30 Kasım 2012 Cuma

Mide Kanseri Cerrahi Tedavisi

Mide Kanseri Cerrahi Tedavisi

Mide kanserinin tek tedavisi küratif cerrahi rezeksiyondur. Diğer tedaviler ise cerrahi rezeksiyon sonrası adjuvan tedaviler ve palyatif tedavilerden oluşan kemoterapi, radyoterapi ve immunoterapidir. Günümüzde evreleme çalışmalarının ve tanı araçlarının gelişmesi ile evrelemenin doğruluğu % 80-% 85’lere ulaşmaktadır. Cerrahi tedavi yapılırken amaç R0 rezeksiyonun sağlanmasıdır. Küratif rezeksiyon peritoneal ve uzak organ metastazı olmayan hastalarda, patolojik metastaz yapmış lenf bezlerinin tamamının, mide piyesi ile birlikte ve temiz cerrahi sınırlarla çıkartılmasıdır. Radikal gastrektomi total ya da eğer temiz cerrahi sınırlar elde edilebiliyorsa distal subtotal gastrektomi şeklinde yapılabilir. Eğer tümörün üst sınırı, büyük kurvatur tarafında sağ ve sol gastroepiploik arter bileşkesi ile küçük kurvatur tarafında kardianın 5cm altından geçen hattın üstünde ise total gastrektomi yapılmalıdır.
Mide Kanseri Cerrahisinde Komplikasyonlar
Mide kanseri nedeniyle yapılan rezeksiyonlardan sonra hastaların yaklaşık % 20’sinde değişik komplikasyonlar gelişmektedir. Dikkatli bir ameliyat öncesi hazırlık, ameliyatın teknik prensiplerine özen gösterilmesi ve iyi bir ameliyat sonrası bakım ile mide cerrahisinden sonra görülen komplikasyonların azaltılması mümkündür. Mide kanseri cerrahisi sonrası görülen komplikasyonlar cerrahi komplikasyonlar ve genel komplikasyonlar olarak sınıflandırılabilir.
Ameliyat sonrası dönemde görülen cerrahi komplikasyonlardan en önemlileri kanama, duodenal güdük kaçağı ve anastomoz kaçağıdır. Duodenal güdük kaçağı ameliyat sonrası dönemde mortalite ve morbiditeyi arttıran önemli bir komplikasyondur.

Mide Kanserlerinin Mikroskopik Ozellikleri

Mide Kanserlerinin Mikroskopik Özellikleri

Mide mukozasının hücresel çeşitliliği ve tümörlerin önemli bir kısmının intestinal metaplazi zemininde gelişmesi, bu tümörlerin oldukça geniş morfolojik dağılım göstermesine neden olmuştur. WHO mide adenokarsinomlarını dört ana histolojik tipe ayırmaktadır. Ayrıca mide kanserinin boyutu ve invazyon derinliği arttıkça histolojik çeşitliliği de artmaktadır. WHO sınıflamasına göre mide kanserinin patolojik tanısı baskın histolojik özelliğe göre yapılmaktadır. Ancak baskın histolojik özellik, mide kanserinin karışık histolojik şekillerinin gerçek doğasını göstermeyebilir. Mide kanseri histolojik sınıflamasında dikkate alınması gereken diğer bir kavramda displazidir. WHO, 2000 yılında tüm GİS için displazi kavramı yerine ‘intraepitelyal neoplazi’ kavramının kullanılmasının daha uygun olacağını açıklamış ve intraepitelyal neoplazi stromal invazyonun olmadığı lezyon olarak tanımlanmıştır.
WHO sınıflamasına göre tümör ne zaman lamina propria ve submukozayı infiltre ederse invaziv adenokarsinom tanısını almaktadır. Literatür, yüksek dereceli intraepitelyal neoplaziden invaziv mide adenokarsinomu tanısına ilerleme gösteren olguların takiplerini içeren çalışmalar açısından incelendiğinde, çalışmaların çoğunda invaziv karsinomun birkaç ay içinde geliştiği görülmüştür. Bilinen şudur ki, moleküler ve genetik açıdan bakıldığında yüksek dereceli intraepitelyal neoplazi invaziv karsinomdan çok da farklı değildir.

Mide Kanseri Vucuda Nasil Yayilir

Mide Kanseri Vücuda Nasıl Yayılır

Mide kanseri yayılım yolları 1932 yılında Cornett ve Howell tarafından yayınlandığından beri şu şekilde tanımlanmaktadır:
1.Direk Yayılım: Mukozadan başlayan kanser önce submukozayı istila eder, ardından muskuler ve subserozal tutulum gerçekleşir. Özofagus ve duodenuma yayılım bu şekilde oluşmaktadır. Duodenuma yayılım muskuler tabaka ve subserozal lenfatikler yoluyla olur. Özofagusa yayılım ise tüm tabakalar boyunca olabilmekle beraber genellikle submukozal lenfatikler yoluyla olur.

2.Peritoneal Yayılım: Tüm mide duvarı boyunca yayılıp serozaya ulaşan tümörler peritoneal yayılım gösterebilirler. Diffüz tip kanserlerde peritoneal yayılım, intestinal tip’e oranla daha sıktır.
3.Hematojen Yayılım: Uzak organ metastazları bu yolla gelişmektedir. Hematojen yayılım en sık karaciğere olmaktadır. İntestinal tip karsinomlar diffüz tipe oranla daha sık hematojen yolla yayılma eğilimindedirler.

4.Lenfatik Yayılım: Mide kanserlerinde lenfatik yayılım erken dönemde başlar. Mide rezeke edildiğinde lenf nodu metastaz oranı % 50 civarındadır. Kennedy tüm evreleri içeren 1241 hastayı incelediği çalışmasında lenf nodu pozitifliğini % 76,5 olarak bildirmiştir. Özellikle submukozal invazyonun olduğu, 4cm’den büyük ve az diferansiye tümörlerde lenfatik yayılım riski artmaktadır. Obana ve arkadaşları lenf bezi metastazlarını morfolojik açıdan iki alt gruba ayırmışlardır. Lenf bezlerinde emboli tarzında tümör varlığı mevcut ve lenf yollarında henüz kanser hücresi yoksa embolik tip, lenfatik kapillerlerde tümör hücresi var ve lenf bezi çevresindeki yağ dokunun intertisyel alanlarında tümöral yayılım mevcutsa infiltratif tip olarak tanımlamışlardır. Embolik tip metastaz intestinal tip mide kanserlerinde, infiltratif tip metastaz ise diffüz tip mide kanserlerinde daha sık olmaktadır.

Mide Kanserinde Tani Yontemleri

Mide Kanserinde Tanı Yöntemleri

Mide kanseri biyolojik olarak hızlı ilerleyen bir hastalıktır ve klinik belirtilerini verdiğinde, genellikle ileri evre hastalık söz konusudur. İleri evre mide kanserinde beş yıllık sağkalım % 10 iken, erken evrede bu oran % 85’ lere ulaşmaktadır. Ancak klinik belirtilerin tipik olmaması ve genellikle fizik muayenenin normal bulunması, mide kanserinin tanınmasını zorlaştırmaktadır. Erken evre kanserde, hastaların büyük çoğunluğu belirti vermemektedir. Özellikle Japonya gibi mide kanseri sıklığı nedeniyle izlem protokolü uygulayan ülkelerde erken mide kanseri, tüm mide kanseri olgularının % 90‘ını kapsarken, bu oranın bizim ülkemizde % 10‘dan daha az olduğu tahmin edilmektedir. Geniş bir seriyi içeren bir çalışmada, erken mide kanseri tanısı konulan hastaların % 80 oranında semptomsuz olduğu bildirilmiştir. Mevcut semptomlar ise dispeptik yakınmalardır.
Yıllarca peptik ülser ile ilgili yakınmaları olan hastalarda baryumlu üst gastrointestinal sistem (GİS) çalışmaları kullanılmıştır. Ancak günümüzde endoskopik yöntemlerle hem lezyonun direkt görülebilmesi, hem de biyopsi alınabilmesi dispepside ilk yöntemin endoskopi olmasına neden olmuştur. Amerikan Cerrahi Derneği'nin çalışmasında endoskopi ve biyopsi ile mide kanserlerinin % 94’üne doğru tanı konma imkanı saptanmıştır. Mide kanseri olabilecek hastalarda evreleme ve değerlendirme için Ulusal Kanser Çalışma Grubu’nun hazırladığı rehberde önerilen ilk basamak çalışmaları, iyi bir anamnez ve fizik muayenenin yapılması, laboratuar çalışmalarının yapılması (örneğin tam kan sayımı, elektrolitler), göğüs grafisi, karın tomografisi yapılmasıdır. Üst mide kanserleri için göğüs tomografisi yapılması da önerilmektedir. Özofagogastroskopi hem tümörün görülmesi hem de doku tanısı için şarttır.
Mide Kanserinde Endoskopik Tanı
Tümörün büyüklüğünü, yerleşimini, tıkanıklığa yol açıp açmadığını belirlemek için üst GİS endoskopisi yapılır. Bazı seçilmiş hastalarda üst GİS endoskopi lazer ablasyon, stentleme, dilatasyon gibi palyatif işlemlerde de kullanılabilir. Midede malign lezyon varsa ve erken mide kanseri (EMK) düşünülüyorsa Japon Endoskopi Cemiyeti’nin 1962 yılında bildirdiği sınıflamaya göre, ileri evre mide kanseri düşünülüyorsa Borrmann sınıflamasına göre lezyonun tipine karar verilir(Tablo 3).(34, 35) Mide kanserinde endoskopinin tanıdaki duyarlılığı % 94 - % 98 arasında değişir. Ancak endoskopinin skiröz tümörlerde, tümör submukozada yerleştiği ve fibrotik alanlar içerdiği için yalancı negatif sonuç oranları sıktır. Skiröz kanserde endoskopinin duyarlılığı % 33 - % 70 arasında değişmektedir.
Mide Kanserinde Radyolojik Görüntüleme Yöntemleri
Radyolojik olarak mide kanseri tanısı ilk kez 1960’lı yılarda Japonya’da konmuş, 1970’lerde tümör invazyonunun derinliği gibi kalitatif tanı koydurucu özellikler araştırılmıştır. Dolayısıyla mide tümörünün tanısında kullanılan radyolojik yöntemlerin tam olarak yaygınlaşması 1980’li yılların başında gerçekleşmiştir. 1990‘lı yılların ikinci yarısında multidetektör bilgisayarlı tomografinin (MDBT) icadı ile bilgisayarlı tomografi (BT), geleneksel tarama yöntemleri arasında yüksek etkinliği olan ve gelişmiş görüntü kalitesine sahip bir cihaz haline gelmiştir. Radyolojik görüntüleme yöntemleri ile sadece lümen içi değerlendirme yapılmakla kalmayıp, komşu dokulara yayılım ve sistemik yayılım açısından çok değerli bilgiler edinilir.
Mide Kanserinde Baryumlu Tetkikler
Yapılan çalışmalar, özellikle mide kanseri olgularında baryumlu incelemelerin tanıda katkısı olan bir yöntem olduğunu göstermiştir. Mide kanserli olgularda özellikle önerilen inceleme şekli ise çift kontrastlı mide–duodenum incelemesidir. Mukoza paternini değerlendirme olanağı sağlayan bu yöntemin tanıda en önemli avantajı, erken dönem lezyonları saptayabilmesidir. Çift kontrastlı mide duodenum tetkiki ile 5mm ve hatta daha küçük polipler radyolojik olarak saptanabilmektedir. İleri evre mide kanseri tanısında ise çift kontrastlı baryum tetkiki ile olguların % 99’unda tümör radyolojik olarak saptanmıştır. Ancak mide kanseri düşündürecek her türlü lezyonda endoskopi ve biyopsi nihai tanı açısından mutlaka uygulanmalıdır.
Mide Kanserinde Bilgisayarlı Tomografi
BT’nin mide lümenini, mide duvarını, ekstramural ve perigastrik alanı direk göstermesi nedeniyle mide kanserlerinin tanı ve evrelemesinde önemli bir rolü vardır. Bununla birlikte duyarlılık ve özgüllüğün yüksek olabilmesi için incelemenin uygun koşullarda yapılması gerekmektedir.
BT’nin mide kanserini saptamadaki doğruluk oranı % 54 ile % 88 arasında değişmekte, ileri evre olgularda ise bu oran % 95 - % 100’e çıkmaktadır. BT ile erken evre kanserlerin saptanmasında doğruluk oranı % 26 - % 75 arasında değişmektedir.(36) Mide kanserlerinde prognoz, hastalığın evresine ve tümörün histolojik derecesine bağlıdır. Evreleme tümör invazyonun derecesine (T), lenf nodu metastazına (N) ve uzak organ metastazına (M) bakılarak yapılmaktadır. Mide kanserli olguların genellikle ileri derecede zayıf olmaları ve buna ikincil perigastrik yağ oranının az olması, imflamasyona ikincil oluşan yapışıklıklar, BT‘de izlenen parsiyel volum etkisi ve KC sol lobu ile midenin BT planına oblik gelmesi sebebiyle T evresinin belirlenmesi BT’de zor olabilmektedir. (36- 38) BT ile mide kanserinde T evrelemesindeki doğruluk oranı % 42-% 69 arasında değişmektedir. İleri evre mide kanserli hastalarda yapılan çalışmalarda ise bu oran % 75 - % 80‘e çıkmaktadır.
Klinik olarak, hastaların prognozunun belirlenmesinde N evrelemesi, T evrelemesinden daha önemlidir. BT ile mide kanserinde N evrelemesi doğruluk oranı % 51 ile % 75 arasında değişmektedir. N1 lenf bezleri için % 24, N2 için % 43 duyarlılık bildirilmiştir. Özgüllük ise % 100 bulunmuştur. BT ile N evrelemesi, tümörün yerleşimine göre lenf nodunun yerleşimine bakılarak yapılmaktadır. Metastaz açısından sadece lenf nodunun boyutu değerlendirilmekte olup, 8 mm’den büyük lenf nodları patolojik kabul edilmektedir. BT perigastrik lenf nodlarının gösterilmesinde daha düşük duyarlılığa sahipken, perivasküler lenf nodlarının gösterilmesinde duyarlılığı oldukça yüksektir. Periton metastazları, büyük omentum ya da periton yüzeylerinde kalınlaşma, bağırsak yüzeylerinde düzensizlik ya da asit şeklinde görülür. Asitsiz olgularda milimetrik periton metastazlarının BT ile saptanması olanaksızdır. KC metastazı parankim içinde yuvarlak, hipodens lezyon olarak görülür. Özellikle 1cm'nin üzerindeki KC metastazlarının belirlenmesinde yeni nesil BT'ler % 90 oranında doğru sonuç vermektedir.
EUS’un T evrelemesinde doğruluk oranı % 82-% 92 arasındadır. EUS ile lenf düğümü tutulumunu belirlemedeki doğruluk oranı ise % 50-% 82 arasındadır. Evrelemedeki yüksek doğruluk oranı, maliyetinin düşüklüğü, hastaların radyasyona maruz bırakılmaması avantaj iken; yapan kişiye bağımlı olması, deneyim gerektirmesi, fibrozis veya imflamatuar hücre infiltrasyonunun yanlış biçimde evreyi yükseltmesi ve T2 tümörlerde göreceli olarak yetersiz kalması ise dezavantajlarıdır.
Laparoskopi ve Laparoskopik Ultrasonografi
Geleneksel tanı araçları ile küratif cerrahi girişim kararı alınan mide kanseri olgularında ameliyat öncesi laparoskopi ve laparoskopik ultrasonografi yapılması durumunda, radikal cerrahiden yararlanabilecek hastaların oranında değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Laparoskopi ile mide ön ve arka duvarı gözden geçilir, seroza tutulumu incelenir. Mide komşuluğunda patolojik lenf bezlerinin varlığı araştırılır. KC yüzeyindeki metastaz odakları gözlenir. Laparoskopinin en önemli yararı küçük periton implantlarının görülmesidir. Laparoskopi sırasında asit saptanırsa sitolojik inceleme için örnek alınabilir. Laparoskopinin tanı etkisini arttırmak amacıyla laparoskopik ultrasonografi kullanılması son yıllarda giderek taraftar bulmaktadır. Laparoskopi ve laparoskopik ultrasonografi geleneksel evreleme yöntemleri ile radikal cerrahi kararı alınmış olan hastaların % 20 ile % 40'ında evre kaymasına yol açarak tedavi programlarında değişikliğe neden olmaktadır.

