29 Ağustos 2013 Perşembe

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ÇAĞRI MERKEZİ KURULDU

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde muayene olmak isteyen hastaların çağrı merkezini arayarak sıra alınabileceğini söyleyen Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, hem randevu kapasitemiz hem hizmet kalitemiz hem de hasta memnuniyeti oranlarının arttığını belirtti. 

Üniversite hastanelerinde muayene olmak isteyen hastaların sabah erkenden uzun kuyruklar oluşturduğu dönemler Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde artık sonra eriyor. Randevu almak isteyen hastalara çağrı merkezi hizmeti başlattıklarını belirten Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, “Hastanelerimizde çağrı merkezi oluşturduk. Çağrı merkezi ile artık çok rahat randevu alınması mümkün. 508 3 508 numaralı telefon sayesinde, insanlar artık sabah 5’te gelip sıraya girmiyorlar, böylece sabah saatlerindeki yoğunluk yaşanmıyor. Öte yandan bu sistem sayesinde randevu kapasitemiz, hasta memnuniyetimiz ve hizmet kalitemiz arttı” dedi. 

Üniversite Mensuplarına “440 5 946” Çağrı Merkezi
Üniversitenin de çağrı merkezini oluşturduklarını kaydeden Prof. Dr. Erkan İbiş, “440 5 946 numaralı telefon, üniversite mensuplarına ve halka yönlendirme anlamında hizmet veriyor. Acil bir durum olduğunda, öğretim görevlisine merkezimiz yardım ediyor” diye konuştu.

Med-Index

28 Ağustos 2013 Çarşamba

GAZİ TIPTA AKILCI İLAÇ KULLANIMI STAJI VERİLİYOR

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde 5. Sınıf öğrencileri, “Akılcı İlaç” stajı alarak, doğru reçete yazmayı ve ilaç seçiminde dikkat edilmesi gereken kuralların eğitimini alıyor.

Gazi Üniversitesi Tıp fakültesinde 5. sınıf öğrencileri akılcı ilaç kullanımı eğitimi alıyorlar. Simüle hastaların üzerinde hastalıklar ve tedaviler hakkında verilen bilgileri yer alıyor. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zafer Güney, bir hafta süren stajda öğrencilere, ilk derste reçete yazma sınavı yapıldığını söyledi. Hastalıklar ve uygun ilaç seçimi hakkında bilgi verildiği ve bitirme sınavı ile stajın tamamlandığını kaydeden Güney, “Bu zamana kadar 600 öğrenciye verilen eğitimde, Dünya Sağlık Örgütünün yayınlamış olduğu akılcı ilaç kullanımı ile ilgili prensipleri ve bunların reçetede nasıl uygulanması gerektiğini anlatılıyor. Reçete yazarken nelere dikkat ediliyor. Öğrencilere mezun oldukları zaman sık karşılaşacakları hastalıklarla ilgili bilgi veriliyor. Hipertansiyon, sistit ve osteoartrit gibi sık karşılaşılan hastalıkların tedavi sürecinde doğru ilaç seçimini anlatıyoruz.” 

Reçete yazma yetkisinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Güney, “Yeni düzenlemeleri izlemek gerekiyor. Hangi ilaçların birinci, ikinci ve üçüncü basamak ilaçları olduğunu bilmek durumundayız” dedi. 

“Eğitimin Planlanmasında Görev Alan Bir Kurulumuz Var”
Bu kurulda yer alan tüm hocalar Akılcı İlaç Kullanımı konusunda çok deneyimli ve çok emekleri geçti. Kurulda yer alan tüm hocalara ve staj eğitiminde değerli desteklerini esirgemeyen herkese çok teşekkür ederim. 

“Kanıtı ve Kaynakları Kullanarak İlaç Verirken Nelere Dikkat Etmesi Gerektiğini Anlatıyoruz”
2006 -2007 eğitim öğretim yılından beri klinisyenlerle ortak eğitim verdiklerini belirten Güney, “Olgular veriyoruz, tanısı belli olan hastaya hangi ilaçları yazacaklarını soruyoruz. Kanıtı ve kaynakları kullanarak ilaç verirken nelere dikkat etmesi gerektiğini anlatıyoruz.” 

“Hangi Uzmanlık Alanında Olursanız Olun, Mutlaka Farmakokinetik Özelliklerini Bilmelisiniz”
Hastayı doğru bilgilendirmek çok önemlidir. Hastanın o anda kullandığı ilaçların listesini edinmek, ilaç etkileşimleri açısından son derece dikkat edilmesi gereken bir konudur. Hangi uzmanlık alanında olursanız olun, mutlaka ilacın farmakokinetik özelliklerini bilmelisiniz. İlaç nerede emildiğini ve nerede dağıldığını ilaç yazarken düşünmelisiniz” diye konuştu. 

Med-Index

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Dr. Mehmet Öz'den Dümdüz bir karın için 7 yol

1. Acı biber salçasıyla

Metabolizmanızı yeniden canlandırın Göbek yağlarınızı yok etmenin ilk adımı metabolizmanızı yeniden canlandırmak. Bedeninizin yağ yakma motorlarını acı biber salçası yiyerek ateşleyebilirsiniz. Bu çeşni, biberlerin acısına sebep olan ve yedikten sonraki 30 dakika boyunca metabolizmayı yüzde 20 hızlandıran bir kimyasal olan capsaicin içeriyor. Her sabah iki yemek kaşığı acı biber salçası yiyerek bu etkiden siz de yararlanabilirsiniz.


2. Yağ hücrelerinizi yeşil çayla küçültün


Organlarınızı kaplayan yağa omentum denir. Bu en tehlikeli yağdır çünkü tüm bedeninizde yanma yaratabilir. Omentumu oluşturan yağ hücreleri bedeninize daha fazla yağ girdikçe çoğalmazlar, bunun yerine genişler ve büyürler. Bu hücrelerin içindeki yağı boşaltarak büyümeleriyle mücadele edebilir ve göbeğinizi küçültebilirsiniz. Catechin ve CLA bir arada çalışarak bu aşamayı tetikler. CLA, bileşik linoleik asit anlamına gelir. Yağı azalttığı ve ince vücut ağırlığını arttırdığı görülmüştür. CLA, hücrelerinizin yağ bırakma işlemini düzenleyerek çalışır. Ek olarak, catechinler bedeninizin yağ yakmasını sağlar. Birlikte çalıştıklarında bu kimyasallar göbeğinizdeki yağı hedef almaya yardımcı oluyor. Catechinler yeşil çaydan alınabilir. Azami fayda sağlamak için her sabah iki fincan yeterli. Çayın 20 dakika demlenmesini bekleyin ve ılık için. Acı tadını sevmiyorsanız doğal tatlandırıcı katabilirsiniz. CLA, yemeklere ilave edilebilecek şekilde bulunabilir. Günlük 3 bin 400 mg yeterli.

3. Akasya tozuyla açlığınızı öldürün

Bu, göbek eritici kimyasalsız bir diyet hapına benziyor! Toz akasya ağacının kabuğunda bulunuyor ve aslında sallayıp dökebileceğiniz bir fiber. Yemeklerinizin üzerine serpin ve sizi tok tutmaya yardımcı olacak ve siz de daha az yiyeceksiniz. Yemeğiniz yanında büyük bir bardak su içmeyi unutmayın.

 



4. Sindirim yolunuzu turşuyla arındırın

Bağırsaklarınızda birçok çeşit bakteri bulunur. Bazı tipleri iyi ve sindirimimize yardım ediyor. Bazılarıysa kötü tipli. İyi ve kötü bakteri miktarı yediklerinize bağlı. Yanlış çeşit yemekler yemek bağırsakta kötü bakterilerin fazla büyümesine izin vererek bağırsak duvarlarınızda yanma yapabilir ve şişmeye yol açar. Yeni araştırmalar bakterilerin karın yağlarını da etkilediğini gösteriyor. Salatalık turşusu atıştırarak kötü bakterilerle mücadele edebilirsiniz. Bu gıdada bağırsaktaki zararlı büyümeleri önleyen ve yanmaları azaltan probiyotikler var. Düşük-tuzlu seçtiğinizden emin olun. Salatalık turşusu sevmiyorsanız aynı yararları lahana turşusundan da sağlayabilirsiniz.


5. Stresi azaltın

Vücudunuzun strese tepkilerinden biri de ekstra kalori depolamak. Özellikle de karnınızda. Günde 110 gram kırmızı şarap içerek stres hormonu olan kortizolu azaltabilirsiniz. Araştırmalar günün sonunda içilen bir kadehin gevşemenize yardımcı olarak stres seviyelerinizi düşürdüğünü gösteriyor. Ayrıca, yanmayı azaltan antioksidanlarla dolu.

 

6. Karın egzersizi yapın 

Karın egzersizi yaparken unutmamanız gereken bir şey var: Yüzünüz morarana kadar mekik yapabilir ama yine de istediğiniz sonuçları göremeyebilirsiniz. Karnınızı gerçekten sıkılaştırmanın tek yolu bu çabaları kardiyoyla birleştirmek.

 

 

7. Sulu gıdalar yiyin

Şişmeyle mücadelede diyetinize ıslak gıdaları katmak için aşağıdaki yemek planını kullanın:


* Kahvaltı

Acı biber salçası kahvaltınızı göbek eritici suyla birleştirin. Bir sürahi suya başlayın ve limon, kavun, nane ve böğürtlen ekleyin. Bu içecekten gün boyu yudumlayabilirsiniz


* Öğle yemeği

Doğranmış beyaz lahana ya da büyük marul yaprakları arasında salsa sosla hazırlanmış bir ıslak fasulye burrito yapın.

