sütü: İlk altı ay sadece anne sütü, altıncı aydan sonra uygun ek gıdalara geçerek, emzirmenin de en az iki yaşına kadar sürdürülmesi temel prensibimiz olmalıdır. Tıbbi bir engel olmadığı sürece her anne emzirebilir. Sütü artıracak özel bir gıda yoktur. Sütün artmasını sağlayan; sık emzirme, annenin dinlenmesi ve annenin özgüveninin olmasıdır.

• 3-4 Günde Bir Yeni Besin Deneyin: Ek gıdalara geçerken temel prensibimiz; 3-4 günde bir yeni bir besinin bebeğe tattırılması, birkaç çay kaşığı miktarında başlanarak yavaş yavaş arttırılması ve bebeğe dokunan bir gıda tespit edildiğinde o gıdayı vermemek olmalıdır. Özellikle inek sütü, yumurtanın beyazı, bal, şeker, tuz, bakla, patlıcan ve baharatlar ilk yaşta verilmesi uygun olmayan gıdalardır. Elma, armut, havuç, patates, yoğurt ve pirinç ek gıdaya geçişte ilk tercih edilecek gıdalardır. Gıdalar önce sulu, ardından püre kıvamında ve en son pütürlü şekilde verilmelidir. Pütürlü gıda verilirken gıdalar çatalla ezilmelidir. Asla blender kullanmayın.

• Beslenmesinde 3N-1N Kuralına Uyun: Bebeği yemesi için zorlamak ve inatlaşmak da son derece hatalıdır. Zorla yemek yedirmeye çalışmak bir süre sonra bebeğin daha kaşığı görür görmez ağzını sıkı sıkı kapamasına neden olabilir. İlk bir yaş beslenmesinde 3N-1N kuralı vardır. Yani öğünde NE yeneceğine, öğünün NEREDE yeneceğine ve öğünün NE ZAMAN yeneceğine ebeveyn, NE KADAR yeneceğine ise çocuk karar verir.

Uygun Oyuncak Seçin: Oyuncak alırken mutlaka üzerindeki yaş sınırı dikkate alınmalıdır. Çünkü oyuncaklar, çocukların zihinsel gelişimine yönelik tasarlanmış olduğu gibi güvenlik de düşünülmüştür. İlk bir yaşta bebekler, ellerine geçen her şeyi ağızlarına atarlar. Dolayısıyla küçük parçalar içeren bir oyuncağın, bu yaş grubundaki bebeğin eline verilmesi, bebekte boğulmaya neden olabilir.

Televizyon Otizmi Körükler: Televizyonun çocuğun hayatında yeri yoktur. Bu dönemde televizyon izlenmesi; hem çocuğun konuşmasını geciktirir, hem de otizmi körükler. Bir çocuğun konuşması için dudak hareketlerini görüp, sesi duyması gerekir. Oysa televizyon izleyen bir çocuk; dudak hareketlerini göremez, sadece ses duyar. Rengarenk görüntüler hızla akar, bu da adeta çocuğu büyüler. Çocuk ekrana kilitlenir, gözünü bile kırpmadan görüntüleri izler.

Yesin Diye Televizyon İzlettirmeyin: Yemek yedirmek için ya da biraz soluklanmak için annelerin çocuğu televizyon karşısına oturtması yanlıştır. Bu dönemde çocuk televizyondan uzak tutulmalıdır. İlerleyen yıllarda ise belirli bir süreliğine şiddet ve cinsellik içermeyen, yaşına uygun programlar izletilebilir.

Erkekleri etkileyen 15 ayrıntı

Sevgilinizin hoşlandığı şeyleri kendi hobiniz haline getirerek erkeğinizin yaşamında daha fazla alana sahip olabilirsiniz. İşte erkek arkadaşınızı ya da kocanızı etkilemek için kulağınıza küpe olması gereken 15 ayrıntı…

Erkek arkadaşınızın ya da kocanızın sizinle birlikte daha fazla vakit geçirmesini istiyorsanız veya ilişkiniz rutine girdikten sonra da sizden sıkılmamasını istiyorsanız

1. Onunla aynı dili konuşabilmeniz için en önemli şey, futbolla ilgilenmeniz. Bunun için yapılacak çok işin var, doğru antrenmana!

- Sabahları gazeteyi tersten okumalısınız. Birden garip geldi, değil mi? Haklısın, ama erkekleri ilgilendiren spor sayfaları son bölümde yer aldığı için. Onlara ayak uydurmanız lazım.

- Onun tuttuğu takım hakkında bilgiye sahip olmalısınız, hatta asla kötü bir şey söylememelisiniz!

- Takımlara yapılan yeni transferleri takip etmeyi unutmayın.

- Hangi futbolcu hangi takımda oynuyor, bilmemek olmaz!

2. Biz kadınlar, nedense erkekler hoşlandıkları kadınlardan bahsederken hemen kulp takarız. Artık bundan vazgeçmelisiniz. Onun size bahsettiği kadından hoşlanmasan bile olumsuz konuşmamalısınız, yoksa çok bozulur!

3. Play Station için çıkan bütün oyunlarını takip etmelisiniz.

4. Tıraş olmamış birine laf etmeyin. Siz her gün tıraş olmak ne demek biliyor musunuz? (Ah, bir de onlar bizim ağda yaparken yaşadıklarımızı bilseler…)

5. Onunla beraber alışverişe çıkmayı aklınızdan bile geçirmeyin. Birlikte sadece Nike, Puma, Adidas gibi spor malzemeleri satan mağazalara gidebilirsiniz. Zaten diğerlerine gitmek istemez.

6. Saçma sapan espriler yaptığında ona gülmelisiniz. Hatta siz de ona katılın!

7. Her gün gömlek ve çorap değiştirmenin ne kadar “gereksiz” olduğunu yoksa bilmiyor musunuz? Hemen öğrenseniz iyi olacak.

8. Bir şey anlattığında anlamadıklarınızı ona sormayın. Sonradan nasılsa anlarsınız.

9. Sizin yanınızdayken arkadaşlarıyla ilgileniyorsa kıskançlık yapmayın. Zamanla sizin varlığınızı kabul edecektir.

10. Onun tarzını yakalayın.

11. Cep telefonlarının markalarını, modellerini bilmenizde fayda var. Böyle önemli bir genel kültür konusunu (!) bilmediğin zaman ortamda bakakalmak islemezsiniz, değil mi?

12. Onun arkadaşlarını asla eleştirmeyin, çünkü bunu kaldıramaz! Arkadaşları yüzünden onunla kavga etmeye değmez…

13. Yanınızdayken kalori hesabı yapmamalısınız. Aldığınız kiloları boş bir zamanınızda nasılsa verirsiniz.

14. 24 saat romantizm olmaz… En azından sinemada aksiyonu tercih etmelisiniz!

15. Onun yanındayken evlilikten bahsetmeyin. Erkekler evlilik hususunda biraz hassastırlar!

AMERİKA’NIN EN ÖNEMLİ DERNEKLERİNDEN SOCİETY OF MATERNAL FETAL MEDİCİNE TARAFINDAN ÇALIŞMASI BİRİNCİ SEÇİLEN İLK TÜRK DR. ÖZHAN M. TURAN

Society of Maternal Fetal Medicine Kongresinde Ödül Alan İlk Türk olan ve araştırması NIH’in yüksek bütçeli çalışmalarında yer alan University of Maryland Riskli Gebelik Uzmanı Dr. Özhan M. Turan, araştırmaları ve eğitimdeki yaşadıkları ile ilgili meslektaşlarına rehber olacak bilgiler verdi.

Amerika’da riskli gebeliklerle ilgili tüm politikaları belirleyen Society of Maternal Fetal Medicine, doktorların riskli gebelik üst ihtisaslarını kontrol eden, yaptırdığı yayınlar ile perinatoloji ile ilgilenen hekimlerin günlük hasta bakarken kullandıkları standartları belirleyen bir kuruluştur. Society of Maternal Fetal Medicine, tarafından ödüllendirilen Dr. Özhan M. Turan, ödül alan çalışmasında adrenal gland fetal zone aktivasyonunu belirleyerek erken doğumun tanınabileceğini gösterdi. Metodu günlük kullanıma da uygun bir şekilde geliştirdiği için National Institutes of Health (NIH)’in yüksek bütçeli çalışmalarından birinde risksiz hasta grubunda erken doğumun tanınması için halen deneniyor

Yüksek riskli gebeliklerle ilgili çalışmalarını sürdüren Dr. Turan, Amerika’daki yaşam şartları, çalışma koşulları ve tıp eğitimi hakkındaki görüşlerini Med-Index’e anlattı.

Ne üzerine çalışıyorsunuz?
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyım. Riskli gebelikler (high risk pregnancy) diğer adi ile perinatoloji konusunda üst ihtisas yaptım. Esas ilgi alanlarım erken doğum, bebeklerin anne karnındaki gelişme geriliği ve intrauterine fetal surgery (anne karnında cerrahi girişimler). 