Midenin Komsulari

Midenin Komşuları 

Midenin etrafındaki organlarla komşuluğu klinik açıdan önemlidir. Diyafragma midenin fundusu ile yakın komşudur. Karaciğer ( KC) midenin sağında olup karaciğerin sol lobu midenin üst-ön yüzü ile temas halinde olacak kadar yakın komşudur. Dalak midenin solunda ve yukarısındadır. Bursa omentalis vasıtasıyla mide arka yüzü pankreasla yakın komşuluk halindedir. Transvers kolon midenin büyük kurvaturu ile komşuluk halindedir. Midenin ön yüzü özellikle alt kısmı, mide dolu iken pariyetal periton ve batın ön duvarı ile komşudur
Mideyi Yerinde Tutan Bağ ve Yapılar

Mideyi yerinde asılı tutan en önemli yapı özofagustur. Bunun dışında mideyi yerinde tutan gastrohepatik, hepatoduodenal, gastrofrenik, gastrolienal ve gastrokolik bağlar periton tarafından oluşturulur. Viseral periton KC’yi ön ve arka yüzden örttükten sonra KC’nin alt kenarı hizasında birleşerek mideye ve duodenumun birinci kıtasına uzanarak hepatogastrik ligamanı ve hepatoduodenal ligamanı oluşturur. Mideye ulaşan periton iki yaprağa ayrılır. Ön yaprak mide ön yüzünü, kardiayı ve abdominal özofagusu, arka yaprak ise midenin sadece arka yüzünü örter. Kardianın ve abdominal özofagusun arka kısmı ise peritonsuzdur. Kardia bölgesini ve abdominal özofagusu ön yüzden örten periton buradan diyafragmaya atlayarak gastrofrenik ligamanı oluşturur. Mide ön ve arka yüzünü örten periton yaprakları büyük kurvaturda birbirine yaklaşır. Büyük kurvaturun üst kısmındaki yapraklar dalağa giderek dalağı sarar ve gastrolienal ligamanı oluşturur. Büyük kurvaturun aşağı kısmındaki periton yaprakları ise transvers kolona uzanarak gastrokolik ligamanı oluşturur.

Midenin Dolasimi ve Beslenmesi


Midenin Dolaşımı ve Beslenmesi
Mide, kan damarları açısından zengin bir organdır. Tüm arterleri çölyak trunkusdan çıkar. Midenin arterleri:

1) Sol mide arteri: Olguların % 90'ında çölyak trunkusdan çıkar, midenin en kalın ar­teridir. Sol mide arteri; alt özofagus, kardia, midenin ön ve arka yüzünü kanlandırır.
2)  Sağ mide arteri: A. hepatika propriyadan bazen de gastroduodenal arterden çıkar. Seyri boyunca ön ve arka dallara ayrılarak duodenum birinci bölümünü, midenin alt kısmının ön ve arka tarafını kanlandırır.
3) Sağ gastroepiploik arter: Gastroduodenal arterin dalıdır. Çıkış yerinden hemen sonra yukarı çıkan pilorik dalını verir ve duodenumun birinci bölümü ile büyük kurvaturun ön ve arka yüzünü kanlandırır.
4) Sol gastroepiploik arter: Dalak arterinden çıkar. Mide korpusunun ön ve arka yüzünü kanlandırır.
5)  Kısa mide arterleri: Dalak arterinin son kısmından çıkan dallardır. Gastrolienal ligaman içinde mideye girerler. Sol mide arteri, inferior frenik arter ve sol gastroepip-loik arterin dalları ile anastomoz yapar. Fundusun büyük kurvatur tarafını ve midenin kardia bölgesini kanlandırır.
6)  Arka mide arteri: Olguların % 10'unda görülebilir. Dalak arterinden ayrılan ve midenin arka tarafından fundusa giden bir daldır.
Midenin venleri genellikle arterlere eşlik eder ve midede arterlere benzer dağılım gösterirler. Midenin venleri: 1) Sağ mide veni: Genellikle portal vene, bazen de superior mezenterik vene dökülür.
Bazı vakalarda koroner ven ile ortaklaşarak portal vene dökülür.
2) Sol mide veni: Ana hepatik arterin önünden genellikle portal vene, bazen de superior mezenterik vene dökülür.
3)  Sağ gastroepiploik ven: % 85 oranında superior mezenterik vene dökülür, nadiren dalak venine de dökülebilir.
4) Sol gastroepiploik ven: Dalak veninin son kısmına dökülür.
5) Kısa mide venleri: Fundus ve midenin kardiyoözofagiyal bölgesinden çıkar ve dalak veninin veya sol gastroepiploik venin dalları ile birleşirler. Bazen de doğrudan doğruya dalağa girerler.
Midenin lenfatik dolaşımı oldukça yaygın ve karışık bir ağa sahiptir. Mukozada başlayan lenfatik damarlar önce submukoza lenfatik ağlarını, sonra adale tabakasını delerek subseroza ağlarını ve serozayı da delerek mide dışı lenf yollarını meydana getirirler. Mide dışı lenf yolları mide arterlerine komşu olarak seyreder. Mide dışı lenfatik kanallar hemen midenin yakın çevresindeki lenf bezlerine, oradan mide arterleri etrafındaki lenf bezlerine, daha sonra çölyak arter ve en sonunda aort çevresindeki lenf bezlerine ulaşır. Lenfatik akım, aort çevresindeki lenf bezlerinden duktus torasikus yolu ile venöz sisteme taşınır.
Midenin inervasyonu sempatik ve parasempatik sinirler aracılığıyla olur. Parasempatik lifleri vagal sinirden, sempatik sinir lifleri çölyak pleksusdan gelir. Ön vagus kardiaya birkaç dal verdikten sonra hepatik dalını verir ve küçük kurvaturu takip ederek insisura angularise ulaşır. Seyri boyunca mideye dallar verir. Bazen ön vagustan tek bir dal ayrılarak fundusa gider (Grassi'nin kriminal siniri). Arka vagus, midenin arka yüzünde seyreder. Mide arka yüzüne dağılan gastrik dalı ve daha kalın olan çölyak dalı verir. Sempatik sinirler mideye esas itibariyle çölyak pleksusdan, daha az oranda da hepatik pleksus ve frenik pleksusdan gelir. Çölyak pleksus otonom sinir sisteminin en büyük pleksusudur. Mideye ulaşan sinir lifleri serozayı arterlerle birlikte delerek önce midenin adalesi içinde miyenterik (Auerbach) sinir ağını ve bu pleksusdan çıkan sinir lifleri ise midenin submukoza tabakasında submukoza (Meissner) sinir ağını yaparlar. Vaguslar mide hareketlerini ve mide bezlerinin çalışmasını arttırırlar. Sempatik sinirler ise mide hareketlerini inhibe eder fakat pilor sfinkterini aktive ederler.

29 Kasım 2012 Perşembe

Çocuğum İçin Çocuğuma Özel

Her anne çocuğu için en iyisi olsun ister, onun için en iyisini düşünür.  Çocuğunun mutlu ve sağlıklı olması için çabalayan anneler elbette alışverişte de en iyisini seçecektir. Tabii, babaları da unutmayalım...

Peki, ya anne-baba olmadan öncesi? Annelerin dilinden en iyi anlayan alışveriş kulübü unnado.com, ebeveyn olmaya doğru giden yolu bakın nasıl anlatmış!





