28 Haziran 2013 Cuma

EMEKLİ HEKİMLER KALİTELİ SAĞLIK HİZMETİ İSTİYOR

Emekli hekimlerin yaşadıkları sorunları ileten Türk Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Sühan Ayhan, “Emekli hocalarımız emekli maaşları dışında ek gelirleri olmasa, aldıkları maaşların, bırakın dört dörtlük yaşamak, basit bir yaşam sürmek için bile yeterli olmadığını söylüyorlar” dedi.

Hekimlerin emeklilik sürecinde yaşadığı sorunları gündeme getirmeye devam ediyoruz. Bu süreçte ne gibi sorunlar yaşandığı ve nasıl düzenlemeler yapılması gerektiği üzerine bilgi veren Türk Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Sühan Ayhan şunları söyledi: “Görüşebildiğimiz emekli hocalarımızın emekli maaşları konusunda genel fikirleri, maaşların yeterli olmadığı şeklinde... Başka ek gelirleri olmasa, aldıkları maaşların, bırakın dört dörtlük yaşamak,basit bir yaşam sürmek için bile yeterli olmadığını söylüyorlar. 

Emekli Bir Hekimden Yüzde 15 Maaş Kesinti Uygulaması Var
Devletten emekli olup tekrar muayenehane açarak çalışan emekli bir hekimden yüzde 15 gibi bir maaş kesintisi yapılması yanlış bir uygulama... Çalışmak, üretmek isteyen ve üzerine vergisini veren bir emeklinin maaşından kesinti yapılması aslında bir ceza, hâlbukibunun teşvik edilmesi gerekiyor. 

“Emekli Hekimler Özele Gitmek Zorunda Kalıyorlar ve Yüksek Sağlık Giderleri Ödüyorlar”
Emekli hekimlerin genel görüşü; sağlık hizmetlerinden yararlanmada yaşanan sıkıntılar... Bazı emekli üyelerimiz, devlet ve üniversite hastanelerindeki yoğunluktan dolayı, emekli bir hekim olarak gerekli ilgi ve özeni görmedikleriniifade ediyorlar. Sıra beklemek veya bir tetkik için gün almak zorunda olduklarını ve yaşlı olmaları nedeniyle bunun mümkün olmadığını ve özel hastanelere giderek, daha fazla ücretlerle tetkik yaptırmak zorunda kaldıklarını belirtiyorlar.

Yine başka bir hocamız, devlet ve üniversite hastanelerine gidip muayene olamama nedeni olarak; üniversite ve devlet hastanelerindeki hizmetin hekimlik, araç ve gereç bakımından seviyesinin düşmesi olarak iletti. Üniversitelerden yetişmiş hocaların ayrılmak zorunda kalmaları ile hekimlik kalitesinin düştüğünü ve hekim olarak konuyu bilen kişilerin tatmin olmadıklarından, tedavileri için artık özele gitmek zorunda kaldıklarını ve buralarda da mecburen yüksek sağlık giderleri ödediklerini söylüyorlar. 

Hekimler için Kalabilecekleri Yaşlılar Evi Kurulmalı
Emekli üyelerimizin, emekli maaşının yanında yaşam biçimleri ile de ilgili sıkıntıları var. Çocuğu olmayan, eşi olmayan yada vefat etmiş, bakacak kimsesi olmayan hekimlerin ileride kalabilecekleri yaşlılar evi olması iyi bir fikir olabilir. Bu sıkıntıyı yaşayan veya yaşayacakpek çok hekim olduğuna eminim; bakıcı tutanlarmaaşlarının büyük bir bölümünü bakıcıya ödüyorlar. Emekli Sandığı’nın yaşlılar evine girebilmek için bazı şartlarıvar, sıragelse bile maaşlarının büyük bölümünü yine vermek zorunda kalıyorlar. Somut öneri olarak sağlık mensuplarının kendilerine özel bir yerinin olması çok iyi olur. TTB, hekimler için Darüşşafaka modeli gibi bir yaşlılar evi yaptırma konusunda öncülük yapabilir. 
Diğer çok önemli bir sorun da, halkımız üzerinde oluşan hekim düşmanlığı… Bunun giderilmesi ve bu anlayışın değişmesi, eğitim ve kültür seviyesinin artırılmasının gerekiyor.”

Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!

27 Haziran 2013 Perşembe

“AMELİYATLARDA DETAYLARLA FARK YARATIN”

Yüz nakli ameliyatı ile Türkiye’de üçüncü büyük operasyona imza atan Prof. Dr. Selahattin Özmen, “Detaylı ve özenli çalışmak lazım, yoksa farklı olamazsınız. Plastik ve rekonstrüktif cerrahların hepsi zeki ve becerikli, farkınızı detaylara verdiğiniz önemle ortaya koyabilirsiniz” dedi.

Hayati önem taşıyan ameliyathane kapıları aralanıyor; cerrahların neler yaptığı, nelere dikkat ettiği ve başarılı cerrah olmanın sırlarını araştırmaya devam ediyoruz. Türkiye’nin üçüncü yüz nakli operasyonunu başarıyla gerçekleştiren Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı’ndan ayrılarak yakın zamanda Amerikan Hastanesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniğinde göreve başlayacak olan Prof. Dr. Selahattin Özmen, Med-Index Yayın Yönetmeni Esra Öz’ün sorularını yanıtladı.

Yaptığınız operasyonlar hakkında bilgi verir misiniz?
Branşımız gereği çok geniş bir operasyon alanımız var, saçlı deriden ayak tırnağına kadar diyebiliriz. Ben birçok Plastik Cerrah meslektaşım gibi mikrocerrahi de yapıyorum. Bu yöntemi, tümör çıkartılan alanların onarımı ve yenilenmesi, iyileşmeyen yaraların kapatılması, meme kanseri sonrasında yeni meme yapılması ve kopan uzuvların yerine dikilmesi için kullanıyoruz. Temelde hem baş boyun cerrahisi hem de mikrocerrahiyi birlikte uygulayabildiğimi söyleyebilirim. Bu sayede burun, diş ve kemikleriyle birlikte yüz naklini başka bir branşa ihtiyaç duymadan gerçekleştirebildik.

Yaptığınız operasyonlardaki incelikleri anlatır mısınız? 
Burun ameliyatlarında mesela, detay çok fazladır. Çok ince çalışmak gerekir. Ameliyat sonrasında erken dönemde olacakları bilmek yetmez, 6 ay-1 yıl sonrasında olacak sonucu da öngörmeniz gerekir. Yapılan bir memenin, 6 ay ya da 3 yıl sonra ne duruma geleceğini tahmin edebilmelisiniz. Bir hocam buna, ‘cerrahinin dördüncü boyutu’ der, tabii bunların hepsi tecrübe istiyor. Sadece ameliyat yapmak yetmez, bir adım öne çıkmak istiyorsanız daha detaylı, daha özenli çalışmanız lazım, yoksa farklı olamazsınız. Sadece cerrah olursunuz, virtüöz olamazsınız. Bizim branşımızda çalışanların hepsi zeki ve becerikli insanlar, farkınızı detaylara verdiğiniz önemle ortaya koyabilirsiniz. 


Kimleri ameliyat etmiyorsunuz?
Ben cinsiyet değiştirme ameliyatları yapmıyorum.Psikolojik olarak dengeli olduğunu düşünmediğim, ne istediğini bilmeyen hastaları ameliyat etmekten kaçınıyorum. Çünkü bir grup hastada ne yaparsanız yapın hastanın mutlu olması mümkün değildir. Bu hastalara psikiyatride “vücut imge bozukluğu” olan hastalar denir ve temel tedavileri cerrahi değil psikiyatrik destektir.

Bu ameliyatları yapan hekimlere ne gibi tavsiyeleriniz olacak?
Tavsiye vermek benim haddim değil, ben sadece bu yolu seçmiş veya seçmeyi düşünen kendimden daha genç kardeşlerimle yaşadığım tecrübeleri paylaşabilirim. Hastayı yakınınız gibi görün, o zaman daha özenli oluyorsunuz. Hocalarımızdan öğrendiğimiz en önemli olan detay bu aslında. Yaptığınız her şeyi fotoğraflarla kaydedin, sunum yaparken ya da bilimsel yayın hazırlarken mutlaka ihtiyacınız olur. Bunları içeren çok geniş bir arşiviniz olsun. Hiçbir vakayı küçümsemeyin, mutlaka kaydedin. 


Alanınızda iyi bir cerrah olmak için neyi iyi bilmek gerekir?
Ben iyi olmak için kendime ait özen gösterdiğim konulardan bahsedeyim. Dikkatliyimdir, asistan iken hocalarımın yaptığı pansumanları dahi çok dikkatle gözlemlerdim, hastalarla nasıl konuştuklarını takip ederdim. Bugün asistan arkadaşlarıma da aynısını yapmalarını söylüyorum. Asistanlığımın ilk yılında teorik olarak burun ameliyatının nasıl yapıldığını öğrenmiştim. Basamak basamak ne yapıldığını çok iyi gözlemlemiştim ve bu birikimlerle korkmadan her ameliyatı yapabilecek seviyeye geldim. Baş asistan olarak ameliyatlar yapmaya başladığımda çok saygı duyduğum hocalarımın “Uzun yıllardır bu ameliyatı yapıyormuşsun gibi rahatsın” demesi benim için en büyük övgü olmuştu. 