Society of Maternal Fetal Medicine Ödülü Alan İlk Türk
Amerika’da riskli gebeliklerle ilgili tüm politikaları belirleyen Society of Maternal Fetal Medicine (SMFM, Riskli Gebelikler Derneği), doktorların riskli gebelik üst ihtisaslarını kontrol eden, yaptırdığı yayınlar ile perinatoloji ile ilgilenen hekimlerin günlük hasta bakarken kullandıkları standartları belirleyen bir kuruluştur. Hatta hangi muayene ya da işlem yapıldığında ne kadar ücret alınacağına bile bu kuruluş karar verir.
Bu kuruluş her yıl bir kongre düzenler. 2010 yılında 30. kongre düzenlendi. O yıl kongreye bin 600 civarında bildiri yollandı. Bu bildiriler ciddi bir elemeden geçirilir. En değerli olan ilk 8’i planery oral session denilen bölümde tüm katılımcıların önünde kongrenin ilk günü sunulur. Genellikle de bu ilk 8 sunum, sağlık ve hizmet standartlarını belirlemeye yönelik çalışmalardır. Genellikle çok yüksek bütçeli (milyon dolar) “ National Institutes of Health”in yönettiği çalışmalardan oluşur. O yıl benim araştırmam bu ilk 8 içine girdi. Sunum sonrasında da SMFM kongresinden bir jüri, bunları sunumun orijinalliği, nasıl yapıldığı ve çalışmanın bilimsel değerine göre değerlendirir ve kimin birinci olacağına karar verir ki, o yıl benim çalışmam birinci oldu. Şu ana kadar dünya da bu ödülü 33 kişiye verildi. 


Metodum NIH’in Yüksek Bütçeli Çalışmalarından Birinde Risksiz Hasta Grubunda
Çalışmamı sunmak için dünyada pek çok ülkeden davet aldım. Türkiye’de de Ekim 2012’de davetli olarak geldiğim Perinatoloji Derneği toplantısında sundum. Şu anda bu çalışma ile tanımladığım metodum NIH’in yüksek bütçeli çalışmalarından birinde risksiz hasta grubunda erken doğumun tanınması için deneniyor.

Bebek Ne Zaman Dünyaya Geleceğine Kendi Karar Verir
Çalışmama gelecek olursak; normalde anne karnındaki bebek ne zaman dünyaya geleceğine kendi karar verir. Aslında sanki doğum annenin doğum ağrıları başlayınca olur gibi görünse de bu ağrıların ne zaman başlayacağına bebek karar verir. Plasenta dediğimiz bebeği anne karnında besleyen organın bir diğer görevi de bazı hormonları salgılamak ya da onların yapımını kontrol etmektir. 

CRH’nin Görevi Kortizon, Dihidro Epiandesteron ve Dihidroepiandesteron Sülfat Üretmek
1960’lardan beri bilinen fizyolojiye göre CRH (Kortiko Tropin Relezing Hormon) denilen hormon, plasentadan sürekli olarak üretilir. Ancak, hemen yanında yapılan ve de onu bağlayan bir proteine bağlanarak aktif hale gelmeden plasentadan uzaklaştırılır. CRH’nin en önemli görevi adrenal glandı (böbrek üstü bezi) uyarıp oradan kortizon, dihidro epiandesteron ve dihidroepiandesteron sülfat dediğimiz ara hormonların yapılmasını sağlamaktır. Bu hormonların yapımından bezin iç kısmında bulunan fetal zon sorumludur. Bu maddeler de plasenta ve membranlarda rahim kasılmasını sağlayan prostaglandin ve östrojene dönüşür. Doğum zamanı yaklaştığında CRH’yi bağlayan protein yapımı durduğu için plasenta bol miktarda CRH yapar ve böbrek üstü bezinin fetal zonunu aşırı şekilde uyarır, bu bezde daha fazla ara hormonlar yapılmasına yol açarak rahim kasılmalarının sıklığını ve gücünü artırır, sonuçta da doğum gerçekleşir.

Erken Doğan Bebeklerin Böbrek Ustü Bezi Hacimlerinin Zamanında Doğanlara Nazaran Çok Daha Büyük Olduğunu Gösterdim
İnsan vücudunda herhangi bir hormon üreten bezi aşırı uyardığınızda da o bez (gland) boyutlarını artırıp kendini büyütür. Günümüzün ilerleyen teknolojisi ultrason ile bebeğin böbrek üstü bezini ve onun ara hormonlarını yapan fetal zonu görüntüleyebilmemize olanak sağladı. Ben öncelikle 3 boyutlu ultrason kullanarak fetal adrenal glandin hacmini ölçtüm. Erken doğan bebeklerin böbrek üstü bezi hacimlerinin zamanında doğanlara nazaran çok daha büyük olduğunu gösterdim. 

Bebeklerin Böbrek Üstü Bezinin Bu İşten Sorumlu Olduğu İspat Edildi
Erken doğum tüm dünyada en büyük sağlık sorunlarından birisidir. ABD’de görülme sıklığı yüzde 12 civarındadır. Erken doğumlar bebek ölümlerinin ve sakatlıkların birinci derecede sorumlusudur. O nedenle bunu engelleyebilmek ya da erken doğumu durdurabilmek için milyonlarca dolarlık çalışmalar yapılmaktadır. Böbrek üstü bezinin bu işten esas sorumlu organ olduğunu ispat edene kadar, tıpta erken doğum hep anneden aldığımız örneklerle veya anneyi muayene ederek tanınmaya çalışıldı. İşte bu nedenle benim çalışmam erken doğumun tanınmasında yeni bir çığır açmış oldu. Özetlersek çok yüksek bir tanı değeri ile bebeği muayene ederek onun ne zaman doğacağını söyleyebiliyoruz. 



ABD’de Erken Doğum Riski ile Hastaneye Yatan 7-10 Gebeden Sadece 1’i Erken Doğumla Sonlanıyor
Eğer elinizde bir hastalığı doğru tanıyacak metot yoksa doğru hasta seçimi yapılamadığı için gerçek anlamda ne yapılması gerektiğini gösterecek çalışma yapmanızda mümkün değildir. İşte bu nedenle bu zamana kadar dünya da yapılan çalışmaların büyük bir kısmında bir takım ilaçlar etkin bulunurken aynı ilaç başka bir grubun çalışmasında etkisiz bulundu. Bugün ABD’de erken doğum riski ile hastaneye yatırdığımız her 7-10 gebenin sadece 1 tanesi erken doğumla sonlanıyor. Yani şu anda kullandığımız metotlar gerçek erken doğumu tanımada son derece kötü. Bu öncelikle hastaneye yatış masraflarını artırıyor, ayrıca kimin gerçekte doğum yapacağını bilemediğimizden pek çok gereksiz tedaviyi herkese uygulamamıza yol açıyor. Ayrıca gerçekten erken doğum yapacak olanı da tanıma da yetersiz kalıyoruz. 

Iki Boyutu Ultrasonu Kullanarak Tanımayı Hedefleyen Başka Bir Metot Geliştirdim
İlk tarif ettiğim 3 boyutlu hacim ölçüm metodu, maalesef çok yaygın kullanım alanı bulamadı. Çünkü 3 boyutlu ultrason her yerde yok, olsa bile hacim ölçümü herkesin kolaylıkla yapabileceği bir şey değil. Bunun üzerine bunun iki boyutlu ultrason (her muayenehane de var olan) ile tanımayı hedefleyen başka bir metot geliştirdim. Bu metot ile böbrek üstü bezi fetal zonunun derinliğini ölçüp, bunu tüm bezin derinliği ile orantıladım. Böylece ortaya çıkan oran bize fetal zonun tüm bez içerisinde yüzde kaç yer işgal ettiğini gösterdi ki bu metot daha önce tanımladığım 3 boyutlu ultrason metodu ile aynı duyarlılıkla etkindi. İşte ödül alan çalışmada böbrek üstü bezi fetal zone aktivasyonun erken doğumu tanımada, günlük kullanımda olan diğer tekniklerden nasıl daha üstün olduğunu gösteren çalışmaydı.

Hangi tip hastaları ve hastalıkları tedavi ediyorsunuz?
Anne veya bebekte herhangi bir sorun olan tüm gebeler benim ilgi alanıma giriyor. Anne karnındaki bebeğe kan transfüzyonu yapmaktan, ultrasonla anormal bebeğe tanı koymaya, ikiz gebelilerde plasentayı lazerle kesmekten, kromozomal hastalık için tarama yapmaya kadar geniş bir yelpaze. Ayrıca annede herhangi bir tıbbi sorun varsa yani şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kalp hastalığı, tiroit hastalığı gibi, tüm bu hastalıkların tedavisi de benim tedavi ettiğim hasta grubuna giriyor. 