Türkiye’de tüm anne, baba ve çocuklara özel hizmet veren alışveriş kulübü unnado.com; çocukların mutluluğunu en az anneleri kadar düşünüyor. Hep daha iyisi olsun diye,  çocuklarınızın uykusundan sağlığına kadar tüm ihtiyaçlarını düşünen unnado.com’a  Facebook’tan bağlanabilir, hızlı ve kolay bir şekilde üye olup gönlünüzce alışveriş yapabilirsiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Kadınların Ruhu da Yaralanıyor

Bugünlerde yüzlerce, binlerce kadın aynı gün içinde şiddetin çeşitli şekillerine maruz kalıyor ve sadece ülkemizde değil bütün dünyada pek çok kadına fiziksel şiddet uygulanıyor. Kadına yönelik fiziksel şiddet, kadının sadece bedenine değil ruhuna da zarar veriyor. 

Türkiye’de kadınlara yönelik fiziksel şiddetin sadece beden ve ruh sağlığına değil aynı zamanda kadınların cinsel yaşamlarında da derin yaralar açtığını belirten Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. A. Cem Keçe, "Ülkemizde kadınlarımızın çoğu çocukluk yaşlarından itibaren, cinselliğin çok büyük bir ayıp, yasak ve günah kabul edildiği bir aile ve toplumsal ortamda büyüyor ve yaşıyor. Bu nedenle kızlık zarı ve bekârete aşırı bir önem veriliyor, kadın bedeninin ve bekâretinin korunması gereken en önemli husus olduğu vurgulanıyor, aşırı toplumsal ve ahlaki baskılar nedeniyle cinsel dürtüler konusunda aşırı koruyucu ve kollayıcı olunması gerektiği savunuluyor, küçük yaşta evlilikler yapılıyor, ilk gece ile ilgili abartılı ve yanlış inanışlar bir gerçekmiş gibi algılanıyor ve çevreden anlatılan yanlış bilgiler nedeniyle kadınlarımız çoğu kez cinsel yaşamdan uzak yetiştiriliyor. Ayrıca cinsel eğitimin verilmediği bir ortamda kadınlara yüklenen cinsel obje imajı, hali hazırda cinsel konularda kapalı birer kutu olan kadınlarımızı cinselliği doğal akışı içinde keşfetme şansından da mahrum ediyor. Tüm bu olumsuz koşullara bir de son dönemlerde medyada sıkça rastladığımız fiziksel şiddete maruz kalınması eklendiğinde, kadınlarımızda cinsel işlev bozukluklarının sıkça görülmesine hiç de şaşırtıcı olmamaktadır" diye konuşuyor.

Özgüvenlerini Kaybediyorlar

Ülkemizde kadınlarımızın yaklaşık yüzde 80’ninde cinsel işlev bozukluğu görüldüğünü kaydeden Dr. A. Cem Keçe, şu bilgileri veriyor:

"Eşinden veya partnerinden kötü muamele, fiziksel şiddet gören, ilişkisinin cinsellik dışındaki alanlarında paylaşım hissetmeyen, cinsel ve duygusal ilişki ile ilgili beklentileri karşılanmayan kadınlarda cinsel isteksizliğe, cinsel tiksinti bozukluğuna, ağrılı cinsel ilişki olarak tanımlanan disparoniye, sekonder vajinismusa, orgazm olamamaya ve cinsel uyarılma bozukluklarına sıkça rastlanmaktadır. Şiddet uygulanan kadın, psikolojik olarak hasar görür, kendine olan güveni sarsılır ve özgüvenini kaybeder. Bu nedenle cinsel uyarılma yaşayamayan kadın cinselliği haz almadan yaşar, ağrı duyar, yeterince uyarılamaz ve orgazm olamaz. Cinselliği istedikleri bir şey olarak değil, 'kadınlık görevi' olarak algılayan ve fiziksel şiddet gördükleri halde evliliklerini devam ettirmek için kendilerini eşleriyle cinsel ilişki kurmak zorunda hisseden kadınların mutlu ve sağlıklı bir cinsellik yaşamaları mümkün değildir."

Kadınların Canı ve Yüreği Acıyor

Kadınların canının ve yüreklerinin acıdığını savunan CİSED Genel Sekreteri Psikolog Serap Güngör ise şu açıklamalarda bulunuyor:

"Son 3 yıldır yaptığımız saha araştırmaları ve anket çalışmaları sonucunda kadınlarımızın yarısının fiziksel şiddete maruz kaldığını tespit ettik. Kadınlarımızın birçoğunun tokatlama, yumruk atma, tekmeleme ve itip kakmayı fiziksel şiddet olarak sınıflandırmadığını fark ettik. En üzücü olanı da “dayak cennetten çıkmadır, dayağı yiyen, dayağı hak eder” mantığının genel bir kabul olarak zihinlere yerleşmiş olmasıdır. Sebebi her ne olursa olsun kadına şiddet son bulmalı, anaokulundan itibaren cinsel eğitim verilmeli, evlenmeden önce anne-baba ve eş eğitimleri zorunlu hale getirilmeli, kadına yönelik şiddet konusundaki cezai yaptırımlar artırılmalı ve sosyo-kültürel çalışmalara ağırlık verilmelidir. Çünkü kadınlar sevilmek ister, dövülmeyi ve aşağılanmayı değil. Ancak bu şekilde bir kadınlar, kendilerini tekrar cazip, değerli ve beğenilir olarak görebilirler. Son olarak insanlar öfkelenebilir fakat önemli olan öfkenin şiddete dönüşmeden ifade edilebilmesidir. Şiddet yalnızca şiddet gören kişiyi değil, tanık olan kişilerin psikolojik durumlarını, özellikle çocukların psikososyal gelişimini de çok olumsuz etkilemektedir. Fiziksel şiddete maruz kalan kadınlarda pek çok ruhsal ve bedensel hastalık zamanla ortaya çıkmakta ve aile hayatımızın temel direği olan kadınlarımız mutsuz bir nesil yetiştirmek zorunda bırakılmaktadır. Bu nedenle kadınlara uygulanan şiddet sadece cinsel sorunlara yol açmıyor, toplum ruh sağlığını da tehdit ediyor."

27 Kasım 2012 Salı

Göbek Yağlarınızdan Kurtulun!

Son dönemlerde değişen yaşam koşulları ile birlikte göbek bölgesi yağlanması kalça-basen bölgesi yağlanmasından daha büyük bir sorun haline geldi. Peki göbek yağlanmasına karşı neler yapabileceğinizi biliyor musunuz?

Suadiye Memorial Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Bölümü uzmanlarının verdikleri bilgilere göre; lokal yani bölgesel olarak tabir edilen bu tür yağlanmalar zayıf kadınlarda bile görülüyor. Nedenleri arasında ise yüksek şekerli yiyecek alımının fazla olması, hareketsizlik (oturarak çalışma) ve insülin dengesizliği yer alıyor.

İnsülin Dengesizliği

Kandaki şekeri kontrol eden bu hormonun kandaki seviyesi çok önemlidir. İnsülin metabolizması bozulduğu zaman kan şekeri seviyelerinde ve bununla birlikte diğer kan değerlerinde bozulmalar ve özellikle bel-karın bölgesinde yağlanmalar oluşur. Bununla birlikte alınan yüksek karbonhidrat da bu rahatsızlığı tetikler.

Yağlanmanın Önlenmesinde Kalori Miktarı Mı, İçerik Mi Önemli?

2007 yılında Diyabet Merkezi’nin yaptığı bir çalışmada her ikisinin de önemli olduğu kanıtlanmıştır.
Araştırma kapsamında; aynı kaloriye fakat farklı besin öğelerine sahip üç beslenme programı hazırlanmış, 62 yaş civarında ailesinde diyabet geçmişi olan ve vücutlarında insülin direnci gelişmiş 11 obez katılımcıya uygulanmıştır. Bu katılıcımlar 28 gün boyunca 1600 kalorilik ve dört öğüne bölünmüş (öğün başına 400 kal) bir program uygulamışlardır.

Diyetler;

1. Yüksek karbonhidrat içeren beslenme programı
2. Yüksek doymuş yağ beslenme programı
3. Akdeniz tipi diyet

Sonuç olarak; kilo ve yağ değişimleri olmamış fakat yüksek karbonhidrat alındığı zaman vücut yağlarının göbek bölgesine doğru biriktiği gözlemlenmiştir. Diğer bir iddia ise; yüksek karbonhidrat ile birlikte alınan tekli doymamış yağların insülin metabolizmasını düzelttiği için göbek bölgesi yağlanmasını yavaşlattığı ve koruduğudur.

Bu çalışmada tekli doymamış besin kaynağı olarak; avokado, ceviz, zeytinyağı, zeytin, çekirdek ve bitter çikolata kullanılmıştır. Bununla birlikte birçok çalışma tekli doymamış yağların insülin metabolizması üzerinde olumlu etkilerinin olduğunu savunmaktadır.

Tekli doymamış yağ asidi (mufa) kaynakları
• Zeytinyağı, kanola yağı, badem yağı
• Fındık, fıstık, ceviz
• Avokado, zeytin

Kontrol Altında Tutmak İçin: SED

1. SIKILAŞTIRMA: Vücut kaslarını korumak için sıkılaştırma (kuvvetlendirme) hareketlerinin yapılması.

2. EGZERSİZ: Yağ yakımı için aerobik egzersiz

3. DİYET: Kalp sağlığını koruyan doymamış yağların çok, doymuş yağların az olduğu Akdeniz Tipi beslenme programı ve kilo yönetimi için gün başına alınan enerjiden 100 kal/gün kısıtlamak.

a. Yüksek karbonhidrat yerine daha düzenli dağılmış öğünleri tercih etmek ve karbonhidrat alımında ise karışık karbonhidrat diye tanımlanan esmer tahıl ürünlerinin tüketilebilir.
b. Salata ve yemeklerde zeytinyağı veya kanola yağı kullanılabilir.
c. Öğün aralarında fındık veya ceviz tüketilebilir.

Gerçek bir çift misiniz?

İşte gerçek çift olup olmadığınızı anlamanız için size 30 kural okumadan geçmeyin!

1. Konuşmaya başladığında, aynı fikirde olduğunu kanıtlarcasına neşe içinde cümleyi tamamlayan o oluyorsa ya da aynı şeyi sen de yapıyorsan,

2. Yemeye çıktığınızda ne yiyeceğini tahmin ediyor ve senin yerine sipariş verebiliyorsa,

3. Futbol maçlarından sonra hasta olmaması için üzerine kalın bir şeyler giymesini söylemekten kendini alıkoyamıyorsan,

4. Kalabalık bir grup içinde o senin yanından ayrılmıyor, senin söylediklerini dikkatle dinliyorsa,

5. Onun zevkleri hakkındaki olumsuz eleştirini bile ona rahatlıkla söyleyebiliyorsan, o da çekinmeden aynısını sana yapabiliyorsa,

6. Cep telefonuna senin numaranı kendi bulduğu lakabınla kaydettiyse,

7. Dikkati her daim üzerindeyse, bulunduğun ruh hallerini çok iyi anlıyor, seninle konuşmaya ve seni anlamaya çalışıyorsa,

8. Arkadaşların, onun hakkında konuşurken çok daha özenli ve dikkatlilerse,

9. Ona kıyafet seçmek ya da beraber alışverişe çıkmak hoşuna gidiyorsa,

10. Yalnızken karşılaştığın bir arkadaşın, onu senin yanında göremediği için şaşırıyor ve nerede olduğunu sırıtarak soruyorsa,

11. Sizin şarkınız çalmaya başladığında, gözlerinin içi gülmeye başlıyor, sana dönüp gülümsüyorsa (hele ki bu, çok romantik bir aşk parçasıysa),

12. Sana eski kız arkadaşlarından bahsetmeye çekiniyor, gerekli durumlarda konuyu en kısa haliyle özet geçip bunu da utana sıkıla yapıyorsa,

