30 Mayıs 2013 Perşembe

“SARI SİYAH”I DOKTOR YÖNETTİ

Tarih tutkusunu mesleğinden elde ettiği birikim ile beyaz perdeye aktaran Op. Dr. Levent Akçay, 7 Haziran’da gösterime girecek olan “Sarı Siyah” filminin tarihimizden bir kesiti işlediğini ve herkesin geçmişini bilmesi gerektiğini söyledi.
Uzun yıllar mesleğine olan sevgisini, tarih tutkusu ile birleştiren Op. Dr. Levent Akçay, 1915 gençliğinin vatanları uğruna geleceklerini feda ettikleri gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Uzmanlık alanında yurt içi ve yurt dışı tıbbi video ödülleri alan Akçay, “Bu hikayenin bilinmesiyle günümüz gençlerinin geçmişteki gençleri sorgulamasını ve örnek almasını sağlayacaktır. 7 Haziran da vizyona girecek. Öğrenciler ve aileleri filmi izlediğinde kendilerinin geçmişe göre çok daha şanslı olduklarını görecek ve atalarının cesaretinden çıkarımlar yaparak maneviyatlarını yükselteceklerdir.

Sarı Siyah
Yıl 1915. Osmanlı devleti dört bir cephede savaşmaktadır. Trablusgarp ve Balkan savaşının ardından Sarıkamış faciası yeni yaşanmış ama İngiliz-Fransız donanması da Çanakkale boğazına dayanmıştır. Sultan Reşat cihad çağrısı yapmıştır. Hasan, Çanakkale cephesinde arkadaşı Nedim’i şehit verir. Bu savaştan kendisi de ağır yaralı olarak çıkar. Ege’ye kendi Kasabası’na döner. Hasan’ı kasabasında annesi ve Kardeşi Mehmet beklemektedir. Mehmet, vatansever, savaşa inanan, genç bir çocuktur. Hasan ise artık savaş karşıtı bir gazidir. Bu nedenle kardeşi Mehmet’i İstanbul’a dönemin İstanbul Sultanisi mektebine yazdırır. Ancak bir sorun vardır. Harp ilan edilmiştir.1915 Nisan ve Mayıs ayında Arıburnu’nda verilen ciddi kayıplar neticesinde Enver Paşa, Beyazı t meydanında ateşli bir miting yapar. Çanakkale’de savaşmak için yanıp tutuşan gönüllü 50 İstanbul Sultanisi öğrencisini bu miting alevlendirmeye yeter. 2. Tümene katılırlar. Okul müdürü Hüseyin Nazım Bey, her okulda olduğu gibi okulun bir kısmını hastaneye dönüştürerek duvarlarını sarıya boyatır. Durumu haber alan Hasan cephe cephe kardeşini aramaya başlar.
Hobi olarak başlayan yönetmenliğin beyaz perdeye uzanan yolculuğunu Akçay, Med-Index Yayın Yönetmeni Esra Öz’e anlattı.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Göz hastalıkları uzmanıyım. Aslında yoğun olarak cerrahi yapan ve faal olarak çalışan bir hekimim. Yıllarca kendimi Türkiye’de yapılmayan ameliyatları yapmak için eğittim ve programladım. Bunda da başarılı oldum diyebilirim. Uzmanlık alanımda birkaç yurt içi ve yurt dışı ödülüm var. Bunların çoğunluğunu tıbbi video ödülleri oluşturuyor. Kısacası çekim, montaj ve dublaj işlerinin içindeydim diyebilirim.

Ne kadar süredir yönetmenlik yapıyorsunuz? Bu sizin ilk filminiz mi?
Yönetmenliğim 2012 yılında Sarı Siyah filmiyle başladı. Benim ilk filmim. Yıllarca bu filmi yapmayı hayal etmiştim. Uzun yıllardır filmin sahneleri, müzikleri gözümün önünde canlanıyordu. Senaryomu beyaz perdeye taşıyabilecek yapımcılar aradım ama kimse destek olmadı. Bu filmi çekmek içimde dayanılmaz bir duygu haline geldi ve en sonunda kendi yapım şirketimi kurarak filmi çektim.

Neden Sarı Siyah? Vermek istediğiniz mesaj nedir? 
Sarı Siyah, 1915 gençliğinin yok olduğu bir dönemdir. Sarı Siyah, üst düzey bir okulda öğrenci olan 15-16 yaşındaki gençlerin vatanları uğruna geleceklerini feda ettikleri gerçek bir hikayedir. Bu hikayenin bilinmesi günümüz gençlerinin geçmişteki gençleri sorgulamasını ve örnek almasını sağlayacaktır. Bütün gençlerde bu etkiyi yaratamasanız bile bir kısmına doğru yolu göstermiş olmak misyonumuzun başarıya ulaştığını gösterir.

Başka film yönetme planlarınız var mı?
Evet, Sarı Siyah’tan sonra kaliteli bir komedi film projemiz var.

Seyirciye iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Sarı Siyah konusuyla ve müzikleriyle uzun yıllar konuşulacak. Ben buna yürekten inanıyorum. SBS ve LGS sınavları öncesi 7 Haziran da vizyona gireceğiz. Öğrenciler ve aileleri filmi izlediğinde kendilerinin geçmişe göre çok daha şanslı olduklarını görecek ve atalarının cesaretinden çıkarımlar yaparak maneviyatlarını yükselteceklerdir. Ayrıca sınav öncesi böyle bir filmi seyretmek sınav streslerini de azaltacaktır. Her sinema seyirci almak istediği mesajı geçmişinden gelen duygu ve düşünceleriyle alır. O nedenle mesajı seyirciye bırakmak işin en doğrusu.



 Yönetmenlik size neler kazandırdı? Doktor olmanızın yönetmenliğinize katkısı oldu mu?
Yönetmenlik şu ana kadar bana bir şey kazandırmadı aksine çok şeyimi aldı götürdü. Zamanımı, iki yıllık kazancımı, sağlığımı büyük ölçüde bu filme verdim. Yine de iyimser olmak gerekiyor. Doktor olmasaydım belki de yönetmen olmayacaktım. Sonuçta ben kendimi hekimliğimle kanıtlamıştım. Özgüvenim yüksektir. Bu da mesleğimle ilgili. Ayrıca yeni bir çevre ve sinema dünyasında stüdyolarda çalışan geri plandaki insanların dostluğunu kazandım. Doktorluğun ne kadar iyi bir meslek olduğunu da, üstüne basa basa öğrendim.

Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, müzik ve film sizce hangisi?
Bu konuda sayfalar dolusu konuşabilirim. Önce sinema diyelim ve Roberto Benigni’nin “Life İs Beatiful” filmini ilk sıraya koyalım. Ardından Ridley Scot ve Gladiator. Yeni filmlerden ise dijital gençlik facebook kurucusu Mark Zuckerberg ‘in hayatını anlatan “Social Network” filmini mutlaka irdeleyerek izlemeliler. Kendileri kafe köşelerinde ıvır zıvır işler için sosyal ağları kullanırken o ağı yaratıp dünya devi haline getiren ve herkesin telefonuna, bilgisayarına sokan ülkesine para kazandıran insanı görmeliler.
Müzikte ise neyi seviyorlarsa onu dinlesinler. Ben hala 80’lerin müziğini dinliyorum ve bayılıyorum. Hiç eskimediler. Şimdiki müzikler gibi sabun köpüğü ve hayali hayran kitlesi içermiyorlar.
Kitap ise çok ayrı bir konu. Ben tarih meraklısı bir insanım. Lord Kinross’dan Mustafa Kemal Atatürk’ü ilk etapta öneririm. Ardından dergi olarak NTV ve Atlas Tarih mutlaka takip edilmeli. İnsanın geçmişi öğrenerek bugünle karşılaştırıp yeni yollar öğrenmesi ve bunları ulusu için kullanması mükemmel bir duygu. Ayrıca öğrendiğiniz bu konuları arkadaş sohbetlerinde karşılıklı aktarmanız ve tartışmanız tadını daha da güzel kılıyor.



Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz? Özellikle sağlık programlarını yönetmen ve doktor gözüyle değerlendirir misiniz?
Sağlık haberciliği gittikçe artan bir meşguliyet haline geldi. Seyirci kitlesi de doğru programlara karşı bir ilgi artımı şeklinde dikkat çekiyor. Fakat ben yine de sağlığın içinden bir kişi olarak programları yetersiz buluyorum. “Sağlık ciddiyettir” diye yanlış bir imaj mevcut. Bu nedenle kendi programımı yapsam, sağlığı gerçek konular üzerinden stand up tadında bir program şeklinde güldürürken öğretirim. Zaten bu yapılmamış bir program formatı. Bildiğim bir konu olduğu için, iyi başarı elde edilebileceğine inanıyorum. Bu fikrimi de birçok yapımcıya anlatmıştım. Hiç destek görmedi. Demek oluyor ki kendi programımızı yine kendimiz çekip yapacağız.

Türkiye’deki branşınızdaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben yoğun olarak okuloplasti yani göz ve çevresi estetik cerrahisi ile katarakt ve refraktif cerrahi alanında çalışıyorum. Bu iki branş göz hekimliğinin en yoğun olduğu branşlardandır. Türkiye göz hastalıkları ve cerrahisi dalında dünyanın en önde gelen ülkelerinden biridir. Teknolojik gelişmeler birçok ülkeden önce bize gelmektedir. Türk cerrahları da çok yetenekli. Tek eksiğimiz dünyaya karşı iyi bir reklam yapamama ve dış ülkelerdeki boardlarda yeterince temsil edilmemekten dolayı dünya literatüründe yerimizin olması gerekenden daha geride olması. Bu da biraz ülkemizdeki geçim derdi kaygısı ve ‘yabancının yaptığı daha değerlidir’ algısını yıkmamış olmamızdan kaynaklanıyor. Oysaki İngiltere, İsviçre, Avusturya ve Almanya yapamadığı ameliyatları bize gönderiyor. Bu da ülkemizde halkımız tarafından çok bilinmeyen bir konu.



Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!


29 Mayıs 2013 Çarşamba

“ÜNİVERSİTE HASTANELERİNİN TAMAMI DAR BOĞAZ İÇİNDE”

Üniversite hastanelerinin dar boğazda olduğunu belirten Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, üniversite hastaneleri çoğunlukla komplike vakalara baktıkları için uygulamada ilaç ve tıbbi malzeme kullanımının yüksek olduğunu, bunların maliyeti artırdığını ancak bunlardan tasarruf yapılamayacağını söyledi.


Üniversite hastanelerinin ekonomik sıkıntı içinde olduğu sık sık gündeme taşınıyor. Bu anlamda çözümler geliştirmek için üniversite yönetimleri farklı çalışmalar ve toplantılar yapıyorlar. Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, “Üniversite hastanelerinin büyük çoğunluğu ekonomik dar boğaz içerisinde, maddi olarak borçlular. Geri ödeme, SUT fiyatlandırma ve hastanelerdeki çalışma sistemi bu şekilde devam ettiği takdirde borçlanmadan kurtulmak mümkün değil, borç miktarı her gün maalesef artar” dedi.
 