Bu hastalıkların bulguları, belirtileri ve tedavileri hakkında genel bilgiler verebilir misiniz?
Erken doğum dünyadaki en önemli sağlık problemlerinden birisi.

Bu hastalığın dünyada ve Türkiye'de görülme sıklığı nedir, bu konuda istatistikî bilgileri paylaşabilir misiniz? 
2012 yılında yapılan bir araştırma erken doğumun değişik toplumlardaki sıklığına baktı. Bu çalışmaya göre Avrupa ülkelerinde erken doğum sıklığı yüzde 10’un altında. ABD’de bu oran yüzde 12. Bazı Afrika ülkelerinde, Endonezya, Pakistan’da yüzde 15’in üstünde. Türkiye ile ilgili tam bir bilgi yok ama bu araştırmaya göre yüzde 10-15 arasında. 

Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Gaziantep’te doğdum, ailemle ile birlikte küçük yaşta İstanbul’a taşındım. İlk ve ortaokulu İstanbul’da bitirdim. Kabataş Erkek Lisesi’nde yatılı olarak liseye gittim. Doktor olmak istemiyordum ama Türkiye’deki sistemin bir sonucu olarak üniversite sınavında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım. Aslında kalp damar cerrahi olmak istiyordum ama Tıpta Uzmanlık Sınavına girdiğim yılda maalesef Türkiye’de kalp damar cerrahi kontenjanı açılmamıştı. Ben de ikinci tercihim olan kadın doğumu seçtim. Yani yine sistem sayesinde kadın doğumcu oldum. Şimdi düşündüğümde kader gibi görünen mecburiyetlerin aslında hayırlı olduğunu söyleyebilirim. 
Asistanlığım süresince de bilimsel çalışma ve araştırmalara meraklıydım, 4’u uluslararası 8’i yurt içi dergilerde olmak üzere 12 araştırma yayınladım. Bir süre Amerika’da Mayo Clinic’e gidip endoskopik pelvik cerrahi çalıştım. Askerliğimi Gölcük Deniz Hastanesinde yaptım. Mecburi hizmetimi Niğde Devlet Hastanesinde tamamladım. Arkasından İstanbul’a geri döndüm önce Süleymaniye Devlet Hastanesi’nde baş asistanlık yaptım daha sonra da Acıbadem Hastanesi Tüp Bebek Merkezi’nde çalıştım. Bir yanda da İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Deneysel Araştırma ve Tıp Merkezi’nde (DETAM) moleküler tip doktorası yaptım. 
3 yıl süre ile yüksek riskli gebelik üst ihtisası yapmak üzere Londra’da King’s Collage Hospital’a kabul edildim. Orada konusunda dünyanın en önemli önderlerinden olan Prof. Nicolaides ile çalıştım. Oradan sonra da Amerika serüveni başladı. Önce Yale Üniversitesi perinatoloji bölümüne kabul edildim. Arkasından da University of Maryland’a geçtim. Son 8 yıldır da burada çalışmalarıma devam etmekteyim. Evliyim eşim Dr Şifa Turan ile birlikte aynı merkezde çalışıyoruz. Çalışmalarımızın büyük kısmı ortak. Şu anda 15 yaşında olan bir oğlum var. 


Bugüne kadar eğitim aldığınız ve çalıştığınız kurumlar hakkında bilgi verebilir misiniz? 
Tıp fakültesini İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp fakültesinde bitirdim. Kadın doğum uzmanlığı sonrasında bir süre Amerika’da Mayo klinikte çalıştım. Daha sonra İstanbul’a geri döndüm önce baş asistanlık yaptım. Bu arada Moleküler Biyoloji konusunda PhD yaptım. Daha sonra bir özel hastanede çalıştıktan sonra 2003 yılında Londra’ya gidip King’s College’da perinatoloji üst ihtisası yaptım. 2006 yılında önce Yale üniversitesinde, 2007’den beri de University of Maryland’da çalışmaktayım.

Eğitim aldığınız kurumların halen bulunduğunuz konuma gelmenizdeki katkıları nelerdir, şu anda çalıştığınız kurumu neden seçtiniz?
Dünyada benim uğraştığım konuda önde gelen pek çok kurumda çalıştım. Yeni ihtisasımı bitirdiğim dönemde ABD’de Mayo Klinik’te Prof. Javier Magrian ile endoskopik pelvik cerrahi çalıştım ki bugün yaptığım fetal cerrahiye bu eğitimin etkisi büyük oldu. Perinatoloji (yüksek riskli gebelik) konusunda üst ihtisası İngiltere’de King’s College’da yaptım. Bu merkez dünyada en önemli merkezlerden birisi olup, tüm gebelikte kromozomal hastalık taramalarının, fetal cerrahinin başlatıldığı yerdir. Bugün başarılarımda tabi ki o merkezde Prof. Nicolaides’le çalışmamın yeri büyüktür. 
ABD’ye ilk geldiğim yıl Yale Üniversitesinde Prof. Joshua Copel, Catalin ve Irina Buhimschi gibi araştırma bazında çok önemli beyinlerle çalıştım. Özellikle ilk adrenal gland çalışmalarını bu merkezde başladım. Şu anda çalıştığım merkezde de kendi alanlarında dünya çapında isimlerle birlikte çalışıyorum. Bu merkezi seçme sebebim biraz da çalışan isimler oldu. Aynı zamanda benim ilgilendiğim alanda rahat çalışma imkanı verilmesi de seçme nedenlerinden birisidir.


Halen pratiğini yaptığınız branşın Türkiye ve ABD'deki durumunu karşılaştırabilir misiniz?
Riskli gebelikler, perinatioloji ABD‘de çok uzun yıllar önce üst ihtisas olarak kabul edilip sınırları belirlenmiş. Buna karşın Türkiye’de perinatolojinin üst ihtisas haline gelmesi ancak yakin zamnada gerçekleşti. Tabi aslında Türkiye’de de uzun yıllar sadece bu işi yapan, bu konuda kendini yurt dışı eğitimi ile geliştirmiş isimler var. En önemli fark bence ABD’de annedeki tıbbi problemler riskli gebelik uzmanın görevidir. Yani hastanın şeker, kalp, kan, bağırsak vs hastalığı varsa bunların hepsinin tedavi ve takibi perinatolog tarafından yapılır. Türkiye’de ise bu daha çok o branşa ait uzmanla ortak olarak yapılır. 

Genellikle Yüksek Doz Magnezyum Sülfat Kullanarak Ya Da Başka Ajanlarla Bunu Kombine Ederek Erken Doğumu Durdurmaya Çalışıyoruz 
Erken doğum konusunda sanırım dünyanın her yerinde aynı problem var. Gerçek erken doğumu tanımayı bilemememiz. Benim çalıştığım hastanede hastaların bazı özellikleri sebebi ile (obezite, siyah ırk, düşük sosyo-ekonomik seviye gibi) erken doğum riski Amerika’nın en yüksek yerlerinden birisi. Türkiye’den farklı olarak herhalde burada daha çok hastaneye yatırarak tedavi ve değişik ilaçlar kullanıyorum. Sonuca baktığımızda Türkiye’den çok da farklı olduğunu söyleyemem. Biz kendi hastanemizde adrenal gland ölçümünü kullanarak tanımladığımız gerekçelerle erken doğum riski olan hastaları oldukça agresif şekilde tedavi etmeye çalışıyoruz. Genellikle yüksek doz magnezyum sülfat kullanarak ya da başka ajanlarla bunu kombine ederek erken doğumu durdurmaya çalışıyoruz. Herhalde dünyada bizim kadar magnezyumu yoğun kullanan ve başka ajanlarla kombine eden bir yer yoktur. Bunun dışında genel kural olarak, steroid vererek bebeğin doğum öncesinde akciğerlerini geliştirmeye çalışıyoruz, enfeksiyon var mı ve eğer tedavi edilebilecek bir yerde ise (idrar yolu enfeksiyonu gibi) tedavi ediyoruz. 
Fetal cerrahi konusunda; sanırım artık Türkiye’de de bunu yapan merkezler var. Şu anda bizim ünitemizde yapılabilecek her şey yapılıyor. Türkiye’de nelerin yapıldığı ile ilgili çok fazla bilgim yok.

Halen çalışmakta olduğunuz kurumu ya da çalışmış olduğunuz kurumları eğitim, tıbbi pratik ve sağlık hizmetleri konuları açısından Türkiye'de kurumlar ile karşılaştırabilir misiniz?
Hangi branş olursa olsun, bana göre doktorların verdiği sağlık hizmetinin yüzde 50 ‘sini bilim, geri kalanını ise diğer faktörler belirler. Diğer faktörlerden kastım; hasta grubunun özellikleri, çalışılan ülkenin koşuları, sosyo-ekonomik seviye, toplumun değer yargıları, sağlık politikası, doktorun kendi deneyimi gibi. Bu nedenle aslında çalışılan kurumları kıyaslamak çok da doğru olmayabilir. Ancak sağlık personelinin aldığı eğitim ve sorumluluk konusunda farklar bence daha belirgin. Özellikle de yardımcı sağlık personeli Türkiye’de olmadığı kadar bize yardımcıdır. 