Hekimlik mesleğinde çok okumak ve makale yazmak çok önemlidir. Örneğin bir makale yazmak için 100 tane makale okumanız gerekir. Böylece de inanılmaz bir bilgi birikimi oluyor. 20 tane makale yazıyorsanız 2 bin tane makale okumuşsunuzdur. Literatürde mevcut olan bilgiyi çok iyi bilmeniz gerekir, geçmişte olanı bilmezseniz yeni teknik geliştiremezsiniz. Yaptığınız her şeyi yeni sanırsınız ancak araştırdığınızda yeni sandığınız tekniğin iyi ve kötü yönlerinin yıllar önce tanımlandığını ve hatta bu tekniğin terk edilmiş olduğunu üzülerek fark edebilirsiniz. Kendi adıma burun cerrahisinde 4 tane yeni teknik tanımladığımı söyleyebilirim. Bunların olgunlaşmasıyla da yavaş yavaş uluslararası literatüre sunuyorum. Özetle var olan bilgiyi çok iyi öğrenirsen, ameliyat yaparken “Başka bir yönteme ihtiyaç var” diyorsun ve yeni bir teknik geliştirebiliyorsun. 

Alçak gönüllü olmak gerekiyor. Kendi kendinizi övmek sizi hiçbir şekilde geliştirmez, herkes ürettiğinize, yaptığınız işe bakarak sizi değerlendirir. Ben şahsen “Bir asistandan, bir öğrenciden bile ne öğrenebilirim” diye çaba gösterir, düşüncelerine saygı duyarım. Herkes farklı zeka ve bakış açısına sahiptir, sizin görmediğinizi bir başkası görebilir. Herkesten bir şeyler öğrenilebilir, hastadan da, öğrecidende. 


Ameliyathanelerde Verimlilik Maksimuma Nasıl Çıkarılabilir?
Aslında bunun en iyi örneği özel sektör. Özel hastaneler ameliyathaneleri çok efektif kullanıyorlar. Türkiye’de özellikle kamuda ameliyathanelerle ilgili sıkıntımız var. Örneğin Tayvan’da ameliyathaneler 24 saat vardiya usulü çalışabiliyor. Bizde saat 17’den sonra ameliyathane rutin ameliyatlar için kapanıyor. Yani burası özel bir kurum için gelir getiren bir yer, ancak kamuda gelir sağlamak son derece zor ve hatta bazı ameliyatları yapmak bölümünüze gelir değil zarar olarak yansıyabiliyor. Ancak kliniklerdeki yatak sayılarını arttırıp ameliyathaneyi 24 saat kullanabilirsiniz. Bu aslında çok önemli bizim gibi yoğun kliniklerde hastalara aylar sonrasına ameliyat randevusu verebiliyoruz. Ancak hasta aylar sonrasında bazen özel sebepler veya hastalık nedeniyle ameliyat olamıyor, yoğun randevu programında hastaya yeni bir randevu verebilmek de bizim için büyük sorun oluyor. Verimliliği arttırabilmek için çok iyi düzenlemeler yapılması gerekiyor. Yürürlükteki yasalar çıkmadan önce sadece Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı’nda ayda 600 civarında ameliyat yapıyorduk. Dünya çapında ancak sayılı klinikler bu kadar ameliyat yapabilir. Ancak yeni düzenlemelerle bu sayılar azaldı.


Nasıl bir ortamda ameliyat etmeyi tercih ediyorsunuz?
Her ameliyat birbirinden farklı, bazen stres düzeyi çok yüksek ameliyatlar yapıyoruz, adrenalin tavan yapıyor, bungeejumping’e ihtiyaç duymuyoruz bu nedenle. 
Öncelikle iyi bir anestezi ekibi çok önemli,onlar en önemli parçamız. Anestezi iyi olmazsa iyi sonuç almanız çok güçleşebilir. Uygun olmayan anestezide hasta gereksiz şekilde kanayabilir, kanarsa da ameliyat sahasında yeterince özenli işlem yapamazsınız. Hasta konforlu olursa biz de mutlu oluruz, her şeyi iyi olur. Hastadan ameliyat bitiminde ilk andan itibaren ağrısı, bulantısı olduğuna dair şikayetler gelirse,bu hastanın ameliyat sonucundan da memnun olmasını beklememek gerekir. 
Ameliyathanede bazı cerrahlar sanat müziği, bazıları klasik müzik, bazısı da hareketli müzikler dinleyebiliyor. Ben müzik konusunda çok seçici değilim, zaten önemli bir ameliyat yapıyorsam ameliyata yoğunlaşırım ve çevremde, hastayla bağlantılı olmayan olaylarla ilgilenmem. 


Ameliyatlarınız ortalama ne kadar sürüyor?
Plastik cerrahi’de ameliyat süreleri çok farklı, 5 dakikada bitende var, saatlerce (10-15 saat) sürende.

Proflaktik antibiyotik kullanıyor musunuz?
Ameliyata göre değişiyor. Bilimsel verilere göre kullanmamız gerektiğinde kullanıyoruz, her ameliyatta kullanmak yararlı değil zararlı olur. 


Hastalarınızın demografik özellikleri hakkında bilgi verir misiniz? Geniş mi dar mı?
İlgilendiğim alan çok geniş olduğundan sosyokültürel düzeyi en düşük olan kişiyi de ameliyat ediyorum, üst düzey protokoldeki kişiyi de. Yüksek sosyoekonomik düzeyden gelen bir hasta geldiğinde kamu hastanelerinde hastanenin konforunu çok beğenemeyebiliyor. Devlet hastanelerinde otelcilik hizmetini çok iyi bir şekilde gerçekleştirmek çok daha zor oluyor. Çünkü hasta döngüsü çok fazla. Hastalarım arasında ayrım yapmıyorum, benim için hepsi insan ve hepsini bir yakınım gibi düşünüp elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Maalesef zamanım kısıtlı olduğundan bana ameliyat olmak isteyen her hastayı ben ameliyat edemiyorum.

Ameliyatlarınızda size en çok kim yardımcı oluyor?
Genellikle baş asistan ya da kıdemli asistan yardım ediyor. Asistanlar olmadan büyük ameliyatları gerçekleştirmek çok zor olur. İyi bir ameliyat hemşiresi de gerekiyor. İyi bir ameliyat hemşiresi özellikle özel hastanelerde bazen asistan ihtiyacını da ortadan kaldırabiliyor. Özetle iyi bir anestezist, hemşire ve asistan gerekiyor. 


En çok beklenen ve en korkulan komplikasyonlar nelerdir?
Çok değişken, yüzünde ben ya da damar anomalisi olan riskli bir hastanın kendi açısından iz kalıp kalmamasını sorması normal gözükebilir. Ancak çok riskli bir ameliyat planlarken, “Komplikasyon olmadan ameliyatını nasıl yaparım” diye düşünürken, hastanın olayın ciddiyetinin hiç farkına varmadan -verdiğim onca bilgiye rağmen- “iz kalır mı?” diye sorması, beni geriyor. Hasta bu ameliyat sırasında ölebileceğini hiç aklına getirmiyor. Yapılanın ameliyat olduğunu unutuyorlar, adımız “Estetik cerrah” olduğu için sanki makyaj yapıyoruz sanıyorlar. Ancak yaptığımız iş cerrahi ve cidden çok büyük cerrahiler yapıyoruz. 
Plastik Cerrahi’de iz çok ön plandadır. Ancak doğanın yasaları gereği kestiğiniz her yerde iz kalır. Biz bu izleri en aza indirmeyi ve saklamayı biliyoruz, ancak izi tamamen elimine eden bir yöntem dünyada yok. İz konusunda biz elimizden geleni yaparız, gerisi hastanın cildine kalmıştır. 


Ameliyat yaparken yardımcı materyal olarak neler kullanıyorsunuz?
Fotoğraf makinesi olmazsa olmazım. Her işlem öncesinde ve sonrasında mutlaka çekerim. Bilgisayar ve internet çok önemli. Farklı bir işlem yapacaksanız mutlaka araştırmalısınız. İyi bir ameliyat seti gerekiyor. İşlinizde virtüöz olabilirsiniz, ancak bazı durumlarda alet işler el övünür. 

Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!

26 Haziran 2013 Çarşamba

BEYİN MİTLERİNİ YIKIN ARTIK!

“Mozart dinleyenler daha zeki” diye yazan bilgilerin yanlış olduğunu biliyor musunuz? Bilimsel makaleye dönüşmeden basına sızan bir bilgi, yıllardır süren bir hurafe.

Yüzyıllardır en merak edilen mekanizmalardan biri olan beyin, üzerinde en fazla yanlış bilgilerin olduğu konu. Beyin ile ilgili “mit”ler yani doğru bilinen yanlışlar çok fazla. Beynin işleyişine mistik anlamlar katılıyor. Gizemli bir olay olarak tanımlandığı için hep beyin ile ilgili bir takım bilgilerin mit haline gelmesi daha kolay oluyor. Cambridge Üniversitesi Psikiyatri bölümünde Nörobilim üzerine Doktora yapan Dr. Muzaffer Kaşer, yaygın beyin mitleri hakkında Med-Index’e bilgi verdi. 