“Bazı Ameliyatlar Var ki Bin 500 TL’ye Mal Oluyor Ancak 500 TL Ödeniyor”
Üniversite hastanelerinin ileri tedavilerin uygulandığı ve 3. basamak hizmetlerin verildiği bir sağlık merkezi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Erkan İbiş, şunları söyledi: “Komplike hastalar, ilerlemiş hastalıklı vakalar, diğer merkezlerde yapılamayan ameliyatlar ya da tedavi edilemeyenler hastalar çoğunlukla üniversite hastanelerine gönderilir. Tüm hastaları kabul etmek, hem hukuki hem de mesleki etik çerçevesinde kar-zarar hesabı yapmadan tedavilerini yapmakla zorunluyuz. Tedavi sırasında kar-zarar hesabı yapamayız, yapılamaz da. Sağlık Uygulama Tebliği’nde belirlenen fiyatlara baktığımızda birçok işlemin gerisinde kalıyoruz. Bu durumda bu işlemleri yapmayacak mıyız? Biz yapmazsak hangi kurum yapacak? Vatandaş nereye gidecek? Bu hizmetlerin aksatılmadan sürdürülebilmesi için gerçekçi tam maliyetler göz önünde bulundurulup, yeniden fiyatlandırma çalışmaları yapılması gerekiyor. Aksi takdirde zorunlu olarak sunduğumuz bu kamu hizmetinden dolayı döner sermaye bütçesinde açık veriyoruz. Döner sermaye bütçesinde açık verdiğimizde piyasaya borçlanıyoruz. Sonuçta devletin, maliyenin de borcu bu. Bu borçlanmada yanlış bir yatırım, ya da gereksiz bir harcama gibi bir durum yok. Sadece ödenen bedelin maliyetleri karşılamaması durumu söz konusu. Bazı ameliyatlar var ki bin 500 TL’ye mal oluyor ancak 500 TL ödeme yapılıyor. Üniversite hastaneleri olarak elimizden gelen tasarrufu yapıyoruz. Fakat ilaç ve tıbbi malzeme kullanımında tasarruf yapamayız. İnsan hayatı söz konusu. İnsan hayatını riske atacak hiçbir tasarrufta bulunamayız.

“Üniversite Hastanelerinin Bu Sıkıntılı Durumuna Bir Çare Bulunacağı Konusunda Umudumuzu Koruyoruz”
Sağlık Bakanının bu konuda umut verici konuştuğunu, sorunun bilincinde olduğunu, çözümcü yaklaşım içinde olduğunu ve işbirliği temelinde davrandığını gözlemlediğini söyleyen Prof. Dr. Erkan İbiş, “Başbakanımızda üniversite hastanelerindeki sorunların çözümüne dair olumlu bazı demeçler verdi. Üniversite hastanelerinin bu sıkıntılı durumuna bir çare bulacakları konusunda umudumuzu taşıyoruz. Sadece biz değil İstanbul, Hacettepe, Gazi, Ege, Gaziantep’te tüm üniversiteler dahil bu sisteme. Sorunun çözümüne dair işlem yapılmadığı takdirde üniversite hastanelerinde sıkıntı artarak devam edebilir, ilaç ve tıbbi malzeme alınamamaya başlar. Bunun gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. Bu da hizmetin ciddi ölçüde aksamasına yol açabilir. Her şeye rağmen sorunların çözümüne dair umudumuz koruyoruz” dedi. 

“130 Milyonu Aşkın Bir Borç ile Devraldık”
Tüm bunlara rağmen hasta memnuniyeti yönünde çaba gösteriyoruz. Gerek hastaneden aldıkları tanı-tedavi hizmetinin gerekse konaklama hizmetinin daha iyi hale getirilebilmesi için çalışıyoruz. Hastaların talepleri çok önemlidir. Onlara ve refakatçilere yönelik memnuniyet anketleri yapıyoruz. Memnun olunmayan durumları ve sorunları duymak istiyoruz. Tabii ki bu süreçte olanaksızlıklarla da mücadele ediyoruz. Olması gerekenin üçte 1 eleman ve ciddi bir borç yüküyle çalışıyoruz. Biz yönetimi 130 milyon TL’yi aşkın bir borç ile devraldık. Biz de biliyoruz ki bu borç yükü ile, bu fiyat politikasıyla ve had safhadaki nitelikli eleman yetersizliği ile istenen kalitede hizmet vermek mümkün değil” diye konuştu.

Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!


Hayat Dolu Hissetmek İçin Sen de Katıl!

hayat-kosusu

Hayatın koşuşturmasında çoğu zaman ne kendimize ne de spora vakit ayırabiliyoruz. İşte sizi silkeleyip kendinize getirecek hareketli bir etkinlik!

Hayat Su Facebook sayfasında duyurulan ve 2 Haziran’da Bostancı - Caddebostan Sahilyolu’nda düzenlenecek Hayat Koşusu etkinliğine kayıt olarak hareket dolu bir gün geçirmek ve spor yapmak için ilk adımı atabilirsiniz!

Üstelik sürpriz hediyeler ve ünlü Beslenme Uzmanı Dilara Koçak’tan tavsiyeler sizleri bekliyor olacak!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

28 Mayıs 2013 Salı

İLİŞKİLERİN TEMEL TAŞI SAĞLIKLI İLETİŞİM


İkili ilişkilerin kadın sağlığını önemli şekilde etkilediğini söyleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Gökçen Erdoğan, bu konudaki önemli noktaları  anlattı.

Kadın erkek ilişkilerinde sürekli yeni noktalara dikkat çekilir. İkili ilişkilerde özellikle hastalarının sırdaşı gibi sürekli onların sorunlarını dinleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Gökçen Erdoğan, edindiği bilgileri Med-Index’e anlattı. 

Kadın Hastalıkları uzmanı olarak hastalarından gelen sorular hakkında ve cinsel hayatları ile ilgili danışmanlık hizmeti veren Erdoğan, ikili ilişkilerde özellikle yapılması gerekenler ile ilgili şunların anlattı: “İlişkimizde ‘ne durumdayız, bizden bir şey olur mu’ diye kafa yorduk. Neler yapılabileceğini, nelerden ümit kesmemiz gerektiğini ölçtük, biçtik. Size uzman tavsiyesi, ümidinizi kesmeyin. Sevdiğiniz adamdan ya da kadından ümidi kesmeniz için her şeyi yerli yerince yapmış olmanız ve buna rağmen ‘olduramamış’ olmanız gerekir. Peki ilişkiniz yolunda değilse yoluna sokmak, yolundaysa yolunda tutmak için neler yapmanız gerekir? 
İlişkinizin seyri 7 önemli anahtar ile şekillenir. Bunun dışında ilişki sizin o kapıyı açmayı ve her şey içerde kalmayı ne kadar istediğinizden geçiyor. Mutlu aşk vardır. 

“İletişimin Öneminin Farkında Olun”
Bir ilişkide temel olan iletişimdir. Ertelemeden söylemek, biriktirmeden aktarmak, paylaşmak, beklentileri usulünce iletmek, konuşmak, dinlemek, anlamaya çalışmak, hiç değilse buna çabaladığını hissettirmek. Her ne kadar klişe gibi geliyorsa da bu en gerçek ve büyük anahtar. Yatakta çok iyi anlaşıyor olabilirsiniz, birlikte harika zaman geçiriyor olabilirsiniz, maddi sıkıntılarınız olmayabilir ama iletişim eksikliğiniz varsa bir gün mutlaka patlak verecektir. Zemininiz daima iletişim olsun, sonrasını çorap söküğü gibi getirirsiniz. 

“Şefkati Eksik Etmeyin”
Kadın da erkek de ne kadar güçlü olursa olsun şefkate ihtiyaç duyar. Çünkü mutlaka zayıf anları vardır, ya da en güçlü anlarında dahi gerektiğinde şefkati kimde bulacağına bakar. Fark etmediğinde de bunu yapar, bilinçli olarak da. Küçücük temaslar, ben buradayım mesajları, sağlığına ilgi, minik jestler, sıcaklığın hissettirilmesi önemli. Hangi biçimde olacağını siz seçin ama şefkatinizi esirgemeyin. Bu aynı zamanda sizin kendinizi hatırlatma şeklinizdir.

“Seksin Gerekliliğini Atlamayın”
Cinsel hayatın ilişkilerin gidişatındaki rolünü kimse yadsıyamaz. Cinselliğin başladığı ilişkilerde sürdürülmesi şart. Cinsel ihmal maalesef bağları zayıflatıyor. İlişkide olduğunuz kişinin tenini unutmayın ve ona teninizi unutturmayın. ‘Ne de olsa artık benim’ diyerek daha az ilgi gösterdiğiniz partneriniz, gidip ‘başka kimler kendisinin olabilir’ diye bakmasın. Ayrıca pek çok ilişkide seks esnasında dertleşildiği ve konuşulduğu da bilinir. Fark etmeden birbirinize açıldığınız yerdir yatak odanız, salya sümük olmadan ve daha az sitem ederek. Çünkü birbirinizi en çok istediğiniz yerde daha ılımlı olmanız da mümkün olur. 

“Tartışmaktan Korkmayın”
Ertelenen her tartışma kavgaya dönüşüyor ve öylece ortaya çıkıyor. Çünkü duygularımızı beslemekte üstümüze yok. Hal böyleyse aşkı beslemek varken öfkeyi, kırgınlığı, kızgınlığı beslemenin anlamı yok. Onu en doğru biçimde ve zamanda ortaya dökelim, çözelim ki birikmesin ve taşmasın. Üstelik tartışmaların aşkı alevlendirdiği de daima söylenir. Korkmayın ve ertelemeyin. Yani her şekilde; İletişim şart!”

“İki Kişilik Dünyanızı Koruyun”
“Özellikle bizim toplumumuzda iki kişi evlenince aileler de evlenir” diyen Erdoğan, “Büyük aile olmayı da severiz, büyüklerimizin desteğini ve varlığını da önemseriz. Fakat tüm bu geniş alanda, iki kişilik dünyamızı korumayı bilmeliyiz. Çünkü özel zamanlarımız, kendimize saklamamız gereken anlarımız, bizi birbirimize bağlayan sırlarımız, iki kişilik özel bir hayatımız var. Buna fazla müdahale aramızdaki bağları yıpratabilir. Dengeleri korumak işte tam da bu nedenle bir ilişkinin en önemli noktalarından. Herkesin fikrini almak zorunda mıyız? Kimi ailelerde belki. Ama herkesin dediğini yapmak zorunda değiliz. Bu konuda kendimizi bilmeliyiz. İki kişi olduğunuzu ve dilediğinizde kendi kanınızla çoğalabileceğinizi unutmayın” dedi. 

“Geleceği Konuşmayı İhmal Etmeyin”
Anı yaşamak çok önemli ama siz yine de geleceğinizi ara ara ele alın diyen Erdoğan, “Birlikte hayal kurun, kurmaya teşvik edin. Bu sürekliliğinizi sağlamayı ve beklentilerinizi paylaşmayı da beraberinde getirecektir. Ortak hayaller sizi daha yakın kılacaktır. Hayalleriniz farklı mı, bunu da bilmeniz gerekecektir. Ya orta yol bulmada ya da kendi yolunuzu almada. Fakat ne olursa olsun geleceği konuşmak iyidir. 