13. Kazayla birbirinize dokunduğunuzda uzun süre kendinize gelemiyor ve bir domates gibi kızarıyorsanız,

14. Arkadaş grubundaki erkeklerden seni kıskanıyor ve mümkün olduğunca baş başa buluşmalar ayarlamaya çalışıyorsa,

15. İkinizin de cümleleri, ‘ben’ yerine ‘biz’ ile başlıyorsa,

16. Kendini kötü hissettiğin anlarda bir tek onu görmek sana iyi geliyorsa,

17. Sık sık seni arıyor ve nasıl olduğunu merak ediyorsa,

18. Sana bir derdini anlatmaktan çekinmiyorsa,

19. Birbiriniz hakkında, çocukluğunuzda başınızdan geçen üzüntülü veya neşeli olaylar da dahil olmak üzere bir dolu bilgiye sahipseniz,

20. Arkadaşlarının ‘siz beraber misiniz’ tarzı sorularına, ne ‘evet’ ne de ‘hayır’ diyebiliyor, hemen yüzün kızarıveriyorsa,

21. Gömleğinin yakasını yamuk gördüğünde bir refleksle düzeltiyor, sonra da seni ‘yanlış’ anlar düşüncesiyle yaptığından utanıyorsan,

22. Onunla, yemeğini, eşyalarını ve hatta harçlığını paylaşmaktan çekinmiyorsan, o da sana karşı aynı şekilde davranıyorsa,

23. Süslenip püslenip arkadaşlarınla buluştuğun bir gün, hiç çekinmeden herkesin içinde sana iltifatlar yağdırıyor ve seni şımartıyorsa,

24. Onun erkek arkadaşlarının sana karşı daha nazik olduklarını, özellikle konuşurken seçtikleri kelimelere ekstra dikkat ettiklerini hissediyorsan,

25. Kız arkadaşların, onun hakkında kötü bir şey söylememek için çaba sarf ediyorlarsa (ki hatasız kul olmaz, unutma),

26. Kimsenin bilmediği sırrını tek bilen o ise, o da şimdiye kadar kimselere söylemediği özelini bir tek seninle paylaştıysa,

27. Birbirinize sık sık, belki de hiç gerçekleşmeyecek en tatlı hayallerinizden bahsediyorsanız,

28. Ufak tefek anlaşmazlıklarınızı yakın arkadaşına anlattığında o bunu hiç ciddiye almıyor ve nasılsa barışacaksınız gözüyle bakıyorsa,

29. Arkadaşlarına ondan bahsederken ‘o’ demen yetiyorsa, onlar da bahsedilenin kim olduğunu gayet iyi biliyorlarsa,

30. Tek başına yapmaktan en keyif aldığın şeylerde artık eski tadı bulamıyor, onunla yaptığın her şey sana daha eğlenceli geliyorsa…

Sen ve O Gerçekten aşıksınız demektir!

İlişkiyi kurtarma önerileri

Aşk ve evlilik uzmanları, ilişkinin çıkmaz bir yola girmesine eşlerin yalnız vakit geçirmeleri, sorunlarını konuşmamaları, karşılıklı suçlamalar, cinsel mutsuzluk ve karamsarlık gibi problemlerin neden olduğunu belirtiyor. Bu tür durumlarda yapılacaklar için de uzmanlar ilişkiyi kurtarmak için bir dizi öneride bulunuyor.

Güzel bir duygusal ilişki yaşarken, aşk hayatında her şey yolunda giderken bir anda ortaya çıkan iletişim kopuklukları, karşılıklı suçlamalar, kavgalar ve kısa bir süre öncesine kadar güneşli bir yolda ilerleyen ilişkinin karanlık bir çıkmaz sokağa girmesi… Sebepler bazen gözümüzün önündedir, bazen de onları fark etmeyiz bile. İşte bu etkenlerden bazıları…

Çocuk sahibi olmak

Bir çiftin hayatındaki en güzel olaylardan biri, aynı zamanda şaşırtıcı bir biçimde ikili ilişkinin katili de olabiliyor. Tabii iki tarafın da bilinçaltında yatan “Artık aramızda çocuk da var, benden ayrılması çok zor” düşüncesinin getirdiği bir rahatlık ve kaybetme korkusunun azalması durumu da söz konusu…

Aile olmanın ikili ilişki üzerindeki negatif etkilerini en aza indirgemek için acilen yapılması gereken şey ise karı-kocanın çocukları yanlarında olmadan, yalnız vakit geçirmeleri, yaşadıkları sorunlar hakkında konuşmaları ve sıkıntılarını paylaşarak hafifletmeleri…

Arada sırada da olsa aile olma duygusundan sıyrılıp sevgili olma duygusunun geri gelmesini sağlamak, bu noktada ilişkiyi kurtarabilir.

Radikal değişimler önemli

Başka bir şehre ya da ülkeye taşınmak, aileden birini kaybetmek, iş değişikliği gibi zor ve sarsıcı olaylar, duygusal ilişkiyi de tehdit edebiliyor. Bir tarafın psikolojisinin bozulması, derin bir bunalıma girmesi, karamsarlığa kapılması, kendine bir türlü yeni bir hayat kuramaması gibi sebepler, öteki tarafla olan iletişimi de olumsuz yönde etkiliyor.

Suçlamalar, araya örülen sessizlik duvarları, sekteye uğrayan cinsel yaşam ve bireysel krizler arasında kaynayıp giden aşk duygusu, yaşanan radikal değişiklikler, ilişkinin çıkmaza girmesine neden oluyor. Anlayışlı davranmak, sabırlı olmak, ilişkide düğümü keskin bir bıçakla değil, yavaş yavaş çözmek, bu dönemin olabildiğince kolay ve hasarsız atlatılmasını sağlıyor.

Kadının erkekten fazla para kazanması

Emin olun ki bu, en modern çift için bile çok ciddi bir sorun. Kadınların çalışması toplumumuzda eskiye oranla artık çok daha doğal karşılanıyor ama “evin direğinin” kadın olması asla…

Erkeğin aslında kendisinde olması gereken maddi üstünlüğü birlikte olduğu kadına kaptırdığını düşünmesinden kaynaklanan aşağılanmışlık duygusu, kadının bilinçsizce de olsa para vasıtasıyla birlikte olduğu erkek üzerinde iktidar kurma hakkına sahip olduğu gibi bir yanılgıya kapılması, çevrenin ve iki tarafın ailelerinin tepkisi, yavaş yavaş aşkı tüketmeye başlıyor. Üstelik bu kez, kariyer yolunda emin adımlarla ilerleyen ve hak ettiği maddi olanaklara sahip olan kadın için karar vermek oldukça güç…

Erkeğini mi terk etmeli, yoksa mesleğini mi? Hangisinden fedakârlık ederse etsin, bunalıma gireceği ve kendisine güvenini yitireceği kesin. O yüzden sorunu çözmenin tek yolu, erkeğin bakış açısını değiştirmeye, en azından yaşadığı durumu kabullenmesini sağlamaya çalışmak…

'Küçük' Evlilik, 'Büyük' Sorun!

Uzmanlar uyarıyor: "Erken yaşta evlilik kesinlikle ağır travmalara ve kalıcı psikolojik rahatsızlıklara neden olur..."

Türk toplumunun kanayan yaralarından biri de erken yaşta yapılan evliliklerdir. Son günlerde kamuoyunda büyük yankı alan bu olgu üzerine, konunun önde gelen uzmanları çok dikkat çekici uyarılarda bulunuyorlar.

Uzmanlar, toplum tarafından önemli bir sorun olarak görülmeyen erken yaşta evliliklerin, hem çiftleri, hem ailelerini hem de toplumu, hem kısa vadede hem de uzun vadede büyük sorunlarla karşı karşıya bırakacağının altını çizdiler. Uzmanlara göre erken yaşta evlilik Türk toplumunun aile yapısını tehdit ediyor.

Konuyla ilgili çok çarpıcı tespitlede bulunan Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, Türkiye'de yapılan her 4 evlilikten birinin küçük yaşlarda olduğuna dikkat çekerek, artık normalleşen meşrulaşan bu olgunun derhal ortadan kalkması gerektiğini vurguladı.

"Erken evlilik Hayattan Çalmaktır"

Dr. Keçe şunları kaydetti:
"Ataerkil ve geleneksel toplum yapısı, erken yaşta evlilikleri normalleştirmiş ve meşrulaştırmıştır. Oysa erken yaşta yapılan evlilikler özellikle kız çocuklarının toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmekte ve hayat tercihlerini azaltmaktadır. Ruhsal ve bedensel gelişimini henüz tamamlamamış, kendi yaşamının iplerini eline henüz alamamış, haklarını bilmeyen yüzlerce genç kız, ya kendi istekleri ile ya da ailelerinin zorlaması ile evlenmektedir. Toplumun erken yaştaki evlilikler için nedenleri veya mazeretleri her zaman mevcuttur. Bazen yoksulluktan kurtulma isteği, bazen yalnızca bir aidiyet arayışı, bazen mevcut durumda kurtulup daha iyi görülene koşma, bazen köle gibi satılma, bazen “Evde kalırsın, yaşın geçerse kimse seni almaz” gibi yüz yıl öncesinden getirilip halen terk edilemeyen baskılar, bazen bir aşk, bazen de kendini ifade etme isteği, küçük yaşta evliliklerin nedenleri arasındadır."

"Ergenliği Aşamayan Evliler Sorunlarla Boğuşuyor"

"Ülkemizde evlilikler genellikle bir maharet, bir başarı veya bir yetişkinlik hareketi gibi algılanır ve çiftler kararlarını özgürce verirler. Ancak bazen bunun olmadığı evliliklerde olur. Bazen 13–15 yaş arasındaki genç kızlar aileleri tarafından zorla evlendirilmeye çalışılır, bazen de özentiyle genç kızlar evlenmek isterler ve aileleri evliliklerine onay vermediği için evden kaçarlar ve evlendirilmek zorunda kalırlar. Her ne sebeple olursa olsun, erken yaşta yapılan evlilikler yanlıştır. Çünkü halen genç kız olan bu bireyler biyolojik, psikolojik ve sosyal gelişimlerini tamamlamamıştır. Bununla birlikte erken yaşta yaşanan evliliklerde erken hamilelikler sıktır, daha kadın olmadan anne olan bireyler yaşam evrelerini sağlıklı geçirip, sağlıklı bir kişilik yapısı geliştiremezler ve evlilik ilişkilerinde çözümleyici yaklaşımlar gösteremezler. Kendi ergenlik sorunlarını halletmeden önce ebeveyn olan bu tip ailelerin çocukları da sorunlu kişilik yapısına sahip olabilmektedir."

"Erken Evlilik Sağlıklı Toplum İçin Tehdittir"

"Toplum olarak ilerlemiş bir ülke, iyi koşullarda yaşamını sürdüren insanlar ve mutlu çocuklar beklentimiz var, ancak erken yaşta yaşanan evlilikler bizi bu beklentilerden uzaklaştırmaktadır. Bu noktada hem devletimize hem medyamıza hem ruh sağlığı profesyonellere hem de ailelere çok fazla iş düşmektedir. Evliliğin nasıl bir düzen olduğuna, aile ortamının ne tür şartlara sahip olması gerektiğine ve diğer benzer durumlara açıklık getirilmesi gerekmektedir."

"18 Yaş Altı Evlilik Yasaklanmalı"

"Ebeveynlerin çeşitli eğitimlerle görsel ve işitsel medya kullanılarak erken yaşta evlilik, kadın hakları, çocuk hakları, aile içi şiddet gibi önemli konularda bilinçlendirilmeleri gerekmektedir. Aile planlaması hizmetlerinin yaygınlaştırılması, aile planlaması olgusunun topluma daha açıklayıcı bir şekilde yansıtılması, din görevlilerinin günümüz koşullarında erken evliliğin sakıncalarını gerekli yerlerde gündeme getirerek vurgulaması önemli hususlardandır. 18 yaş altındaki evliliklerin yasalarla kesin bir şekilde engellenmesi, özellikle kız çocuklarının eğitime dâhil edilmesi, kadınların ekonomik anlamda özgürlüğünün sağlanması, kadınların iş kurma ve meslek edinmelerinin sağlanması, cinsel istismar, cinsiyet ayrımcılığı ve toplumsal halk sağlığı konularında toplumun bilinçlendirilmesi, ekonomik koşulların iyileştirilmesi gerekmektedir."