Mozart Dinlemek Zekanızı Açmaz!
Mozart etkisi ile ilgili Kaşer şunları söyledi: “Amerika’da bir grup araştırmacı deneklere Mozart dinletiyor ve başka bir gruba farklı müzikler dinletiyor. Sonrasında bir takım artimetik işlemler yapmalarını istiyorlar. Bu çalışmada Mozart dinleyen grupta o sırada olumlu bir değişim bulunuyor diğerlerine göre, fakat bu bulgu daha sonra tekrar edilemiyor. Yaygınlaştırılamıyor, dolayısıyla rastlantısal bir bulgu. Fakat bulgu bilimsel makale olmadan önce, basın bu araştırmayı alıp haber yapıyor. O kadar çok ilgi çekiyor ki, hala birçok kişi kendinden emin bir şekilde Mozart dinlemenin zekayı geliştirdiği “mit”ini paylaşıyor. Fakat kesinlikle tekrar edilemeyen bir bulgu.”

“Bilimsel Geçerliliğinden Ziyade İnsanlarda Yarattığı Duygu Daha Ön Plana Çıkıyor”
Bilimsel bulgunun, bilimsel geçerliliğinden ziyade insanlarda yarattığı duygunun daha ön plana çıktığını vurgulayan Kaşer, “Belki de müzik dinleyip zekamınızın daha yüksek seviyeye gelmesi konusunda bir arzumuz var. Bu arzu insanların bu tür mitleri daha çabuk sahiplenmesine neden oluyor. Bazen bilimsel geçerliliği tartışılmamış bir bilgi basın yoluyla o kadar popüler oluyor ki, yıllarca süren bir mit haline gelebiliyor” dedi. 

Şarlatanlara Kanmayın!
“Şarlatanlara Kanmayın” diyen Kaşer, “Bazı alanlarda tedavi yapma yetkisi olmayan kişiler yaptıkları bir takım yöntemlerin önüne nöro ya da beyin dalgalarını ekleyerek bir şekilde daha pazarlanabilir hale getiriyorlar. O tuzaklara düşmemek lazım. Yetkin kişiler tarafından yapılan tedavilere eğitimlere katılın” diye konuştu. 

Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!

25 Haziran 2013 Salı

SAĞLIK ÇALIŞANLARI SAĞLIKLI BESLENİYOR MU?


 
“Daha iyi beslen, daha iyi hisset, daha iyi yaşa ve daha iyi çalış” diyen Uzman Diyetisyen Banu Topalakcı, sağlık çalışanlarının beslenmelerinde dikkat etmesi gereken ip uçlarını Med-Index’e anlattı.


Sağlık çalışanları hastalara şifa dağıtırken, kendi sağlıklarını düşünmezler. Bu süreçte hastalarının sağlığını korumaya çalışırken, öğün atlarlar, su içmezler ve her sorun yaşandığında çok stres olurlar. Sağlıklı ve dengeli bir yaşam tarzını bir ömür boyu benimseyebilmeyi herkesin çok istediğini ettiğini dile getiren Uzman Diyetisyen Banu Topalakcı, “Hepimiz; sağlıklı yaşam seçeneklerinin neler olduğunu, sağlıklı beslenmeyi, sporun önemini, daha az alkol tüketmemiz, sigarayı bırakmamız ve zayıflamamız gerektiğini çok ama çok iyi biliyoruz. Ancak bütün bunları biliyor olmakla, harekete geçmek, bildiğimiz şeyleri uygulamak ve yaşam tarzı haline getirmek arasında çok fark var. Hayatımızda pozitif yaşam değişiklikleri yapmak kolay değildir. Yapılan değişiklikleri kalıcı hale getirmek ise daha da zordur. Kolay olsaydı; günümüzde moda diyetler, spor merkezlerine yapılan üyelikler, bireysel gelişim uzmanları, yaşam koçları ve medyanın konuya olan ilgisi her geçen gün artıyor olmazdı” dedi.

Hastanelerde sağlık çalışanlarının beslenmesine düzenli olarak dikkat edebilmesinin göründüğü kadar kolay olmadığına dikkat çeken Topalakcı, şunları söyledi: “Sağlıklı beslenebilmek için gerekli olan besinleri temin edebilmek ise büyük bir disiplin gerektiriyor. Hastanede çıkan yemekler ya da dışarıda yemek yenilen restoranlardaki alternatifler, kişinin diyetine ya da beslenme alışkanlıklarına uygun olamayabiliyor. Ara öğün alternatiflerinin nasıl çeşitlendirebileceği konusundaki karar verme süreci ise çoğu zaman çalışanlar ve yöneticiler için ekstra bir zaman kaybı olabiliyor. 

“Soğuk Algınlığına Bağlı Üretkenlik Kaybı 25 Milyon Dolar Civarında”
Unutmamak gerekir ki mutlu ve sağlıklı personel bir kurum için altın değerindedir. Çalışanların sürekli yorgun olmasının nedeni demir eksikliği veya uyku apnesi olabilir ya da çok sık baş ağrısı problemi yaşayanlar acaba gün içinde çok mu susuz kalıyor? Çok sık geçirilen gribal enfeksiyonlar ise iş verimini ciddi oranlarda düşürebilir. Unutmamak gerekir ki, beslenme ve yaşam tarzı, bağışıklık sistemi ve beden sağlığını doğrudan etkilemektedir. Yapılan bir araştırmaya göre soğuk algınlığına bağlı üretkenlik kaybının getirdiği ekstra maliyet ortalama 25 milyon dolar civarındadır. (USA , Bramley et al, 2002).

“Yorgunluğun Faturası Yılda Ortalama 136 Milyon Dolar”
İşyerlerinde yorgunluk son derece yaygın olarak görülmekte olup ciddi verim ve motivasyon düşüşlerine neden oluyor. Yine Amerika’da yapılan bir çalışma yorgunlukla gelen işgücü kaybının şirketlere faturasının yılda ortalama 136 milyon dolar civarında olduğunu göstermektedir (Ricci ve ark, 2007). 

“Sağlık Problemi Yaşayanlar, Sağlıklı Çalışanlara Oranla 3 Kat Daha Fazla İzin Alıyor”
Kötü uyku, stres, hastalık, hastalık kaygısı, şişmanlık, dengesiz ve yetersiz beslenme, fiziksel aktivite azlığı, az su tüketimi yorgunluğa ve baş ağrısana yol açan en önemli nedenlerdendir. Doğru beslenmeye teşvik edilen çalışanların yorgunluk düzeylerinde azalma olduğu yapılan çalışmalarca saptanmıştır. Sağlıklı beslenen çalışanların performans ve iş verim düzeyleri, sağlıksız beslenenlerden 3 kat daha fazla. Sağlık problemi yaşayan çalışanlar, sağlıklı çalışanlara oranla 3 kat daha fazla hastalık izni ya da rapor kullanıyor.”

İşyerinde Sağlıklı Yaşam ...
Sağlık çalışanlarının uzun çalışma saatleri, iş yemekleri gibi durumların kişinin günlük beslenme planını oldukça fazla etkilediğini hatırlatan Topalakcı, şu bilgileri verdi: Bu yoğunluk ve stres içinde ise sağlık çalışanları, çok hızlı ve hayati kararlar almak zorundalar. Sağlık çalışanlarının, proaktif olmak, hızlı ve doğru karar alabilmek, kriz yönetmek, problem çözmek gibi yetkinliklerin yönetilebilmesi ancak sağlıklı bir beden ve ruh hali içinde daha etkili ve mümkün olabilecektir. 

Bu anlamda sağlık çalışanları için sağlıklı beslenmeye ve beslenme yönetimine ilişkin verebileceğim ipuçlarından bazılarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