“ Kendiniz Olun”
İlişkiler ister 3. gününde ister 33. yılında olsun küçük kırılmalarla büyük sarsıntılar geçirebilirler. Ve insanların uzaklaşmalarını en hızlı tetikleyen şeylerden biri de karşılarındaki kişinin tanıdıkları kişi olmadığını düşünmeleridir. Flört döneminde elbette karşımızdakini etkilemek için ya da henüz yeterince yakın olmadığımız için biraz daha şekilci davranışlarımız, dikkat ettiğimiz hususlar olabilir. Fakat kendimiz olmakta gecikmemeliyiz. Çünkü ancak o zaman gerçek olan isteklerimizi, hayallerimizi yansıtabiliriz” diye konuştu. 

Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!

27 Mayıs 2013 Pazartesi

BAKAN MÜEZZİNOĞLU: "TÜRKİYE İLAÇ PAZARINDA DÜNYADA 16, AVRUPA'DA 6. SIRADA"

Medikal Biyoteknoloji Konferansı'na katılan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye'nin dünya ilaç pazarında 16, AB ilaç pazarında ise 6. sırada yer aldığını açıkladı.



TÜBİTAK'ta düzenlenen Medikal Biyoteknoloji Konferansı'nda konuşan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, sağlık sistemlerinin erişilebilir ve hizmet sunumunun kesintisiz yürümesi gerektiğini belirtti. 

Teknolojik gelişmeler, farklılaşan nüfus yapısı ve maliyet artışlarının sağlık politikalarının gözden geçirilmesini gerektirdiğini kaydeden Müezzinoğlu, “Yeniliklere açık olunması, hizmetlerin ihtiyaçlara göre düzenlenmesi önemli. Sağlık hizmetlerine ve ilaca erişim konusunda son 10 yılda gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkıldı. Teknoloji ithal eden ülke olmaktan çıkıp ihraç eden ülke haline gelmeyi hedefliyoruz” dedi.



“Türkiye İlaç Pazarında Dünyada 16, Avrupa'da 6. Sırada”
Türkiye'nin 2023 vizyonunda sağlık alanındaki hedeflerini vurgulayan Müezzinoğlu, şunları söyledi: “Gıdadan ilaç sanayisine, tarımdan enerjiye geniş bir yelpazeyi barındıran biyoteknoloji alanındaki potansiyelimizi değerlendirmek ve bu sektörde de söz sahibi olmak zorundayız. İlaç ve tıbbi cihaz sanayi yatırımlarını çekmek adına ülkeler arasında ciddi rekabet yaşanıyor. İlaç pazarında dünyada 16, Avrupa'da 6. sırada bulunan ülkemizin ilaç ihracı ve biyoteknoloji buluşlarından aldığı pay ne yazık ki çok düşük. Bu durumu değiştirmek ve biyoteknolojide söz sahibi ülke konumuna gelmek için TÜBİTAK'ın öncülüğünde gerçekleştirilen medikal teknoloji yol haritasının faydalı sonuçlar yaratacağına inanıyorum.”




“Kurulması Planlanan Şehir Hastanelerinin Birer Ar-Ge ve Biyoteknoloji Üssü Olmasını Amaçladık”
Türkiye'de ilaç ve sağlıktaki dış ticaret açığının yüksekliğine dikkat çeken Müezzinoğlu, şunları söyledi: “Bu açığımızı kapatmak ve yerli biyoteknoloji üretiminde arzu ettiğimiz noktaya gelebilmek için kanser dahil birçok biyoteknolojiyi gerektiren ilacı ve cihazı ülkemizde üretmek için çalışmaları hızla artırmamız gerekiyor. Kurulması planlanan şehir hastanelerinin birer Ar-Ge ve biyoteknoloji üssü olmasını amaçladık.”

Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!

BAKAN ERGÜN: "BİZ DE GEN HARİTALARINI TAMAMEN KENDİMİZ ÇIKARMAYA BAŞLADIK"


Medikal Biyoteknoloji Konferansı’na katılan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün,"Biz de gen haritalarını tamamen kendimiz çıkarmaya başladık ve insan geniyle hastalıklar arasındaki ilişkileri tespit etmeye başladık. Bildiğimiz kadarıyla en az 3 hastalıkla genetik yapı arasındaki ilişkinin doğrudan tespit edildiği bir çalışmayı arkadaşlarımız yaptılar ve sağlık sektörüyle birlikte bu çalışmaları yürütmeye devam ediyorlar" dedi.

TÜBİTAK Başkanlık Binası Feza Gürsey Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen Medikal Biyoteknoloji Konferansı’na katılan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, burada yaptığı konuşmada, bugün sağlık alanının en önemli başlıklarından biri olan medikal biyoteknoloji konusunda kamu, özel sektör ve üniversiteler bünyesinde atılması gereken adımların tespit edileceğini kaydetti. 

TÜBİTAK’ın şimdiye kadar ilaç, aşı, biyomalzeme, biyomedikal ekipman ve tıbbi tanı kitleri konusunda hazırladığı yol haritasını değerlenme imkanının olacağını dile getiren Ergün, bu alanlarda çok sınırlı ihracat yapıldığına, buna karşılık ise 7 milyar doları aşan ithalatın olduğuna dikkati çekti. Bakan Ergün şunları söyledi: “Rakamlara bakıldığında alanın ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır. Dünyanın gen teknolojisinde ulaştığı noktaya günümüzdeki zaman diliminin biyoteknoloji asrı olarak tanımlanabileceğini de işaret ediyor. Ancak her büyük potansiyel gibi bazı sınırları aşması durumunda tahrip gücü inanılmaz yüksek bir silaha dönüşmesi ihtimali de var. Mesela genetik haritası, genler vasıtasıyla taşıdığımız birçok hastalığı bertaraf edebileceği gibi Hitler'i bile şaşkınlık içinde bırakacak bir tür yeni öjenik politikalara da kapı aralayabilir. Bugün bilim ve etik tartışmalarında en çok zikredilen konunun biyoteknoloji olması, bilim kurgu edebiyatında, filmlerinde, negatif ütopyalarda, en az uzaylılar veya robotlar kadar biyomühendislik ürünlerine de yer veriliyor olması, konunun hassasiyetini göstermektedir.

Dan Brown'ın Son Çıkan Meşhur Romanı Cehennem’de, Biyoteknoloji İle Alakalı
Dan Brown'ın son çıkan meşhur roman Cehennem’de, tam bu konuyla alakalı. Biyoteknoloji konusu etrafında dönüyor. İnsan nüfusu geometrik olarak artıyor ve yeryüzü bu nüfusu besleyemez, İnsan nesli büyük bir tehdit altında. Dolayısıyla bu tehdidi durdurmak lazım. Bunu da bir salgın hastalık virüsü oluşturarak durdurmak gerekir. Roman böyle gidiyor ama sonunda ortaya çıkan bir salgın hastalık virüsü değil, bir kısırlaştırma virüsü ortaya çıkıyor ve insan neslinin 3'te 1'ini kısırlaştıran virüsün, İstanbul'dan, Yerebatan’dan tüm dünyaya yayılmasını anlatan bir romana tanıklık etmiş olduk. Türkiye'nin ekonomik gerekçeler kadar bu etik gerekçeler nedeniyle de biyoteknoloji alanında söz sahibi olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece virüslerin yayıldığı önemli merkezlerden birisi olarak romanlarda konu edinmek değil, bu çalışmaların yoğun bir şekilde yapıldığı ve insanlık adına önemli sonuçlar elde edildiği bir ülke olmamız gerekir."

“Çok Pahalı İlaçları İthal Ediyoruz, Çok Vasat İlaçları İhraç Ediyoruz”
SGK’nın büyük alım gücünü bugüne kadar fiyatları aşağı çekmek için kullandıklarını ancak bundan sonra bu gücü, ülkeye yatırım çekmek ve özellikle biyoteknolojik ürünler konusunda yenilikler meydana getirmek için kullanılması gerektiğini vurgulayan Ergün, Türkiye'nin bu konuda büyük bir gücü ve potansiyeli olduğunu dile getirdi. Bakan Ergün, yeni teşvik sistemiyle, ilaç ve tıbbi cihaz sektöründe yapılacak yatırımlara çok önemli destekler getirdiklerini belirterek, şöyle devam etti: "Ülkemizde 15’i yabancı sermayeli olan 68 ilaç üretim tesisinde, yaklaşık 30 bin kişi istihdam edilmekte ve Türkiye'de 3 bin 100 çeşit ilaç üretilmektedir. Ancak dış ticaret dengesine baktığımızda ihracatın ithalatı karşıma oranı sadece yüzde 16 seviyesindedir. Çok pahalı ilaçları ithal ediyoruz, çok vasat ilaçları ihraç ediyoruz. Bu nedenle de arada büyük bir fark var. Hemen her sektörde olduğu gibi ilaç sektöründe de katma değeri ve Ar-Ge çalışmalarını artıracak adımlar atmamız gerekiyor.

“İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı'nı Hazırladık”
Biz bu adımları belli bir plan ve program çerçevesinde atmak için, İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı'nı hazırladık. İlaç sektöründe Ar-Ge, üretim ve yönetim merkezi olan bir Türkiye vizyonuyla, 6 farklı hedef için 53 eylem belirledik. Böylece ilaçların üretimini, hekimler tarafından yazılmasını ve hastalar tarafından kullanılmasını, yani konuyla ilgili her aşamayı kapsayan bir politika zinciri oluşturduk. Hazırlıklarını tamamladığımız bu belgeyi, en kısa zamanda uygulamaya başlayacağız ve ilaç üretimi konusunda güçlü bir Türkiye için önemli adımlar atmış olacağız. Böylece yurt dışından yüksek rakamlara ithal ettiğimiz ilaçları burada üreten, ülkemizde yeni ilaç araştırmaları yapılan bir yapı da oluşturuyoruz.”

Biyoteknoloji Stratejisi ve Eylem Planı Hazırlandı
Bakanlık olarak, ayrıca, Biyoteknoloji Stratejisi ve Eylem Planı’nın hazırlıklarını da belirten Ergün, bu kapsamda, Nisan ayında Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı ile birlikte bir seminer düzenlediklerini ifade etti. Türkiye nüfusunun yavaş yavaş yaşlanma eğilimi taşıdığına dikkat çeken Ergün, bu düşünüldüğünde, bugün 8-9 milyar dolara ulaşan ilaç pazarının daha da büyüyeceğini söyledi.

“Türkiye, Teknolojiye İlgi Duyan Ve Teknolojik Gelişmeleri Yakından Takip Eden Bir Topluma Sahip”
Dünyada etkinliği her alanda hissedilen bu sektörlerde, Türkiye’nin de varlığını hissettirmesi gerektiğini kaydeden Bakan Ergün, “Bakanlığımızın bu iki strateji belgesi, işte bu açıdan büyük bir önem taşıyor. Türkiye’nin son 10 yılda çok büyük bir gelişme yaşadığını, konuya ideolojik bir bakış açısıyla yaklaşanlar dışında hemen hemen herkes kabul etmektedir ancak biz, kendimize sürekli şu soruyu soruyoruz. 10 yıl öncesinden çok daha iyi olmak, bizim için yeterli mi? Bu ülkenin, bu milletin çok daha büyük başarılara imza atabilecek bir potansiyeli yok mu? Elbette var. Her alanda dünyanın lider ve saygın ülkelerinden biri olmak için en fazla önem vermemiz gereken konunun bilim ve teknoloji olduğunu biliyoruz. Türkiye, teknolojiye ilgi duyan ve teknolojik gelişmeleri yakından takip eden bir topluma sahip. Bu çok güzel bir özellik ama bu özelliği tüketici olarak kullanıyoruz, üretici olarak kullanmıyoruz. Bu ürünleri kullanmaya olduğu kadar, üretmeye de önem vermemiz gerekiyor. Bakanlığımız, işte bu nedenle, üniversite-sanayi işbirliğini tesis etmeye, üniversitelerde üretilen bilgiyi nihai ürüne dönüştürme süreçlerine daha fazla odaklanıyor” dedi. 