 

* Akşam yemeği

Sulu gıdalar yanlızca meyve ve sebzeler değil! Akşam yemeğinde bir hindi burger fena fikir değil. Tatlı olarak da portakalın tadını çıkartın.

 

25 Ağustos 2013 Pazar

Obezitenizi Kontrol Altına Alın!

Obezitenin sağlıklısı olur mu demeyin! Elbette olur. Sağlıklı obez; obez olan aynı zamanda düzenli egzersiz yapıp sağlıklı beslenen kişidir.

Hisar Intercontinental Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Karacanoğlu, obezite ile ilgili merak edilen konular hakkında bilgi verdi.

Obezite; koroner kalp hastalıkları, diyabet, safra kesesi hastalıkları, uyku apnesi ve değişik türde kanserlere varan pek çok hastalığın oluşumunda önemli bir yere sahiptir. Obezitenin görülme sıklığı giderek artmaktadır. Obezite bireysel bir sorun olmaktan çıkmış toplumsal bir sorun haline gelmiştir diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Karacanoğlu, “Düzenli egzersiz yapıp, beslenmenize dikkat ederek, sağlıklı bir yaşamı benimseyin çünkü kısa zamanda verdiğiniz kilolar, yaşam kaliteniz ve uzun ömürlü olmanız konusunda uzun vadeli bir iyileşmeye neden olmaz. Yavaş ve sürekli kilo vermek daha sağlıklıdır. Hipertansiyon, lipid düzeyleri ve insülin düzeyleri üzerinde etkilidir. Genel olarak aşırı kilo alıp verenlerde, sağlık riskleri çok daha yüksektir” dedi.

Obezite Probleminiz Var ve Sağlıklı Yaşamak İstiyorsanız...

• Yaşam biçiminizi ve beslenme alışkanlıklarınızı değiştirin.
• Güvenli ve kendinize en uygun olan egzersizleri yapın.
• Çocuklarınızı batı stili yaşam tarzından uzak tutun. Bilgisayar oyunları oynayarak, kalorisi yüksek, yağ oranı fazla yiyeceklerle beslenmelerine müsade etmeyin, oyun oynamalarını ve mümkün olduğunca hareket etmelerini sağlayın.
• İleri yaşlarda obeziteyi daha belirgin yaşarsınız düzenli yiyin ve öğün atlamayın.
• Aktivitelerinizi artırın.
• Yemeklerde salata tabağınızı büyütün.
• Tatlı yerine meyve yemeyi bir alışkanlık haline getirin.

23 Ağustos 2013 Cuma

EVİNİZDEKİ TERAPİST

Psikoterapistlerin terapi seansında danışanlarına Kognitif Terapi Modeli’nin nasıl uygulanacağını öğreten Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı, ülkemizde farklı bölge ve şehirlerde çalışan klinisyenlerin rahatlıkla terapilerine adapte edebilecekleri bir kaynak.

Evinizdeki Terapist, dünyanın her yanındaki okuyucuların kendi sorunlarını anlamaları ve çözmeleri, aynı zamanda da rahatsızlıklarının tekrarını önlemeleri için yazılmış bir psikoloji kitabı. Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı ise, ülkemizde farklı bölge ve şehirlerde, farklı ortam ve koşullarda çalışan klinisyenlerin rahatlıkla terapilerine adapte edebilecekleri bir kitap. Dr. Christine A. Padesky ve Dr. Dennis Greenberger tarafından yazılan “Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı” Dr. Emel Stroup tarafından dilimize kazandırıldı. 

Psikoterapistlerin terapi seansında danışanlarına Kognitif Terapi Modeli’nin nasıl uygulanacağını öğreten kitap, etkin dili sayesinde, teorik bilgi ile terapi odası arasındaki boşlukta köprü görevi görüyor. 

Dr. Emel Stroup çevirisini yaptığı “Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı” hakkında Med-Index’in sorularını yanıtladı. 

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Dr. Emel Stroup, American Board of Professional Psychology (ABPP) tarafından belgeli klinik psikoloğum. Bunun yanında Academy of Cognitive Therapy (ACT) uluslararası değerlendirme komitesinde yer almaktayım. Aynı zamanda European Federation of Psychologists’ Associations (EFPA) psikoterapi uzmanıyım. 2013 yılında yayınlanması planlanan DSM-5 Tanı Ölçütleri El Kitabı’nın dünya çapında test edilmesi projesinde tanı ve teşhise yönelik alan çalışmaları yapan klinisyenlerden biriyim. Humanite Psikiyatri Tıp Kliniği: Kognitif Terapi Birimi kurucusu ve başkanıyım. Aynı zamanda Humanite Psikiyatri Tıp Kliniği’nde klinisyen olarak hasta görmekteyim. CBTiSTANBUL'un kurucusu olarak, klinik psikoloji ve Beck yönelimli Kognitif Terapi alanında süpervizyon, eğitim, seminer ve konsültasyon vermeye devam ediyorum. Aynı zamanda, Okan Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı’nda öğretim üyesiyim.

Kitabın proje editörlüğünü üstelenerek Türkiye'ye getirmenizdeki etken nedir?
Öncelikle bu projenin çevirilmesini üstlendiğim için mutluluk duyuyorum ve bu projenin ruh sağlığı alanında çalışan tüm klinisyen ve terapistlere yararlı olacağını düşünüyorum. Evinizdeki Terapist'i, hastaların iyileşme sürecinden sonra kendi kendilerinin terapisti olmalarını sağlayarak nükslerini azaltmak amacıyla kullanıyorum. Hastalara yönelik olan Evinizdeki Terapist ile bütünleşen bu klinisyen elkitabı, terapistin kendi becerilerini geliştirerek hastalarına daha yararlı olması amacıyla Türkçe'ye adapte edildi. Ayrıca Türkiye'de ruh sağılığı alanında çalışan kişilerin kendi dilleriyle ve kendi kültürlerine uygun olarak böyle bir kitabı okuyabilmelerini sağlamak amacıyla Türkçe'ye çevirildi.


Kitabın çevirilmesinde amaç nedir? 
Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı, teorik bilgi ile terapi odası arasındaki boşlukta köprü görevi görmektedir. Ayrıca, Evinizdeki Terapist'i nasıl daha etkin kullanabileceğinizi öğretir.

Okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Evinizdeki Terapist ve Evinizdeki Terapist Klinisyen Elkitabı, tekrar tekrar kullanılabilecek ve okunabilecek kitaplardır. İki kitabın da, her klinisyenin kitaplığında olması gerektiğini düşünüyorum. Klinisyenler ve terapistler, hastalarıyla birlikte bu iki kitabı terapilerine paralel olarak götürebilirlerse, hastaların iyileşme süreçlerine büyük katkı sağlayacak ve nüks risklerini azaltacaktır. Bu şekilde hastalar, seans aralarında boş kalmayacak, öğretilerini pekiştirecek ve öğrenme süreçlerini terapi seanslarının dışında da devam ettirebileceklerdir. 

Kitabınızla ilgili nasıl geri bildirimler aldınız?
Birçok meslektaşım, terapi seanslarında da Evinizdeki Terapist'i kullanmayı tercih ettiklerini bildirdiler. Bu kitabın, danışanın terapi dışındaki süreçte de terapisini devam ettirmesini sağlarken, klinisyen elkitabının da psikoterapistlerin mesleki gelişimini devam ettirdiğini paylaştılar. Ayrıca, Evinizdeki Terapist'in danışanlar tarafından Türkiye ve Türkçe'ye diğer psikoloji gelişim kitaplarından daha yakın bulunduğunu belirttiler.

Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, müzik ve film sizce hangisi? 
David Burns'un yazmış olduğu 'İyi Hissetmek' kitabı, herkesin okuması gereken bir kitap. Bunun dışında, klinik psikoloji alanındaki tüm klinisyenlerin ve terapistlerin okuması gereken kitapların arasında, Judith Beck'in 'Bilişsel Terapi Temel İlkeler ve Ötesi' kitabını rahatlıkla önerebilirim.

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Ülkemizde sağlık haberciliğinin gittikçe popülerleşmekte olduğunu düşünüyorum. Bu bir yandan sevindirici bir haberken bir yandan da işinde ehil olmayan kişilerin yazdığı ve yaptığı bilgilendirmeler beni korkutmakta. Alanında uzmanlaşmış kişilerin yaptığı haberler çok bilgilendirici. Bu kendi alanım için de geçerli bir durum. Gün geçtikçe doğru ve bilimsel bilginin uzman meslektaşlarım tarafından haberleştirilmesi sevindirici. Sağlık haberlerinde haberi yapan kişinin mesleki yeterliliği bence çok önemli. En çok bilimsel bilgi olmasına dikkat ediyorum açıkçası. 

Türkiye’deki çalıştığınız alandaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Klinik psikolojinin olduğu kadar, psikolojinin diğer alanlarının da önemli olduğu bir gerçek. Çok kıymetli hocaların yetiştirdiği, etik ve bilimselliği en öne koyan meslektaşlarım olduğu kadar, etiği ve bilimselliği bir kenara koyan klinisyenler de bulunmakta. Bu durum korkutucu bir tabloyu göz önüne koysa da, gelecek nesil klinik psikologların bu bilimsel ve etik çerçeveyi koruyacaklarını umuyorum.