Kahvaltı yapma alışkanlığını yaşam felsefesi haline getiriniz; protein ve karbonhidrattan dengeli bir kahvaltı örüntüsü ile güne daha zinde başlayabilir, öğleden sonra oluşabilecek yorgunluk hissini azaltabilirsiniz. Sabah sadece karbonhidrat içeren bir besinin tüketimi, yanında protein alınmadığı için öğlene doğru kişinin kan şekeri düşebilir ve kişi kendini son derece aç hissettiği için takip eden öğünde fazla yeme isteği doğurur.
Aslında ne yediğinizden çok nasıl ve ne kadar tükettiğiniz önemlidir. Örneğin kahvaltıda simit tüketmek istiyorsanız, bunu her gün yapmamak kaydıyla yanında bir iki dilim beyaz peynir , bol domates, maydanoz ve bir meyve ilavesiyle yapabilirsiniz.
Daha fazla hareket ediniz. 
Su içmeyi unutmayınız, masanızda size ait bir su şişesi bulundurarak günlük su tüketimini arttırınız,
Günde 3-4 fincandan fazla kahve tüketmeyiniz (tansiyon hastaları ise günde en fazla bir fincan içmeli), açık çay veya bitki çaylarına ağırlık veriniz. ,
Öğün atlamayınız. Uzun toplantılarda toplantı öncesinde en azından süt ve muz gibi pratik bir atıştırma yapabilir ya da toplantıda ikram olarak kuru meyve ve minik peynirli sandviçler ya da taze meyve ve az miktarda badem, ceviz sunulmasını sağlayabilirsiniz,
Öğün aralarında mutlaka ufak tüketimleriniz olmasını sağlayınız. Süt, sütlü kahve, 1 porsiyon kuru meyve, yoğurt, 10 adete kadar badem, 1 – 2 adet taze meyve, ayran, kefir gibi…
Yemek yemeyi ya da su içmeyi unutmamak adına uyarıcı mesaj içerikleri ile telefonunuz ya da bilgisayarınızdan destek alınız.
Hastanede fiziksel aktivite imkanlarını ve sağlıklı beslenme düzeyini arttırmak için bazı düzenlemeler getiriniz. Örneğin asansör kullanımını azaltmak, her çalışanın kendi işini kendisinin yapmasına teşvik etmek, sağlıklı yaşamı özendirici bilgilendirme duyuruları yapmak gibi.
Haftada bir iki kez mutlaka ızgara ya da buğulama balık tüketiniz. Balık içerdiği yağ asidi sayesinde konsantrasyonu arttırıcı ve stresi azaltıcı etki göstermektedir. Benzer etkileri gösteren muz, elma, badem ve bitter çikolatanın da günlük beslenmenizde yer almasına dikkat ediniz. Tabii ki ne yediğinizin değil, ne kadar yediğinizin önemli olduğunu unutmadan.
Diyelim ki dışarıda yemektesiniz. Yemeğe mutlaka sıcak ve bol limonlu bir çorba ile başlayınız (kremasız olanları tercih etmek doğru olacaktır). Ardından bol miktarda salata ve ızgara et tercih edebilirsiniz. Yemeğinizin yanında bir iki kadeh şarap ya da bir iki duble rakı alabilirsiniz (haftalık sıklığı bir-ikiyi geçmemelidir.) . Yemek uzun bir toplantıya dönüşürse maden suyu ile devam edebilir ya da meyve tercih edebilirsiniz. 
Yemeklerde mutlaka kompleks karbonhidrat alınız. Örneğin; çavdar ekmeği, az yağlı kuru fasulye pilaki ya da bulgur pilavı sizi hem daha iyi doyuracak hem de dengeli bir örüntü sağlayacaktır.
Salata tüketmek her zaman sağlıklı bir seçenek değildir. Bazen sağlıklı bir seçim yapmak isterken gereksiz fazla enerjiye maruz kalabilirsiniz. Salataların içeriği ve sosları bu anlamda bazen çok tehlikeli de olabilir. Örneğin sezar salata sosu son derece yağlı ve yüksek kalorilidir. Bu nedenle salatanızı sossuz sipariş edip masanıza zeytinyağı ve limon isteyebilirsiniz.


Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!


Aşkın hayatımıza kattığı anlamlar

Aşk; kabullenmektir, neşedir, sorumluluktur, uyumdur, düşüncedir, beklentidir, mizahtır. Bunlar, muhteşem duygu olarak tanımlanan aşkın hayatımıza kattığı özel anlamlardan sadece birkaçı.

Hayatın insana sunduğu en güzel sürprizdir aşk. İşte ayaklarınızı yerden kesen o özel duygunun hayatınıza kattığı anlamlar…

- Aşk, iyi geceler öpücüğünü uzun tutmaktır.
- Aşk, beklentidir.
- Aşk, zaaflarınızın olduğunu ortaya çıkartır.
- Aşk, kabullenmektir.
- Aşk, "Şimdi zamanı değil" diye beklemeyi bilmektir.

Mutluluktur…

- Aşk sabırdır.
- Aşk, saçlarda başlayıp, topuklarda biten bir gezintidir.
- Aşk, keşiftir.
- Aşk, bağlandığında, karşındakine "Hayır" demektir.
- Aşk, şansını tanımaktır.
- Aşk, inceliktir.
- Aşk, korumaktır.
- Aşk, sorumluluktur.
- Aşk, ciddi bir tokalaşmayı kıkırdamaya dönüştürmektir.
- Aşk, mizahtır.
- Aşk, evinizdeki her şeyin yerinin değiştirilmesini kabullenmektir.
- Aşk, teslimiyettir.
- Aşk, saatin kaç olduğunu bilip aldırmamaktır.
- Aşk, neşedir.
- Aşk, sizi kucaklayan kolların gittikçe daha çok sarılmasıdır.
- Aşk, mutluluktur.
- Aşk, gecenin bir vakti "Sen uyu, benim gitmem gerek" dediğinizde, "Uyanık kalıp seni biraz daha görmeyi tercih ederim" cevabını almaktır.
- Aşk, sıcaklıktır.
- Aşk, tanıdığınızı zannettiğiniz insanın yeni yanlarını keşfetmektir.
- Aşk, tazeliktir.
- Aşk, uyandığınızda rüyanızı yanınızda bulmanızdır.
- Aşk düşlerin gerçek olmasıdır. Aşk, kocaman yatağın 3′te 1′ine sığışmaktır.
- Aşk, yakınlıktır.
- Aşk, evin anahtarlarından bir kopya daha yaptırmaktır.
- Aşk, güvendir.

Derstir…

- Aşk, "Hoşçakal" dedikten sonra tekrar karşılaşacağını bilmektir.
- Aşk, "gerildiğinizde sızlayan vücut" lafının anlamını bilmektir.
- Aşk, derstir.
- Aşk, banyo dolabını açtığınızda, diş macunu kapağını kapatılmamış bulmaktır.
- Aşk, uyumdur.
- Aşk, pencereden dışarıya baktığında kiminle olduğunu hatırlamaktır.
- Aşk, düşüncedir.
- Aşk, rüzgarın ağaçların arasında dolaşırken çıkarttığı sesi dinleyip, sevgilisinin yanında olmadığına hayıflanmaktır.
- Aşk, yalnızlıktır.
- Aşk, asla anlatılmayacak hikayelerdir.
- Aşk, çok özeldir.

Kadınlar Sağlığına Ne Kadar Önem Veriyor?

Türkiye'deki kadınların çoğunluğu fiziksel sağlık durumundan genel olarak memnun. Buna karşın, kadınların üçte biri hayatında hiç jinekoloğa gitmemiş...

Sağlık ve iyi yaşam alanının lider şirketi Philips, kadın sağlığı üzerine Türkiye genelinde yaptığı yeni araştırma ile geçtiğimiz yıl açıkladığı “Sağlık ve İyi Yaşam Haritası”nı geliştirdi. 400’den fazla kadının katılımı ile 12 şehirde yapılan yeni araştırma; kadınların mevcut sağlık durumlarının ve meme kanserine yönelik farkındalık düzeylerinin tespit edilmesi amacıyla gerçekleştirildi.

Araştırma hakkında bilgi veren Türk Philips CEO’su ve Philips Sağlık Türkiye Genel Müdürü Willem Rozenberg, “Günümüzde kadınlar sağlık hizmetleriyle ilgili kararlarda ve harcamalarda çok büyük etki sahibidir, sağduyulu ve seçici müşterilerdir. Kadınlar sağlık hizmetlerinin esas müşterileridir, bunun nedeni sadece karmaşık sağlık yapılarına sahip olmaları değil, aynı zamanda genellikle aile fertlerinin sağlık durumlarını da yönetmeleridir. Kadınlar erkeklere göre daha uzun yaşar, dünya nüfusundaki oranları daha yüksektir ve hayatları boyunca sağlık kaynaklarını daha fazla tüketir.

Biz de bu bilgilerden yola çıkarak, toplumların sağlık ve yaşam kalitesini geliştirmeyi misyon edinmiş bir firma olarak, geçtiğimiz yıl Türkiye genelinde yaptığımız araştırma sonucunda açıkladığımız 'Sağlık ve İyi Yaşam Haritası'nı bu yıl da sağlık kadın sağlığı üzerine yaptığımız yeni araştırma ile geliştirdik. Türkiye’de yaşayan kadınların mevcut sağlık durumlarının ve meme kanserine yönelik farkındalık düzeylerinin tespit edilmesi amacıyla yaptığımız bu yeni araştırma; kadınların sağlık alanında yaşadığı sorunları ve beklentilerini anlamamıza ve bu doğrultuda ihtiyaçlarını doğru biçimde tespit etmemize fayda sağlayacaktır” dedi.

Kadınların Çoğu Sağlık Durumundan Memnun

Yapılan araştırmaya göre kadınların çoğunluğu (yüzde 62) fiziksel sağlık durumundan genel olarak memnun. Buna karşın, kadınların üzde 65’i yeterli düzeyde fiziksel egzersiz yapmıyor. Yüksek tansiyon, jinekolojik hastalıklar, eklem ağrıları ve meme kanseri görüşülen kişilerin önümüzdeki 5 yıl içerisinde sağlığı için tehdit oluşturacağından endişe ettikleri hastalıkların başında geliyor. Türkiye’deki kadınların yarıdan fazlası sağlık hizmetlerini kadınların ihtiyaçlarını karşılamada yeterli bulmuyor. Devletin kadın sağlığına yönelik olarak öncelik vermesi ve kaynak ayırması gerektiği düşünülen hastalıkların başında kanser geliyor, kanseri jinekolojik hastalıklar takip ediyor.