Hemşirelerin ABD’de Çok Ciddi Hasta Tedavisinde Rolü Vardır
Hemşirelerin ABD’de çok ciddi hasta tedavisinde rolü vardır. Hastayı muayene ederler, yapılanları kontrol ederler. Hatta eğer yapılan şeyi uygun görmezler ise doktorları uyarmaktan çekinmezler. Doktorların bir başka yardımcısı da Physician assistant denilen doktor yardımcıları. Bunlar doktorun altında çalışırlar, hasta muayene eder, konsültasyon yapar, gerekirse reçete de yazabilirler. Ama bir doktorla birlikte çalışmadan kendi başlarına görev yapamazlar. 

Her Aşamada Yapılanlar Kontrol Edildiğinde Sağlık Hizmetinin Kalitesi Artar ve Hata Yapma Riski Azalır
Ebeler de ABD’de başlı başına bağımsız olarak çalışırlar. Hatta gebeyi takip edip doğurturken yardım istemedikleri sürece (doğumda sorun olursa) doktorların onlara karışma hakkı bile yoktur. Türkiye’de ise doktor hasta ile baş başadır. Hemşireler doktordan bağımsız olarak fonksiyon görmesi diye bir şey yoktur. Her ne kadar pek çok kişi doktorun işine karışıyormuş gibi dursa da her aşamada yapılanlar kontrol edildiğinde sağlık hizmetinin kalitesi artar ve hata yapma riski azalır. 

ABD’de Yüksek Riskli Gebelik Uzmanları, Kadın Gebe Kaldığı Andan Doğum Sonrası 6 Haftaya Kadar Var Olan Tüm Tıbbi Hastalıkları Tedavi Etmekle Yükümlüdür
Perinatoloji eğitimindeki en önemli fark ise daha önce de belirttiğim gibi ABD’de yüksek riskli gebelik uzmanları, kadın gebe kaldığı andan doğum sonrası 6 haftaya kadar var olan tüm tıbbi hastalıkları tedavi etmekle yükümlüdür. Türkiye’de ise tıbbi sorunlar daha çok ilgili branştaki doktor tarafından yapılır ya da birlikte takip edilir.

Türkiye'de halen eğitim almakta olan tıp öğrencilerine ya da genç hekimlere neler önerirsiniz?
Genç arkadaşlarıma öncelikle hekim olmanın ne demek olduğunu iyi algılamalarını öneririm. Hekimlik sadece bir meslek değil aynı zamanda bir “zanaat”tır. Yani kendi içinde eğitim ile öğrenilen öğelerin deneyimle geliştirilip hasta bazında kişiselleştirilmesidir. Ben buradaki kendi asistanlarıma da bunu anlatırım. Sadece kitapta yazılanları bilmek ya da nasıl doğum, ameliyat yapacağını öğrenmek sizi çok iyi bir teknisyen yapabilir ama doktor olmak farklı bir şeydir.

3 E Kuralını Uygulayın
Benim 3E kuralı diye asistanlarıma anlattığım kendilerini geliştirip iyi hekim olmalarını sağlayacağını düşündüğüm 3’lü kuralım var ki burada onu da belirtmek isterim. 1. E’nin anlamı: Effective (etkinlik), ne yaparsanız yapın yaptığınız iş işe yaramalı. 2. E’nin anlamı: Economy (Ekonomiklik), ne yaparsanız yapın yaptığınız iş gereğinden daha uzun sürmemeli. 3. E’nin anlamı Elegant (göze hoş gözükme), ne yaparsanız yapın sizi izleyenler; hekim aarkadaslariniz, hastanın kendisi, yakınları vs yaptığınız işin düzgünlüğünden etkilenmeli.

Hangi bilimsel dergileri takip ediyorsunuz?
American Journal Obstetrics and Gynecology, Journal ultrasound in Obstetrics and Gynecology ve Obstetrics and gynecology, Obstetrics and Gynecology, Fetal theraphy and diagnosis

Mesleğinizle ilgili en çok ziyaret ettiğiniz 3 internet sitesi nedir?
Pubmed, Medscape ve Up to date 

Med-Index

Erkeklerin korkulu rüyası!

“Kişi ereksiyonu ya hiç sağlayamaz ya da ilişkiye girebilecek kadar sürdüremez”

İlaç tedavisi sertleşmeyi etkiliyor
Uzun süreli ilaç tedavisi gören erkeklerin sertleşme sorunuyla karşılaşabileceklerini dile getiren Cinsel Terapist Psikolojik Danışman Dolunay Kadıoğlu, bu tip durumlarda ilaç tedavisini kesmeden bir uzmana başvurmak gerektiğini ve uzman eşliğinde cinsel terapi desteği alınabileceğini belirtti.

Erektil fonksiyon bozukluğu yani sertleşme sorununun cinsel aktiviteyi sürdürmede ortaya çıkan en büyük sıkıntılardan biri olduğunu ifade eden Kadıoğlu, bu sorunun erişkin erkeklerin %20’sinde görüldüğünü kaydetti. “Kişi ereksiyonu ya hiç sağlayamaz ya da ilişkiye girebilecek kadar sürdüremez” diyen Kadıoğlu, hemen hemen her erkeğin yaşamının bir döneminde sertleşme sorunuyla karşılaşabileceğini sözlerine ekledi.

Antidepresanlar sertleşme bozukluğu yapıyor
Sertleşme sorunun hem psikolojik hem de fizyolojik kökenli olabileceğine değinen Kadıoğlu, yaşanan uzun süreli hastalıklar ve bunların tedavisinde kullanılan ilaçların da sertleşmede ve özellikle meni çıkarmada olumsuz etki yaratabileceğini vurguladı. Kadıoğlu bu hastalıkları sıralayarak şu tavsiyelerde bulundu: “Şeker hastalığı ve ilaçları, antidepresanlar, psikiyatrik ve türevi ilaçlar, hormonal ilaçlar, varikosel gibi damar hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları ve ilaçları, tansiyon düşürücü ilaçlar, migren ilaçları, uyarıcı ilaçlar, kolesterol ilaçları, kilo kaybettirici ilaçlar, sigara , alkol, kokain, esrar gibi  maddeler ve uyuşturucular ereksiyon üzerinde olumsuz etki oluşturabilir.

Eğer bir süredir bu sorunlardan birini ya da birkaçını birden yaşıyorsanız ve ereksiyon sorununuzda varsa ilaçlarınızı kullanmaya lütfen devam edin ve konuyu doktorunuzla görüşün. Sertleşmeyi daha kaliteli hale getirmek için yapılabilecekleri değerlendirmek ve öğrenmek için bir cinsel terapistten eşinizle birlikte destek alabilirsiniz.”

Panik Atak Uykuda da Vuruyor!

Panik atak hastalarının yüzde 48’inin uyku sırasında da ortada hiçbir neden yokken panik atak geçirdiğini biliyor muydunuz?

Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları E. A. Hastanesi’nin (BRSHH) bilimsel dergisi Düşünen Adam’da yayınlanan bir araştırma, panik atak hastalarının yüzde 48’inde uykuda da panik atak görüldüğünü ortaya koydu.

BRSHH'den bir grup bilim adamının yaptığı bir çalışma, uyku panik atağının (UPA) farklı bir yapıya sahip ayrı bir alt grup olabileceğini ortaya çıkardı.

Ortada herhangi bir gerçek neden yokken, kişinin uykudan ani bir çarpıntı ve korku ile uyanması olarak tanımlanan ve tekrarlayıcı olan panik hali, uykuda panik atak olarak tanımlanıyor. Çalışmaya dahil edilen 98 panik bozukluğu hastasının 51’inde, çalışma kriterlerine göre uyku panik atağı görüldü.

Boğulma Hissi ve Çarpıntı...

Yapılan çalışmada, panik bozukluğu hastalarının yüzde 48’nin uyku panik atağı geçirdiği saptandı. Uyku panik atağı olgularında en sık görülen belirtiler ise; boğulma hissi, uyuşukluk, çarpıntı, denge kaybı, ölüm korkusu ve korkuya kapılma olarak tespit edildi.

UPA olan panik bozukluğu olgularında, hastalığın daha şiddetli seyrettiği, depresyon birlikteliğinin sık olduğu, ayrıca, bu hastalarda uyku bozukluklarının eşlik ettiği, uykuya dalma ve sürdürmekte zorluk yaşandığı, sabah yorgun kalkmanın sık görüldüğü saptandı. Ek olarak, hastalar uyku ile ilgili kaçınmalar ve davranış değişiklikleri, uyumaktan ve yalnız yatmaktan kaçınma davranışı sergiliyor.