“Neden Türkiye, İnsandaki Zararlı Genleri Elemine Edecek Çalışmaları Yapmasın?”
Bugün Türkiye'nin dünyanın hemen her ülkesine sanayi ürünleri ihraç edebilen bir ülke olduğunu ancak dünya piyasalarına yeni, ileri teknolojili ve yüksek katma değerli ürünler sunulması gerektiğini kaydeden Ergün, şunları söyledi: “Neden Türkiye, tıbbi cihazları, ilaçları, aşı kültürlerini, optik gereçleri, antibiyotikleri, proteinleri kendisi üreten ve ihraç eden bir ülke olmasın? Neden Türkiye, insandaki zararlı genleri elemine edecek, bağışıklık sitemini güçlendirecek veya tarımda daha verimli ve sağlıklı üretim yapılmasını sağlayacak çalışmaları kendisi yapmasın?" dedi.

“Biz de Gen Haritalarını Tamamen Kendimiz Çıkarmaya Başladık”
Bu konularda önemli bir başlangıç yaptıklarını belirten Ergün, şu bilgileri verdi: “TÜBİTAK Biyoteknoloji Araştırma Merkezi'nde şu anda arkadaşlarımız çok güzel çalışmalar yapıyorlar. Biz de gen haritalarını tamamen kendimiz çıkarmaya başladık ve insan geniyle hastalıklar arasındaki ilişkileri tespit etmeye başladık. Bildiğimiz kadarıyla en az 3 hastalıkla genetik yapı arasındaki ilişkinin doğrudan tespit edildiği bir çalışmayı arkadaşlarımız yaptılar ve sağlık sektörüyle birlikte bu çalışmaları yürütmeye devam ediyorlar. Ancak bu alan çok kritik bir alan. Burada çok ciddi hukuki altyapıya da ihtiyacımız var. Türkiye'deki hukuki altyapı bu konuda zayıf, çok ciddi bir bilgi güvenliğine ihtiyaç var. Yani birisinin hastalığıyla genetik yapısı arasındaki ilişkiyi bir başkası bilse, hele sigorta şirketleri bilse o adama sigorta yapmazlar ya da çok pahalıya sigorta yaparlar. Bu bilgilerin çok özel korunması için hukuki ve teknik altyapıya ihtiyaç olduğu da gerçek. İşte bu çalışmalar, bize bu hukuki ve teknik altyapıyı da sunacak çalışmalar olacaktır."

Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!


Osteoporoz Erkekleri de Vuruyor

Halk arasında "kemik erimesi" olarak bilinen ve daha çok kadınları etkilediğine inanılan osteoporoz erkeklerde de önemli sağlık sorunlarına yol açıyor. Özellikle emeklilik sonrasında hareketsiz bir yaşam süren ve sigara kullanan erkeklerde rastlanan bu hastalık, 50 yaş üzerindeki 5 erkekten 1'ini tehdit ediyor.

Osteoporoz hastalığıyla ilgili son gelişmeler ve tedavi yöntemleri Ankara’da düzenlenen "21. Yüzyılda Osteoporoz Sempozyumu"nda ele alındı. Sempozyum Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal, osteoporozun, dünya genelinde yılda 1.5 milyon kırığın etkeni olan ciddi bir toplum sağlığı sorunu olduğunu belirtti.

Osteoporozun önceleri daha çok kadınları etkilediğinin düşünüldüğünü söyleyen Kutsal, ancak yapılan araştırmaların bu hastalığın erkekleri de yakından etkileyen bir sağlık sorunu olduğunu ortaya çıkardığını aktardı.

Kutsal, Türkiye Osteoporoz Derneği tarafından 18-89 yaşları arasındaki 10 bin 489 kişi üzerinde yapılan kemik tarama ve sağlığı araştırmasına göre, 45-65 yaşları arasındaki erkeklerde sigaraya ve hareketsiz yaşam tarzına bağlı olarak bu hastalığın ortaya çıktığını belirtti.

Hareketsiz Yaşam Hastalığı Tetikliyor

Erkeklerde osteoporozun genelde kullanılan ilaçlara ya da bazı hastalıklara bağlı olarak ortaya çıktığını ifade eden Kutsal, "Ancak, araştırmamıza göre özellikle emeklilik sonrasına denk gelen bu dönemde erkekler kahvehanelere kapanıp hareketsiz bir yaşam sürmeye başlıyor. Bunun üzerine bir de sigara kullanımı eklenince osteporoza yakalanmaları kaçınılmaz oluyor. Bu yaş grubundaki her 6-7 erkekten birinde osteoporoz görülüyor!" dedi.

Hastalıktan Korunmak Çok Önemli

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatma Atalay da, Türkiye’de yaşam süresinin artmasına paralel olarak bu hastalığın görülme sıklığının da arttığına işaret etti.

Hastaların yaşam kalitelerinin bozulması ve oluşan kırıklar nedeniyle önemli bir halk sağlığı sorunu olan osteoporozun tedavisinin de ekonomiye büyük bir yük getirdiğini ifade eden Atalay, şunları söyledi: "Bu nedenle hastalıktan korunmak çok önemli. İlk adım toplumun kemik kütlesini doruk noktaya çıkartmak olmalıdır. Bunun için doğum ve bebeklikten başlayarak doğru beslenme alışkanlıkları geliştirilmelidir. Anne sütüyle beslenme, küçük yaşlardan itibaren D vitamini ve yeterli kalsiyum alınması, güneş ışınlarından yeterince yararlanma son derece önemli. Bunların hepsi bir arada olursa doruk kemik kütlesine ulaşılabilir. Hükümet politikaları bu noktada devreye sokulmalı. Gerekli önlemler alınırsa ilerde ülkemizde hastalığın görülme sıklığı azalabilir."

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksal Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülay Dinçer de, osteoporoz konusunda halkın bilinçlendirmesinin önemine işaret ederek, "Sessiz seyrettiği ve diğer travmatik kırıklar gibi olmadığı için, bu hastalar omurga kırıklarının farkına varmaz. Daha çok omuz ve sırt ağrısı olarak algılanır ve yanlış tedavi uygulanabilir. Bu nedenle hem hekimlerin hem de hastaların tanı açısından daha fazla bilinçlendirilmesi gerekir" diye konuştu.

Hayat boyu kalsiyum yönünden zengin besinlerle, süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi gerektiğini ifade eden Dinçer, "Bu kadar güneşli bir ülkede yeterince D vitamininden yararlanamıyoruz" dedi.

Kalça Kırıkları Ölüme Yol Açabilir

Yapılan araştırmaya göre, ileri yaşlardaki kalça kırıkları, yüzde 20 oranında kırığı takip eden ilk bir yıl içinde ölüme neden olurken, sağ kalan hastaların yüzde 80’i günlük yaşam aktivitelerinde bağımlı hale geliyor.

Türkiye Osteoporoz Derneğinin kemik tarama ve sağlığı araştırmasına göre, kemik yoğunluğu Türk erkeklerinde 18-29, kadınlarda ise 30-39 yaşları arasında en yüksek değere ulaşıyor.

Kemik yoğunluğundaki kayıp erkeklerde 40-50’li yaşlarda, kadınlarda ise 49 yaşından sonra başlıyor.

Kemik yoğunluğunu etkileyen en önemli faktörler ilerleyen yaş ve düşük vücut kitle indeksi olarak belirlendi.

50 Yaş Üstü 5 Erkekten 1'inde Görülüyor

Cenevre Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları Profesörü ve Uluslararası Osteoporoz Vakfı Temsilcisi Rene Rizzoli ise, hastalıkla mücadelenin 3 ayağının, hasta ve hekimlerin bilinçlendirilmesi ve yetkili mercilerin hastalığın halk sağlığı üzerinde tehdit olduğunun farkına varması olduğunu söyledi.

50 yaş üzerindeki 2 kadından ve 5 erkekten 1'inde bu hastalığın görüldüğüne dikkati çeken Rizzoli, dünyadaki son tedavi yöntemleriyle ilgili de bilgi verdi. Kemik yıkımını önleyen ilaçların en çok kullanılanlar olduğunu belirten Rizzoli, bunların yanında yeni kemik oluşumu ve formasyonu için de ilaçlar bulunduğunu bildirdi.

Prof. Dr. Georges Boivin de, yapı, şekil ve mineralleşme derecesi gibi kemik kalitesini belirleyen unsurların doğuştan geldiğini, mikro hasar ve kırıkların sayısının artmasının, kemikte kırılmalara yol açabildiğini belirtti.

Almanya’daki Der Fürstenhof Kliniğinin Başkanı ve Uluslararası Osteoporoz Vakfı Temsilcisi Prof. Dr. Helmut Minne ise, osteoporozun görülmesinde yaşam süresinin uzamasının önemli olduğunu ifade ederek, "24 saat sağlıklı yaşasanız bile yaşlandıkça hastalıklara meyil artar. Bu nedenle osteoporuzu önlemek derken, geciktirmek söz konusu olabilir. Bunun için de kırıkların azaltılması yönünde bilgilendirme çok önemli" diye konuştu.

Suda Kolay Zayıflama Egzersizleri

Hem eğlenceli dakikalar yaşamak hem de forma girmek ister misiniz? 

1 hafta boyunca her gün yapacağınız 7 su egzersiziyle tatil dönüşündeki farkı fotoğraflarda bile göreceksiniz. Çünkü bu egzersizleri, diyetle destekleyerek, 7 günde tam 1 beden incelmeniz mümkün.

Kol Egzersizi

İki ayağınızı yere basın ve sırtınızın dik olmasına özen gösterin. Ellerinizi omuzlarınıza dirsekleriniz açık olacak şekilde yerleştirin. Bir aşağı bir yukarı hareket ettirin. Ardından, biraz eğilerek sol kolunuzu sağ bacak dirseğinize yaklaştırın ve bu hareketi birkaç kez tekrarlayın. Bunu yaparken derin nefes alıp vermeye dikkat edin.
Daha İyi Sonuç İçin: Egzersiz sırasında dirseklerinizi çok kırmayın. Vücudunuza dikey konumda olmalarına dikkat edin.

Karın Egzersizi

Omuzunuz da içeride olacak şekilde suyun içine girin. Ellerinizi ve kollarınızı öne doğru yatay şekilde uzatın. Şimdi de bir aşağı, bir yukarı hareket ettirin. Daha sonra ellerinizi karnınıza doğru birleştirerek ileri geri hareketlerle basınç uygulayın. Karın bölgenize uyguladığınız bu basınç sayesinde fazla yağlarınızdan kurtulabileceksiniz.
Daha İyi Sonuç İçin: Karnınızın Basıldığını hissedin. Düzenli nefes alarak karın kaslarınızın çalışmasına yardım edin.