Med-Index

22 Ağustos 2013 Perşembe

Obezite Oksidatif Stres ve Total Antioksidan Kapasite Nedir

Obezite, Oksidatif Stres ve Total Antioksidan Kapasite Nedir
 
Oksidatif stres, oksidan ve antioksidan sistemler arasındaki dengenin oksidan sistemler lehine bozulması sonucu lipid peroksidasyonu ve diğer etkileri ile hücre hasarına yol açması şeklinde tanımlanabilir. Bu durum birçok hastalığın patogenezinde kritik öneme sahip bir olaydır. Obezite de kronik inflamatuar hastalık olarak tanımlanmıştır.


Yağ dokusundaki adipositler ve çevrelerindeki bağ dokusundan salınan, adipokin veya adipositokin olarak isimlendirilen moleküllerin vücutta kronik inflamasyon ve artmış oksidatif strese yol açacak sinyalleri tetiklediği gösterilmiştir.


Obez bireylerde yapılan çalışmalarda oksidatif stres ve inflamasyon düzeylerinin arttığı gösterilmiş, bunların insülin direnci, tip 2 DM gelişimi, endotelyal disfonksiyon, erken kardiyovasküler hastalık gelişmesinde önemli olduğu vurgulanmıştır.


Obezitede oksidatif stresin artma mekanizmaları


1. Miyokardın iş yükünün artması sonucu respiratuar zincirin iş yükü artar, bunun sonucunda reaktif oksijen molekülleri artar.


2. Vücut kitle indeksinin artması sonucu hücrelere uygulanan basınç artar, inflamatuar sitokinlerin artışı sonucu ROS artar.


3. Vücutta yağ dokusu artışı sonucu buradan inflamatuar sitokinlerin salınımı artar.


4. Diyetle aşırı yağ alımının oksidatif stresi tetiklediği düşünülmektedir. Obez bireylerde yağ dokusunda makrofajların artışı TNF-α ve IL-6 artışına, adiponektin ve IL-10 azalmasına yol açarak inflamasyona neden olur, enflamatuar sitokinlerin artışı serbest radikallerin artışına yol açar (14). Ayrıca süperoksit dismutaz ve glutatyon peroksidaz aktiviteinin düşük olduğu, total antioksidan kapasitenin azaldığı saptanmıştı


Hastaların diyet ve egzersiz tedavisi ile vücut ağırlığının ve yağ dokusunun azalması ile TOS’in (Total Oksidatif Stres) azaldığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır

Probiyotik Prebiyotik ve Sinbiyotik Nedir

Probiyotik, Prebiyotik ve Sinbiyotikler Nedir

Probiyotikler yeterli miktarda alındığında insan sağlığına olumlu etki yapan, sindirime dirençli, kolona ulaşarak yaşama kapasitesi olan nonpatojen canlı mikroorganizmalardır. Kolondaki floranın direncini, sayı ve kalitesini olumlu olarak etkiler (20,21). Probiyotik mikroorganizmalar gram-pozitif, fermentatif, zorunlu veya anaerobik yaşayan hareketli olmayan, genellikle laktik asit üreten mikroorganizmalardır. Probiyotiklerin selektif olarak büyüme ve gelişmesini sağlayan, aktivitelerini arttıran bileşenlere prebiyotik adı verilmektedir. İyi bilinen prebiyotik moleküller arasında frukto-oligosakkaritler, galakto-oligosakkaritler, inülin, oligofruktoz, ksilo-oligosakkaritler, asidik oligosakkaritler ve sindirime dirençli nişasta sayılabilir (20-23). Prebiyotiklerin kolonda fermentasyonu sonucu laktat, kısa zincirli yağ asitleri, hidrojen gazı, karbondioksit ve metan gazı oluşur.


Barsak pH’ının düşmesinin olumlu etkisi yanı sıra kolonositlerin beslenmesi ve yenilenmesi de bu yolla olur (22). Ayrıca yağ asitlerinden gelen enerjinin bir kısmı da distal enterosit ve kolonositler tarafından da kullanılarak bu hücrelerin birbirine yaslanma yüzeyleri olan ‘thight junction’larını sıkıştırarak bu aralıktan mikroorganizma, toksin veya allerjik proteinlerin sisteme girişine engel olurlar. Anne sütü, lifli sebze ve meyvelerin birçoğunda prebiyotikler doğal olarak bulunur


Sinbiyotik ise hem probiyotik hem de prebiyotik özellikler taşıyan yani ikisini bir arada bulunduran ürünlerdir (anne sütü, yoğurt, kefir). Probiyotiklerle birlikte yakıtı olan prebiyotikler verildiğinde probiyotiklerin daha uzun süre canlı kalacakları varsayılmaktadır

Probiyotikler; İntestinal bariyer sistemi güçlendirir, besinler ve reseptörler açısından patojen mikroorganizmalarla yarışarak mukozal adezyonlarını ve beslenmelerini önler ve dışkı ile atılmalarını sağlar, antitoksin üretir, sekretuar Ig A salınımını, fagositozu ve B lenfosit yapımını arttırarak immün fonksiyonları güçlendirir, peptidlere karşı duyarlılığı azaltarak atopik hastalıkları ve alerjik koliti önler, karsinojenleri bağlayarak anti-tümör özellik gösterir, lipid emilimini engeller, lipid sentezini azaltır ve kolesterolü metabolize ederek kan lipitlerini azaltır, laktazı aktive ederek laktoz emilimini arttırırlar

Gastrointestinal Mikrobiyotanin Ozelligi ve Onemi

Gastrointestinal Mikrobiyotanın Özelliği ve Önemi

İntestinal bariyer esas olarak birbirine sıkı sıkıya bağlanmış olan barsak epitel hücreleri ve bu epitelin üzerini örten barsağın salgıladığı müsin glikoproteinleri, defensinler ve diğer antibakteriyel peptidler veya onarıcı peptidlerden oluşan mukus jelden oluşur (55,56). Gastrointestinal sistem epitel hücreleri ile intestinal mikrobiyotanın (intestinal flora) devamlı temas halinde bulunması konağın barsak gelişimi, beslenmesi, immünitesi ve intestinal epitel homeostazına önemli katkı sağlayan fonksiyonel bir ilişki oluşturur (56).
Gastrointestinal sistemin 300-400 m2’yi bulan geniş mukozal yüzeyi vardır. Karşılaşılan besin antijenleri, patojen mikroorganizmalar ve çevresel ajanlara karşı intestinal epitel bariyeri, mukozal immun sistem ve intestinal mikroflora yardımı ile korur (9).


Barsak mikrobiyotası kalabalık ve heterojen yapıdadır, 500’den fazla farklı mikroorganizma türü içerir, büyük çocuk ve erişkinlerde vücut ağırlığının yaklaşık 1 kg kadarıdır. İntestinal flora her barsakta kalitatif ve kantitatif olarak farklıdır, ayrıca yaş, diyet, genetik ve çevresel faktörler etkiler (9).
Barsaklar intrauterin dönemde sterildir, doğduktan sonra hızlıca kolonize olurlar. 3-4 hafta sonra son halini alır. Mide, duodenum ve jejunumda daha çok orofaringeal orijinli aerobik gram (+) bakteriler bulunur [gr (+) laktobasil ve enterokok]. İleumda bakteriyel konsantrasyon artar, çoğunlukla koliform bakteriler bulunur, dışkının gramı başına 105-109 bakteri bulunmaktadır. İleoçekal kapaktan sonra gram başına daha çok bacteroides, bifidobacteri, clostridium, lactobacillus olmak üzere 109-1012 bakteri bulunur. Aslında bakteriyel mikrobiyotanın GİS’in fizyoloji ve patolojisi üzerine etkisi henüz net anlaşılamamıştır. Barsak flora içeriği aynı insan da değişik zamanlarda farklı içeriğe sahiptir (9,57).


Barsak mikrobiyotasındaki mikrobiyal türlerin çoğu kültürde üretilemez. Mikrobiyal genlerin sayısı insan genlerinin toplam sayısından 100 kat fazladır. Özellikle kolonda ve ince barsak distalinde yerleşen bu mikroflora "Unutulmuş organ" olarak adlandırılacak kadar çok önemli biyolojik aktiviteye sahiptir.


Barsak mikrobiyotasının ana fonksiyonları; barsakta patojen bakterilere karşı savunma, immünite, intestinal mikrovillüs gelişimi, sindirilmeyen fiberlerin fermentasyonu (nişasta, oligosakkaritler gibi), kısa zincirli yağ asidi (SCFA) üretimi (asetat, bütirat, propiyonat), peptid ve proteinlerin anaerobik metabolizması, konjuge safra asitlerinin de-konjugasyonu, okzalat bazlı komplekslerin yıkılması, bazı vitaminlerin sentezi (B12, K, B1, B2, B6, B12, PP, H, pantotenik ve folik asit vitamini), iyon absorbsiyonudur (özellikle kalsiyum, magnezyum ve demir emilimi).