Hamileyseniz dikkat! Duyduklarınız yalan olabilir...

Hamilelik döneminde birçok kişi ağız ve diş sağlığı hakkında kulaktan duyma bilgilerle dental tedaviler için yanlış kararlar alabiliyor. 

Anne adaylarının bu dönemde duydukları yanlış ve doğru bilgiler hakkında Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu açıklamalarda bulundu.

Her hamilelikte bir diş kaybedilir: Yanlış 
Halk arasında ‘Hamilelik sırasında bebeğin kendisi için gerekli olan kalsiyumu annenin dişlerinden alarak annesinin dişlerinin çabuk çürümesine yol açtığı, bu sebepten ötürü anne adaylarının diş kaybına uğradığı’ şeklindeki düşünce bilimsel bir gerçeği yansıtmıyor.

Hamilelikte dişlerden kalsiyum çözünmesi olmaz: Doğru 
Hamilelik döneminde bebeğin ve annenin kemiklerinin sağlıklı olabilmesi için anne adayının, günlük olarak 1200 ilâ 1500 mg kalsiyum alması gerekiyor. Anne adayı eğer kalsiyum ihtiyacını gıdalardan karşılayamazsa, bebeğin gelişimi için gerekli olan kalsiyum annenin kemiklerinden karşılanır. Ancak anne adayı hamilelik döneminde iyi beslenir yeterli ağız-diş bakımı yaparsa bu dönem, normal dönemden farklı bir diş sorunu ile karşılaşmaz.

Hamileyken dişler daha az fırçalanmalı: Yanlış 
Gebelik hormonlarının etkisi ile diş etleri daha çabuk kanayan anne adayı, dişlerini fırçalamaktan kaçınır. Ancak anne adayları, hamilelik döneminde diş sağlığına daha fazla özen göstermelidir. Sabah kahvaltıdan sonra ve akşam yatmadan önce dişler özenli bir şekilde fırçalanmalıdır.

Hamilelikten önce diş çürüğü tedavi edilmelidir: Doğru
Dişlerde çürük varsa hamilelik öncesi tedavi edilmelidir. Hamilelikte çürük dişler erken doğuma, bebeğin düşük kilolu doğmasına yol açabilir.

Kustuktan hemen sonra diş fırçalanmalı: Yanlış 
Kustuktan hemen sonra diş fırçalanmamalı, ağız bol suyla çalkalanmalıdır. Aksi takdirde mide asidi ile birleşen diş fırçalama işlemi, dişlerin yapısında aşınmalara sebep olur.

Hamileyken bol tatlı gıdalar yenirse çocuk kız, ekşi gıdalar yenirse erkek olur: Yanlış 
Hamilelik sırasında beslenme, hem annenin hem de bebeğin genel sağlığı ve ağız-diş sağlığı için oldukça önemli. Ancak tüketilen gıdaların bebeğin cinsiyetini belirlemede hiçbir etkisi yoktur. Tersine, anne adayları özellikle yemek aralarında şekerden mümkün olduğu kadar uzak durmalı. Kurutulmuş meyve ve karamel gibi yapışkan şekerli yiyeceklerden kaçınılmalıdır.

Hamileyken diş taşı (plak) temizliği yaptırılmaz: Yanlış
Anne adayları, hamilelik döneminde ağız ve diş sağlığına normal dönemden daha fazla özen göstermelidir. Hamilelik sırasında oluşan hormon artışı, ağız mukozasını dış etkenlere karşı özellikle bakteri plaklarına karşı daha hassas yapar. Bu nedenle hamilelik döneminde üç-dört aylık periyotlarla diş taşı temizliği yaptırmak, zorlaşan ağız hijyenini korumak için ideal bir yoldur.

Hamilelik döneminde dental tedaviden kaçınmak gerekir: Doğru
Bebeğin organ gelişim evresi olan hamileliğin ilk 3 ayında, etkili dental tedaviden kaçınılması gerekiyor.

Acil müdahale gerektiren durumlarda bile dental tedaviden kaçınmalıdır: Yanlış 
Diş ya da diş eti iltihabı gibi acil durumlarda, var olan enfeksiyonun bebeğin gelişimini dental tedavinin olumsuzluklarından daha fazla etkileyebileceği düşüncesi ön plana alınmalı ve bir jinekoloğun önerileri doğrultusunda dental tedavi yapılmalıdır.

Gebelikte ağız gargarası yapılmaz: Yanlış 
Hamilelik döneminde ağız gargaraları ya da ılık tuzlu su ile gargara yapılmalıdır. Özellikle ılık tuzlu su diş etlerini rahatlatır ve dişeti hassasiyetini azaltır.

Otuzlu yaşlarda cilt sağlığı için dikkat

Hayatın dönüm noktalarından olan otuzlu yaşlarda; yılların izleri yüzümüzde belirmeye başlar. Bu durumda panik yapmak yerine, bazı önlemler alarak ve doğru bakım yöntemleri uygulayarak, yaşlılık izlerine dur diyebilirsiniz!

Yaşlanmayı geciktirmek için antiaging ürünlere başlayın, antioksidan içerikli kremler kullanın. Geceleri meyve asidi içerikli kremler sürmeden uyumayın! Erken kırışıklıkların yerleşmesini peelingle durdurun, sarkan cildinizi mezoliftingle toplayın… Medical Park Bahçelievler Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Gökhan Okan; hem ruhsal hem de fiziksel açıdan önemli bir dönüm noktası olan otuzlu yaşlardaki cilt bakımının püf noktalarını anlattı.

Ruhu da etkiler cildi de
Otuzlu yaşlar; hayatın önemli bir dönüm noktası. Hayatın sorumlulukları bu yaşlarda artar; yoğun iş temposu, evlilik düzeni ve çocuk yetiştirme arasındaki dengeyi düzene koymak için zorlu bir mücadele verilir. Dönüm noktasının olduğu otuzlu yaşlarda yaşlanma belirtileri de görülmeye başlar.

Ciltte birtakım değişiklikler gözlenir. Ancak alınacak bazı önlemlerle yaşlanma süreci geciktirilip,  kişinin kendisini daha iyi hissetmesi sağlanabilir; bu ruh hali hayata karşı daha güçlü mücadele verilmesine de katkı sağlar.

Cildiniz kurur korkmayın
Ergenlik dönemi boyunca devam eden yoğun yağlanma ve akne sorunu ilerleyen yıllarda azalmaya başlar, cildin yağ salgısı ve nem salgısında azalma görülür. Bu da otuzlu yaşlarda, kişilerin daha az yağlı ve daha nemsiz bir cilde sahip olmasına neden olur.

Ergenlikteki güneş olgunlukta leke demek
Cilt lekeleri kendini gösterir
Ergenlik döneminde bilinçsizce yoğun güneşe maruz kalınması bu yaşlarda ciltte etkisini gösterir. Kılcal damar genişlemeleri, cilt lekeleri belirmeye başlar. Ergenlik döneminde solaryuma girenlerde bu sorunlar daha belirgin olarak gözlenir. Yaşa bağlı olarak ciltte kollajen ve elastin salgısında azalma başlar ki
kırışıkların başlamasının ana nedeni bu maddelerin azalmasıdır.

Doğru ürünleri seçin
Otuzlu yaşlara merhaba diyenler, öncelikle kullanmış oldukları günlük bakım ürünlerine dikkat etmeliler. Cilt yapısına uygun olan bir temizleyiciyle cilt temizlendikten sonra, nemlendirici kullanılmalı. Yağlı cilt yapısına sahip olanlar, cildi kurutucu bir temizleyici tercih etmeli. Kuru cildi olanların da deriyi kurutmayan bir ürünle ciltlerini temizlemeleri gerekir. Tonik tarzı ürünler kuru cilde sahip olan kişiler önerilmezken, yağlı cildi olanlara tonik kullanımı uygun olur.

Şimdi antiaging zamanı
Kreminiz koruyucu olsun
Kullanılacak nemlendiricinin yağlı cildi olanlarda hafif olmasına, kuru cilde sahiplerde ise yoğun yağ ve nem içermesine önem gösterilmeli. Nemlendiricide güneş koruyucu bulunması, güneşten kaynaklanan lekelerin tedavisi açısından faydalı olur.

Antioksidan kremi iyi gelir
Yaşlanmayı geciktirmek amacıyla kullanılacak antiaging ürünlerde; vitamin C, vitamin A, koenzim Q ve meyve asidi içermesine önem verilmeli. Otuzlu yaşlar, bu ürünlerin kullanılmasına başlanması açısından uygun bir zaman. Özellikle düzensiz beslenen, sigara içen ve yoğun stres altındaki kişilere antioksidan içerikli kremler önerilir.