Omuz Egzersizi

Bacaklarınızı hafifçe açın. Kollarınızı, elleriniz önde, omuz yüksekliği hizasına kadar kaldırın ve hemen ardından dizinize kadar alçaltın. Bu hareketi 5 kere tekrarlayın. Daha eğlenceli hale getirmek istiyorsanız avuç içleriniz size dönük şekilde tekrar edin.
Daha İyi Sonuç İçin: Kollarınızı ön kısmını çalıştırmak için dirseklerin vücudunuza değecek biçimde tutun.

Göğüs Egzersizi

Kollarınızı geniş biçimde açarak bir bacağınızı geriye atın. Diğer bacağınızdan da destek alabilmeniz için vücudunuzun ağırlığını öne bırakın. Kollarınızı mümkün olduğu kadar uzakta çapraz şekilde tutun. Suyun basıncına karşı bu şekilde dengede durmayı deneyin.
Daha İyi Sonuç İçin: Çapraz hareketlerle kollarınızla suyu hızlıca çalkalayın. Karın kaslarınızın hızlıca hareketlendiğini hissedeceksiniz.

Kalça Egzersizi

Bir bacağınızı yere koyun, diğerini dik açı yapacak şekilde havaya kaldırın ve sağa doğru açın. Bu şekilde dengede durmayı deneyin. Ardından aynı duruşu diğer bacağınızla tekrarlayın.
Daha İyi Sonuç İçin: Dizinizi sağa doğru kaldırın ve bu şekilde dengede durmayı deneyin Böylece karın kaslarınızı harekete geçireceksiniz

Bacak Egzersizi

Bacağınızı gergin şekilde kırmadan öne doğru kaldırın. Kollarınız da bacağınıza dikey konumda dursun. Sağ bacağınızı kaldırarak kollarınızla bacağınıza uzanmaya çalışın. Bu hareketi daha sonra sol bacağınızla uygulayın.
Daha İyi Sonuç İçin: Sırtınızın kambur olmamasına dikkat edin. Sırtınız dik konumdayken kaslarınız daha fazla çalışacak.

Baldır Egzersizi

İki bacağınızı açarak parmak ucunda durun. Bacaklarınızın gergin olmasına özen gösterin. Bacaklarınızla makas hareketi yapın ve bu şekilde seke seke yürüyün. Bu şekilde kalçalarınızın sıkılaşmasına olanak tanıyacaksınız.

Daha İyi Sonuç İçin: Egzersiz boyunca parmak ucunda durun. Kalçalarınızı sıkıp dengede durmaya çalışın. Böylece vücudunuzun sıkılaştığını hissedeceksiniz.

Etkiyi Artırın

Suya Gömülün: Omuzlarınızın da suyun içinde olduğundan emin olun. Bu konum hareketlerinizi daha yumuşak yapmanıza olanak sağlayacak.

Ritmi Hızlandırın: Egzersizi ne kadar hızlı tekrar ederseniz, suya karşı dayanıklılığınız bir o kadar artacak ve hareketlerden elde ettiğiniz sonuç daha etkili olacak. Ayrıca suyun yumuşaklığı hareketlerinizi uygulamada size yardımcı olacak.

Her Harekete Ayakla Başlayın: Suyun içinde 5 ya da 7 dakika boyunca koşun. Bacaklarınızı kendinize doğru çekin. Topuğunuzu kalçalarınıza doğru kaldırın.

Vücudunuzun Konumunu Gözlemleyin: Egzersizin doğru etkiyi sağlaması için vücut pozisyonunuzun doğru olması gerekir. Sırtınızın dik, karın ve kalçaların ise sıkı olmasına özen gösterin.

Kendinizi Motive Edin: Her egzersizi birkaç kere tekrarlamanız gerekiyor. Eğer hızlı ve çevik hareket ederseniz egzersizler çok zamanınızı almayacak. Bu şekilde vücudunuz efor sarfedecek ve kaslarınızın hızlıca enerji yakmasını sağlayacaksınız.

Terleyin: Doğru egzersizin ilk kuralı, kasların ihtiyacı olan oksijeni elde etmesi. Bunun için düzenli olarak derinden nefes alın. Ne kadar çok hareket ederseniz o kadar çok terleyeceksiniz. Düzenli olarak tekrar ettiğiniz sürece fazla yağlarınızdan kurtulduğunuzu fark edeceksiniz. (Formasante)

Takıntılarınızın Kölesi Olmayın!

"Ellerimi yıkamadan duramam, kıyafetlerimi temiz olduğuna inana kadar yıkıyorum, bulaşık makinesi benden iyi temizleyemez, kapı kollarına dokunamam, başkasının evinde tuvalete giremem" diyenlerden misiniz? Dikkat, aşırı temizlik düşkünlüğü hastalık belirtisi… 

Halk arasında temizlik hastalığı olarak bilinen Obsesif Kompulsif kişilik bozukluğu hem kişiyi hem de çevresindekileri hasta ediyor. Reem Nöropsikiyatri Merkezi’nden Dr. Mehmet Yavuz, her 100 kişiden ikisinde görülen temizlik hastalığı hakkında bilgiler verdi.

- Temizlik hastalığı nedir?
Temizlik hastalığı olarak adlandırılan bu hastalık aslında Obsesif Kompulsif bozukluklardan bir tanesidir. Takıntılı şekilde temizlik tutkunluğu, her şeyin kirli olduğu hissine inanma ve her şeyi sürekli yıkama silme gibi eylemlerin sürekli tekrarlanması temizlik hastalığı olarak adlandırılır. Bunun altında yatan sebep anksiyete bozukluğu, şüphecilik ve emin olamama hissi, saplantılı düşüncelerdir. Diğer tüm takıntılarda olduğu gibi aynı süreci izler. Kişi bu bozuklukların mantık dışı olduğunu bildiği halde kendi davranışlarını engelleyemez. İstem dışı davranışlarını sürekli tekrarlayarak engellemeye çalışır. Saplantılı düşünceden kurtulmaya ve unutmaya çaba gösterir. Fakat başarılı olamaz. Örneğin elini yıkadığı halde emin olamadığı için tekrar yıkayabilir. Bu hastalık tedavi edilebilir bir hastalıktır. Fakat tedavi edilmediğinde ciddi sağlık problemleri ortaya çıkabilir.

Aileden Miras Kalabilir!

- Temizlik hastalığının belirtileri nelerdir?Kişi sürekli ellerini yıkar, evi temizler, eve gelen bir misafirin ardından kullandığı her şeyi temizleyebilir. Zamanın çoğunu temizlik yaparak harcar. Kirli olduğunu düşündüğü her nesneyi yıkar ve temizlemeden kullanamaz.

- Temizlik hastalığına etki eden faktörler nelerdir?
Aslında takıntılara sebep olabilecek pek çok neden öne sürülmekteyse de kesin olarak nedeni bilinmemektedir. Biyolojik, psikolojik, çevresel faktörler neden olabilir. Ailesi çok düzenli ve titiz ya da aşırı kuralcı olan bir çocukta bu tür saplantılı düşünceler ve buna bağlı olarak saplantılı davranış biçimleri gelişebilir. Örneğin annesi çok titiz olan bir çocuk ileride temizlik hastalığına yakalanabilir. Aynı zamanda yakın bir dönemde yaşadığı acı bir olay da takıntılara sebep verebilir. Örneğin vefat, iflas, boşanma gibi yaşanan zor süreçlerden sonra Obsesif Kompulsif düşünceler ve eylemler görülebilir.

Kendilerine Zarar Veriyorlar

- Takıntılı kişilik durumları yaşamı nasıl etkiler?
Öncelikle kişinin sosyal ve iş yaşantısı bozulur. Aşırı temizlik tutkusundan ötürü çevresindeki arkadaşları evine gelmek istemeyebilir. Kendisini bu durum karşısında mutsuz hisseder. Aynı zamanda bu tarz hastalıklarda kişi en çok kendisine zarar verir. Zamanın çoğunu temizliğe ayırdığı için zaman kaybı yaşar diğer yapması gereken hiçbir şeye konsantre olamaz. Gerek ev ve sosyal çevresiyle gerekse iş ortamı ile ilişkileri bozulur. İş performansı önemli derecede olumsuz etkilenir. Evli ise eşi ve çocuğu ile iletişim bozukluğu yaşar. Kendisini temizlik yaparak sürekli hırpalar, günün sonunda yorgun ve bitkin düşer. Bir dönem sonra kişi bedensel olarak da belirli rahatsızlıklara zemin hazırlamış olur. Örneğin bel, kas eklem ağrıları bu dönemde ortaya çıkabilir. Aynı şekilde zamanında tedavi olunmazsa bireyde depresyon gibi psikolojik birçok rahatsızlık da ortaya çıkabilir.

Simetri ve Kontrol Takıntısı...

- Diğer obsesisif kompulsif bozukluklar nelerdir?
Sürekli kontrol etme “ütünün fişini çekmiş miydim, kapıyı kilitlemiş miydim, ocağı kapatmış mıydım” gibi sorular sürekli sorulur. Kişide emin olamama durumu, simetrik olarak nesnelerin düzenli durmasını istemek, ihtiyaç olur düşüncesi ile eşya ve giysileri biriktirmek, günah işlemekten korkma gibi nitelendirilen birçok takıntılı davranış bozukluğu sıralanabilir.

- Obsesif kompulsif kişilik ile takıntılı kişilik arasındaki farklar nelerdir?
Toplum arasında Obsesif olarak adlandırılan her kişi takıntılı kişilik bozukluğu yaşıyor olarak değerlendirilmez. Takıntılı kişilikte birey tutucu, titiz, garantici, sorgulayıcı tavırlar gösterebilir fakat bu durumdan şikâyetçi değildir. Bunu diğer kişilerden daha üstün bir özellik olarak adlandırabilir. Hatta bu kişiler çalıştıkları iş yerlerinde denetleyici özellikleri iyi olduğu için şef, müdür gibi konumlara getirilirler. Onlar davranışlarından şikâyet etmeyebilir fakat çevresindekiler bu özelliklerinden dolayı onlardan rahatsız olabilir.
Obsesif Kompulsif bozukluklarda ise tam tersi bir durum söz konusudur. Kişi kendisinde oluşan aşırı şüphecilik ve saplantılı davranışlarından rahatsız ve mutsuzdur.

Takıntılarından Dolayı Suçlamayın

- Nasıl tedavi edilir?
Bazı araştırmacılar bu hastalarda beynin ön kısmı olan frontal kortex ile içyapılardan bazal ganglionlar arasında iletişim kopukluğu olduğunu ileri sürmektedir.  Tedavide amaç öncelikle var olan hastalığı tedavi etmek sonra da hastalığın tekrarlamasını önlemektir. Bu amaçla üç tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Seçici serotonin geri alım inhibitörleri kullanmak. (Antidepresan ilaçlar) Bilişsel davranışçı terapi uygulamaları TMS (Transkranial Manyetik Stimülasyon) tedavide kullanılabilir.