Sindirilmeyen polisakkaritleri sindirerek enerji alımını dengeler. Kolon hücreleri tarafından emilen metabolitler üreterek enerji sağlanmasına yardımcı olur (kısa zincirli yağ asidi) (9,58,59). Barsak mikrobiyotasında bulunan mikroorganizmaların %85’i nonpatojen (yararlı) bakterilerdir, bunların en önemlileri Lactobacillus acidophilus ve Lactobacillus bifidustur. %15’i ise patojen karakterde olup, bunların en önemlileri Candida ve Clostridiumlardır. Barsakta bulunan oksijen miktarı düşük olduğundan anaerob bakterilerin sayısı daha fazladır. Barsak mikrobiyotası bozulduğu zaman patojen mikroorganizmalar hızla ürer. Bu mikroorganizmaların kendileri ve/veya toksinleri hastalık yapmaya başlarlar (58). Sağlıklı bireylerde mikrobiyota da bulunan yararlı ve zararlı bakteriler belli bir denge halindedir. Yapılan çalışmalarda barsak mikrobiyota değişikliklerinin enfeksiyon, enflamatuar ve otoimmün hastalıklara yatkınlığı arttırdığını ortaya koymuştur (22).

Obezitenin Ilac ve Cerrahi Tedavisi

Obezitenin İlaç Tedavisi

Çocuklarda antiobezite ilaçları ile güvenilirlik açısından uzun süreli ve kapsamlı çalışma yapılmamıştır. Erişkinlerde kullanılan ana ilaç sınıfları şunlardır:


Yiyecek alımını azaltanlar (mono amin oksidaz inhibitörleri, sempatomimetik ajanlar), enerji tüketimini arttıranlar (efedrin, kafein), yağ alımını inhibe edenler (orlistat). Metformin karaciğerde glukoz üretimini bloke eden ve dokuların insüline olan duyarlılığını arttıran bir ilaçtır, obez çocuklarda metformin tedavisiyle başarılı sonuçlar alınmıştır


Leptin eksikliği olan az sayıdaki hastada leptin tedavisi enerji tüketiminde hızlı bir artış ve kiloda hızlı bir azalma ile sonuçlanmıştır (4). Son zamanlarda obezitenin tedavisinde anti-ghrelin aşısının da alternatif olabileceği düşünülmektedir.


Obezitenin Cerrahi Tedavisi


Çocuklarda cerrahi teknikler komplikasyonları nedeniyle tercih edilmez.


Obezitede cerrahi yaklaşım iki amaçla yapılır. Besinlerle alınan enerjinin azaltılmasına yönelik bariyatrik cerrahide hedef, besinlerin alımını ve gastrointestinal sistemde emilimini azaltmaktır. Bu amaçla bypass, gastroplasti, gastrik bantlama, gastrik balon vb. yöntemler kullanılır. Rekonstrüktif cerrahide ise amaç; vücudun çeşitli bölgelerinde lokalize olmuş mevcut yağ dokularının uzaklaştırılmasıdır


Bu tedavi yöntemlerinden diyet tedavisi, egzersiz tedavisinin aynı anda kullanılması, tedavinin başarısını artırmaktadır (6).


Sonuç olarak; dünyada ve ülkemizde çocuklarda obezite sıklığı artmaktadır. Ülkemizdeki obezite sıklığı ve şiddetinin ABD ve diğer bazı batı ülkeleri kadar yüksek olmamasını bir şans olarak görmeli ve obeziteye yol açan yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi için çok yönlü programlar geliştirilmelidir

Obezite ve Fiziksel Aktivitelerin Onemi

Obezite ve Fiziksel Aktivitelerin Önemi

Düzenli fiziksel aktivite, sadece enerji dengesinin düzenlenmesinde değil, obezite ile gelişen sağlık risklerinin ve bu risklere bağlı ölüm hızının azaltılmasında da önemli bir role sahiptir (6). Egzersiz tedavisinin ağırlık kaybını sağlamadaki etkisi halen tartışmalı olsa da, fiziksel aktivitenin yağ dokusu ve karın bölgesindeki yağlanmayı azalttığı, diyet yapıldığında görülebilen kas kütle kayıplarını önlediği kesin olarak kabul edilmektedir. Egzersiz tedavisi ile bireylerin tıbbi beslenme  tedavisini destekleyici nitelikte zayıflamaları ve tekrar ağırlık kazanımlarının önlenmesi sağlanmaktadır. Çocuklarda obezitenin önlenmesi ve tedavisi için egzersiz tedavisi bireyin yaşı, cinsiyeti ve mevcut risk faktörlerine göre ayarlanmalıdır.


Egzersiz tedavisinde fiziksel aktivitenin artırılması hedeflenmeli, bireyin egzersiz yapmasını engelleyecek problemler ortadan kaldırılarak egzersizin bireyle uyumu sağlanmalıdır. Her gün normal aktivitesine ek olarak en az 30 dakika orta ve ağır egzersiz hedeflenmelidir. Yürüyüş, yüzme, bisiklet vb. aerobik karakterli bir veya birden fazla aktivite tipine ilgiyi arttırmak, kas yorgunluğu ve eklemleri korumak amaçlı olarak seçilebilir


Davranış Değişikliği Tedavisi


Vücut ağırlığının kontrolünde davranış değişikliği tedavisi, fazla ağırlık kazanımına neden olan beslenme ve fiziksel aktivite ile ilgili olumsuz davranışları olumlu yönde değiştirmeyi veya azaltmayı, olumlu davranışları ise pekiştirerek hayat tarzı haline getirmeyi amaçlayan bir tedavi şeklidir.

Obezitede Diyet Nasil Yapilmali

Obezitede Diyet Nasil Yapilmali
Obezite tedavisinde beslenme tedavisi anahtar rol oynamaktadır. Diyet tedavisinin bireye özgü olduğu unutulmamalıdır. Uygulanacak zayıflama diyetleri yeterli ve dengeli beslenme ilkeleri ile uyumlu olmalıdır. Amaç, bireye doğru beslenme alışkanlığı kazandırılması ve bu alışkanlığın sürdürülmesidir. Vücut ağırlığı boya göre olması gereken düzeye geldiğinde tekrar ağırlık kazanımı önlenmeli ve erişilen ağırlık korunmalıdır. Diyet üç ana ve üç ara öğün şeklinde düzenlenmelidir. Alması gereken günlük enerjinin yaklaşık %55-60'ı kompleks karbonhidratlardan, %12-15'i proteinden ve %25-30'u yağlardan sağlanmalıdır. Şeker gibi basit karbonhidratlar azaltılmalı, yerine tam tahıl ürünleri gibi kompleks karbonhidrat içeren besinlerin tüketimi arttırılmalıdır. Yağ miktarının yanı sıra kullanılacak yağ türü de önemlidir. Enerjinin doymuş yağ asidinden gelen oranı %10'un altında olmalı, çoklu doymamış yağ asidi %7-8, tekli doymamış yağ asidi %10-15 olacak şekilde belirlenmelidir. Zayıflama diyetlerinde lif miktarı arttırılmalıdır (25-30 g/gün). Sebzeler, meyveler, kurubaklagiller, tam tahıl ürünleri, kepekli un ve kepekli ürünler önerilen doğal posa kaynaklarıdır

ANKARA'DA KRİMİNAL TEKNOLOJİ GELİŞTİRİLECEK ÜNİVERSİTE AÇILIYOR

Prof. Dr. Hamit Hancı ve Dr. Mehmet Hakan Sağlam
Anka Teknoloji Üniversitesinin adli tıp alanında kriminal teknolojiler ile siber güvenlik ve savunma sanayi alanında üç temel bölüm ile açılması planlanıyor.


İstanbul Adli Bilimler Eğitim ve Araştırma Vakfı tarafından Ankara'da kurulmasına karar verilen Anka Teknoloji Üniversitesi farklı ihtisas alanı, fakülte ve bölümleri ile diğer birçok üniversiteden ayrılıyor. 
Ankara'da kurulacak olan bu üniversite bir konsept üniversitesi olarak planlandığını belirten İstanbul Adli Bilimler Eğitim ve Araştırma Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. İ.Hamit Hancı konu ile ilgili şu bilgileri verdi: “Üniversite özellikle kriminal teknolojiler, siber güvenlik, savunma sanayi olarak üç ana bilimsel araştırma ve hizmet alanına hizmet verecek şekilde tasarlanıyor. Bu üç alanda da Türkiye'de gerek lisans düzeyinde gerekse Ar-Ge düzeyinde yeterli fakülteler bulunmuyor. Gelişen teknoloji ile birlikte kriminal teknolojiler de büyük değişiklikler gösteriyor, yeni alanlarda araştırma ihtiyacı ve kalifiye eleman ihtiyacı üst seviyelere çıkıyor. 

Üst Düzeyde Kriminal Uzman Yetişecek
Günümüzde işlenen suçlar arasında bilişim suçları önemli bir yer tutuyor. Yakın gelecekte ise işlenen toplam suçların yarısını bilişim suçları oluşturacak. Anka Teknoloji Üniversitesi, bu açığı kapatmak üzere üst düzeyde kriminal uzman yetiştirmeyi, bu konuda yine üst düzeyde araştırma geliştirme faaliyetinde bulunmayı hedefliyor. Ülkemizde inceleme yetersizliğinden dolayı en basit davalar yıllarca sürüyor. İnsanlar basit hatalardan ve inceleme yetersizliklerinden dolayı haksız cezalara maruz kalıyor.

“Ülkemizin Kriminal Teknolojileri Konusundaki Üst Düzey İhtiyacını Bilimsel Olarak Karşılayacak”
Anka Teknoloji Üniversitesi, ülkemizde bulunmayan, Avrupa ve Dünya üniversitelerine dahi sadece ihtisas üniversitelerinde bulunan adli bilimler fakültesi ile ülkemizin kriminal teknolojileri konusundaki üst düzey ihtiyacını bilimsel olarak karşılayacak. Bu özelliği ile de sadece Türkiye'den değil, tüm dünyadan öğrenci gelecek. 