Ölü cilt için meyve asidi
Geceleri meyve asitli krem
Meyve asidi içerikli kremler ciltteki ölü tabakanın atılmasını kolaylaştırmanın yanında cilde parlaklık da kazandırır. Özellikle gece kullanımları tavsiye edilir. Gündüz kullanılacaklarsa da, arkasından güneş koruyucu sürülmeli. Göz çevresinde erken yaşlanma belirtilerinin hafifletilmesi amacıyla dermokozmetik
ürün kullanıma başlanmalı.

Kırışıklıkları durdurun
Otuzlu yaşlar peeling uygulamaları için çok uygun bir zaman. Peeling hem oluşmaya başlayan erken kırışıklıkların yerleşmesini durdurur, hem de ciltte bulunan lekelerin tedavisini sağlar. Özellikle derin yerleşimli olduğu düşünülen lekelerde peeling işlemi,  krem tedavisiyle birlikte iyi bir tedavi yöntemi.

Peelingle yıllara meydan okuyun
Peelinginiz de meyveli olsun
Peelingin üst tabakadaki hücrelerin soyularak atılmasını ve alttan sağlam canlı deri gelmesini sağlar. Peeling iki ya da üçer hafta arayla dört ile altı seans arasında yapılır. Peeling işlemi için kullanılacak asidin gücü, kişinin cilt yapısı ve mevcut olan soruna göre belirlenir.

Güneşten korunun
Peeling sonrası ciltte kızarıklık, hafif kabuklanma, kepeklenme gibi bulgular gözlenebilir. Bu bulgular birkaç günde nemlendiriciler ile hafifler. Peeling sonrası yeni gelen deri güneşe karşı çok hassas olacağından, güneşten korunmak çok önemli. Güneş koruyucu kullanımına tedavi sonrası da devam edilmeli.

Mezoliftingle gençleşin
Sarkan cilde neştersiz önlem
Otuzlu yaşlarda ciltte görülmeye başlanan sarkma, elastikiyet kaybı ve kırışıklıklar, mezolifting ile tedavi edilebilir. Cildi yenileyen antioksidanlar, vitaminler ve mineraller, cilde nem kazandıran hyarülonik asit maddesi minik iğnelerle cilt altına enjekte edilir. Cilt nemlenmiş, parlak görünüm kazanmış ve yenilenmiş olur. Ortalama 4-6 seans, 2-4 haftalık aralıklarla uygulanır.

Boynunuz da kuğu gibi olsun
Yüz dışında boyun, dekolte bölgesi ve eller mezolifting uygulanabilen diğer alanlardır. Ağrısı minimal olduğu için uygulama öncesi lokal anestezik krem uygulanması yeterli olur. Mezoliftingin yan etkisi yok denecek kadar az.

Botoksla çizgilerin yerleşmesini engelleyin
Çizgiler kader değil
Otuzlu yaşlarda hafif belirmeye başlayan çizgiler botulinum toksini ya da bilinen ismiyle botoks işlemiyle tedavi edilir. Bu yaşlarda yapılacak botoks, çizgilerin yerleşmesini engeller. Özellikle yüzün üst kısmı ve göz çevresinde bulunan çizgilerinin ortadan kalkmasında faydalı olur.

Hayallerinizin gelinliğini seçmeye başlayın

İşte size hayallerinizi süsleyeceğini düşündüğümüz bir kaç gelinlik modeli...

Hazırsanız; evlilik koşturmasının en keyifli ve heyecan dolu seçimine geldi sıra;

Gelinlik Seçimi…
Daha evlilik teklifini dahi almadan, hatta küçük yaşlardan itibaren gelinlik hayalleri içerisinde olduğunuzu biliyorum. Biz kadınlar böyleyiz. Bazen bir filmde, bazen katılmış olduğumuz bir düğünde, bazen de gazetede gözümüze çarpan bir gelinliğe  “işte bunu istiyorum” cümlesini defalarca kurmuşuzdur. Bu büyük gün için kusursuz olmak her kadının hayali!  İşte şimdi ise hayalleri gerçekleştirme zamanı…

Hayatınızın en özel gününde size eşlik edecek, sizi gecenin prensesi haline getirecek olan gelinliğinizi seçmek göründüğü kadar da kolay değildir.  Tabii ki bu özel gecede rüya gibi bir gelinliğin içinde tüm bakışları üzerinize toplamak isteyeceksiniz.  Öyle olacağınıza hiç şüphe yok! Yalnız gelinlik alışverişinizin kâbusa dönmemesi için bazı hususları sizlerle paylaşmak istiyorum; sonradan pişman olmamak için aşağıdaki tüyoları dikkate almanızı öneririm… Gelinlik alışverişi sizi yoran, strese sokan bir koşturma değil, sizi hayallerinize yaklaştıran, mutluluk veren bir süreç olmalıdır.

Gelinlik modellerinin çeşitliliği ve fiyatlarının değişkenliğini görünce aklınız karışabilir. Peki, bu kadar çok alternatif içinden hangi gelinliği seçecek ve nelere dikkat edeceksiniz?

Her şeyden önce gelinlik için belirlemiş olduğunuz bütçeyi oluşturmalı ve ona sadık kalmalısınız.

Gelinlik araştırmanıza ilk etapta yalnız çıkın! Yani tarzınızı ve hayalinizi keşfedene kadar modaevlerini tek başınıza gezin;  deneyin çıkarın, gene deneyin gene çıkarın…

Ta ki hayalinizdeki tarzı ve modeli hissedene kadar… Gelin adayları genelde kalabalık bir grupla gezmeye başlıyor; her kafadan bir ses çıkması kendi fikrinizi etkiliyor. Sonuçta o gelinliği siz giyeceksiniz, tamamı ile sizin ruhunuzu ve sizin hayallerinizi yansıtmalı!  Siz hayalinizdeki modeli keşfetmeye başlayınca anneniz veya fikrine güvendiğiniz diğer yakınlarınızdan fikir alabilirsiniz. Son kararı hep birlikte vermenin keyfine varın!

Cesur olun! Her gelinliğin askıda farklı, üstünüzde farklı olabileceğini unutmayın. Deneyin… Belki de “hayatta bana yakışmaz!” dediğiniz model sizi hayallerinize kavuşturacak.

Vücudunuzu tanımalı ve vücut kusurlarını kapatan, boyunuza ve kilonuza gidecek bir modeli seçmelisiniz. Böylece daha alımlı ve muhteşem görüneceksiniz.

Gelinliğinizi seçerken kendiniz olmalısınız; tarzınıza uyan, içinde rahat ve mutlu olacağınız bir modele yönelin.

Gelinliğinize karar vermeden önce düğününüzün tarzı ve yeri az–çok belli olmalıdır. Düğünün tarzı gelinlik seçiminizi etkiler. Kır düğününe giyilecek gelinlikle, otelde yapılacak kutlamaya seçilen gelinlik kumaşından süslemesine kadar farklı olacaktır.

Gelinlikte modaya inanır mısınız bilemem ama seçeceğiniz gelinlik modeli sezonun modasını değil sizin tarzınızı ve kişiliğinizi yansıtmalıdır. Normal hayatınızda çok sade giyinen biriyseniz, gelinlik seçiminde ağır ve işlemeli bir model seçmeniz, sizde emanet görüntüsü oluşturur.

Gelinlikte doğru kumaş seçimi de önemlidir. Yaz düğünlerinde rahat hareket edebileceğiniz şifon, ipek, organze, tafta gibi hafif kumaşları, kışın ise mikado, saten düşes, saten, krep gibi daha dolgun ve tok duran kumaşları tercih edebilirsiniz.

Modeller konusunda aklınız karışıyorsa ve ne istediğinize karar veremiyorsanız bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu; farklı tarzda gelinlik mağazalarına gidip değişik modeller denemek olacaktır. Birinde  mutlaka “ işte bu” diyeceksiniz.

Gelinlik mağazalarının birçoğu randevu sistemi ile çalışır; gitmeden önce randevu almayı unutmayın ki modacınız tüm enerjisini ve dikkatini size verebilsin…

Gelinliğinizi düğünden 2 gün önce almanız, olası düzeltmeler için size zaman kazandırır.

Gelinlik modelinizi belirlerken damat adayı ile yan yana olduğunuzdaki fiziki görünüm ve uyumu da dikkate almalısınız.

Gelinliğinizi diktirme haricinde hazır da alabilirsiniz. Belki de birbirinden güzel ve çekici hazır gelinlikler arasından hayalinizdeki gelinliği kolayca bulacaksınız. Hazır gelinlikler sonuçta daha pratik, üstelik üzerinize tam oturmayan kısmını modelde oynama yaparak size uygun hale getirmek kolaylıkla mümkün! Ama tabi ki size özel farklı bir tasarım istiyorsanız Houte Couture tasarımlara da bakmanızı tavsiye ediyorum.