"Evlilik Öncesi Eğitim Şart"

"Evlenmeyi düşünen bireylerin ani kararlar almadan önce uzun bir süre birbirlerini tanımamaları gerekir. Unutulmamalıdır ki erken evlilikler o kişilerin çocukluğundan, gençliğinden ve yaşamından çalınan bir takım özgürlükleri akla getirir. Evlilik öncesi fiziksel tahlilleri zorunlu tutan devlet, evlilik öncesi eğitimi şart koşmalıdır. Evlenmeden önce anne-baba ve eş eğitimleriyle çiftlere sertifika verilmeli ve ancak bu sertifikaya sahip çiftler evlenebilmelidir. Annelik, babalık, karılık veya kocalık bir meslektir ve dünyanın en ucuz mesleği gibi eğitimsiz yapılmamalıdır. Ayrıca hem devletimiz, hem medyamız hem de ruh sağlığı profesyonelleri ilk üç yıl çocuk yapılmaması için kamuoyunda ortak bir bilinç yaratmalı ve çiftlerin birbirlerine alışmaları için zaman tanımalıdırlar. Aslında ne koşulda olursa olsun erken yaşta yapılan evliliklerin sonucu baştan bellidir. Bu evlilikler yeni neslin sağlıksız ve yetersiz bir şekilde gelişmesine neden olmaktadır.”

"Küçük Yaşta Evlilik Travmadır"

CİSED Genel Sekreteri Psikolog Serap Güngör ise küçük yaşta evliliğin çiftler için travmadan başka bir anlamı olmadığına dikkat çekti. Henüz gelişimini tamamlamamış gençlerin evliliğin getirdiği ağır sorumlulukları yüklenmesinin psikolojik travmaların ortaya çıkmasına neden olabileceğini belirten Güngör, çiftler için evlilikten önce yaşanması ve deneyimler kazanılması gereken birçok olgu olduğunu vurguladı. Psikolog Güngör şunları kaydetti:

"Erken yaşta yapılan evliliklerde pişmanlık, öfke, özlem, hayal kırıklığı gibi duygular yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. Erken evliliklerde ortaya çıkan sorunlar arasında en çok depresyon, kaygı bozuklukları, fobik problemler, güven problemleri, sağlık ile ilgili problemler ve intihar girişimleri bulunmaktadır. Erken yaş evlilikler erken gebelik ve doğumlara yol açabilmektedir. Fiziksel gelişimini ve ruhsal olgunlaşmasını tamamlayamamış gençler erkenden evlendiklerinde, gebelik ve doğumlarda anne veya çocuğun ölümüne, çocukların sağlıklı bir şekilde gelişimlerini tamamlayamamalarına neden olabilmektedirler. Ayrıca, erken yaş evliliklerinde aile içi sorunlar daha fazla görülmekte, çocuk bakımı ve çocuğu büyütme noktasında çift yeterli bir olgunlukta olamadığından ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. Aile içi şiddet ve evlilikten mutlu olamamaları, kadında ve erkekte psikolojik sorunların görülmesine yol açabilmektedir. Bu tür evlilikler kadın için katlanılması gereken bir durum, erkek içinse mutluluğu dışarıda aramak için bir bahane olabilmektedir. Genç karı koca arasındaki sorunlar ailelerini de etkilemekte, aile ve eşler arasında kavgalara, kıskançlıklara, şiddete neden olmaktadır. Bu durum yıpranmış ailelere, mutsuz çiftlere, ortada kalmış ve psikolojik sorunlarla büyüyen çocuklara yol açmaktadır.”

Kalbiniz Hayatın Ritmini Yakalayamıyorsa...

Her 5 kişiden birini etkileyen kalp ritim bozukluğu, anne karnında bile ortaya çıkabilen ve kontrol altına alınmazsa ölümcül sonuçlar doğuran bir hastalık...

Toplumun yüzde 20'sini ve ortalama her 5 kişiden birini etkileyen ritim bozukluğu, anne karnında bile ortaya çıkabilen ve kontrol altına alınması gereken önemli bir sağlık sorunudur. Ritim bozukluklarının hayatı tehdit edici boyutlara gelmemesi için doğru tanı ve düzenli takip şarttır. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü'nden Doç. Dr. Kani Gemici, "Ritim bozukluğu, herhangi bir belirti vermeden de ortaya çıkabilir ve yaşam boyu devam edebilir. Bu nedenle aritminin erken evrede tanınması ve ileri boyutlara ulaşarak kalp sağlığını tehdit etmemesi için çocukluk döneminde yapılacak sağlık kontrollerinin önemi büyüktür.

Bu nedenle bebeklere doğar doğmaz ya da çocuklara anaokulu döneminde EKG ve EKO gibi tetkikler yaptırarak, olası bir doğumsal kalp sorunu ortaya çıkarılabilir ve erken dönemde kontrol altına alınabilir" dedi.

"Kalp hastalıklarına yol açabilecek bütün riskler, aritmi için de bir risktir" diyen Doç. Dr. Kani Gemici, "Göbek ve bel çevresindeki yağlanma, hipertansiyon, obezite, koroner damar sorunları aritminin en sık nedenlerindendir. Bel çevresinin erkeklerde 102, kadınlarda 88 santimetreyi geçmesi, kalp hastalıklarını ve aritmileri tetikleyici önemli bir risk oluşturur. Hipertansiyon en sık aritmi nedenlerinden biridir. Bunun yanında koroner kalp hastalıkları, kolesterol ve şeker yüksekliği de ritim bozukluğu gibi önemli kalp hastalıklarına yol açabildiği için; bu risklerin ortadan kaldırılması, ritim bozukluğu sorununu da ortadan kaldıracaktır" diye konuştu.

Yaşam Şekli Ritim Bozukluğunu Etkiler

- Kişinin yaşam biçimi, kalp ritmi üzerinde etkilidir. Beslenme alışkanlıkları, uyku düzeni, aktif ya da hareketsiz yaşam gibi etkenler, ritim bozukluğunu tetikleyebilir.

- Enerji içeceklerinin tüketimi, çok şiddetli ritim bozukluklarına neden olabilir. Ancak bu geçici bir durumdur.

- Elektrolit dengesizliği durumları; kandaki sodyum, potasyum ve magnezyum gibi elementlerin düzeylerinin bozulmasından kaynaklanmakta ve ritim bozukluğuna neden olmaktadır. Elektrolit dengesi sağlandığında ritim bozukluğu sorunu da ortadan kalkacaktır.

- Tüm çocuklarımızın ilkokul döneminden başlayarak bir spor dalına yönlendirilmesi, sağlıklı yaşam için çok önemlidir. İleri yaşta spora başlayacak olanların ise kendisine ve yaşına uygun olan bir dalı seçerek günde bir saat spor yapması, kalp ritminin düzenlenmesi bakımından çok önemlidir. Özellikle yürüyüş ve yüzme, aritmi için en iyi sporlardandır.

Aldatıldığınızı Nasıl Anlarsınız?

Çiftler birbirlerini neden aldatıyorlar? Aldatıldığınızı nasıl anlarsınız?... İşte aldatma hakkında bilmek istedikleriniz... 

Neden aldatmaya gerek duyulur? Cinsel ya da duygusal açlık mı? İhtiyaç ya da alışkanlık mı? Kadınlar da erkekler kadar eşlerini aldatıyor mu? Peki aldatıldığınızı nasıl anlarız? Yoksa aldatmanın yeni adresi İnternet mi? Bu dizi boyunca merak ettiğiniz her sorunun yanıtını bulacaksanız...

Neden Böyle Yapıyorlar?

Önce erkekler...
• Gençliğinde ailesiyle güvenli ilişkiler oluşturamamış ve kendi içinde çatışmalar yaşıyorsa.
• Cinsellik üzerine kurulu ilişkiler yaşamayı yaşam tarzı haline getirmişse.
• Duygusal anlamda boşluk yaşıyorsa.
• Kadınlar tarafından ilişkinin içine çekiliyorlarsa.
   
Şimdi de kadınlar...
• Duygusal boşluk yaşıyorlarsa.
• Varolan ilişkilerinden ayrılmakta zorluk çekiyorlarsa.
• İçlerinde büyük dalgalanmalar yaşıyor ve ilişkilerini devam ettirmekte zorlanıyorlarsa.
• Eşi ya da partneri kendisini aldatmışsa bir tür intikam için.
 
Aldatıldığınızı Nasıl Anlarsınız?

‘Aldatan erkeğin’ portresi
• ‘Dipteyim’, ‘sondayım’, ‘depresyondayım’ diye ortalarda dolaşan sevgiliniz, bir gün kalkıp "Yaşamak ne güzel şey be kardeşim" diye iç çekerse.
• İş hayatında birdenbire yükselir, "Sana neler alacağım sevgilim" bak bu daha başlangıç deyiverirse.
• Cep telefonuna her mesaj gelişinde ‘Turkcell Bilgi Hattı maç skoru yolluyor, yeter artık’ diye şikayet ediyorsa.
• Telefon defterindeki erkek arkadaş numaralarında garip bir artış gözleniyorsa.
• "Bugüne kadar bileklerinin hiç bu kadar kalın olduğunu fark etmemiştim", "göğüslerin de sanki ufalmış gibi geldi bana" gibi yorumlar yapmaya başladıysa.
• Size zırt pırt sarılıp ‘Aman da ne şekermiş’ gibi baba şefkati göteriyorsa.
• Ona neredesin diye sorduğunuzda "Jandarma mısın kardeşim" diyerek sizi azarlar ve işi kavgaya kadar götürürse.
• Akşam eve geç geldiğinde "Bıktım bu toplantılardan artık" diyerek oflayıp pufluyor, "Gel seninle şöyle başbaşa bir tatile çıkalım haftaya" diyor ve asla o tatil programı bir türlü gerçekleşemiyorsa.
• Sürekli sizin onu aldattığınızdan paranoyaklık derecesinde şüpheleniyor ve sizin ona sormanız gereken soruları tüm incelikleriyle o size soruyorsa.
• Arabasının bagajından, röpdöşambrından ya da eşofmanının cebinden prezervatif çıkıyorsa.
• Araba küllüklerinde ‘More’, ‘Eve’, ‘Captain Black’ gibi kullanmadığı uzun keyif sigarası izmaritleri varsa.
• Kredi kartı ekstrelerinde en çok Marks and Spencer’dan yapılmış alışveriş harcamaları gözüküyorsa. (Bilindiği gibi Marks and Spencer, iç çamaşırlarıyla ünlü bir mağaza.)  

‘Aldatan kadının’ portresi
• Sarışın olan sevgiliniz ya da eşiniz akşam eve kızıl gelirse.
• Düşünceli bir halleri, anlamlandıramadığınız tuhaf bir çekicilikleri varsa.
• Her yemeğe gittiğinizde ‘Saçım nasıl, zayıf görünüyor muyum’ gibi canınızı sıkan soruları, yerini "Brad Pitt ne tatlı değil mi? İşte neler olup bitiyor?" gibi sorulara bırakmışsa.
• Yatmadan önce ‘Ballı süt ister misin?’ diye soruyor, ya da sabah kalktığınızda almanız gereken ‘one a day’leri elinize tutuşturuyorsa.
• Size aldattığı kimseden edindiği bilgileri anlatmaya başlarsa. Hiç anlamadığı borsadan, motor sporlarından söz açarsa.
• ‘Seks yapmayalım bu akşam sarılıp uyuyalım’ diyorsa.
• Pamuklu pazar külotlarının yerini dantel g - stringler almaya başladıysa.
• Akşamları, "Hayatım arkadaşım intihar etmek üzere" diye evden aniden fırlıyorsa.
• Orgazm ahkamları kesmeye başladıysa.