Adli Tıp Kurumunun Yükünün Azaltılacak
Anka Teknoloji Üniversitesi, özellikle adli bilimler, adli bilişim teknolojileri ve adli mühendislik konularında gelişmiş ülkelerde var olan ileri teknolojilerin ülkemize adapte edilmesine katkıda bulunacaktır. Ayrıca, kurulacak AR-GE laboratuvarlarıyla şu an için sadece adli kurumlara hizmet veren Adli Tıp Kurumunun yükünün azaltılmasına, adliyelerde inceleme eksikliği nedeniyle karara bağlanamayan davaların hızla sonuçlanmasına önemli katkılarda bulunacak ve hemen her konuda adli bilimler uzmanları yetiştirecek.

Yazılım ve Yapay Zekâ Mühendisliği Bölümü Kurulacak
Siber âlemdeki güvenlik, ciddi bir ülke meselesi hâline geldi. Yeterli denetlemeler yapılamadığından, akıllı cep telefonları dâhil, bilgisayarlarımıza yapılan siber saldırılar önemli sorun oluşturuyor. Özellikle ülke güvenliği açısından sadece kamu kurumları değil, özel şirketler dahi ciddi seviyede siber güvenlik sorunları yaşıyor. Kurulacak olan yazılım ve yapay zekâ mühendisliği bölümü, ülkemizde daha önce hiç olmayan bu alanlardaki AR-GE faaliyetleri için tamamlayıcı bir bölüm olacak.”

Med-Index

İş hayatını renklendirecek 4 öneri

Ofisinizi zevkle dekore edin, güne keyifle başlayın, plan yapın ve sıkıcı iş yaşamınızı renklendirin!

Hem iş yaşamında başarı elde etmek için, hem de rutinleşmiş ofis hayatınızda motive olmak için bunları mutlaka yapın…

Yola güzel çıkın

Güzel bir gün için hazırlık gerek! Öncelikle ‘aynaya hazırlanın’! Giyiminize önem verin, hafif bir makyaj yapın ve ondan sonra aynanın karşısına geçip gülümseyin. Kendinizi ilk nasıl gördüğünüz gün boyunca kendinizi nasıl hissedeceğinizi oldukça etkiler. Sağlam bir kahvaltının ardından ‘yola hazırlanın’! Evden çıkıp ofisinize giderken yolculuğunuzu en keyifli hale getirmek için size zevk veren şeyleri yapın. Burası tamamen sizin zevkinize kalmış. Yol boyunca ister mp3 çalarınızda sizi en mutlu eden parçaları dinleyin, ister size en keyif veren kitabı okuyun. İsterseniz de hiçbirşey yapmayın, etrafı seyredin. Sizi ne mutlu ediyorsa…

Zevkli bir ofis ortamı

Düşünsenize, gününüzün ortalama 8-9 saatini ofiste geçiriyorsunuz. Dolayısıyla ofisinizi olabilecek en hoş, en dingin ve aynı zamanda en enerjik hale getirmeniz; tüm gününüzü olumlu etkileyecektir. İşe masanızdan başlayın! Kendinize güzel ajandalar, defterler, bloknotlar alın. Pudra’nın tavsiyeleri Beyoğlu Panter Kırtasiye’ye veya Moleskine defter satan herhangi bir kırtasiyeye uğramanız… Eğlenceli bir kalemlik ve içine rengarenk kalemler alın. Bunun için de Nuxx, Continuum, Karınca gibi mağazaları öneririz. Masanızın düzenli olması için ayraçlar, dosya kutuları, cd’lik gibi ihtiyaçlarınızı da Muji veya İkea mağazalarından en şık şekilde halledebilirsiniz. Masanızın temel güzelliği hazır; şimdi sıra çiçek, çerçeve, masa lambası gibi süslemelerde… Orası da sizin kişisel seçimlerinize kalmış. Her gün kendinizi nasıl bir ortamın içinde hissediyorsanız masanızı o şekilde hazırlayın. Ofis psikolojinizi nasıl etkilediğine inanamayacaksınız!

Denge kurun, plan yapın

İş hayatı ve özel hayatı ayırın derler hep. Nasıl ki eve iş getirmememiz uzmanlar tarafından öneriliyorsa, aynı şekilde işe ev getirmeniz de sağlıksız olacaktır. Peki nasıl bir tutumdur iş hayatında takınılması gereken? Öncelikle dengeyi kurabilmek çok önemli. Bunun için de plan yapabilmek, iyi organize olabilmek. Ve bunun için de öncelikleri belirlemek… İşlerinizi aciliyet ve önemlerine göre öncelik sıralamasına koyun. Hangisini ne zaman yapacağınızı organize edin (her zaman sadece kendinize ayıracağınız bir ofis vaktini de bu plana ekleyin). Bu plan dahilinde çalışmalarınızı gerçekleştirin. Ne daha azını, ne daha fazlasını; gerektiği kadarını dengeli bir şekilde yapın. Unutmayın; üzerinize fazlasıyla iş almak, az iş yapmakla aynı sonucu doğurabilir. Bu nedenle her verilen işi üzerinize almayın; dengenizi korumanız gerektiğini her zaman kendinize hatırlatın!

Mola verin

Gün içinde her şeyden sıyrıldığınız, kafanızı tamamen boşalttığınız ve kendinizi bıraktığınız bir mola, emin olun her şeyden önemli! Bunun için uzmanlar nefes egzersizlerini öneriyor. Nasıl mı? İster oturur pozisyonda ister ayakta, bir elinizi sırtınıza götürün. Göğsünüzü bir balon gibi düşünün ve onu şişirerek bu pozisyonda nefes alın. Sanki sırtınızdaki elinizin içine bu nefes doluyormuş gibi. Bir gün içerisinde 2 veya 3 defa, 3’er dakikalık bu derin nefes egzersizini uygulamak size tahmin edebileceğinizden çok daha fazla faydalı olacak! Aynı zamanda ofiste yapabileceğiniz baş, boyun ve sırt esneme hareketlerinin de hem sizi formda tutmaya, hem de sağlıklı bir mola vermenize yarayacağını hatırlatalım… Hatta imkanınız varsa dışarı çıkıp iş arkadaşlarınızla açık havada yapacağınız yarım saatlik yürüyüşler hem fiziksel hem sosyal anlamda sağlıklı olacaktır.

Bu oyun ne zaman aldatma olur?

Beğenildiğini hissetmek, sadece kadınların değil herkesin arzusu. Hele ki bu karşı cinsten geliyorsa…

Kabul edelim, küçük flörtler kendimizi daha iyi hissettiriyor. Peki, Zarasız görünen bu oyun ne zaman aldatma sayılıyor?

Evlisiniz ya da uzun süredir biriyle birliktesiniz, ilişkinizde her şey yerli yerinde. Sadece biraz heyecan kaybınız var. Son zamanlarda da iş yerindeki biriyle arada bakışlarınız karşılaşıyor, konuşurken ya siz ona ya o size nazikçe dokunuyor, adı üzerinde flörtleşiyorsunuz. Bu da size o anlarda kendinizi iyi hissettiriyor. Ya da tesadüfen karşılaştığınız birini çok beğeniyorsunuz. ‘hmmm hoş adammış’ diye geçiriyorsunuz içinizden. Belki de ayaküstü sohbet edip, güzel vakit geçiriyorsunuz. Ama nedense bir yandan da içiniz huzurlu değil. İçiniz rahat olsun; korkmayın, eşinizi y ada sevgilinizi aldatmıyorsunuz! Yani sizin birini beğeniyor ya da başka biri tarafından beğeniliyor olmanız, var olan ilişkinizin kötü gittiği ya da sevgilinizi aldattığınız anlamına gelmiyor.

Bu tür flörtler, kendinizi iyi hissettiriyorsa hiçbir sorun yok! 
Hatta ilişki uzmanları bu tür durumların ilişkiye iyi geldiğini bile söyleyebiliyor. Psikiyatrist Murat Dokur da şöyle destekliyor: “Kişilerin kendilerini daha iyi, daha güzel hissedebilmelerine, sevebilir ve sevilebilir olmalarına yardımcı olan ‘sosyal flört’ aldatma değildir. Hatta bu şekildeki bir iyi hissedişin ilişkilere doğrudan yararı olduğunu söyleyebiliriz.”

Yaşam koçu ve İlişki Terapisti Yeşim Varol Şen ise, uzun süreli ilişkilerde ve evliliklerde bu tür Zarasız flörtlerin egoyu yenilediğini belirtiyor: “Bu tür Zarasız flörtler, bireye ‘ben beğeniliyorum, kendimi iyi hissediyorum’ tarzında olumlu bir motivasyon duygusu veriyor ve kişinin mevcut ilişkisine bu olumlu hisleri yansıtmasını sağlıyorsa, faydalı sayılabilir. Sonuçta birey kendisini özel ve güzel hissetmesini, keyifli hissetmesini sağlayacak ve bu pozitif duygularını ve özgüvenini mevcut ilişkisine de yansıtacaksa bunun ilişkiye olumlu bir katkı olacağını varsayabiliriz.”