OKB’de tedavi oldukça zor ve uzun solukludur. Genellikle ilaçlar nispeten daha yüksek dozda ya da birkaç ilaç kombine şeklinde uygulanır. OKB, tedavisi zor olan bir süreçtir. Ancak yine de üstesinden gelinemeyecek bir hastalık değildir. Son zamanlarda ilaç tedavisi ile birlikte uygulanan, TMS tedavisinin oldukça etkili olduğu görülmektedir. TMS, sağladığı manyetik vurular ile bir nevi resetleme yaparak, frontal korteks ile bazal ganglionlar arasında ki uyumsuzluğu ortadan kaldırabilir ve böylece çok etkili ve çarpıcı sonuçlar verebilir.
Ayrıca, Obsesif Kompulsif bozukluklar kaygı hastalığı olduğu için “Davranışçı Tedavi” olarak adlandırılan eğitimsel terapi yöntemleri fayda sağlayabilir. Hastanın kirli olduğunu düşündüğü nesne ile temas etmesi sağlanır.

Obsesif Kompulsif bozukluklar inatçı hastalıklardır. Yenilemeler ve gerilemeler görülebilir. Terapi, ilaç tedavisi birlikte uygulandığında daha iyi sonuçlar verebilir. Ailenin davranış şekli bu konuda çok önemlidir. Aile takıntılarından dolayı kişiyi suçlamamalı, bunun bir hastalık olduğunun bilincine vararak, kişiyi en kısa zamanda tedavi ettirmelidir.

Erkeğin kalbini kazanma yöntemleri

Görür görmez sizi etkileyen erkeğin kalbini kazanmak için ne tür taktikler uygulamanız gerektiğini biliyor musunuz? Alçak sesle konuşmak, hafifçe tebessüm etmek gibi zamanın kalp kazanma yöntemlerini öğrenmek istiyorsanız yazımızı okuyun…

Bir dönem, flört rehberleri inanılmaz popülerdi. Kadınlar ve erkekler birbirini etkilemeye çalıştıkları sürece de popüler olacak. Fakat bu rehberlerin çoğunda birbirleriyle çelişkili ifadeler var.

Aslında flörtün doğası kişiden kişiye değişiyor. Özellikle sizin ve karşınızdaki erkeğin verdiği tepkiler, aranızdaki iletişimin nasıl gelişeceğini belirleyen en önemli etkenler. Tabii, zaman ve mekân da bir o kadar önemli. Ancak görünen o ki, yeni kuşak genç kadınlar ve erkekler için flörtün anlamı epey değişti.

Sezgilerinizi kullanın

Artık zaman sınırlı ve kimsenin uzun oyunlara vakti yok. Üstelik imaların yerini isteklerin açıkça dile getirilmesi, annelerimizin zamanındaki romantik düşlerin yerini de cinsel dürtüler aldı. Yine de bazı doğrular temelde hiç değişmiyor ama biçim değiştirdikleri kesin. Neyse ki her duygusal ilişkinin hala bir flört evresi var.

Peki, acaba eski yöntemlerin hangisini kullanmaya devam etmeli, komik duruma düşmemek için hangisinden uzak durmalıyız? Bunu anlamak için hem iyi bir gözlemci olmalı hem de sezgilerimizi iyi kullanmalıyız.

Alçak sesle konuşun

Bunun sizi daha etkileyici ve seksi kılacağını düşünseniz de gürültülü bar ve kulüplerde söylediklerinizin hiçbir şekilde anlaşılmaması tehlikesi var. Üstelik konuşma biçimine takılırsanız sohbetin içeriğini de kaçırabilirsiniz.

Her insan gibi sizin de kendinize ait özel bir ses tonunuz ve konuşma biçiminiz var, bunu nereye kadar saklayabilirsiniz ki? Bu noktada ne söylediğinizin nasıl söylediğinizden çok daha önemli olduğu ve söylediklerinizin kişiliğiniz, sosyal konumunuz, zekânız ve birikiminiz konusunda karşı tarafa çok önemli ipuçları sunduğunu unutmayın. Ama siz yine de alçak sesle konuşmaya özen gösterin.

Konuşurken gülümseyin

Hala geçerliliğini koruyan bir flört taktiği. Ama tüm konuşma boyunca sırıtarak gülünç bir konumuna düşmemek için zamanlamayı iyi ayarlamak gerekir. Şen kahkahalarınızı sonraki aşamalara saklayarak hafif tebessüm edebilirsiniz. Ayrıca asla alaycı davranmayın çünkü henüz karşınızdaki erkeği yeterince iyi tanımıyorsunuz ve onun neyi kaldırıp, neyi kaldıramayacağını bilmiyorsunuz.

Bakıp, gözlerinizi kaçırın

Karşınızdaki erkeği etkilemek için bakışlarınızı uzun süre onun üstünde yoğunlaştırmayın. Çünkü bu durumdan rahatsız olabilir. Bunun yerine sevimli bir bakış atın ve daha sonra gözlerinizi kaçırın. Böylece onda daha gizemli bir etki bırakmış olursunuz.

İlk hareketi ondan bekleyin

Evet, bekleyebilirsiniz çünkü aranızda zaten bir elektriklenme olduysa bunu kısa bir süre içinde yapacak ve bu sizin kendinize olan güveninizi artırıp heyecanınızı yenmenizi sağlayacaktır. Hangi çağda yaşarsak yaşayalım bir erkeğin bir kadının yanına gidip konuşmaya başlaması daha kolay ve onlar nasıl bir diyalog kuracaklarını sanki doğuştan biliyorlar. Fakat eğer cesur bir kadın olduğunuzu kendinize kanıtlamak gibi bir amacınız varsa elbette siz de laf atıp sohbeti başlatabilirsiniz.

Bedeninizle sinyal gönderin

Kullanılabilir bir yöntem ama sinyallerin türünü iyi belirlemeniz gerek. Mesela elinizle saçlarınızı karıştırmanız etkileyicidir. Ama dudaklarınızı yalamanız ya da parmağınızı sürekli ağzınızda tutmanız en hafif tabirle komik olur. Ne de olsa bir Playboy kızı değilsiniz. Hangi jestin karşınızdaki erkeğin hoşuna gittiğini birkaç küçük denemeyle bulmalı ama bu jesti yaparken doğal görünmeye çalışmalısınız.

Cinsel Yaşamı Yok Eden Faktörler

Uzmanlara göre çiftler cinsel sorunlar nedeniyle cinsel ilişkiye ilgilerini kaybedip, cinsel hayatlarında keyifsizlik yaşıyorlar. İşte ilişkiyi çıkmaza sokan ve cinsel hayatı keyifsizleştiren nedenlerden bazıları...

İltihap ve Tahriş

Vajina girişindeki ve içindeki iltihaplar, vajinanın kayganlığını sağlayan bezlerin iltihabı ciddi ağrılara yol açıyor ve cinsel ilişkiyle bu ağrı artıyor. Travmatik faktörler, düşmeye bağlı tahriş cinsel ilişkide ağrıya neden oluyor. Kadınlarda vajinal sıvı yeterli olmayabilir ve bu ilişkiyi ağrılı hale getirebilir. Bazı kadınlar cinsel olarak uyarılmayabilirler (frijidite).

Ağrılı Cinsel İlişki

Alt karın bölgesinde rahmi ve rahmin arka boşluğunu ve tüpleri etkileyen hastalıklar nedeniyle ortaya çıkabilir. Enfeksiyonlar, daha önce karın içinde geçirilen ameliyatlara bağlı karın içi yarıklar da ağrı nedenidir. Yumurtalıklardaki kistler, rahimdeki saplı miyomlar, karın zarı altındaki miyomlar da derin ağrıya neden olur. Cinsel ilişkinin başlangıcında ağrı olmasa bile ilişkinin ritmine bağlı olarak ağrı artar. Rahim boynundaki ve vajinaya doğru uzanan miyomlar ise cinsel ilişki sırasında kanamaya yol açar. Rahim boynundaki kanserlerde de cinsel ilişkide kanama meydana gelir. Bu yüzden ağrılı cinsel ilişki doktora başvurulması için çok önemli faktördür. Nedeninin kesinlikle belirlenmesi gereklidir. Historektomi, apandist ameliyatları ağrılı cinsel ilişkiye neden olmazlar. Ancak ameliyatın kalitesiyle ilgili bir sorun söz konusuysa, ameliyattan sonra yara izi kalmışsa cinsel ilişkide ağrı olabilir.

Bulaşıcı Hastalıklar

Genital herpes, bel soğukluğu, AIDS… Bu hastalıkların tedavi edilmediği takdirde kısırlıktan iç organ iltihabına, erken doğumdan anne karnındaki bebeğin ölümüne kadar pek çok ciddi sorun doğuruyor. Üstelik bazıları sadece cinsel ilişkiyle değil, yakın beden teması, öpüşmeyle bile geçebiliyor. Kimi hastalıklar ağrı, akıntı, idrar yaparken yanma gibi belirtiler verirken, kimileri ise sinsi sinsi ilerliyor. Bu hastalıkların fiziksel şikayetleri cinsel yaşamı da keyifsiz hatta imkansız kılıyor.

Kullanılan İlaçlar

Erkek cinselliğini etkileyen nedenlerin başında fiziksel olanlar geliyor. Özellikle belli bir yaştan sonra kalp sorunları için kullanılan birçok ilaç cinsel isteği ve performansı etkiliyor. Bu ilaçlar arasında: Hipertansiyon ilaçları; idrar söktürücü ilaçlar; Trankilizanlar; antidepressanlar ve göğüs ağrısı ya da düzensiz kalp atışı için kullanılan bazı ilaçlar. Bu tür ilaçlar cinsel dürtüyü ve normal cinsel fonksiyonu etkileyebiliyor. Erkeklerin cinsel yaşamını keyifsiz kılan sorunlar arasında ereksiyon olamama ya da ereksiyonu

Psikolojik Faktörler

Psikolojik faktörler cinsel ilişkiye yönelik ilgi ve kapasitenin azalmasında önemli rol oynuyor. Depresif, üzgün ruh hali, uyumada güçlük çekmek ya da çok uyumak, normalden daha çok ya da az yemek yemek, aşırı kilo ya da aşırı zayıflık bunlar arasında yer alıyor. Uzmanlar özellikle işte yaşanan stresin altını çiziyor ile stres ve yorgunluğun faturası cinsel isteksizlik olarak çıkar uyarısında bulunuyor.

Siz hangi aşıklardansınız?

Aşk, belki de insanoğlunun en çok peşinde koştuğu duygu. Ama aşktan aşka da fark var; kimi kısa zamanda başlayıp saman alevi gibi yaşanıp bitiyor, kimi uzun yıllar sürüp gidiyor. Peki sizin aşkınız hangisi?

Acıbadem Eskişehir Hastanesi’nden psikolog Orhan Öztürk aşkın 7 tipi olduğunu söylüyor.

Tarih boyunca romancılar, şairler, düşünürler, sanatçılar aşk konusundan ilham almış, aşk hakkında sayısız eser yarattılar ve yaratmaya devam ediyorlar. Ama aşk yalnızca sanatçıların konusu değil. bilim insanları da son 50 yıldır sistematik şekilde inceliyorlar. Psikologlar aşık olmanın insan duygu, düşünce ve davranışındaki etkilerini daha iyi anlamak için modeller geliştirirken; sinirbilimciler aşkın psikobiyolojik kökenini keşfetmek adına önemli deneyler yapıyor ve karşılaştırmalı metodlarla insanlarla hayvanları kıyaslayarak hangi organik süreçler aşkın doğasını idare ediyor sorusuna yanıtlar vermeye çalışıyorlar. Artık günümüzde aşk bilimi üzerine kitaplar yazıyor, sempozyumlar düzenliyor hale geldik. “Aşkın 7 hali” ise yüzlerce aşk kuramından yalnızca biri...