Modacınız provalara giderken gelin iç çamaşırınız ve ayakkabılarınızın yanınızda olmasını isteyecektir. Ayakkabı ve çamaşır modeline karar verme zamanı…

Peki ya aksesuar seçimi? Gelinliğinizi ne tarz aksesuarlarla tamamlamak istiyorsunuz?  Romantik tüylerle süslenmiş bir taç mı, yoksa swaroski taşların ışıltısı mı? Gelinliğinize uygunsa eldiven takarak vintage tarzda yakalayabilirsiniz. Seçim sizin. Bu detaylara karar verirken modacınıza kulak vermeyi unutmayın…

Hazırlayan: Meltem Öksüm

Bir hafta spor yapmasam demeyin!

Tembelliğe son! Kilonuzda istikrarı sağlamak için, egzersizlerinizi istikrarlı bir şekilde yapmalısınız!

Yaptığınız egzersizler tutarlı değil. Bir hafta yapmanız gereken günlerde egzersizinizi yapıyorsunuz geri kalan iki hafta spor salonunun önünden bil geçmiyorsunuz. Daha sonra uzun bir aradan sonra spor salonunda alıyorsunuz soluğu. Bu durum biyolojik sisteminizin korumaya çalıştığı kiloyu, daha fazla almasına neden olabilir. İngiltere'de bulunan Hertfordshire Üniversitesinde görevli Sağlık Psikoloğu Ben Fletcher, düzensiz egzersizin, vücudun doğal dengesine zarar verdiğini, böylece kiloda artışa yol açtığını ve kilo vermeyi zorlaştırdığını söylüyor. Bu nedenle sporunuzu, devamlı yapmanız gerekir.

Los Angeles'ta bulunan Kaliforniya Üniversitesi Egzersiz ve Metabolik Hastalıklar Araştırma Labarotuvar'ında görevli uzman Drusilla Rosales, “Düzenli egzersiz yapılmadığında ve bir anda yoğun aktivite yapılmaya başlandığında kalp ve ciğer her zamankinden fazla çalışır. Böylece egzersize adapte olamazlar. Bu tarz egzersizlerin sadece fiziksel etkisi yoktur, aynı zamanda duygusal ve psikolojik olarakta etkiler. Çünkü insanlar hedeflerine ulaşamazlar, daha mutsuz hissederler ve ümitsiziğe kapılırlar. Bu da  yeni bir egzersiz programına başlamak istendiğinde motivasyonunuzu negatif etkiler ” diyor.

Hedeflerinizde kararlı olun! 
Bir sporcu için hedefler koymak iyidir. Çünkü ağır egzersizler sonunda bir amaç olduğu için sporcuların gözünde büyümez. Amaç kilo vermek olduğunda, süreklilik sağlanmaz. Bunun başlıca nedenlerinden biri genellikle “Kilo veremiyorum” ya da “İstediğim kilodayım” düşünceleri olur. Fakat kötü haber; bu düşüncelere sahip olanlar verdikleri kiloları sonradan tekrar alırlar.

Kiloyla ilgili bir hedefiniz olması, sizi istediğiniz kiloya inmenize yardımcı olur. Fakat verdiğiniz kiloları tekrar almak istemiyorsanız, (ki kimsenin istediğini düşünmüyorum), bunun için hedefinizin daha geniş kapsamlı olması gerekir. Bunu en iyi Brown Tıp Okulu bünyesi altında bulunan Kilo Kontrolü ve Diyabet Merkezinde görevli Yardımcı Doçent Dr. J. Graham Thomas açıklıyor “ Egzersizinizi istikrarla yapan ve bunu hayat tarzınızın bir parçası haline getirenler, amacı sadece kilo vermek olanlara göre daha başarılı sonuçlar elde ediyor”.

Bunun için kaç kilo vereceğinizden öte, hayatınıza kaç beden devam etmek istediğinizi düşünün. Spor yaptığınızda kaç kalori yakacağınızdan çok, kas oranınızın ne kadar artacağını düşünmeye çalışın.

Vücudunuzu şaşırtın! 
İnsanların eğilimleri genellikle ilgilerini çeken popüler sporlardan yana olur. Belki de maymun iştahlılığın en çok işe yaradığı yer spor salonlarıdır. Spor istikrarınızı kaybetmeyin fakat farklı sporlarla vücudunuzu şaşırtın. Carrie Underwood ve bir çok ünlünün egzersiz koçluğunu yapan, Tony Greco bu konuda “Sürekli aynı egzersizi yapmak hem sıkıcı olur, hem de vücudunuz egzersize alışır. Sporda farklı branşlara yönelmeniz daha etkili sonuçlar almanıza neden olur. Kaslarınızı sürekli farklı hareketlerle kullanın ve daha fazla kalori yakın. Böylece metabolizmanızda hızlanacaktır. Bu noktada sporları birbiriyle uyumlu şekilde kombinlemelisiniz. Mesela koşuyor ya da bisiklete biniyorsunuz, bu hareketlerden sonra kaslarınızı gevşetmek için yoga yapmalısınız. Amacımız vücudumuzun ve kaslarımızın dengesini bozmadan sağlıklı bir şekilde kilo vermek” diyor.

Sabrın sonu selamet! 
Kendimizi motive eder, güzel günleri düşünürüz ve çabuk sonuç alacağımızı düşünüp olağan gücümüzle ağır bir maratona hazırlanırmışçasına spora asılırız. Fakat bu Hiçbir sonuç getirmeyeceği gibi aynı zamanda sizi hem fiziksel, hem de ruhsal olarak yorar.

Bu konuda Kuzey Karolina Atletik Performans Merkezi'nde görevli fizik tedavi uzmanı Brian Schiff “Spora iki- dört hafta arasında iki veya üç günlük egzersizlerle başlayın. Daha sonra bu sisteme vücudunuzun alıştığını hissettiğinizde günleri artırın. Fakat her ne kadar vücudunuz dayanırsa dayansın kesinlikle her gün spor yapmayın. Haftanın bir günü vücudunuzun dinlenmesi, kendini toparlaması, güç kazanması ve yenilenmesini sağlayın. Böylece daha iyi sonuçlar alırsınız” diyor. Spor Psikoloğu Casey Cooper ise “Kilo vermeyi hedefleyip, spora başladığımızda zihinsel enerjimizi çoğu zaman görmezden geliriz. Fakat önemli olan vücudunuzun tamamiyle bir uyum ve rahatlık içinde olması gerekir”.

Göz çevrenize iyi bakın

Cildimizin en hassas bölgesi olan göz çevresi, yaşlılık belirtilerinin de kendini ilk gösterdiği bölge. Göz çevreniz için kullanacağınız doğru ürünlerle yaşlılık belirtilerini en aza indirebilirsiniz!

Göz çevresi önemlidir! Çünkü yaşlılık belirtisi önce göz çevresinde kendini hissettirmeye başlar. Mimiklerle birlikte daha da belirginleşen ince çizgiler, yaş ilerledikçe ortaya çıkan kaz ayakları, torbalanmalar, yorgunluk izleri vs...

Bütün bunların üzerine bir de hassasiyeti eklenirse, göz çevresi bakımı daha da önem kazanıyor. Clinique Ürün Geliştirme Bölüm Başkan Yardımcısı Debbie D’Aquino, göz çevresi hakkında sorularımızı yanıtladı. D’Aquino, öncelikle göz çevresinin neden hassas olduğunu anlattı: “Cildin diğer bölgelerinden çok daha incedir. Ayrıca bu bölgede daha az yağ bezi olduğundan kuruluk ve nemsizliğe daha yatkındır, diğer bölgelerde görülen doğal esneklik burada daha az görülür. Göz çevresi sürekli hareket halinde olduğundan sorunların ilk ve en sık görüldüğü bölgedir.”

Doğru ürün kullanın 
D’Aquino, “Herkes göz çevresinde ilk kuruluk-nemsizlik belirtilerini görmeye başladığı andan itibaren uygun bir göz kremi kullanmalı” diyor. Doğru antioksidanlarla zenginleştirilmiş bir göz kreminin yaşlanma belirtilerini önlemeye yardımcı olduğunu belirten D’Aquino, antioksidanların yanında kolajen dokusunu ve nem bariyerini destekleyici içeriklerin çizgilerin önlenmesinde anahtar bir rol oynadığının altını çiziyor.

Kaşımayın, kısmayın!
Göz çevresinde sorunlara neden olabilecek bir diğer faktör de cilt temizleyicileridir. Bu temizleyiciler, göz çevresiyle temas ettiğinde genelde hassasiyete neden olabilirler. Bu nedenle cildiniz için hassas temizleyicileri tercih edin ve göz çevrenize getirmemeye özen gösterin. Ayrıca yüzünüzü yıkarken cildinize çok fazla baskı uygulamayın. Fazla baskı ciltte ince çizgi ve kırışık oluşumunu destekler. Ayrıca gözünüzü kaşımaktan ve kısmaktan kaçının, çünkü bunlar çizgi ve kırışık oluşumuna neden olur.