Peki, zararsız bir flörtle aldatmanın arasında nasıl bir çizgi var? O çizgiyi ne zaman ihlal etmiş oluyoruz? Bunu da şöyle özetlemek mümkün: Eğer siz bir ilişki yaşarken bir başkasını düşünüyorsanız, ilişkiniz yetersiz kalıyor ve bu boşluğu flört ederek doldurma ihtiyacı duyuyorsanız, o zaman zararsız bir flörtten bahsedemeyiz. Flört, spontanelikten çıkıyorsa ve planlı buluşmalara dönüşüyorsa, artık burada bir ilişkiden söz edebiliriz. İçinizi huzursuz eden, var olan ilişkinize yansıtmaktan kaçınacağınız, görülme ve duyulma korkusu yaşayacağınız bir flört artık zararsız olmaktan çıkıyor. Var olan ilişkinizi zedeleyeceğini bile bile flört etmeye devam ediyorsanız, mevcut ilişkinizde yetersiz noktalar olduğu anlamına geliyor. Yeşim Varol Şen, “Bu durumda da çözüm ihanet değil, ilişkideki yetersiz noktaların farkına varılması ve onarılmasıdır” diyor.

“Özel olduğumuzu hissetmeye ihtiyacımız olabilir”
Yeşim Varol Şen, bu tür davranışlarda egoyu tatmin etme arayışının da etkili olabileceğini söylüyor: “Mevcut ilişkimizde özel olduğumuzu, beğenildiğimizi veya rutinden sıkıldığımızı yeterince hissetmiyor ve bu duyguları Zarasız flörtlerle karşılamaya ihtiyaç duyuyor da olabiliriz. Küçük sosyal flörtler, eğer sonrasında akla takılıp o anı düşündürmüyor ve planlı bir tekrara yol açmıyorsa, bunu aldatma değil de egoyu tatmin etme arayışının da bir ihtiyaçtan doğduğunu yadsıyamayız.”

Varis riskiniz olabilir mi?

Hem estetik hem de sağlık sorunlarına yol açan ve özellikle kadınların kâbusu olan varisten korunmanın püf noktası bol bol hareket etmek.

Yüzeysel toplardamarların uzayıp kıvrımlı ve genişlemiş hale gelmesi ‘varis’ olarak nitelendiriliyor. Yerçekimi nedeniyle daha çok bacaklarda görülen bu hastalık, dünyada yaklaşık yüzde 25 oranında, bir başka deyişle her 4 kişiden birinde ortaya çıkıyor.

Sağlıklı bir istatistikî çalışma olmadığı için varisin ülkemizde hangi sıklıkta görüldüğüne dair net bir rakam olmasa da, 10 milyon kişinin bu hastalıktan değişik derecelerde muzdarip olduğu tahmin ediliyor. Varis genellikle sadece estetik bir problem olarak görülüyor. Ancak aslında tedavide geç kalındığı takdirde ciddi sağlık sorunlarına neden olabilen bir hastalık.

Kalp ve Damar Cerrahisi uzmanı Doç. Dr. Erdal Aslım, bu nedenle varisin mutlaka önlenmesi gerektiğine dikkat çekerek, “Varis erken dönemde önlem alınmadığında zor iyileşen yaralara, daha da önemlisi nadir olsa da, damarlardaki kanın pıhtılaşmasına neden olabiliyor. Bunun sonucun da ölümcül tablo bile gelişebiliyor. Bu yüzden varisin oluşumun önlemek, eğer sorun başlamışsa erken dönemde tedavi ettirmek şart” diyor. 

Varis neden oluşuyor?
Kalp ve Damar Cerrahı Doç. Dr. Erdal Aslım, bu hastalığın kirli kanı vücuttan toplayıp kalbe taşıyan toplardamarların görevlerini yeterince yapamamaları sonucu oluştuğunu belirtiyor. Ntvmsnbc'deki habere göre, bu damarların içinde kan akışının kalbe doğru tek yönlü akmasını sağlayan kapakçıklar yer alıyor. İşte çeşitli etkenler nedeniyle kapakçıklarda hasar, bunun sonucunda da kaçak oluşabiliyor. Kapakçıklarda ortaya çıkan sorun yüzünden toplardamarlar işlevlerini yeterince iyi yapamayınca kan bacaklardaki damarlarda birikiyor. Kanın birikmesi sonucunda damar içinde oluşan basınç artışı kronik hale dönüştüğünde de toplardamarlar elastikiyetlerini kaybederek genişliyor ve dışarıdan gözle görülür hale geliyor.

En etkili ilacı, bol hareket!
Varis oluşumun önlemek veya hastalık gelişmişse sorunun ilerlemesini engellemek için yapmanız gereken en önemli şey, bol bol hareket etmek olmalı. Doç. Dr. Erdal Aslım yürüyüş başta olmak üzere yüzme ve bisiklet gibi sürekliliği olan spor türlerini her gün düzenli olarak yapmanız gerektiğine dikkat çekiyor. Ayrıca varise karşı etkili olan egzersizler de büyük fayda sağlıyor. Ancak bacaklarla yapılan ağırlık egzersizlerinden ise kaçınmanız gerekiyor. Sabit pozisyonlarda ya da ayakta çalışıyorsanız, mümkün olduğunca hareket etmeye çalışın. Örneğin öğretmenseniz dersi gezerek anlatın, masa başında çalışıyorsanız her yarım saatte bir ayağa kalkıp dolaşın. Oturduğunuz yerden ayaklarınızı parmak uçlarınızın üzerine kaldırmayı da ihmal etmeyin.

Risk altında mısınız?
• Ailenizde varis hikâyesi varsa,
• Aşırı kilolu iseniz,
• Sabit pozisyonda çalıştığınız için sürekli yer çekimine maruz kalıyorsanız,
• Östrojen hormonu içeren ilaçlar kullanıyorsanız,
• Zorlu veya sık hamilelik dönemi geçirdiyseniz,
• Günlük hayatınızda sık sık 5cmden yüksek topuklu ayakkabılar kullanıyor iseniz,
• Risk grubundaki mesleklerde çalışıyorsanız ( öğretmen, bankacı, hostes, kuaför, satış personeli, tezgâhtar, sağlık personeli gibi)
• Damar içi kapakçıklarınız doğuştan kısmen ya da tamamen yoksa dikkatli olun, varis oluşumunda risk grubuna giriyorsunuz!

Nasıl belirti veriyor?
• Damarlarda gözle görülen belirginleşme, kıvrımlaşma,
• Bacaklarda ortaya çıkan şişlik,
• Günün ilerleyen saatlerinde artan ağrı, ağırlık dolgunluk hissi ve kramp,
• İlerlemiş dönemlerde ödem, ciltte renk değişimi ve yaralar.

Teşhis için doppler ultrasonografi
Kalp ve Damar Cerrahı Erdal Aslım, sadece gözle bakılarak yapılan muayenenin eksik kalabileceğini, bu nedenle doğru teşhis için mutlaka ‘doppler ultrasonografi’ tekniğine başvurmak gerektiğine dikkat çekerek şunları söylüyor: “Doppler ultrasonografi ile damarların çaplarında bir artış olup olmadığına ve mevcut kapakların fonksiyonlarında bir kaybın olup olamadığına, var ise bu fonksiyon kaybının hafif, orta veya ileri derecelerde olduğu belirlenebiliyor. Bunların yanında doğuştan damar içi kapaklarının bulunmaması, bazı damarların gelişmemiş olması gibi kan akımını önleyen bir durum olup olmadığı tespit edilebiliyor. Bunlara bağlı olarak da, toplardamar yetmezliğinin derecelendirilmesi yapılıyor. Doppler ultrason tetkikinde çıkan sonuca göre de tedavinin şekline karar veriliyor”

HANGİ DURUMDA, HANGİ TEDAVİ?
Her varis aynı olmuyor. Örneğin bazı hastalarda sorun sadece kılcal damarlar ise sınırlı kalırken, bazılarında ise damarlar parmak şeklinde büklüm büklüm dışarı çıkabiliyor. Dolayısıyla tedavinin şekli de varisin evresine göre belirleniyor. Erdal Aslım, varis tedavisinde uygulanan yöntemleri şöyle anlatıyor:

Damarın çapı 1 milimetrenin altında ise Radyofrekans ve lazer: Radyofrekans dalgaları ve lazer ışınları çapı 1 milimetrenin altında olan mavi ve kırmızı renkli kılcal damarlarda etkili oluyor. Problemin yaygınlığına göre değişmekle birlikte bu tedavilerde genellikle 3-4 seans yeterli geliyor.

Damarın çapı 1-3 milimetre ise skleroterapi: Sorunlu olan damara çok ince iğneler ile ilaç verilerek toplardamarın tıkanması esasına dayanıyor. Tedavinin süresi kişiden kişiye değişmekle birlikte, çoğunlukla her biri 30 dakika süren 3-4 seanstan oluşuyor. İşlemin ardandan kişi günlük hayatına devam edebiliyor. Son yıllarda ülkemizde popülerliği giderek artan ‘köpüklü’ skleroterapi yönteminde damara enjekte edilecek olan ilaçlar köpük oluşturacak bir işlemden geçirildikten sonra kullanılıyor. Yöntemin klasik yönteme olan üstünlüğü ise daha az ilaç ile daha fazla etkiye ulaşılabilmesi ve yan etkisinin çok daha az olması.

Damarın çapı 3-5 milimetrenin üzerinde ise cerrahi operasyon: Günümüzde cerrahi operasyon artık çok küçük 1-2 mm’lik deliklerden sonrasında kozmetik sorunlar yaratacak bir iz kalmayacak şekilde varisli damarların çıkarılması şeklinde uygulanıyor.