Platonik aşklar, patolojik (hastalıklı) aşklar, karasevda gibi durumlar haricinde aşk, iki kişi arasında yaşanan ortak bir süreç. Aynı aşıklar gibi aşklar da doğuyor, büyüyor, şekil değiştiriyor ve ölüyor. Bu aşklarda üç farklı özellik ve bu özelliklerin birbiriyle ilişkisi 7 aşk tipini ortaya çıkarıyor. Bu üç özellik şöyle sıralanıyor: “Yakınlık, Tutku ve Bağlılık”. 7 aşk tipini daha iyi anlayabilmek için bu üç temel özelliğin daha detaylı bilinmesi gerekiyor.

Yakınlık: Taraflar arasında kurulan karşılıklı duygusal bağ olarak ifade edilebiliyor. Yakınlık özelliği sayesinde ilişkide sıcaklık, samimiyet, duygusal destek, iletişim, anlayış, huzur, beraber geçirilen zamandan keyif alma durumları gelişiyor.

Tutku: Tutku aşkın psikofizyolojik boyutu olarak tarif ediliyor. Heyecanlanma, sevgilinin yanında olunca soluğun kesilmesi, kalp çarpıntısı, genel bir uyarılmışlık hali, enerji artışı, erotizm, fiziksel çekicilik, dikkatin sevgiliye odaklanması ve takıntılı şekilde sevgiliyi düşünme gibi özelliklerle kendini belli ediyor.

Bağlılık: Çiftler arasındaki karşılıklı bağımlılık, her şeye rağmen birlikte olmayı isteme, ortak bir hayat hedefi oluşturma ve sürdürme özelliği olarak açıklanıyor.

Bu üç temel özellikten her birinin tek başına veya diğer özelliklerle birlikte bulunması durumlarında 7 farklı aşk tipi oluşuyor:

1) Sadece “bağlılık” (Boş aşk): Tutku ve yakınlığın olmadığı, sadece hayat birlikteliğinin olduğu birliktelikler. Bu durum özellikle görücü usulü ile evlenme ve beşik kertmeliğinin yaygın oluğu toplumlarda (ve tabii ki ülkemizde) sıklıkla görülüyor. Bu tip boş aşk´lar ilerleyen dönemlerde diğer özelliklerin etkilenmesiyle şekil değiştirebiliyor; aynı şekil dolu aşklar da zamanla tutku ve yakınlık boyutunu yitirip boş aşk’a dönüşebiliyor.

2) Sadece “tutku” (deli dolu aşk): Genelde çoğu aşığın ilk planda ve en heyecanlı hissettiği, cicim aylarının deli dolu yaşandığı, desteğini erotizm ve cinsellikten alan aşk. Yakınlık özelliği de geliştiğinde bu deli dolu aşklar romantik aşklara evrimleşiyor; aksi taktirde yakınlığın ve bağlılığın olmadığı durumlarda genellikle kısa sürüyor. Bu kişiler birkaç gün veya hafta evli kalıp hemen boşanma davası açabiliyor ya da 40´lı yaşlarında beşinci eşinden de ayrılabiliyorlar.

3) Sadece “yakınlık” (arkadaşça aşk): Yakınlık ve hoşlanma dışında tutku içermeyen, uzun süreli olmayan aşklar. Bu tip aşkta taraflar genellikle partnerlerine ilişkin cinsel çekim hissetmezler. Arkadaşça aşklarda kısa süreli iyi anlaşma, “kardeş gibi sevme”, geçici heves, bittiğinde hemen unutma ama hatırlandığında saygı duyma gibi hallere sıklıkla rastlanıyor.

4) “Yakınlık” ve “tutku” (romantik aşk): Hem fiziksel çekimin hem de ruhani çekimin yoğun hissedildiği aşklar. Romantik aşklarda duygu yoğunluğu ve sevilen kişinin arzulanması ilişkinin dolu dolu hissedilmesine sebep oluyor. Geçmişteki unutulmayan aşk deneyimleri genellikle bu tip aşklardan kaynaklanıyor. Ancak ne fiziksel çekicilik ne de yakınlık hissi, ilişkinin kalıcı olması açısından tek başına yeterli olmuyor.

5) “Yakınlık” ve “bağlılık” (dostluğun paylaşıldığı aşk): Çiftlerin birbirine yoğun yakınlık hissettiği, saygı ve sevgi çerçevesi içinde her türlü duygusal ve düşünsel paylaşımın engellenmeden yaşandığı, ancak fiziksel çekimin olmadığı aşklar. Uzun yıllar evli kalıp hiç münakaşa etmeyen, dışardan bakıldığında resmiyet görünümünün belirleyici olduğu, dengeli ve tutarlı birliktelikler sıklıkla bu tip birlikteliklerde görülüyor. Zamanla arzu ve fiziksel çekimin azaldığını hisseden çiftler de dostluğun paylaşıldığı aşk evrenine geçiş yapabiliyor. Bu tip durumlarda sadakatsizliklere de sıklıkla rastlanıyor. “Eşimi çok seviyorum ama artık bir şey hissetmiyorum” veya “30 sene beraberlikten sonra artık çekim hissedemiyorum” tarzı ifadelerin bulunduğu bu aşklar kimi zaman aşırı kıskançlıklara da gebedir.

6) “Bağlılık” ve “tutku” (arzu dolu aşk): Beraberliği ve evliliği uzun süre devam ettirmenin altındaki temel dürtünün arzu olduğu aşklar. Yakınlık faktörünün olmaması bu tip ilişkilerde ihtilafların ve tartışmaların belirgin olmasına yol açıyor, çünkü taraflar genellikle anlayışsız, bencil, yapıcı iletişim becerilerinden yoksun ve sabırsız oluyorlar.

7) “Tutku”, “yakınlık” ve “bağlılık” (eksiksiz aşk): Her üç boyutun da tamam olduğu, ideal aşklar. “Mükemmel çift, ruh ikizi, hayatımın aşkı” ve benzeri tanımlamaların yapılabilmesi için tutku, yakınlık ve bağlılık boyutlarının eksiksiz şekilde beraber bulunması zorunlu sayılıyor. Eksiksiz aşk, aşıklara müthiş bir ilişki deneyimi sunuyor. Eksiksiz aşkı elde etmenin zor, ancak devam ettirmen daha da zor olduğu biliniyor. İlişkiyi canlı tutmak için çaba sarfetmek, özverili olmak, etkili ve empatik iletişim sağlamak, sürprizlere açık olmak, cinsel açıdan aktif olmak, saygı ve anlayışı her şeyden üstün tutmak gerekiyor.

Dilekleriniz Gerçek Olacak!

Herkesin yeni umutları vardır yeni yıla dair. Kimi iyi bir iş, kimi mutlu bir yuva, kimi ise yeni başlangıçlar ister. Peki, bunları elde etmenin yolu nereden geçiyor biliyor muyuz?

Kalsedon Danışmanlık’ın Kurucusu Koç Nesrin Gökpınar, yeni başlangıçlar için ruhsal dinginliğin ve motivasyonun çok önemli olduğunu, ancak iç huzur yakalandığında yeni olan her şeye daha kolay ulaşılabileceğini ve adapte olunabileceğini söylüyor. Peki, nasıl sağlanır ruhsal dinginlik?

Koç Nesrin Gökpınar, “Başarıya ulaşmak ve devamlılığını sürdürmek için öncelikle başaracağınıza ruhen ve kalben inanmanız, başarı için gerekli olan ruhsal dinginliği ve motivasyonu sağlamış olmanız gerekir. Aksi takdirde her başarısızlık durumunda kendinize saygınızı kaybedebilir ve sonraki başarılarınızın önünü kapatmış olabilirsiniz” diyor.

Ruhsal Dinginlik Çalışmaları...

Ruhsal dinginlik çalışmalarının başarıyı etkilemedeki önemini vurgulayan Koç Nesrin Gökpınar, ruhsal dinginlik çalışmalarını şu şekilde sıralıyor:

Bilinçaltı Temizleme: Bilinçaltı olumlu ve olumsuz inançlarınızın hayatınıza yansımasıdır. Eğer bilinçaltınızda başaramayacağınıza inanıyorsanız başaramazsınız. Başarıyı yakalayabilmeniz için bilinçaltınızda bir takım karamsar düşünce ve inançlarınızı temizlemeniz gerekir. Yani dilinizin söylediğine bilinçaltınızın itaat etmesini sağlamanız gerekir. Ruhsal dinginliği sağlamanın ilk ve en önemli yolu da budur.

Kuantum: Kuantum düşünme üst nitelikli, yaratıcı bir düşünme şeklidir. Yaratıcı düşünme düzeyinde insan kendi hayatının efendisi konumuna gelir. Kuantum Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne ulaşırsınız. O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır.

Meditasyon: Meditasyonu kişinin dikkatini bilinçli ve doğal biçimde içine yöneltmesi olarak tanımlayabiliriz. Temel amaç, zihni sakinleştirmektir. Meditasyon, pek çok zihinsel ve fiziksel odaklanma metoduna sahip bir tekniktir. Bu metotlar endişe ve gerilimi azaltıp kendimizden memnun olmamızı ve üzüntülerimizi tolore etmemizi sağlayabilir. Meditasyonun pozitif enerjisi bizi başarıya götürecektir.

EFT: İngilizcede Emotional Freedom Techniques kelimelerinin baş harflerinin kısaltılması olan EFT (duygusal özgürleşme teknikleri ) kişinin bedeninde oluşmuş duygusal tıkanıklıkların açılmasında kullanılan bir yöntemdir. Yersiz korku ve endişelerin, olumsuz deneyimlerin yarattığı kötü düşüncelerin ortadan kaldırılması için kullanılan etkili bir yöntemdir.

Siz de yeni yıl dileklerinizi ve isteklerinizi başarıyla yerine getirmek ve başarınızın devamlılığını sağlamak için ruhsal dinginlik çalışmalarından faydalanabilir ve bu sayede bol başarılı bir yıl geçirebilirsiniz.

24 Mayıs 2013 Cuma

Ayaktaki Organ Haritası




Ayak tabanında hangi organının hangi kısmına bağlı olduğunu gösteren tablo aşağıdadır resmi büyülterek bakabilirsiniz.

Ayak tabanında bedendeki organlara bağlı tüm sinirlerin burada sonlandığı gerçekten doğrudur.
Bu noktalara her baskı yaptığımızda organlarımız harekete geçer ve düzgün çalışır.
Herhangi bir organınızda sorununuz varsa o organınızı gösteren bölgeye masaj yada basınç uygularsanız o organı harekete geçirip iyileştirebilirsiniz..
Yinede en iyi çözüm yürümeye ve koşmaya devam etmektir....

DOKTORUN PENCERESİNDEN SOFRALARA YOLCULUK

Çocuk doktoru penceresinden anıların ve geleneksel tatların peşinde çıktığı yolculuğu “Annemin Sofralarına Yolculuk" kitabında anlatan Prof. Dr. Sema Özer, fotoğraflarla tarif edilen yemeklerle okuyucuyu o günlere götürüyor.