Depresyon Erken Doğum Riskini 2 Kat Artırıyor

Modern çağın yaygın ve önemli bir sorunu olan depresyon hamilelik döneminde asla göz ardı edilmemesi gereken bir hastalık. Çünkü depresyon anne sağlığını tehdit etmesinin yanı sıra bebekte ciddi tablolara yol açabilen erken doğum riskini de 2 kat artırıyor!

Solunum sıkıntısı, kalıcı görme veya işitme kaybı gibi bebekte çok ciddi tablolar oluşturabilen erken doğum yüzde 12 gibi yüksek bir oranda görülüyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 1 milyon 200 bin doğum olduğu düşünülürse, bu, yılda en az 100 bin annenin erken doğum yaptığı anlamına geliyor. Erken doğuma yol açan pek çok faktör var. Bunlardan biri de, modern çağın önemli ve yaygın sorunlarından biri olan depresyon. Acıbadem Maslak Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Perinatolog Doç Dr İbrahim Bildirici, hamilelik döneminde depresyonun mutlaka tedavi edilmesi gerektiği uyarısında bulunarak, “Çünkü depresyon anne sağlığını olumsuz etkilemesinin yanı sıra bebekte ciddi tablolar oluşturabilen erken doğum riskini de 2 kat artırıyor” diyor.

Hamilelerin Yüzde 15’i Depresif!

Depresyon modern dünyanın yaygın bir sorunu. Öyle ki günümüzde kadınların yüzde 40’ının yaşamlarının bir döneminde depresif bir süreç yaşadıkları tahmin ediliyor. Hamilelerin yüzde 15’inin de depresif olduğu kabul ediliyor. Bir grup araştırmacının 2009 yılında dünyada saygın tıp dergilerinden biri olan Human Reproduction da yayınladıkları çalışmalarında; depresyon açısından değerlendirdikleri 791 kadından, depresif bulguları olanların normal popülasyona göre 1.9 kat daha fazla erken doğum yaptıklarını ortaya koyduklarını belirttiler. Ayrıca depresyonun şiddeti arttıkça erken doğum riskinin buna ek olarak 2 kat daha arttığını ifade ettiler. Lİ ve arkadaşları araştırma sonucunda; depresif bulguları olup erken doğum yapan kadınlarda aynı zamanda eğitim düzeyinin düşüklüğü, infertilite öyküsü, şişmanlık ve stresli olaylara daha yaygın rastlandığı vurguladılar.

Hangi Mekanizma ile Tetiklediği Bilinmiyor!

Depresyonun erken doğum riskini hangi mekanizma ile artırdığı ise pek bilinmiyor. Araştırmacılar stresin hormonlar, bağışıklık sistemi ve diğer faktörler üzerindeki etkileri nedeniyle erken doğuma yol açabileceğini belirtiyorlar. Diğer taraftan depresif hamileleri erken doğum riskine iten kötü beslenme ve daha sık sigara içimi gibi eşlik eden faktörleri de hafife almamak gerekiyor.

Doğum Eylemi Neden Erken Başlıyor?

Erken doğum her hamilenin başına gelebiliyor. Çeşitli risk faktörleri bilinmekle birlikte hangi anne adayının erken doğum yapacağı tahmin edilemiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Perinatolog Doç. Dr. İbrahim Bildirici, kadının risk faktörlerini taşımasının mutlaka erken doğum yapacağı anlamına gelmediğini belirterek, "Risk faktörleri sadece bu olasılığın arttığına işaret ediyor. Ancak yine de erken doğum riskine karşı tedbiri hiçbir zaman elden bırakmamak gerekiyor" diyor.
3 grup kadın erken eylem ve doğum için en büyük riske sahip:

1- Daha önce erken doğum yapanlar,
2- İkizler, üçüzler gibi çoğul hamileliği olanlar,
3- Rahim veya rahim ağzı ile ilgili bazı anormallikleri bulunanlar.

Ayrıca yaşam alışkanlıkları ve tıbbi risk faktörleri de erken doğum nedeni olabiliyor.

Yaşam alışkanlıkları: Sigara içmek, alkol kullanmak, stres, uzun süre ayakta kalmayı ya da ağır kaldırmayı gerektiren işlerde çalışmak, bazı toksik etkenlere maruz kalmak ve düzenlik hamilelik takibi yaptırmamak erken doğum nedeni olabiliyor.

Tıbbi risk faktörleri:  Üriner enfeksiyonlar, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, diyabet, yüksek tansiyon, preeklampsi, pıhtılaşma bozuklukları, vajinal kanama, bebeğe ait bazı doğumsal anormallikler, IVF gebelikleri, çok zayıf veya şişman olmak, hamilelikler arasındaki sürenin 6-9 aydan kısa olması, 17 yaşından küçük ya da 35 yaşından büyük hamile kalmak da erken doğuma yol açabiliyor.

Tedavi ile Sağlıklı Sonuçlar Alma Şansı Artıyor

Bebeğin yaşama şansını artırmak için 24-34. haftalar arasında başvuran anne adayına 48 saat süre ile steroid uygulamaları yapılıyor. Bu dönemde gerekirse steroid uygulamaları tamamlanıncaya kadar sancıları durdurmaya yönelik tedaviler uygulanıyor. Eğer sorun idrar yolu enfeksiyonu uygun bir antibiyotik tedavisine başvuruluyor. Bu tedaviler sayesinde de yenidoğan bebeğin yaşama şansı yarı yarıya artıyor.

Erken Doğum Riskinizi Azaltın

Erken doğumların yüzde 50’sinden fazlası hiçbir risk faktörü olmayan anne adaylarında ortaya çıkıyor. Bu nedenle erken doğumların tamamen ortadan kaldırılması pek mümkün gözükmese de riskler azaltılabiliyor.

• Hamilelik öncesi danışmanlık alın,
• İdeal kiloda hamile kalın,
• Düzenli hamilelik takibini yaptırın,
• Ağız ve diş sağlığınızı koruyun,
• Sigarayı bırakın ve alkolden uzak durun,
• Kafeinli içecekleri azaltın,
• Günde en az 8 bardak su için,
• Mümkünse günde 6 saatten fazla ayakta kalmayın,
• Ağır kaldırmaktan sakının,
• Daha önce erken doğum öykünüz varsa riskli gebelikler uzmanına (perinatolog) başvurun,
• Genital sistem ve idrar yolları enfeksiyonlarına karşı önlem alın.

Erken Doğan Bebekleri Bekleyen Riskler

• Solunum sıkıntısı,
• Ölümcül olabilen respiratuar distres sendromu,
• Kafa içi kanamalar,
• Bağırsak problemleri,
• Hayatı tehdit eden enfeksiyonlara yatkınlık,
• Yenidoğan sarılığı,
• Yeterince gelişmemiş organ ve organ sistemleri,
• Artmış serebral palsi (spastisite) riski,
• Uzun süre yoğun bakım gerekliliği,
• İlerleyen dönemde öğrenme ve gelişimsel problemler.

Bebekleri Nasıl ve Ne Kadar Uyutmalı?

Bebeğinizi melek gibi uyurken izlemek kadar huzur verici ne olabilir ki? Peki hem bebeğiniz hem de kendiniz için sağlıklı bir uyku düzenini nasıl kurabilirsiniz? İşte yanıtı...

Bebeğiniz Nerede Uyuyacak?

İlk aylarda bebeğinizi yakınınızda uyutmak isteyebilirsiniz. Hem sık beslenmesi gerektiğinden hem de gözünüzün önünde olması endişelerinizi azaltacağından bu en akılcı yoldur.

Sepet: Her yere taşıyabileceğiniz bir bebek sepeti ilk aylar için tercih edilebilir.

Bebek Yatağı: Yada tercihiniz bir bebek yatağı olabilir, ilk aylarda yatağınızın yanına koyabilir daha sonra bebek odasına taşıyabilirsiniz. Önceleri bebeğiniz içinde küçücük kalabilir ama hızla yatağı dolduracaktır. İki-üç yaşına gelip artık sığmayana kadar bu yatağı kullanabilirsiniz.

Kendi Yatağınız: Bebeğinizi kendi yatağınızda da yatırabilirsiniz. Özellikle emziren anneler için bu gece beslenmesini kolaylaştıracak, eşinize de bebeğiyle yakınlaşma fırsatı yaratacaktır. Fakat çok yorgunken, alkollüyken veya uyku verici ilaç kullanırken bebeğinizi yatağınıza almak riskli olabilir. Yatak örtüleri ve yastıklarınızın bebeğinizin üzerini örtmemesine de dikkat etmelisiniz.

Bebeğinize Yatak Takımı Seçerken...

- Bebeğinizin döşeğinin yatağa uygun boyda, sert ve kolay temizlenir olması gerekir.
- Üç- dört tane koton çarşaf ve üç-dört tane koton battaniye bulundurun.
- Bebeğin uyurken hava almasını engelleyebilecek yorgan, yastık, yatak örtüsü gibi aksesuarları bebek uyurken yatakta bulundurmayın.

Bebeği Ne Tarafa Yatırmalı?

- Bebeğinizi sırt üstü ayakları yatağının veya sepetinin ayak ucuna gelecek şekilde yatırın böylece battaniyenin altına doğru kayamayacaktır.
- Odanın çok sıcak olmamasına dikkat edin, uyurken oda sıcaklığını 18-20 derece dolayında tutmaya çalışın.
- Battaniyeyi omuz seviyesinde döşeğin altına, bebeğin yüzünü örtemeyecek şekilde sıkıştırın.

Bebeği Nasıl Uyutmalı?

Bebeğinizin doğru uyku alışkanlıklarını şimdiden edinmesi ileride karşılaşabileceğiniz uyku problemlerinin birçoğunu önleyecektir. İlk aylardan bebekler günün çoğunu uykuda geçirir, uykuya kendi kendine geçmeyi bu dönemde öğretmeye başlayabilirsiniz.

- Emerken uykuya dalarsa omzunuza alıp sırtını sıvazlayarak yavaşça uyandırın
- Uykulu halde fakat uykuya dalmadan önce yatağına yatırın
- Üstünü örtüp kendi kendine uykuya geçmesini bekleyin. Böylece ileride gece uykusu bölündüğünde uykulu halde yatağında olması uykuya geçmesi için yeterli olacak; uyuyabilmek için emmeye veya sallanmaya ihtiyacı olmayacaktır.

Bebek Ne Kadar Uyumalı?

Bebeğinizin dinlenmek ve büyümek için yeterli süre uyuması gereklidir ama her bebeğin uyku düzeni farklıdır. Bebeğiniz huzurluysa ve büyüyorsa uyku saatlerini diğer bebeklerle karşılaştırıp, endişelenmeniz gereksizdir. Yenidoğan bir bebek genellikle günün 17 saatini uykuda geçirir (gündüz 8 saat, gece 9  saat kadar). İki aylık bir bebekte bu 3-4 saat gündüz, 12 saat gece olmak üzere 15-16 saate iner.

(Group Florence Nightingale Hastaneleri)

Cilt Lekeleriyle Savaşmak Mümkün

Kimi zaman güneş, kimi zaman hormonlar nedeniyle birçok etken cildimizi tehdit ediyor ve leke oluşumuna sebep oluyor. Hepsinin oluşum nedenleri birbirinden farklı ancak, bilinçli koruma ve doğru tedavi yöntemiyle bütün bunlarla savaşmak mümkün.

Çiller, güneş lekeleri (lentigo), hamilelik lekeleri (melasma), bazı iyi huylu cilt benleri, melanom... Bu lekeler, hem görüntü açısından sorunlara neden oluyor hem de sağlık açısından risk oluşturabiliyor. Neolife Tıp Merkezi Dermatoloji Uzmanı Hasibe Müzeyyen Özkılıç, lekelerden korunmak için ilk şartın kesinlikle güneşten korunmanın olduğunu önemle hatırlatıyor. Özkılıç, uygun bir güneş koruma ürünü kullanılmadığı takdirde lekeleri gidermek amacıyla yapılacak diğer tüm çabaların iyi sonuç veremeyeceğini ve ciltteki lekelerin tümünün tamamen tedavi edilemeyeceğini belirtiyor.