3 Kadından 1'i Hayatında Hiç Jinekoloğa Gitmemiş

Görüşülen kişilerin sadece üçte biri Türkiye’deki kanser teşhis ve tedavisine yönelik teknik ekipmanları yeterli buluyor. Kadınların yarıdan fazlası kanserden korunmak için hiçbir şey yapmıyor. Kadınların üçte biri hayatında hiç jinekoloğa gitmediğini söylüyor. Türkiye’deki kadınların yarıdan fazlası bugüne kadar meme kanseri taraması yaptırmak ve kontrol amacıyla bir doktora ya da sağlık kurumuna gitmediğini belirtiyor. Görüşülen kişilerin %38’i ilk mamografi için önerilen yaşı bilmiyor. Kadınların yüzde 78’i her yıl düzenli olarak mamografi çektirmenin meme kanseri teşhisine etkisinin büyük olduğunu düşünüyor. Benzer biçimde, erken teşhisin tedavi edilebilirlik üzerindeki önemine yönelik farkındalığın da yüksek olduğu görülüyor (yüzde 85).

Kadınların Yaklaşık Yarısı Meme Kanseriyle Tanışmış

Araştırma kapsamında görüşülen kişilerin yüzde 41’i daha önce kendisine veya bir yakınına meme kanseri teşhisi konduğunu söylüyor. “Üzüntü”, bu haber karşısında ilk hissedilen duyguların başında geliyor. Eşler kişiye kanser teşhisi konması durumunda bu durumun ilk paylaşılacağı kişi olarak belirtiliyor. Meme kanseri konusunda etkili bilgi kaynakları incelendiğinde, televizyon programları ve uzman doktorların bilgi alınan kaynakların başında geldiği görülüyor. Görüşülen kadınların yüzde 20’si ise meme kanseri hakkında hiçbir kaynaktan bilgi almadığını söylüyor.

Araştırma Notları

- Kadınların %62'si fiziksel sağlık durumundan genel olarak memnun.
- Kadınların %65’i yeterli düzeyde fiziksel egzersiz yapmıyor.
- Türkiye’deki kadınların yarıdan fazlası sağlık hizmetlerini ihtiyaçlarını karşılamada yeterli bulmuyor.
- Kadınların üçte biri hayatında hiç jinekoloğa gitmemiş.
- Türkiye’deki kadınların %78’i her yıl düzenli olarak mamografi çektirmenin meme kanseri teşhisine etkisinin büyük olduğunu düşünüyor.
- Kadınların %41’i daha önce kendisine veya bir yakınına meme kanseri teşhisi konduğunu belirtiyor.
- Kadınların yarıdan fazlası kanserden korunmak için hiçbir şey yapmıyor.

Parlak bir cilt için yapılması gerekenler

Doğal ışıltının kaynağını gıdalarda, sporda ve vitaminlerde arayın…

Sağlıklı, canlı ve parlak bir cilt hepimizin hayalidir öyle değil mi? Dergi karıştırırken, internette oyalanırken, televizyon seyrederken karşımıza çıkan ünlülerde ilk fark ettiğimiz genelde sağlık fışkıran güzel yüzleri, pasparlak, belirgin elmacık kemikleri ve aydınlık taşıyan bakışları oluyor. Güzel görünen bir cilde kavuşmak aslında hayal değil… Bunun için yaşam tarzınızda yapacağınız birkaç değişiklik ve doğru ürünleri kullanmak yeterli!

Tabii içten gelen bir ışıltı için en başta cildin sağlıklı olması gerekiyor. Çünkü sağlıklı cilt kendini hemen belli ediyor. Unutmayın ki insanın mutlu olması ve kendine güvenmesi de güzel görünmesinin altında yatan etkenlerden. Öyleyse haydi, gülümseyin, mutluluğunuz yüzünüze yansısın…

Doğru beslenme
Dengeli beslenmek ve bir takım gıdalardan uzak durmak cildiniz için büyük önem taşıyor. Yağlı yemekler, gazlı içecekler yasak! Tamam, arada kendinize müsaade edebilir, aşırıya kaçmadan size çok çekici gelen o patates kızartmalarından atıştırabilirsiniz. Ama aklınızın bir köşesinde bebek gibi bir cilde kavuşma hayalleriniz olsun… Peki, o zaman hangi gıdalara yönelmeliyiz? Sebze ve meyveler listenin üst sıralarında. Özellikle böğürtlenin içindeki antioksidanların cildi yaşlılığa karşı koruduğu iddia ediliyor. Havuç malum, içinde bol miktarda A vitamini var ve cilde çok iyi geliyor. Somon balığı da zengin bir Omega 3 kaynağı… Hücreleri sağlıklı ve formda tutuyor. İçeceklere değinecek olursak bitki çayları ama özellikle de yeşil çay cilt kanserine yol açan serbest radikallerin ortadan kaldırılmasında büyük rol oynuyor. Ayrıca cilt hücrelerinin sağlığı açısından da faydalı bir içecek.

Su, su ve yine su!
Su içmenin önemi hakkında yorum yapmaya gerek var mı? Günde en az sekiz bardak su içmek hem sindirim sisteminiz için çok faydalı hem de cildin nem kazanması, kurumaması için şart. Yeteri kadar su içip içmediğinize çok basit bir gözlemle karar verebilirsiniz. İdrarınız rengine bakın. Eğer koyu renkse yeteri kadar içmiyorsunuz demektir.

Vitamin takviyesi 
Eğer düzenli besleniyorsanız normal şartlarda vitamin takviyesine ihtiyacınız yoktur. Kışın bazen kendimizi güçsüz hissederiz veya hastalık sonrası toparlanmak için biraz takviye almayı tercih edebiliriz. Cilt problemleri söz konusu olduğunda da dermatologlar vücudun vitamine ihtiyacı olduğunu saptayabiliyorlar. Mesela A vitamini eksikliği (havuçta olduğunu söylemiştik) yüzünüzde siyah ve beyaz noktaların çıkmasına yol açabiliyor. Işıltı eksikliği de demir gibi (tüm kadınların problemi değil midir, demir eksikliği?) bir takım vitaminlerin eksikliğine işaret eder. B vitaminlerinin de cilde olan pozitif etkilerinden bahsedilir hep. Unutmayın, vitamin almadan önce mutlaka doktorunuza danışmanız gerekir.

Cilt bakımı ve spor
Yeni spor yapmış insanların ne kadar sağlıklı göründüklerini hiç fark ettiniz mi? Fiziksel aktivite vücudu çalıştırıyor, kalp atışlarının hızlanmasıyla yüzümüz de renk alıyor. Ancak, spor hayatımızın önemli bir parçasıysa cilt bakımı rutinimizi de ona göre düzenlemeliyiz. Yüzümüzü günde iki kez bol suyla yıkamalı, gözenekleri kapayan ter damlacıklarından kurtulmalıyız mutlaka. Arada bir duş almak da cildinizin parlamasını sağlar. Yeter ki cildi nemli tutun ve duş sonrası hemen nemlendirin. Ilık suyla yıkamaya ve cilt tipinize uygun bir temizleyici ürün kullanmaya gayret gösterin. Ayrıca, yüzünüzü yıkarken cildinizin temizlik ürününden tamamen arındığından, hiçbir kalıntı kalmadığından emin olun.

Hayatınızda uygulayacağınız bu değişikliklere hemen alışacak, kendinizi daha sağlıklı ve zinde hissedeceksiniz. Sonuçları sizi mutlu edecek çünkü hem ışıl ışıl gülümseyecek, hem de güzelliğinizle büyüleyeceksiniz!

Merak etmeyin kimse sizi anmıyor!

Kulak çınlaması yaşadığınızda 'Birisi seni anıyor' denilir. Ama işin aslı bu değildir. İşte kulak çınlaması hakkında merak edilen sorular ve yanıtları.

Kulak çınlaması nedir?
Kulak çınlaması, bir tür tınlama duygusudur. ‘Tinnitus’ olarak da bilinir. Çoğumuzun başına gelmiştir. Islık sesi, uğultu, gürültü, zonklama olarak da ifade edilir.

Kulak çınlaması neden olur? 
Başlıca iki nedenden ötürü olur: Kulağa ait olan nedenler ve kulak dışı nedenler.

Kulağa ait olan nedenler nelerdir?
Kulağın akla gelebilecek her türden hastalıklarıdır. En basiti dış kulak yolunda yer alan bir buşondur. En inatçı ve sorunlu olanı ise kulak sinirinden kaynaklanan bir tümördür. Bu tümör, akustik nörinom olarak bilinir.

Kulak dışı nedenler nelerdir?
Gürültü kirliliği en başta gelen nedendir. Diğerleri hipertansiyon, diabet, kolesterol yüksekliği, kafa travması, hipertiroidi, hipotiroidi, vitamin ve mineral eksikliği olarak sıralanır.

Hangi vitamin ve minerallerin eksikliği çınlamaya neden olur?
Demir ve B12 eksiklikleri anemiye yol açarak çınlamaya neden olur. Tek başına çinko eksikliği de kulak çınlamasına neden olabilir.

Psikolojik olabilir mi?
Evet, psikolojik nedenlere bağlı kulak çınlamaları bildirilmiştir ama çok fazla değildir. Depresyon ve endişe içinde olanlarda daha sıktır.

Hangi ilaçlar kulak çınlamasına yol açar?
Kulak çınlamasına yol açan ilaçların başında aspirin gelir. Diğerleri ise antibiyotikler, idrar söktürücüler ve anti romatizmal ilaçlardır.