Ağrıyı azaltmanın yolu!

Lazer uygulamasıyla el kireçlenmesinde ağrı kesici kullanımı azaltıldı.

Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Şerafettin Özdoğan, Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) Dr. Larry Lytle ile eş zamanlı yaptıkları çalışmada, lazer uygulamasıyla el kireçlenmesinde ağrı kesici kullanımını azalttıklarını bildirdi.

Dr. Özdoğan,yaptığı açıklamada, Dr. Larry Lytle’nin 1994 yılından beri lazer tedavisiyle ilgilendiğini, bu konuda ABD ve bir çok ülkede seminer verdiğini, lazer tedavileri konusunda uzman olduğunu belirtti.

Daha önce eş zamanlı olarak  yaptıkları el kireçlenmelerinde lazer çalışmasıyla, bu hastalıkta ağrı kesici kullanımını azaltan sonucunu kutlamak ve lazer tedavisiyle ilgili tüm dünyada ses getirecek yeni projelerin detaylarını konuşmak için İzmir’de bir araya geldiklerini ifade eden Dr. Özdoğan, şunları kaydetti:

"Yaklaşık 20 yıldır doktorum. Dr. Lytle gibi ben de 16 yıldır lazer tedavisi ve akupunktur ile ilgili çalışmaktayım. Daha önce Amerikalı ekiple yaptığımız çalışmanın yanında diz kireçlenmesinde lazer tedavi yönteminin kullanılmasına yönelik uygulamalar geliştirdik. Sabit dalga boyu özelliğinde ışık olan lazerin, özellikle düşük enerjili olarak kullanımında şimdiye kadar yapılan bir çok çalışmada ciddi bir yan etkiyle karşılaşılmadı. Tıpta kullanılan çok farklı tipleri olan lazer yöntemi, doğru tedavi protokolleriyle bir çok hastalıkta iyileşmeye daha hızlı ve kolay ulaşılmasını sağlayan, son yılların ve geleceğin bir tedavi metodudur. Biz de Dr. Lytle ile yılların verdiği deneyimlerimizle kazandığımız başarıları, insanlığın genel hizmetine sunmak için bilimsel platforma taşıyıp çeşitli çalışma projeleri düzenleyerek, bu alandaki gelişmelere katkıda bulunmak istiyoruz."

Dr. Özdoğan, şeker hastalarında ilaç tedavisine destek olarak lazer tedavi yöntemini geliştirdiklerini, dahiliye uzmanı doktorlarla koordineli olarak yapılan ve üniversite etik kurul onayıyla başlanan bu çalışmanın son aşamasında olduklarını, yakın zamanda bilimsel platformda yayınlanacağını söyledi.

Yeni projeler için de Türkiye’de üniversiteler ile temaslarının devam ettiğini ve önceki çalışmalar gibi yeni lazer çalışmalarının da ilgili branşların desteğiyle tamamen bilimsel platformda yapılmasını arzuladıkları dile getiren Dr. Özdoğan, "Lazer tedaviyle genel populasyonda yaygın olarak görülen rahatsızlıkları da ele alarak, aynı zamanda koruyucu sağlık hizmetiyle birlikte sporcu ve çalışan performansını artıracak yeni projeleri uygulamaya koymak üzereyiz. Çalışmaların bilimsel olarak tamamlanmasından sonra detayların kamuoyuyla paylaşımının doğru yaklaşım olduğunu düşünüyoruz"diye konuştu.

Kadınlara özel önemli sağlık testleri

Burada yazan 10 sağlık kontrolünü her kadının yaptırması gerekiyor. Mutlaka okuyun!

Günümüzde ölümcül hastalıkların tedavisi bile mümkün. Ancak bunun için erken tanı şart. Erken tanıya giden yol ise, yaşamsal önem taşıyan testler. İşte Memorail Hastanesi'nin verdiği bilgilere dayanarak; her kadının mutlaka yaptırması gereken 10 test ve tanı…

Mamografi ile meme kanserinde erken teşhis

Özellikle meme kanseri, erken tanı ile ölümcül bir hastalık olmaktan çıktı. Bunun için kadınların 20 yaşından sonra her iki memesini de ayda bir kez kontrol etmesi ve 2-3 yılda bir doktor muayenesinden geçmesi gerekli. Meme muayenesinin olmazsa olmazı mamografi… Kadınlar, 40 yaşından itibaren her yıl mamografi çektirmeli ve eğer birinci derece akrabalarda meme kanseri varsa, sıkı takip altında olmalı. Mamografide, düşük doz x-Ray, yani iyonizan radyasyon üreten bir tüp ile meme inceleniyor. İnceleme için hasta mamografi denilen röntgen cihazının önüne oturtuluyor. Meme x ışınına duyarlı bir levha üzerine yerleştirilerek sıkıştırılıyor. Ardından radyasyon verilerek, her iki memenin iç yapısının görüntüleri filmde oluşturuluyor. Mamografi, meme kanserini henüz ele gelen bir kitle olmadan, yani kireçlenme aşamasındayken tespit edilebiliyor. Bu sayede meme kanseri çok erken evrede tedavi edilebiliyor.

Tonometre ile körlük engelleniyor

Glokom, halk arasındaki adıyla ‘göz tansiyonu’, yaptığı sinir hasarı ile körlüğe neden olabilen bir göz hastalığı. İlaç tedavisi ve lazer ile körlüğün önüne geçiliyor, ancak bu da erken teşhis ile mümkün. Körlük riskine karşı glokomun rutin muayenelerine en geç 40 yaşında başlanmalı. Ancak ailede glokom hastası varsa bu testler daha erken yaşlara alınmalı. Göz içi basıncında genel adı tonometre olan cihazlara başvuruluyor. Retina kontrolünde, gözün arka bölümünü görebilmek için gözbebeği damla formundaki ilaçlarla genişletiliyor. Göz içi basıncı, tonometre cihazından kontrollü bir şekilde hava püskürtülmesiyle ölçülüyor.

Eforla kalp sorunları belirleniyor

40 yaşını geçmiş her kadın senede bir kez kardiyolojik check-up’tan geçmeli. Ailede kalp krizi hikayesi bulunanlar için ise bu daha erken yaşlarda başlamalı. Efor testi, bu yaşamsal önem taşıyan check-up’ta başvurulan yöntemlerden biri. Test, çoğunlukla koşu bandında uygulanıyor. Yaklaşık 10 dakika süren test sırasında kalp ve kalp kapaklarının durumu ile işleyişi hakkında bilgi veren EKG sürekli izleniyor, belirli aralıklarla damar basıncı ölçülüyor. Efor testi egzersizi ritim ve ileti bozukluklarını araştırmak amacıyla yapılıyor. Bu sayede kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları da ciddi boyutlara ulaşmadan tedavi edilebiliyor.

Smear ile rahim ağzı kanserine son

18 yaşını aşmış ve aktif cinsel yaşamı olan her kadın yılda bir kez düzenli olarak pap smear testi yaptırmalı. Çünkü bu test sayesinde jinekolojik kanserler arasında 2. sırada yer alan rahim ağzı kanseri, çok erken safhada teşhis edilebiliyor. Muayene sırasında, özel bir fırça yardımıyla rahim ağzı bölgesinden hücre sürüntüsü alınıyor. Bu sürüntüler patoloji laboratuarlarında inceleniyor. İnce yayma tekniğiyle, rahim ağzı kanserine yol açan Human Papilloma virüsü tespit ediliyor.

Yılda bir kez ultrason

Kadın hastalılarında erken tanı için gerekli en önemli yöntemlerden biri de vajinal ultrason. Yakınması olsun veya olmasın her kadın yılda bir kez ultrason muayenesinden geçmeli. Vajinal yolla yapılan ultrasonda, iç organlar çok daha net bir şekilde izleniyor. Yumurtalıkları ve rahmi daha iyi görebilmek için ince bir sonda vajinaya yerleştiriliyor. Ekranda beliren görüntü, kadının sağlığı hakkında bilgi veriyor. Jinekolojik ultrason ile karın organları, özellikle de rahim, yumurtalıklar ayrıntılı bir şekilde değerlendiriliyor. Rahmin yapısı, pozisyonu, büyüklüğü, rahimden kaynaklanmış tümörler, miyomlar saptanabiliyor. Bunların yanı sıra rahim içi zarı, yani endometrium değerlendirmesi de yapılıyor. Aynı şekilde yumurtalıkların yapısı, yumurta geliştirme kapasiteleri, yumurtalık kistleri saptanabiliyor.

Yılda bir kez cilt muayenesi kanseri önlüyor

Her yıl düzenli olarak dermatoloji uzmanının kapısını çalmak da, sağlık için yaptırılması gereken testlerin bir parçası. Özellikle vücutta bulunan çok sayıda ben ve ailedeki cilt kanseri hikayeleri, muayenenin önemini daha da artırıyor. Çünkü benler, ölümcül bir kanser türü olan melanom riski taşıyor. Melanomda yeni tanı yöntemi, dijital dermatoskopi. Bu yöntemde yağlanmış deri yüzeyi ışıklı bir büyütme sağlayan dermatoskop ile inceleniyor. Vücuttaki benlerin haritası oluşturularak noktasal lokalizasyonlar belirleniyor. Ardından her bir ben için dermatoskopik görüntü alınıyor ve kaydediliyor. Böylece bir sonraki kontrolde elde edilecek görüntüyle karşılaştırma şansı sağlanıyor. Bunların yanı sıra dijital dermatoskop, benlerde izlenen şüpheli değişiklikleri de gösteriyor. Bu test ile cilt üzerindeki değişiklikler, kanserleşmeden tespit edilebiliyor.