Cilt renginden daha koyu lekelerin soldurma veya soyma şeklinde tedavi olabileceğini aktaran Hasibe Müzeyyen Özkılıç, deriden açık renkli bir lekede ise yeniden renklendirme için lokal veya sistemik tedavinin düzenlendiğini ifade ediyor. Aktinik keratoz olarak adlandırılan kronik güneş hasarında ilaç ya da elektrokoterizasyon tedavisi tercih ediliyor.
Genetik ya da güneşle birlikte artan çillenmede ise güneşten korunma ve kötü huylu olabilme olasılığına karşı lekenin takibi öneriliyor.

Tedaviye karşı oldukça dirençli olan pigment birikimlerinde tedavi süresinin uzun sürdüğüne dikkat çeken Özkılıç, son yıllarda tedavide lazerin kullanıldığını ancak sonuçların her zaman istenilen ve hayal edilen ölçüde yüz güldürücü olmadığını söylüyor. Örneğin, halk arasında şarap lekesi olarak bilinen ve yüzün büyük bölümünü kaplayan oluşumlarda lazer tedavisinin umut vaad etmekle birlikte yine de lekelerin tamamen iyileşmesinin söz konusu olmadığını belirtiyor.

Tedavi planlamasında lekenin türü kadar, mevsim de önemli. Leke soldurmada kullanılan ilaçlar güneş ışığına karşı duyarlı olduğundan tedavi, lokal alerjiler nedeniyle güneşin en az olduğu mevsimde planlanıyor. Beyaz lekelerin renklendirmesinde ise aksine, güneş ışığına ihtiyaç duyuluyor. Açık renk lekelerde tedavinin en uygun olduğu mevsim, ışının çok kuvvetli olmadığı ama yeterince dik geldiği bahar ayları. Tedavinin etkinliği açısından koyu lekelerin tedavisi kış aylarında, açık renkli olanların ise ilkbahar ve sonbaharda yapılıyor.

Yaşlıların En Önemli Sorunu...

Kalça kırıkları yaşlılığa bağlı ortaya çıkan problemlerin başında geliyor ve acil tedavi edilemediğinde kısa bir süre içinde hastanın yaşamına mal olabiliyor. 

İstatistiklere göre, kadınlarda osteoporoza bağlı kalça kırıkları hala ölüm nedenlerinde ilk sıralarda yer buluyor. Kalça kırıkları osteoporozun da etkisiyle 2/3 oranında kadınlarda daha fazla görülürken, erkeklerde 1/3 oranında ortaya çıkıyor.

Anadolu Sağlık Merkezi Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı Prof. Dr. Ahmet Kıral, teknolojinin gelişmesinden en çok faydalanan alanlardan birinin de eklem protezleri ameliyatları olduğuna dikkat çekiyor.  Prof. Dr. Kıral, riskleri en aza indirmek için, gündelik yaşantıda mümkün olduğu kadar düşmeleri önleyici tedbirler almanın da kırıklarda son derece önem taşıdığına işaret ediyor.

Kalça Protezi Ayağa Kaldırıyor

Kalça kırığı tedavisinde protezlere başvuruluyor. Hangi protezin kullanılacağı ise hastanın yaşına ve kemik yoğunluğuna göre değişiyor. Kalça kırığının oluştuğu durumlarda hastaya mümkün olduğunca kısa süre içinde protez uygulanarak ayağa kalkmasının sağlandığını söyleyen Prof. Dr. Kıral, son yıllarda yaşanan gelişmelerle ilgili şunları anlatıyor:

“Eklem protezi ameliyatlarının yapılamadığı yıllarda şiddetli ağrı ve hareket kısıtlılığı nedeniyle hastaların hareket özgürlükleri ileri derecede sınırlanırdı. Günümüzde ise başarılı bir kalça veya diz protezi ameliyatı geçiren bir hasta yaşamını tamamen ağrısız ve bazı sportif aktiviteler dahil hemen hemen tüm işlerini rahatlıkla yapabilecek bir şekilde devam ettirebilir.

Protez cerrahisinin, günümüzde, ortopedinin en yüz güldürücü ve en sık yapılan ameliyatlarından biri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kıral, şu bilgileri veriyor:

“Bir yıl içinde ABD’de yaklaşık 900 bin kalça ve diz protezi ameliyatı yapılmaktadır. Bu sayılar 90’lı yıllar ile karşılaştırıldığında 2 kat artış göstermiştir. Ülkemizde ise sağlıklı veriler olmamakla birlikte yılda toplam 25 bin - 30 bin kalça ve diz protezi ameliyatı yapıldığı bilinmektedir.Nüfusumuzu ABD ile karşılaştırdığımızda, bu sayının çok düşük olduğu görülmektedir.”

Ameliyat Sonrası...

Bu ameliyatlar sonrasında hastalarda kalça ağrılarının tama yakın geçtiğini işaret eden Prof. Dr. Kıral, ameliyat sonrasıyla ilgili de şu bilgileri veriyor:
“Her hasta için farklı olmakla birlikte 6-8 hafta sonra bağımsız olarak sokağa çıkılabilir; yürüme, merdiven inip çıkma gibi günlük aktiviteler tamamen normal olarak yapılabilir; araba kullanılabilir; yüzme, golf, yürüyüş gibi sporlar yapılabilir; egzersiz bisikleti kullanılabilir. Tenis, futbol, basketbol gibi sporlar uygun değildir.”

Bunlara Dikkat!

• Yaşlıların yatağının ucunda mutlaka sehpa lambası olmalı.
• Geceleri yatak odası ile banyo arasının iyi ışıklandırılmış olması gerekiyor. Ayrıca yaşlıların banyosunda mümkün olduğunca küvet olmamalı. Kaygan zeminlerde kullanılan malzemelere dikkat edilmeli.
• Eğer evde basamaklı bir yer varsa buraların da açık renk halıyla döşenmeli ve aydınlatılması da iyi yapılmalı.
• Salon, oturma odası gibi ortamlarda ortalıkla sehpa, gazetelik gibi eşyalar mümkün olduğu kadar yer almamalı. Takılıp düşmeleri önlemek için de ortalıkta elektronik eşyaların kabloları olmamalı.
• Mutfakta zemin kaygansa bunun için önlem alınmalı. Ayrıca herhangi bir nedenle yere kaygan bir madde döküldüğünde hemen silinmeli.
• Kullandıkları ayakkabı ve terliklerin kaymayacak özellikte olmasına özen gösterilmeli. Halılar kaymayacak şekilde desteklenmeli.

26 Kasım 2012 Pazartesi

Anne olma şansınızı arttırın

İşte anne, baba olmak isteyen eşler için mini bir rehber.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Numan Bayazıt anne ve baba olmak isteyen eşler için mini bir rehber hazırladı.

1. Kilonuzu Kontrol Altında Tutunuz

Aşırı şişmanlık ya da zayıflık adet düzenini bozar. Östrojen hormonunun büyük kısmı başka hormonların yağ dokusunda dönüştürülmesi ile ortaya çıkar. Bu dengenin en iyi işlediği vücut ağırlığı ve yağ kitlesi oranı yüzde 17-21'dir. Aksi durumlarda östrojen seviyesi artar ya da azalır.

2. Sigarayı Bırakınız

Sigaranın etkileri çok iyi bilinmesine karşın sigara kullanım alışkanlığı halen yüksek. Oysa sigaranın sperm sayısını yüzde 17 kadar düşürdüğü bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Sigara, kadınlarda sadece hamile kalmayı geciktirmekle kalmaz; düşüklere de neden olur. Sigara alışkanlığı olan kadınların infertilite tedavisine başlamaları halinde ihtiyaç duyulan ilaç miktarı da içmeyenlere göre fazla olur.

3. Egzersiz Yapın

Günlük hafif egzersiz beden ve zihin sağlığını korumanın en kolay yoludur. Hamilelikte yürümek, bisiklete binmek, yüzmek ve aerobik ideal sporlar arasındadır. Spor sayesinde yağlar yakılır, stres seviyesi düşer ve hormonal işleyiş düzelir. Ancak aşırı egzersizin de yumurtlama ve adet düzenini bozduğunu unutmamak gerekir.

4. Sağlıklı Besleniniz

Sağlıklı beslenmek ideal vücut ağırlığını koruyup hormonal seviyelerin normal düzeylerde seyretmesini sağlar. Yiyecek seçiminde antioksidan ve özellikle vitamin C ve E'den zengin olanlar tercih etmekte fayda var. Bu yiyecekler erkeklerde sperm sayı ve hareketlerini olumlu etkiler. Aşırı yağ kitlesinin yumurtlama düzenini bozma nedenlerinden biride insülin salgısının artmasıdır.

5. Doğru Zamanda İlişkiye Giriniz

Yumurtlamayı takiben yumurtanın döllenebilme süresi 24-48 saat spermin dölleyebilme süresi ise 72 saattir. Bu nedenle ilişki zamanlamasına dikkat etmek gerekir. Kadınlar bekledikleri adetten 14 gün önce yumurtlar. Gebelik olasılığının en yüksek olduğu ilişki yumurtlamadan önceki birkaç gün içinde gerçekleşendir. Böylece yumurtlama olduğunda spermle karşılaşma olasılığı artar. Olasılığı artırmak için iki üç günde bir ilişkiye girmek yeterli.

Sevgilinizi kendinize benzetmeyin!

Erkek arkadaşınıza sosyal hayatta kız arkadaşınızmış gibi davranmanız uzun vadede ilişkinizi olumsuz yönde etkileyebilir.


Sinirlenip isyan bayrağını indirmeden önce işte almanız gereken önlemler.

Sevgilinizle spor salonunda buluştunuz varsayalım. Onu sizinle birlikte aerobik dersine girmeye ikna ettiniz. Sonra eve gidip şu sıralar çok popüler olan romantik diziyi izlerken en sevdiğiniz restorandan vejetaryen yemekleri sipariş ettiniz. Onu sağlıklı yemek yeme konusunda daha önce ikna ettiğinizden, yine sesini çıkarmadı. Kulağa çok güzel, hatta muhteşem bir program gibi geliyor, değil mi?

Bütün bu saydıklarımız kendi başına zararsız şeyler gibi gözükse de, erkek arkaşınızı yavaş yavaş kadınsılaştırıyor olabilirsiniz. Psikologlar "Günden güne daha çok kadın sevgilisine yakın kız arkadaşı gibi davranıyor ve daha çok erkek kadınsal aktivitelere katılmaya boyun eğiyor. Dola¬yısıyla cinsiyetler arasındaki ayırım gitgide daha az belirgin bir hale geliyor" diyor.

Sınırları çok zorlayıp, fazla ileri gitmemek gerekiyor: Stony Brook Üniversitesi'nde yapılan yeni bir araştırma, romantik bir aşk yaşadığını söyleyen çiftlerin, arkadaş gibi olduklarını itiraf eden çiftlere oranla çok daha mutlu olduklarını gösteriyor.

Erkek arkadaşlarını kendisine benzetmeye başlayan kadınların artışının sebeplerini araştırdık, işte bu konuda yapılması gerekenler...

Neden sevgilinizin kız arkadaşınız gibi davranmasını istiyorsunuz?

Psikoterapist Jo Ann Magdoff "Kadınlar, arkadaşlarıyla erkeklere kıyasla daha çok şey paylaştıklarından çok yakın ilişkiler yaşıyorlar. Bu yüzden içten içe arkadaşlarıyla yapmaktan keyif aldıkları şevleri sevgilileriyle de yapmak istiyorlar. Aslında arkadaşla ve sevgiliyle kurulan ilişki temelde benzer yakınlıktadır ve bu nedenle karıştırılabilir" diyor. Son zamanlarda yakın arkadaşken ilişki yaşamaya başlayan çiftlerin artması da buna -farklı boyutta da olsa- bir örnek olarak gösterilebilir. Sıkça duyduğumuz "O sadece hayatımın aşkı değil, aynı zamanda en yakın arkadaşım" cümlesi burada çok daha büyük anlam kazanıyor.