Akustik travma nedir?
Akustik travma, aşırı gürültü demektir. Akustik travma, en sık görülen kulak çınlaması nedenidir. Yüksek sesle müzik dinlemek, gürültülü ortamlarda çalışmak, siren sesi, oto ya da ev alarm sistemleri, yol-inşaat çalışmaları önde gelen nedenleridir. Akustik travma asla hafife alınmamalıdır, sağırlığa yol açabilir.

Zonklama duygusu nedir?
Zonklama olarak dile getirilen kulak çınlaması damar kökenli olabilir. Bu bir anevrizmaya işaret edebilir. Bu nedenle yakından takip edilmelidir.

Kulak çınlaması kalıcı mıdır?
Genelde geçici nedenlerle oluştuğu için pek kalıcı değildir. Ancak 3 haftadan uzun sürerse kronik kabul edilir.

Ne yapmalıyız?
Kulak çınlamasından kurtulmanın en etkili yöntemi maskelemedir. Maskeleme, dikkatimizi başka bir sese vererek çınlama sesini ötelemektir. Bu amaçla bir masa saatine ya da hafif tonda bir müziğe yoğunlaşabiliriz. Spor yapmak da rahatlatıcıdır.

Sessiz ortama çekilmek doğru mudur?
Korunma bağlamında aşırı gürültüden kaçınmak gerekir. Ancak tedavi bağlamında tam sessizlik doğru değildir. Böyle ortamlarda kulak çınlaması daha da şiddetlenebilir.

Nasıl tedavi edilir?
Tedavi, nedene göre uygulanır. Kulak ya da kulak dışı hastalıklar giderilmeye çalışılır.

Nasıl korunuruz?
Gürültülü ortamlardan uzak durun.
Tansiyonunuzu dengede tutun.
Tuz ve kahve tüketimini azaltın.
Riskli ilaçları doktorunuza danışın.
Spor yapın.

Tuncay Filiz

Yatakta kötü müsünüz?

Onlar çok açık sözlüdürler ve hiç bir hatamızı gözlerinden kaçırmazlar!

Çok istekli bir şekilde onu baştan çıkardınız ve yatağa götürmeyi başardınız. Erkekler size yatakta çok iyi olmadığınızı belli şekilde ifade etmeye çalışırlar. Hepsinde vermeye çalıştıkları mesaj çok açıktır: “Daha iyi olmalısın”. Onu baştan çıkarmanızı, enerjinizin hiç bitmemesini ve tüm bunların yanında sizin hiç yorulmadan onun aldığı hazzı almanızı bekler. Çok iyi gittiğini düşündüğünüz cinsel hayatınız son zamanlarda farklı bir hal almaya başladı ve roller değişti mi? Size bir şeyler söylemek istediğini hissediyorsunuz fakat ne? İşte onların bize yatakta kötü olduğumuzu söylemek teknikleri...

Hasta olduğunu mu söylüyor? 
Olayın en başından beri bu bahanenin en sıkı takipçileri genelde kadınlardır. Bitmek bilmeyen baş ağrıları, karın ağrıları ve bir çoğu... Fakat bu sefer hasta olduğunu söyleyen siz değilsiniz. O sizin karşınızda çok uykusu olduğunu ya da bir ağrısı olduğundan yana dertli. Adeta sizden soğumuş bir şekilde yanınızda yatıyor olabilir.

Sürekli porno mu izliyor? 
Onu gece geç saatlerde sürekli porno izlerken mi buluyorsunuz? Kendinize “Onlarda olan bende olmayan şey nedir” diye sorabilirsiniz. Bu size her türlü ilişkiye açık olduğunun mesajını vermeye çalışmasını gösterir.

Size kilolu olduğunuzu mu söylüyor! 
Bazı zamanlarda erkekler kibar olmadan önce çok zalim olabilirler. Sizin cinsel isteğinizi artırmak için bunu yapıyor olabilir. Aldığı hediyelerin hiçbiri sizin bedeninize uygun değil. Vermek istediği mesaj çok açık “Kilo vermelisin tatlım”. Cinsel ilişkiden kaçmasının nedeni daha aktif bir kadın olmanız için kilo vermenizin gerekli olduğunu düşündüğündendir.

Direk dansı mı? 
Erkekler her 10 dakikada bir cinsel ilişki düşünürken, siz ise makyajınız, saçınız, kılığınız kıyafetinizden yana endişeler taşıyorsunuz. Biz onlara göre dış görünüşümüze daha çok önem veririz. Size sürekli bu dansın hem size yeni figürler öğreteceğini hem de kilo vermenize yardımcı olacağını söyleyip duracaktır.

Burçlara Göre Prezevatif Tercihi...

Özel ve sosyal hayata dair ipuçları veren burçlar, bireyleri gezegenlerin etkisiyle dönemsel olarak libidolarındaki değişimlere göre farklı prezervatif çeşitlerine yöneltiyor. Ateş, Su, Toprak ve Hava grupları daha çok hangi prezervatif çeşidini neden kullanıyor? 

Prezervatif alırken yaşanan ‘utanma’ hissiyatını ortadan kaldırmak için kurulan prezervatifAl.com’un 2000 üyesi arasında eğlenceli bir anket çalışması yapıldı. Anketinin eğlenceli ve çarpıcı sonuçları şöyle:

Ateş Burçları

Sıcak, enerjik ve yaşamayı seven Ateş burçları, cinsel hayatlarında da yeniliklere açık, eğlenceli ve kontrollüdürler.

• Kalabalık ortamlarda seks fikri bile tahrik olmalarına yeten sabırsız ve aceleci Koç’ların tercihi; geciktiricili prezervatif.

• Özgüveni yüksek olan, yatakta üstünlük sağlamak isteyen ve yaramaz bir çocuktan farksız olan Aslan’ın tercihi; ekstra ince prezervatif.

• Genellikle meyveli & renkli prezervatifleri tercih eden Yay'lar; neşeli, espritüel ve renkli bir kişiliğini cinsel hayatına da yansıtıyor.

Toprak Burçları

İnce ruhlu, anlayışlı ve sadık yapıya sahip olan Toprak Burçları için cinsellik, adeta yemek yemekten farksızdır.

• Cinselliğin anlamı loş bir ışık, hafif bir müzik ve bir kadeh şampanya eşliğinde yemek gibi olduğu Boğa'ların tercihi; isıtıcı kremli ve/veya tırtıklı prezervatiflerden yana.

• İdealist, romantik ve mükemmelliyetçi Başak’ların kendilerini güvende hissetmeleri için extra kalın prezervatifler vazgeçilmezlerinden...

• Sevecen, tutkulu ve kadınının kendine tamamen teslim olmasını isteyen Oğlak erkeklerinin tercihi ise, geciktiricili ve/veya noktalı prezervatifler.

Hava Burçları

Değişken, meraklı ve hareketli Hava Burçları, ilişkilerinde adrenalin ve macerayı severler.

• İstikrarsız, havai ve eğlenmeyi seven İkizler erkekleri yatak oyunlarını iyi bilir ve tercihi renkli kişiliği gibi halkalı prezervatiflerden yana.

• Kendine hayran, entelektüel ve ilişkisinin monotonlaşması kabusu olan Terazi’ler, tırtıklı prezervatifi tercih ediyor.

• Cinselliğin arkadaşlıktan sonra geldiği Kova erkeklerinde, partneriyle öncelikli olarak arkadaşlık kurması ve ona saygı duyması gerekir. Kontrollü ilişkilerin öncüsü Kova’ların tercihi; güvenli ekstra kalın prezervatifler.

Su Burçları

Bir su damlası kadar masum, okyanuslar kadar da vahşi olan Su Burçları, hayal gücü ve cazibeleriyle renkli bir cinsel ilişki yaşarlar.

• Duygusal ve romantik yapıya sahip olan aşık olmak, sevmek için Yengeç’ler tercihlerini çikolata & gül aromalı prezervatifler’den yana kullanıyorlar.

• Karşı konulamaz bir cazibeye sahip ve zaman ve mekan tanımaksızın her daim cinselliğe hazır olan Akrep'lerin tercihi; ısıtıcı kremli prezervatiflerdir.

• Samimi, sevecen ve romantik bir aşık olan Balık’lar şımartılmaktan ve yatakta kontrolün elinde olmasından büyük haz duyarlar. Ekstra ince ve/veya çikolata & gül aromalı prezervatifler en çok kullandıkları arasında.

Göğüs ölçüsü yaşam kalitesini nasıl etkiliyor?

“20 yıldır denize giremediğini söyleyen hastalarım oldu”

Kadın güzelliği ve doğurganlığının en önemli simgelerinden biri olan göğüsler için sağlıktan çok estetik kaygıların ön plandadır. Kusursuz kadın bedeni idealinin empoze edildiği günümüzde bu estetik kaygılar kadınların sosyal yaşam kalitelerine de doğrudan etkide bulunuyor.

Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Alper Tuncel, göğüs ölçüsündeki memnuniyetsizlikler sebebiyle kendisine gelen birçok hastanın sosyal yaşamında bu sorunlara bağlı sıkıntılar yaşadığını dile getiriyor. Göğüs ölçüsünün yaşama olan etkileriyse sorunun biçimine bağlı olarak farklılık gösteriyor.