Kan tahlilleri sağlığı ele veriyor

Düzenli olarak yaptırılan kan tahlilleri, genel sağlık durumu hakkında bilgi veriyor. Herhangi bir yakınma olmasa da, kişilerin 35 yaşından itibaren 2 yılda bir kan tahlili yaptırmasında yarar var. Damardan kan örneği alındıktan sonra laboratuarlarda alyuvar ve akyuvarların durumuna bakılıyor, lökositler inceleniyor. Testlerden alınan sonuçlara bakılarak vücutta enfeksiyon ve alerjik bir durum olup olmadığı tespit edilebiliyor. Kolesterol ve kan şeker değerleri hakkında bilgi ediniliyor.

Menopozda kemik yoğunluğu ölçümü önemli

Menopoz ile kendini gösteren kemik kırılmaları riski, osteoporoz tanısı ile konuyor. Özellikle ailede osteoporoz hastasının varlığı, kemik mineral yoğunluğu ölçümünün önemini artırıyor. Kemik mineral yoğunluk ölçümü, hiçbir hazırlık gerektirmeden, vücuda bir zarar vermeden, özel bilgisayar programı ve hassas ölçüm yapan dansitometri cihazlarıyla yapılıyor. Bu yöntemle vücudunuzdaki kemik yoğunluğu ölçülerek kemik erimesi riski tespit ediliyor. Erken teşhis sayesinde, ileri yaşlarda ciddi ve yaşamsal problemlere yol açan kırıkların oluşması önlenebiliyor.

Ağız ve diş sağlığı için tükürük testi

Diş ve diş eti hastalıkları, dünyada ve Türkiye’de önemli sağlık sorunları arasında yer alıyor. Dişlerde ciddi bir sorunla karşılaşmamak için her yıl düzenli olarak diş hekimi ziyaret edilmeli. Diş ve diş eti problemlerinin tespitinde, doğal bir koruyucu olan tükürüğün teste dilmesi önemli. Bu test için tükürüğünüzün incelenmesi yeterli. Testte tükürüğün kimyasal ve mikrobiyolojik yapılarına bakılıyor. Bu sayede çürüklerin önemli bir sağlık sorununa neden olması önleniyor.

Kolon kanseri önlenebiliyor

Kolon kanseri, en sık görülen kanser türleri arasında 3. sırada yer alıyor. Sinsi tehlike, özellikle 50 yaş ve üzerindekileri tehdit ediyor. Kolon kanseri önlenebilir kanserler arasında. Ancak bunun için 50 yaşından sonra 2 ila 5 yılda bir düzenli olarak kolonoskopi yönteminden yararlanılmalı. Kolonoskopiyle kalın bağırsağın tümü incelenebiliyor. Çekim sırasında hastalar tomografi cihazına yatırılıyor ve kalın bağırsağa hava verilerek iç bölgenin görülmesi sağlanıyor. İşlem sonunda verilen hava geri alınıyor. Kolonoskopi yöntemiyle hekim ileride tümöre dönüşebilecek polipleri teşhis edebiliyor. Poliplerin cerrahi yöntemlerle alınması sayesinde, kolon kanseri oluşma riski önlenmiş oluyor.

‘Baş’tan aşağı sağlık için yapılacaklar

Saçlarınız, kulaklarınız, gözlerinizden tutun; kalbiniz, karaciğeriniz ve dizlerinize kadar sağlıklı olmanın yolları burada!

Baş 
Serinleyin; kafanızı rahatlatın! Yanlış duymadınız... Yapılan bir araştırmada bulunduğunuz ortamdaki hava sıcaklığının arttıkça baş ağrısının da arttığı ortaya çıkmış. Dolayısıyla yoğun bir iş günü sonrası baş ağrısı çekmekteyseniz, evinizi biraz serinletip kendinize buzlu bir içecek hazırlayın.

Saç 
Yediğiniz yiyeceklerin saçlarınızın parlaklığı üzerinde fazlasıyla etkisi olduğunu biliyor muydunuz? Bağışıklık sisteminin bir numaralı dostu çinko, sağlıklı saç oluşumu için de oldukça gerekli bir element. Dolayısıyla kırmızı et, yumurta, fasulye, bezelye ve fındıktan bol miktarda çinko almanızı öneririz.

Kulak 
Her gün kendinize tamamen sessiz geçireceğiniz bir vakit yaratın. 1 saat bu süreç için idealdir; ama çoğumuzun bu kadar uzun vakti de olmaz. Bu nedenle 10'ar dakikalık süreçlerle başlayıp, yapabildiğiniz kadar artırmayı deneyin. Bu şekilde hem kafanızı, hem kulaklarınızı dinlendireceksiniz

Göz 
Göz vücut ağırlığının sadece yüzde 2'sini oluştururken, alınan besinlerin yüzde 25 kadarına gereksinim duyar. Sağlıklı gözlere sahip olmak için A ve C vitamini, karotenoid ve çinko alınması gerekir. Bunları da meyve ve sebzelerden; özellikle havuç, kayısı, kırmızı ve yeşil biberden alabilirsiniz.

Diş 
Sabah-akşam 'yukarı, aşağı; tam iki dakika' dişlerimizi fırçalamamız gerektiğini hepimiz biliriz. Ayrıca peynirin dişlerde oyuk oluşumunu engellediğini, dişeti dostu yeşil çayın plak oluşumuna iyi geldiğini, şekersiz sakız çiğnemenin de diş minesindeki bozuklukları onardığını hatırlatalım.

Sırt
Sırtınızı mutlaka kuvvetlendirin. Omurganızın sağlamlığının yüzde 80'inin sırt kaslarına bağlı olduğunu unutmayın. Haftada iki kez, mekik gibi sırtınızı çalıştıracak egzersizler yapın. Bu şekilde sırtınızı çalıştırmanız sırt ağrılarınızın hafiflemesine de yardımcı olacaktır.

Göğüs 
Yapılan araştırmalar spor yapmanın göğüs kanseri riskini azaltmada önemli rol oynadığını gösteriyor. Düzenli olarak egzersiz yapan kadınlarda daha az yağ olmasının yanında, östrojen hormonu da daha az salgılanıyor. Haftada 5 gün 1 saatlik herhangi bir spor yapmak oldukça önemli.

Eller
Ellerimizi yıkamamız hijyen açısından önemli olduğu gibi, nemlendirme açısından da bir o kadar kötüdür. Çünkü ellerimizi yıkamamız nemin yok olmasına, kurumaya, hatta egzamaya bile yol açabilir. Dolayısıyla ellerimize sıklıkla güneş koruma faktörü içeren nemlendirici sürmemiz iyi olacaktır.

Kalp 
Kalp sağlığında beslenme çok önemlidir. Yediklerinizin doymuş yağ ve kolesterol oranı düşük besinlerden oluşmasına özen gösterin; yemeklerde zeytinyağını tercih edin. Ayrıca fındık, ceviz, domates, balık, yeşil çay, üzüm, soğan ve sarımsak gibi kalp dostu besinlerden bol bol tüketin.

Akciğer 
Akciğer ve beslenme konusunda yapılan araştırmalar C, E ve A vitamini, flavonoid ve Omega 3 ağırlıklı beslenen insanlarda astım, kronik bronşit gibi akciğer hastalıklarına daha seyrek rastlandığını ortaya çıkarmış. Bu tip içerikleri Akdeniz tarzı beslenmeden alabileceğinizi not edelim.

Karaciğer 
Karaciğeriniz için beslenirken renklere dikkat edin. Koyu yeşil yaprakları sebzelerin yanı sıra kavuniçi, sarı, mor ve kırmızı renkli meyve ve sebzelere beslenmenizde yer vermeniz faydalı olacaktır. Ayrıca balık, yumurta, mantar gibi gıdalarda bulunan selenyum karaciğer fonksiyonunu artıracaktır.

Mide 
Mide sağlığınız için yağı beslenmenizde mümkün olduğunca az kullanın. Bunu nasıl mı yaparsınız? Az yağlı sütü tercih ederek, yumurtanın tamamı yerine akını tüketerek, tavuğu derisini soyup yiyerek ve yüzde 90 daha az yağlı et ile beslenerek...

Bağırsak 
Bir bardak kahve ve bir avuç badem bağırsakların dostudur. Bu ikili sindirim sisteminizdeki 'iyi' bakterilerin seviyesini yükseltecek; hastalıkların kolaylıkla atlatılmasına ve sindirim sisteminin iyi çalışmasına yardımcı olacaktır.

Diz 
Diz eklemlerinizi güçlendirin. Bunun için günde en az 15 dakikalık yürüyüş yararlı olacaktır. Bu yürüyüşler diz kıkırdağınızın harekete geçip çalışmasını sağlayacak, diz problemleri yaşamanızı engelleyecektir.

Ayak 
Ayaklarınızı haftada 2-3 kez selenyum sülfit içerikli temizleyicilerle yıkamanız mantar oluşumunu önleyecektir. Ayaklarınızı iyice kurulamanız gerektiğini de hatırlatalım. Ayrıca rahatsız ayakkabılardan kesinlikle uzak durmanız gerekir. Her gün mutlaka 15 dakika ayaklarınızı vücudunuzdan yüksekte olacak şekilde uzatıp dinlendirmeniz de iyi gelecektir.