Stresi Doğru Beslenmeyle Atlatın

Stresi doğuran nedenlerden birinin de içinde bulunduğumuz yoğun çalışma temposu olduğu belirtiliyor. Uzmanlar, iş hayatında yoğun olarak hissedilen stresi beslenme programımızla yenebileceğimizi vurguluyor...

Beslenme ve Diyet Uzmanı Aylin Yılmaz, “Vücudun karşılaştığı herhangi bir tehdit karşısında savunma mekanizmasının gösterdiği tepki “savaş veya kaç” şeklindedir. Böylece herhangi bir tehdit veya stres unsuru karşısında, vücudun bir dizi faaliyeti olur” diyor. Solunum sayısının artarak, bedene daha fazla oksijen sağlandığını, kanda alyuvarların arttığını, beyne ve kaslara daha fazla oksijen taşındığını, kalp vurum sayısının artarak kan basıncının yükseldiğini ve bedenin gereken bölümlerine gerekli kan takviyesinin yapıldığını belirten Aylin Yılmaz, stresle başa çıkmanın yollarını şöyle anlatıyor:

Stresle ve stresin vücuda verdiği zararlarla başa çıkmada yediğiniz yiyeceklerin önemli rolü vardır. Eğer ağır stres altındayım diyorsanız sürekli stresle karşı karşıyaysanız beslenme alışkanlıklarınızı düzenleyerek enerji düzeyinizi, strese gösterdiğiniz tepkilerinizi ve genel sağlığınız üzerindeki kontrolünüzü arttırabilirsiniz.

Stresten Kurtulmak İçin Tüyolar

Stresten kurtulmak için hangi yiyecekleri tercih etmeli, hangilerinden uzak durmalısınız?

• Alkol, çay, kahve, gazlı içecekler yerine, su ve meyve suyu tercih edilmelidir.

• Beyaz ekmek, beyaz makarna ve beyaz pirinç yerine, kepekli veya tam buğday ekmeği, kahverengi pirinç kullanılmalı.

• Özel işlemden geçmiş ve hazır yiyeceklerden uzak durulmalı.

• Bisküvi, kraker, cips gibi abur cubur besinler yerine fındık, ceviz, badem gibi besin değeri yüksek kuru yemişler tercih edilmeli.

• Aşırı kırmızı et yerine tavuk ve balık tercih edilmeli.

• Tüm meyve ve sebzeler her gün tüketilmesi gereken besinlerdir.

• Şekerden ve tatlıdan uzak durulmalı bunun yerine meyve tercih edilmeli.

• Sigara ve alkol, düşünülenin tam aksine stresi gideren değil stresi daha da arttıran ve sağlığınızı tehdit eden en önemli unsurlardandır. Her ikisinden de mümkün olduğunca uzak durmak ve hatta hiç kullanmamak sağlınız için çok önemlidir.

• Beslenme alışkanlıklarınızı değiştirmenin yanı sıra doğru egzersizle de stresinizi azaltmayı başarabilir doğru nefes teknikleri ile stresinizi azaltabilir ve rahatlayabilirsiniz. Uzakdoğu’da benimsenen  “İnsanı tanımak için nefesini dinle” felsefesi de bu durumun bir kanıtı olarak düşünülebilir. Sakin insanlar ağır ve dengeli, sinirli insanlar yoğun ve yüzeysel, huzursuz ve endişeli insanlar yüzeysel ve kesik kesik, hırslı insanlar ise, dengesiz ve düzensiz nefes alırlar. Stres durumunu hissettiğinizde, siz de derin nefes egzersizleri yaparak, ağır ve dengeli nefes almaya çalışarak stresinizden kurtulabilir daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşama sahip olabilirsiniz.

İşte zayıflamayı kolaylaştıran öneriler...

Küçük farklar, sabır gösterirseniz büyük farklar yapabilir. İşte zayıflamayı kolaylaştıracak birkaç öneri…

Diyet yapma fikri birçok insanda zorluk duygusunu çağrıştırıyor. Hayatı zorlaştırarak diyet yapmak ise sağlığa zarar veriyor. Eğer her gün bir diyet listesine bağımlı olmak sizde sıkıntı yaratıyorsa, aşağıdaki önerileri deneyebilirsiniz.

Küçük farklar, sabır gösterirseniz büyük farklar yaratabilir. İşte zayıflamayı kolaylaştıracak birkaç öneri…

Porsiyonları küçültün:
 Kendinize yasaklar koymak yerine her şeyden küçük miktarlarda tüketin. Böylece mahrumiyet duygusu gelişmez ve bu alışkanlığınızın tamamen değişmesi için de daha sabırlı olabilirsiniz.

Çay ve kahveyi şekersiz için:
Her gün beş kesme şeker kullandığınız düşünerek bir hesap yaparsak ortaya nasıl bir tabla çıktığına bir göz atın! Günde 5 şeker x 20 = 100 kalori enerji veriyor. Her gün sadece 100 kaloriden vazgeçerek ayda 3000 kalori yılda 36 bin 500 kalori tasarruf eder, yıl sonunda 5 kg. zayıflarsınız. Tabii bunun farklı bir açılımı daha var. Her gün beş kesme şeker size yılsonunda 5 kg. yağ olarak da dönebilir.

Salatanın yağına dikkat:
Bir tatlı kaşığı zeytinyağı yeterli. Bundan fazlası 50 kalori demektir. Salatanızda zeytinyağı miktarını azaltmak için içinde sirke ve baharat bulunan soslar yaratabilirsiniz, bu soslara biraz hardal ya da yoğurt ekleyebilirsiniz.

Haftada bir, iki kez kuru baklagil tüketin:
Mercimek, nohut ve kuru fasulyeyi ihmal etmeyin. Haşlayıp salatalarınıza katabilir, çorbasını yapabilirsiniz. Böylece bitkisel protein kaynağı ve lif açısından daha zengin beslenmiş olacaksınız. Lifler kansere karşı koruyucu olduğu gibi bağırsak hareketlerinin düzeni ve yok tutma açısından da çok önemlidir.

Doymuş yağ tüketimini azaltın:
Hayvansal besinlerin; süt, yoğurt, peynir ve et gibi, yağsız olanlarını tercih edin. Daha az yağ ve kolesterol almış olursunuz günlük kalori alımınızda otomatik olarak azalmış olur.

Alkol tüketimini sınırlandırın:
Alkol seviyorsanız tercihiniz şarap olsun. Rakı, votka ve viski yüzde 45, 50 oranında alkol içerirken, şarapta bu oran yüzde 12 ila 15 arasındadır. 1 gr yağ 9 kalori içerir. 1 gr alkol ise 7 kalori, unutmayın.

Her sabah benzer kahvaltı yapmayın:
Bazı günler yeme biçiminizi değiştirin. Tek yönlü beslenmeyerek farklı tatları deneyin. Bazen meyve ve yoğurt bazen peynir ekmek bazen yulaf ve süt bazen de yumurta ve ekmek gibi.

Haftada bir, iki gün yumurta yiyin:
Bir yumurta sarısı ile üç yumurta beyazını karıştırın. Böylece daha az yağ ve kolesterol daha çok protein ve kalsiyum alırsınız. e Fiziksel açlık ile duygusal açlığı ayırın: Özellikle gece daha fazla acıkıyor ve kontrol edemiyorsanız bunun sebebi duygusal boşluklar olabilir biraz daha fazla gözlemci olmaya çalışın ihtiyaç duyarsanız mutlaka bir psikolog ile çalışmaya başlayın.

Alternatifli beslenin:
Hiçbir besin tek başına mucizevi bir özelliğe sahip ve hiçbir besin tek başına suçlu değildir. Hedefiniz hep ölçülü beslenmek olsun. Dengeli beslenme tüm dünya otoriteleri tarafından hala en geçerli yöntem mucizeler aramayın kilo kaybederken sağlığınızı kaybedebilirisiniz.

Kalori saymayın, dengeli beslenin:
 Her öğün, beş temel besin grubundaki yiyecekleri birlikte tüketin. Bu şekilde beslenme, besin öğeleri arasında dengeyi sağlarsınız. Besin gruplarını ilk sayfalarda inceleyebilirsiniz

Etiketleri inceleyin:
 Doğru besini ararken, mutlaka etiketlerini de okuyun. Besinlerin kalori, yağ ve tuz değerlerini, son kullanma tarihlerini inceleyin.

Yaşam biçiminizi ve düşünce şeklinizi yenileyin:
Dengeli beslenme ve iyi yaşamı hayatınızın bir parçası haline getirin ve etrafınıza da bunu anlatın.

‘Ya hep ya hiç’ demeyin:
Diyetiniz bazı günler veya öğünler bozulabilir. Sakın; ‘Battı balık yan gider’ demeyin.