“20 yıldır denize giremediğini söyleyen hastalarım oldu”

Küçük göğüslü kadınların kendilerine uygun giysi bulmak, karşı cinsle yakınlaşmada tedirginlik ve içine kapanıklık gibi çeşitli sorunlar yaşadığını söyleyen Tuncel, estetik müdahalenin ardından bu hastalarından sosyal yaşamlarına dair oldukça olumlu geri dönüşler aldığını belirtiyor. Büyük göğüslü kadınların sıkıntılarıysa daha farklı. İskelet sistemi rahatsızlıklarının yanı sıra, göğüslerini gizlemek için gösterdikleri çabanın, kadının duruşundan, konuşmasına ve varlığını ifade etmesine kadar birçok unsuru etkileyebildiğini söyleyen Tuncel’in aktardığı bir anekdotsa yaşanan sorunların boyutunu adeta gözler önüne serer nitelikte. 37 yaşında göğüs küçültme operasyonu için kendisine gelen bir hastası yaklaşık 20 yıldır dalga geçilme korkusuyla denize gidemediğini gözyaşları içinde anlatıyor. Operasyonun 1. yılının ardından elinde deniz fotoğraflarından oluşan bir albümle ziyaretine gelen hastanın Tuncel’e bir de sürprizi var, yaz tatilinde tanıştığı kişiyle evlilik davetiyesi…

“Vücut yapısına uygun ölçü tercih edilmeli”

Estetik cerrahi yöntemlerinin gelişmesiyle birlikte operasyona engel bir hastalığı olmayan herkesin meme estetiği yaptırabileceğini söyleyen Tuncel, kadınlara empoze edilen güzellik anlayışının gerçeği yansıtmadığını ve operasyon kararı alınmadan önce kadınların kendi bedenlerine karşı adaletli olmaları gerektiğini vurguluyor. Hastaların sorunsuz gerçekleşen bir operasyonun ardından 3 ile 7 gün arasında günlük yaşamlarına dönebildiğini belirten Tuncel, daha travmatik sonuçlarla karşılaşmamaları için kadınları kendi vücut yapılarına uygun ölçüyü tercih etmeleri konusunda uyarıyor.

Son olarak göğüs ölçüsünde değişiklik yaptırmak isteyen kişilere öncelikle kan tetkikleri, mamografi veya meme ultrasonografisi öneren Op.Dr. Alper Tuncel ailesinde meme kanseri olan ya da risk grubunda yer alanların ise mutlaka düzenli muayene ve kontrol amaçlı tetkikler ile durumunu takip etmesini öneriyor.

Memeden kesme nasıl yapılmalı?

İpuçlarımız memeden kesmenizde size yardımcı olacak

Bebeğiniz kendiliğinden emmeyi bırakmazsa yavaş yavaş alıştırarak sütten kesebilirsiniz.

Her süt öğününü kestiğinizde bir başka öğünü kesmek için 3 gün beklemelisiniz. Bebeğinizi aniden emmeden uzaklaştırırsanız huysuz ve mutsuz olur. Beslenmeyi reddedebilir, hastalanabilir, bu nedenle beslenme bozuklukları ortaya çıkabilir.

Eğer bebeğinizi katı yiyeceklere alıştırdıysanız, çiğnemesini öğrendiyse beslenmede verilen yiyecek miktarlarını arttırarak seyrek emzirerek memeyi yavaş yavaş unutturmalısınız.

Bebeğinizi emzirme sayısı azaldığından dolayı göğüslerinizde biriken sütler birkaç gün içerisinde yok olur.

Günde bir kez emzirmeyi atlayarak işe başlayın. Kademeli olarak bir öğün-bir öğün azaltın, bebeğiniz zamanla alışacak. Besin maddesi olarak varsa sağılmış anne sütü, formül süt (devam maması) veya 1 yaştan büyük ise inek sütü verebilirsiniz.

Emzirme sürenizi kısaltın. Emzirme sonrası yaşına uygun ek besin verin.

Emzirmeyi erteleyin ve ilgisini başka tarafa çekin.

1 yaşından büyükse bebeğinize nerede ve ne zaman emzireceğinize dair kısıtlamalar koyabilirsiniz: Sadece bu koltukta ve uykudan önce emebilirsin veya sadece hava karardıktan sonra emebilirsin gibi.

Bu dönemde babalara büyük iş düşer. Siz etrafta değilken eşinizin beslemesi faydalı olabilir. Gece öğünlerinin kesilmesi her zaman daha zor. Bu nedenle gece emzirmeyi kesmeyi en sona bırakın. Gece uyandığında eşiniz veya bir yakınınız kucağına alsın ve sakinleştirmeye çalışsın.

Karne hediyesi bahane, ailece eğlenmek şahane!

turk-telekom-xbox

Türk Telekom’lu aileler, çocuklarının zorlu ve yoğun bir yılı geride bırakmasını ailece eğlenerek kutluyor. Çünkü XBOX 360 Türk Telekom abonelerine özel fiyatlarla onları bayilerde bekliyor.

Tüm dünyayı kasıp kavuran XBOX 360 oyun konsolu, 31 Ekim 2013 tarihine kadar yapacağınız başvurular için ayda yalnızca 34 TL’den başlayan taksitlerle Türk Telekom ofis ve bayilerinde sizleri bekliyor. Üstelik tüm beden hareketlerinizi algılayarak konsolu ve oyunları kontrol etmenizi sağlayan Kinect’in yanında Disneyland, Adventures ve PES 2013 oyunları hediyesiyle.

Siz de karne hediyesini paylaşmaya niyetli Türk Telekom’lulardansanız, hem çocuğunuzu hem de bütçenizi sevindirecek bu müthiş fırsatı kaçırmayın.

Türk Telekom XBOX 360 kampanyasıyla ilgili detaylı bilgi için tıklayınız.

www.facebook.com/TurkTelekom
https://twitter.com/Turk_Telekom

Bir bumads advertorial içeriğidir.

24 Haziran 2013 Pazartesi

Aroma Terapi ve Kanser Tedavisi

Aroma Terapi ve Kanser Tedavisi
Bitkilerin tohumlarından, yapraklarından, köklerinden, ağaçların reçinelerinden, çiçeklerden vs. elde edilen yağ esansı ile yapılan tedavi şeklidir. Tedavi, esans yapılırken oluşan buharın koklatılmasıyla uygulanmaktadır. Buhar içindeki aromatik koku ile burundaki reseptörlerin uyarılması ile tedavi sağlandığına inanılmaktadır. Koku reseptörlerinin uyarılması ile uyarının önce limbik sisteme daha sonra hipotalamustaki duyusal merkeze iletildiği ve bu saya de antibakteriyel, analjezi ve anti-enflamatuar etkinin yaratıldığı öne sürülmektedir.
Alopesi tedavisinde başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bunun yanı sıra öğrenme davranışlarında (166), anksiyolitik ve sedatif etki sağlamada (167,168), ileri evre demans hastalarının tedavisinde (169), immünolojik ve psikolojik (170) faydaları olduğu çalışmalarla kanıtlanmıştır. Aromaterapide kullanılan yağların kesinlikle ağız yoluyla kullanılmaması önerilmektedir.

Müzikle Terapi ve Kanser Tedavisi

Müzikle Terapi ve Kanser Tedavisi
Müzik; seslerin organize edilmesi ile oluşan, işitsel iletişim sağlayan soyut bir sanat şekli olmakla birlikte insanlar üzerinde çok güçlü bir etki bırakmaktadır (171). Çok çeşitli tonlardan ve ritimlerden oluşan müzikle birlikte insanların duygu ve düşünceleri anında harekete geçmektedir.
Müzikle tedavi, müziğin bu etkilerinden yola çıkılarak uygulanmaya başlamış sanat terapisidir. Ruhsal ve fizyolojik sorunu olan kişilerin çeşitli tonlarda ve ritimlerde sesler kullanılarak bir uzman eşliğinde sağlıklarına kavuşturulması ve bunun devamının sağlanması için uygulanan sistemli tedavi şekline “müzik terapisi” denilmektedir . Afrika, Amerika, Asya, Avrupa ve Türkler tarafından kullanıldığı bilinen çok eski zamanlardan günümüze kadar uygulanmaya devam edilen bir tedavi şeklidir .
İlk kullanıcılarının ilkel kabileler olduğu bilinmekle birlikte birçok medeniyet tarafından kullanılmış bir tedavi şeklidir. İlkel kabilelerde kötü ruh ve cinler tarafından olduğuna inanılan hastalığın tedavisinde ayinler düzenlenip sert, yumuşak, yavaş vb. çeşitli müzikler kullanıldığı bilinmektedir (95,173,174). Günümüzde Afrika, Sudan gibi ülkelerde hala bu tarz ayinler uygulanmaktadır (174). Türklerde tedavi amacıyla kullanılmaya ilk olarak İslamiyet Öncesi dönemde başlanmış, ciddi anlamda tedavide kullanımının ise Selçuklular ve Osmanlılar döneminde görülmüştür (95,173).
Günümüzde birçok alanda müziğin etkileri üzerinde çalışma yapılmaktadır. Doğru seçim müzikler ile yapılmış çalışmalar sonucunda; yoğun bakım hastalarının ağrı ve anksiyete durumlarının, kan basınçlarının azaldığı ve kalp atışlarının yavaşladığı (175,176), yeni doğan bebeklerin beyinlerinin sağ bölümünün fonksiyonel özelliklerin arttığı (177), yeni doğan yoğun bakım ünitesinde kalan düşük ağırlıklı bebeklerin streslerinin azaldığı, kilo alımlarının arttığı bunun sonucunda yoğun bakım ünitesinde kalış sürelerinin kısaldığı (178), kanser hastalarının durumluluk kaygı düzeylerinin azaldığı ( 179) bildirilmiştir.
Müzik, yaşamın her alanında her yaştan insanı etkilemektedir. Anne karnında müzik dinletilen bebeklere doğumdan sonra aynı müzik dinletildiğinde kalp atışlarında yavaşlama ve sakinleşme görülmesi (180) bunu doğrulamaktadır. Ayrıca yaşlı insanların kendilerine olan güvenlerinin gelmesine ve kendi öz bakımlarını ve ihtiyaçlarını kendilerinin karşılamalarına yardımcı olmaktadır (172). Yener’in (172) belirttiğine göre küçük yaşlarda müzik enstrumanı çalan çocukların ileri yaşlarda matematik ve okuma alanlarında daha başarılı ve IQ oranların da daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.