Bütün bu düşünceler, bizi her şeyi sevgilimizle birlikte yapmaya itiyor. Eğer pilates yapıyorsanız, ikili derslerde size eşlik etmesini istiyorsunuz. Fransız filmlerinden hoşlanıyorsanız, sevdiğiniz erkeğin en duygusal sahnede elinizi tutmasını hayal ediyorsunuz.

Sevgilinizle bu derece sağlam bir ilişki kurmak istemeniz doğal. Ama bir kız arkadaşınızla aranızdaki yakınlık derecesiyle erkek arkadaşınızla yaşadıklarınız arasında büyük bir fark olduğunu hatırlatmalıyız (seksi saymıyoruz bile!).

Magdoff'a göre, kadınların erkek arkadaşlarıyla çok yakın olmak istemelerinin sebebi, evlilik hayali kurmaları: Evlendiklerinde her şeyden birlikte keyif almak önem kazanıyor. Gelecekle ilgili planlarının örtüşmesi gerektiğini düşünüyorlar, örneğin birisi şehrin enerjisinden hoşlanırken, diğeri sakin bir hayat sürmenin hayalini kuruyorsa gelecekte sorun yaşanmasını önlemek için ortak bir noktada buluşulması, bunun için çaba harcanması gerekebilir.

Size ayak uydurmasının sebebi ne olabilir?

Bu konuda birkaç önemli bileşen sayabiliriz. Sevgilinizin kendisine göre önemsiz olan bazı şeyleri gözardı etme olasılığı vardır ama bu onun duyarsız olduğu anlamına gelmez. Örneğin ona "Bu bluzu giyince belimdeki yağlar belli oluyor mu?" diye sormanız veya her zaman gitmekten hoşlandığı hamburgerci yerine yeni keşfettiğiniz şık restorana gitmek için ona baskı yapmanız size sorun gibi gözükmeyebilir. Ama küçük şeyler birikerek çoğaldığında ilişkinizi etkileyecek boyutlara gelebilir.

Diğer bir faktör ise, erkeklerin özellikle ilişkinin başında sizi mutlu etmeyi amaç edinmiş olmalarıdır. Son zamanlarda erkekler her programa evet diyor, çünkü planları hep kadınlar yapıyor ve ilişkide sosyal yönetmen rolünü oynuyorlar. Erkekler de sizi hayal kırıklığına uğratmamak veya sorun yaşamamak için fikirlerinize karşı gelmemeyi tercih ediyorlar. Bu da şu anlama geliyor; bir pazar günü "Kızlarla birlikte brunch'a gidelim" dediğinizde size olumlu cevap vermek kolaylarına geliyor ama siz yine de uzun vadede bundan sıkılabileceklerini unutmamaya çalışın.

Bazı erkekler ise bu tip "kız kıza" aktivitelere katılmazlarsa sizinle görülemeyeceklerini düşünüyorlar. Dr. Holstein'a göre, kadınlar hayatlarına bir erkek girdiğinde yaşam tarzlarını pek de değiştirmek istemiyorlar. Hatta ilişki yaşadıkları için her zaman yaptıkları şeylerden vazgeçmeyi de kabul etmiyorlar. Günümüzde tüm kadınların yoğun bir hayatı var ve sevgilisi olduğunda kimse sevdiği şeylerden fedakarlık etmek istemiyor. Alışkanlıklardan kolay kolay vazgeçilmeyince, erkekler de doğal olarak tüm planlara dahil olmak zorunda kalıyorlar.

Uzun vadede oluşan hasarlar

İlk hasar; sevgilinizin testosteron seviyesinin dibe vurmasıdır. Durumunuzun tam tersini düşünün: Sevgiliniz her hafta sonu birlikte tüm maçları izlemek istese ne yaparsınız? Ya da sizi sürekli erkek arkadaşlarıyla yaptığı programlara dahil etse? İçinizdeki kadının elinizden alındığını hissetmez misiniz? Onun için de durum pek farkIı değil. O da kız arkadaşlarınıza katıldığında feminenleşmeye başlasa da bunu pek çaktırmaz. Tabii ki bazı erkekler alışverişe gittiğinizde size hangi elbiseyi alacağınız konusunda danışmanlık yapmaktan hoşlanırlar. Ama bu, maalesef bütün erkekler için geçerli değildir. Bir süre sonra sıkıntıdan patlayıp size kızabileceğini unutmayın.

Bütün bunlara ek olarak, her şeyi paylaştığınız sevgilinizle aranızdaki gizemi de kaybedebilirsiniz. Bunun sonrasında ise romantik bir çift yerine, çok yakın iki arkadaş olur çıkarsınız. Dr. Holstein bu konuyla ilgili şöyle bir tavsiyede bulunuyor: "İlişkilerde arada biraz mesafe olmalı. Dişilik, erkekler için gizemli ve cezbedicidir. Farklılıklarınız, ilişkinizdeki heyecanı ve çekimi devamlı kılar." Yani diğer bir deyişle, çok fazla yakınlık aşka karşı bir tehdit unsurudur. Hayatlarınız iyice birbirinin içine geçtiğinde ortada merak uyandıracak hiçbir şey kalmaz. Dolayısıyla ilişkinizdeki tutku da ortadan kaybolur.

Durumu tersine çevirin!

Filmi geri sarıp ona "erkekliğini" geri verebilirsiniz. Öncelikle kızlarla ve sevgilinizle birlikte geçirdiğiniz zamanların arasına bir çizgi çekin. Magdoff, içgüdülerinizi kullanıp bazı sınırlar oluşturmanızı tavsiye ediyor. Sevgiliniz size bir aktivitede eşlik ederken kendinizi garip hissediyor veya onu eskisi kadar arzulamadığınızı fark ediyorsanız hemen ortam değiştirin. Hem kadının hem erkeğin gerçekleştirebileceği programlar yapın.

Kendi ilgi alanlarınızın peşinden gitmeniz de çok önemli. Kerner "Size özel bir şeylerinizin olması, çift olarak yakınlaşmanızı sağlar. Gizem, ilişkinizi daha yoğun yaşamanıza olanak veren en önemli etkenlerden biridir" diyor.

Şimdi sevgilinizden biraz uzaklaşın ve bir pasta yapımı kursuna kaydolun, onunla tatile çıkmak yerine ailenizle çocukluğunuzda yaptığınız gibi bir tatil köyüne gidin veya hafta sonunuzu kız arkadaşlarınıza ayırın. Ama kendiniz için bir şeyler yaparken sevgilinizi ve ilişkinizi ihmal etmeyin. Hayatınızda erkek arkadaşınız için de yer açmanız önemlidir. Ara sıra başbaşa programlar yapın ve örneğin indirim zamanlarında alışveriş merkezlerinde kendinizi kaybetmek yerine başbaşa uzun yürüyüşler yapmayı deneyin.

Özetle; özel hayatınızı dengeli bir şekilde ikiye ayırın. İlişkinizi daha mutlu kılmak için paylaşabileceğiniz yepyeni alışkanlıklar yaratın. Bu şekilde aranızdaki bağı daha da kuvvetlendirirken, ilişkinizin heyecanını da artırabilirsiniz.

YAPMAMASINI dilediğiniz şeyler

• Siyah noktalarını temizlemek için burnuna bant takması ve cildine maske uygulaması.
• Enstrümantal parçalar dinlerken dans etmesi.
• Peynirsiz, etsiz veya yumurtasız bir salata sipariş edip, yağsız olmasını rica etmesi.
• Battaniyeye iyice sarılıp televizyonun karşısında oturması.
• Bir pilates DVD'si satın alıp karşısında ter dökmesi.
• Radyoda çalan Lady Gaga şarkısına eşlik etmesi.
• Brownie yaparken önlük ve eldiven takması.
• Sivilcesini kapatıcıyla saklaması.
• Paris Hilton'un yazdığı kitabı çok dikkatli bir şekilde okuması.
• Kız arkadaşlarınızla görüşmek için program yapmanızı istemesi.
• Karnındaki ya da çenesinin altındaki yağları aldırmaya karar vermesi.

ERKEKSİ BULUŞMA ÖNERİLERİ

Pizza yiyin. Her hafta değişik bir pizzacıya gidip farklı tatlar deneyin. Bir hafta ince, diğer hafta kalın hamurlu, başka bir zamanda da farklı malzemeli pizzalar tadıp yediklerinize puan verin.

Köpek alışverişine çıkın. Bir köpek almayı düşünmüyor olsanız bile, onlarla oynamak size iyi gelecektir. Yaşadığınız şehirdeki hayvan barınaklarını ziyaret edebilirsiniz.

Kaçamak yapın. İşten izin alın ve birlikte sinemaya gidin. Sonrasında sahilde veya bir parkta yürüyün. Akşam eve yemek getirtebilir veya dışarıda bir yerde yiyebilirsiniz.

Snowboard dersi alın. Kaymayı bilmediğinizi söyleyerek dağ tatilinizi ertelemeyin. Sevgiliniz kayak yapabiliyorsa ondan, eğer o da bilmiyorsa bir özel hocadan ders alabilirsiniz. Sonrasında sıcak kakaonuz sizi bekliyor olacak.

En sevdiği oyunu size öğretmesine izin verin. PlayStation oynadığında ona sinir olmak yerine, rekabete girişebilirsiniz.

Birlikte yemek yapın. Tatlı olarak fondu hazırlayın. Çoğu erkek buna bayılır.

Bir futbol maçına gidin. Statta köfte-ekmek veya sosisli sandviç yiyin. Onunla birlikte tezahürat yapmayı da ihmal etmeyiniz.

Sağlığınız için detaylar!

Önemli olan vücudunuzun neye ihtiyacı olduğunu bilmek ve ona göre yaşamak...

Formda ve sağlıklı bir hayat için genel geçer kurallara uymak zorunda değilsiniz. Önemli olan vücudunuzun neye ihtiyacı olduğunu bilmek ve ona göre yaşamak

Doğru beslenmenin, spor yapmanın ve düzenli uykunun kaliteli bir hayat sürebilmek için ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Ama sürekli bunları uygulamak çok zor. Comsopolitan dergisinin derlediği bilgilere göz atarsanız, sağlıklı bir hayat sürmenin daha basit yolları olduğunu da göreceksiniz.

SUSUZLUĞA DİKKAT!
Su, metabolizmayı hızlandırır ve organların rahat çalışmasına yardımcı olur. Ama günde sekiz bardak su içilmesi gerektiği fikri yıllarca doktorlar tarafından bize empoze edilmiş olabilir mi? New Yorklu kadın sağlığı uzmanı Holly Phillips, su içme konusundaki en ideal değerleri nasıl anlayabileceğimizi şöyle anlatıyor: "Su ya da diğer sıvıları içerken boğazınıza yoğunlaşın. Boğazınızdaki kuruluk hissi sizi yönlendirecektir.'' Bu nedenle bütün bir günü çok fazla su içmeden geçirirseniz sakın kendinizi kötü hissetmeyin. Çünkü susuzluk hissetmediğinize göre büyük ihtimalle farkında olmadan yüksek su oranı içeren yiyeceklerle susuzluk ihtiyacınızı gidermişsinizdir.

SPOR TUTKUSU
Bundan önceki sağlık kongrelerinden çıkan sonuçlara göre 'sıkı' bir vücut için bir haftada toplam beş saat egzersiz yapmak gerektiği iddia edilmişti. Sene başında yapılan yeni bir araştırmada ise kadınların ideal vücut ölçülerinde sabit kalabilmek için günde 60 dakikalarını spora ayırmaları gerektiği kanıtlandı. Hemen ümitsizliğe kapılmayın çünkü çok kilolu değilseniz günde sadece yarım saat egzersiz yaparak formda kalmanız mümkün. Üstelik bunun için spor merkezine gitmenize de gerek yok. Ev işleri yaparken ya da merdiven çıkarken bile kalori yakma süreci devam eder.

Sabah