Homeopati ve Kanser Tedavisi

Homeopati ve Kanser Tedavisi
Samuel Hahnemann Christian tarafından yaklaşık 200 yıl önce Almanya’da geliştirilmiş ve 19. yüzyılda Amerika’da da kullanılmaya başlanmış bir yöntemdir. “Homeo” benzer ve “pati” acı/hastalık anlamına gelmektedir. Çeşitli maddelerin çok az dozlarda fazla dilüe edilerek hastalara verilmesine dayalı bir sistemdir. Tedavide ki amaç; vücuda verilen maddeler ile kişinin kendi kendini iyileştirmesi için uyarılmasını sağlamaktır, çünkü insan vücudunun kendi kendini iyileştirme gücü vardır.
Alman Doktor Hahneman yaptığı araştırmalar sonucunda sağlıklı kişide hastalığa sebep olan maddelerin hasta kişilerde iyileştirme sağlayacağı görüşünü savunmuştur (87). Bu görüş sonunda oluşturulan sağlık sistemin iki temel prensibi vardır. Birincisi “benzeri benzer ile tedavi etmek” ya da benzerlerinden faydalanmaktır. İkinci prensip ise çok küçük dozların fazla dilüe edilip iyice eritilerek verilmesini sağlamaktır (3). Uykusuzluk sorunu yaşamakta olan bir hastaya homeopatik dozda kahve verilerek bu hastanın tedavi edilmesi buna bir örnektir.
Her insanın özelliği birbirinden farklı olması nedeniyle bazı maddeler bazı insanlarda etki oluştururken bazı insanlara hiç etki etmeyebilmektedir. Bu doğrultuda homeopatik tedaviye başlanmadan önce hastalıktan çok hastaya odaklanılmasını öngörür. Homeopatik ilaçlarda bitkiler, mineraller ve hayvansal olmak üzere doğal maddeler kullanılmaktadır. Bu sistemin birçok kronik hastalıkta kullanılabileceği söylenmesine karşın etkisi ve güvenliği ile ilgili yapılan yeterli çalışma bulunmamaktadır

Ayuverdik Tip ve Kanser Tedavisi

Ayurvedik Tıp ve Kanser Tedavisi
Ayurvedik tıp; ayurveda olarak bilinen binlerce yıllık bir geçmişe sahip Hindistan’a özgü bir sağlık sistemidir. “Ayur” yaşam ve “veda” bilim anlamına gelen kelimelerden oluşur. “Yaşam bilimi” veya “uzun yaşamın bilimi” anlamına gelen bu tedavi sisteminde hastalığı önleme, sağlığı koruma ve tedavi etme ön plandadır. Amaç; beden, zihin ve ruhu dengede tutarak bütüncüllüğü sağlamaktır. Çünkü beden, akıl ve ruh denge içinde olduğunda yani kişi mutlu ve sağlıklı olduğunda hastalıkların önlendiği düşünülmektedir. Bu sistemi anlatan en eski kitap olan Charaka Samhita’da da yaşamın bu denge üzerinde durduğu, yaşamı dengede tutan bu faktörlerin kişiyi ölümden uzaklaştırarak bedenini ayakta tuttuğu ve yeniden doğuş için rehberlik ettiğinden bahsedilmektedir (142).
Ayurvedik tıp sistemi genel olarak bitkiler, masaj vb. terapiler ve özel diyetlerden oluşan bir sistemdir. Kişinin beslenme ve yaşam şekli değiştirilerek vücudundaki yabancı maddelerinden arındırılmakta ve denge sağlanmaktadır
Ancak, literatürde ayuverdik tıp adına kullanılan bazı bitkilerin ağır metal, kurşun, cıva ve arsenik içerdiği tespit edilmiştir (144). Bu maddelere bağlı çocuk ve ergenlerin zehirlendiği, çocukların IQ seviyelerinin düştüğü, kan basınçlarının yükseldiği bildirilmiştir

Naturopati ve Kanser Tedavisi

Naturopati ve Kanser Tedavisi
Almanya’dan köken almış natural tıp olarakta bilinen bu sistem 20.yüzyılın başlarında Amerika’da da kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde Amerika, Avusturalya, Kanada, Yeni Zelanda, Avrupa, Almanya ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülkede uygulanmaktadır
Bu sistemin temel felsefesi insan vücudunun iyileştirici gücü olduğuna ve hastalıkla tek başına mücadele edebileceğine dayanır. Yunanca ve Latince anlamı “doğa hastalığı” olan kelimeden köken almıştır. Uygulayıcılar vücudun iyileştirme gücünü arttırmak için bitkisel ilaçları, diyet değişikliklerini, egzersiz, homeopati, hidroterapi ve masaj gibi doğal olan uygulamaları önermektedirler (3,88). Tedavi sisteminin altı ana prensibi mevcuttur. Bunlar;
Tedaviden önce zarar vermeme,
Doğanın iyileştirici gücü,
Hastalığın nedenini anlama ve tedavi etme,
Öğretmen olarak hekim,
Hastayı bir bütün olarak tedavi etme,
Önlem
Literatürde, naturopatinin diyabetli hastaların kan şekerlerini düşürmede yogadan daha etkin olduğu bildirilmiş (148), kronik bel ağrılı hastalarda etkililiği kanıtlanmıştır (149). Doğal olan her şey her zaman yararlı olmadığından naturopati eğitim almış kişiler tarafından yapılması gerektiği bilinmektedir.

Akupunktur ve Kanser Tedavisi

Akupunktur ve Kanser Tedavisi
Akupunktur yaklaşık 5000 yıldır kullanılan geleneksel Çin Tıbbının bir parçası olmakla birlikte; ABD’de 200 yıldır kullanılan bilimsel bir tedavi olduğu kanıtlanmış bir TAT yöntemidir (3,11,133). Kelime anlamı olarak Latince’de batırma/delme ve iğne anlamına gelmektedir (79,134). Vücudun belirli bölgelerindeki otonom ve periferal sinirlerin geçtiği deri ve deri altındaki kas dokusuna iğne batırılarak uygulanmaktadır. Bu işlemin iğne batırılmadan el ile bası uygulanarak yapılmasına ise akupresür denmektedir
Akapunkturun etki mekanizması ile ilgili çeşitli hipotezler bulunmakla birlikte genel olarak iğnelerin batırılması ile sinir boşluklarındaki opioid reseptörler uyarılarak uyarıların beynin gri cevher bölgesine iletilmesi sağlanmaktadır. Beyinden gelen geri yanıt ile ağrıdan sorumlu endorfin, enkefalin ve dyorfin salımı sağlanarak analjezik etki, histamin salınımı ile antienflamatuvar etki oluşturulmaktadır Uygulamada kullanılan iğneler altın, gümüş ve çeliktir.
Geleneksel Çin tedavisinde insan vücudunun negatif ve pozitif (yin-yan) kutuplar arasındaki enerji akışı ile dengede tutulduğuna inanılmaktadır. Bu güç insana verilen hayat enerjisidir ve buna Qi denmektedir. Hayat enerjisi vücutta var olduğuna inanılan meridyenler aracılığı ile dolanmakta, meridyenler hasara uğradığında enerji akışı sağlanamamaktadır. Bu durumda negatif ve pozitif denge bozulmakta ve kişi hastalanmaktadır. Akupunktur ile enerji akışını bozan engel ortadan kaldırılarak negatif ve pozitif denge sağlanmakta, meridyenler arası enerji akımı sağlanarak kişi iyileştirildiğine inanmaktadır .
Akupunkturun bulantı ve kusma semptomlarına (139), sırt ve omuz ağrılarına (140) , osteoartrit ve diz ağrılarına (141) iyi geldiği bildirilmiştir. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre 3.1 milyon yetişkinin yanı sıra 150000 çocuk akupunktur kullanmıştır.
Ayrıca 2002 ile 2007 yılları arasında kullanıcı sayısının 1 milyon kişi kadar artış gösterdiği belirtilmiştir. ABD’de 1996 yılında Gıda ve İlaç dairesi akupunktur iğnelerini tıbbı cihaz olarak onaylamış ve bilirkişi tarafından yapılması, iğnelerin tek kullanımlık, steril ve toksik olmayan etiket taşıması gerektiği konusunda kurallar getirmiştir