Doktorlardan bilimsel içerikli kitaplar bekleriz, bu defa sizi güzel sofraların kurulduğu, geleneklerin yaşatıldığı ve güzel anıların yer aldığı bir kitap ile yolculuğa çıkartacağız. ‘Annemin Sofralarına Yolculuk’ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı’nda öğretim üyesi Prof. Dr. Sema Özer, tarafından yazıldı. Bütün samimiyeti ve içtenliğiyle yemek tariflerinin yanı sıra güzel günlerle dolu anıların olduğu kitap, kısa sürede okuyucu tarafından çok beğenildiği için İngilizceye çevirisi yapılıyor. 
Prof. Dr. Sema Özer, ‘Annemin Sofralarına Yolculuk’ isimli kitabı hakkında Med-Index’in sorularını yanıtladı.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Bursa’da doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Ankara’da tamamladım. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlık eğitimimi, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çocuk Kardiyoloji uzmanlık eğitimimi tamamladım. Halen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Can Özer ile evliyim. Kıvanç ve Çağlar’ın annesiyim. 

Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?
Annem yaşamımda çok önemli yapı taşı olmuştur. Çok uzun yıllardır yanımda olmasa da onun doğruları kararlarımda önceliğimi oluşturmuştur. Anneme, değer yargılarım, güzel anılarım ve güzel sofralarımız için teşekkür etmek ve annemin bana yaşattığı tüm güzellikleri okurlarımla paylaşmak istedim. Günlük koşuşturmada zaman ayırıp anlatamadığımız çocukluk anılarımızı, eski oyunlarımızı, aile özelliklerimizi anmak istedim. ‘Annemin Sofralarına Yolculuk’ kitabım Mayıs 2012 Anneler Günü’nde anneme armağan olarak okurla buluştu.

Devam kitabı yazmayı düşünüyor musunuz?
İkinci baskısı basılırsa çok mutlu olurum. Orada dostlarımın yorumları yer alabilir. Kitabımın İngilizce çevirisi yapılıyor. Yurt dışına taşıma düşüncem var. 

Kitapta vermek istediğiniz mesaj nedir?
‘Annemin Sofralarına Yolculuk’ kitabımda annemin ve dostlarımın sofralarından benim yapabildiğim yemek tanımları ve anılarım yer aldı. 68 kuşağı olan bizler, köy enstitülerinin Atatürkçü öğretmenleri ve anne babalarının değer yargıları ile büyüdük. Annelerimizin kapı sütçüleri, sucuları, postacıları, bakkalları, manavları, kasapları, fırıncıları, pazar hamalları, komşuları, akrabaları ve inanılmaz dostları vardı. Ayaklı dikiş makineleri, dikiş modelleri, ateş ütüleri vardı. Annelerimizin diktiği fırfırlı tafta elbiseler giydik, sobanın üzerinde ısıttıkları saç maşası ile yapıverdikleri lüleli saçlarımızla süslendik, fotoğraf çektirdik. Annelerimizin şefkati ile ders çalıştık, dertleştik, güç aldık. 
Çocukluğumuzda oynadığımız ve yaşamımızdan sessizce yok olan oyunlar, yağ satarımlar, kutu kutu penseler, beş taşlar, on taşlar, yakan toplar, dalyalar, istoplar, hulahoplar, söylediğimiz tekerlemeler, bilmeceler, defter kenar süsleri, şarkı defterleri, renklerine, öykülerine göre ayırdığımız, ipe dizdiğimiz düğmeler annelerimizle örtüşür hep. Annelerimizle paylaştığımız anılar, güzel sofralar içimizde giderek büyürler ve sonunda çocuklarımıza, torunlarımıza ulaşırlar.
Kitabımda, annemle yolculuğumu eşim, çocuklarım, dostlarım ve sizlerle paylaşmak istedim. Kitabımın vermek istediği mesaj çocukluğumun ve 68 kuşağının düşünce ortamına, yaşam değerlerine annemle birlikte kısa bir yolculuk yapmak ve bu yolculuğu paylaşmak olarak özetlenebilir.

Kitabınızda ne tür yemekler yer alıyor?
Kitabımda annemin yemekleri, tatlıları, kurabiyeleri, börekleri, çörekleri, geleneksel tatlar ve benim yapabildiklerim yer alıyor.


Kitabınızla ilgili nasıl tepkiler aldınız?
Ailem ve dostlarımdan övgüler aldım. Kitapçıda beni tanımadan kitabımı seçenlerin kitabın kapağı ile ilgilendiklerini öğrendim. Kitabın kapağında ve içinde yer alan fotoğraflar evimde annem için düzenlediğim köşede ve aile albümlerimizde yer alan fotoğraflardır. 
Kitabımın gelirini Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne verdiğim için dostlarım birden fazla alıp dostlarına armağan olarak veriyorlar. Yemek davetine giderken pasta ya da börek çörek yerine kitabımı götürüyorlar.

Kitabınız yazar olarak size neler kazandırdı?
Annem için yazabilmekten ve annemin kitapçı raflarında yer almasından kıvanç duydum. Yaşamımda bende iz bırakan anılarımın çocuklarıma, dostlarıma ulaşmasından mutluluk duydum. Günü yaşarken görüverdiğimiz ve bizi çok uzaklara taşıyan, anlatmaya değmez ya da kimse dinlemez dediğimiz içimizde kalan küçük şeyleri paylaşabilmek güzel oldu. Ayaklı dikiş makineleri, düğmeler, üç tekerlekli bisikletler, dönme dolaplar, uçurtmalar, elma şekerleri, kağıt helvalar, duyuverdiğimiz bir şarkı, mandolin sesi, misketler, taş bebekler ve daha niceleri…. 

Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, müzik ve film sizce hangisi? 
Çocukluğumda ilk okuduğum kitap Heidi’dir. Sonraları çocuklarım büyürken izlediğim Heidi çizgi filmi çok hoşuma giderdi. Viyana’ya gidişimde dağların eteklerindeki küçük sevimli evlerden Heidi ve dedesi çıkıverecek gibi gelmişti. Sonraları “Tom Sawyer”, “Bülbülü Öldürmek”, “Küçük Prens”.…
Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumu aydınlatmak için Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in çabaları ile batı klasikleri Türkçeye çevrilmişti. Babamın kütüphanesinde hemen tüm MEB kitapları vardı. Gençlik yıllarımda çoğunu okudum. Yaşar Nabi Nayır'ın kurduğu Varlık Yayınları bugün de değerli kitaplar yayımlıyor.
Gençlik yıllarımda Fransız emprestyonistlerinin ve klasik batı müziği bestecilerinin yaşam öykülerini okumuştum. Tabloları görebilmem ve besteleri anlayabilmemde yararlı olmuştu bana. Nadir Nadi’nin “Dostum Mozart”, Fazıl Say’ın “Yalnızlık Kederi” etkilendiğim kitaplar arasındadır. 
Zeynep Oral’ın “O Güzel İnsanlar” kitabını okuyorum şimdi. 
“Etkili Ailelerin 7 Alışkanlığı” (Stephen R. Covey), “Anneler ve Kızları / Oğulları İçin Bir Fincan Huzur” (Colleen Sell) gibi kitapları da seviyorum.
Nazım Hikmet, Ceyhun Atuf Kansu ve Can Yücel sevdiğim ozanlardır.
Joan Baez, Edith Piaff, Jacques Brel, Sarah Brightman, Johnny Cash, Sertap Erener, Nilüfer, Ruhi Su, Edip Akbayram, Fatih Erkoç, Zülfü Livaneli, Erol Evgin sevdiğim sanatçılardır.
“Neşeli Günler” filmi, şarkılarını çocuklarımla birlikte söylediğimiz en sevdiğim müzikal filmdi.
Catherine Deneuve, Meryl Streep, Alain Delon, Dustin Hoffman, Tom Cruise, Gerard Depardieu, Tom Hanks sevdğim yabancı sinema oyuncularıdır.
Çağan Irmak sevdiğim Türk sinema yapımcılardan.
 

Yemek kitabınızdan bir tarif verebilir misiniz?
BURSA KEBABI
1 kg kuşbaşı et
1 soğan
5 baş sarımsak
Tuz
Karabiber
Yenibahar
İnce pide

Düdüklü tencerenin altına soyulmuş tüm halde soğan, üzerine az tuz, karabiber ve yenibaharla harmanlanmış etler ve sapları,iplikleri alınmış kabuklu sarımsak başları yerleştirilir.

Tencerenin üzerine çıkacak kadar soğuk su eklenir ve etler ezilmeden 25-30 dakika pişirilir.

Ateşten inince tüm haldeki soğan çıkarılıp atılır.
Kebap düdüklü tencereden bakır tencereye boşaltılır.Suyu azsa ya da etler pişmemişse kaynar su, tuz,karabiber ve yenibahar ilavesi ile kaynatılır.
Üzerine pembeleştirilmiş tereyağ gezdirilir. 

Küçük kareler şeklinde doğranmış ince pideler konukların çukur tabaklarına yerleştirilir. Üzerlerine sulu Bursa kebabı servisi yapılır.

İstenirse ve tek öğünde tüketilebilecekse; ortaya büyükçe çukur bir servis tabağının altına pideler, üstüne etler yerleştirilebilir. 

Annem düdüklü tencere kullanmazdı. Etleri bakır tencerede,kısık ateşte pişirir,suyunu çektikçe kaynar su eklerdi.Soğuk su eklenirse et sertleşir derdi.

Annemin iftar sofralarında Bursa kebabının özel bir yeri vardı.Kebap,lenger denilen büyük yassı kalaylı bakır tepside ufak kareler şeklinde doğranmış ramazan pidesinin üzerinde gelirdi sofraya.Pide çarşı fırınında evden ek yumurta,susam ve çörekotu götürülerek yaptırılırdı.Annem oruçlu haliyle pide yaptırma işini üstlenir,sıcak pideleri yanında götürdüğü sofra bezine sarıp kollarında eve taşırdı. 

İftar sofralarımızda önce annemin yaptığı vişne,çilek,portakal,şeftali,kızılcık,mürdüm eriği reçelleri ve çarşıdan aldığımız gül reçeli,bal,beyaz peynir,kaşar peyniri,siyah zeytin,tereyağı,hurma küçük iftarlık cam kaplara yerleştirilir ve tepsi içinde sofraya getirilirdi.Sofrada ayrıca pişirilmiş sucuk,pastaneden alınmış susamlı ve çörekotlu simit,sıcak pide ve çay yer alırdı.Annemin iftartü ile biten ramazan duası ve televizyonda okunan Türkçe duanın ardından oruç açılırdı.Çaydan sonra üzerine tereyağ gezdirilmiş terbiyeli küçük köfteli çorba,Bursa kebabı,etli yaprak dolma,zeytinyağlı enginar veya yoğurtlu patlıcan ve kabak kızartması ardından şekerpare sunulurdu.Konuklarımız geldiğinde evimizin iftar menüsü hemen hep böyleydi.
Annem ve babam yaşamlarının sonuna kadar hiç aksatmadan oruçlarını tutmuşlardı. Sahurda uyandıklarında o saatte yayınlanan Karagöz- Hacivat radyo programını izlemek istediğim için beni de uyandırırlardı. Karagöze çok güler ve mutlu olurdum.

Sağlıklı beslenmek için tavsiyeleriniz neler?
Doğal gıdalarla ve sebze meyve ağırlıklı dengeli beslenme öncelikli olmalı, topluma sofradan aşırı doymadan kalkma alışkanlığı verilmelidir.


Kitabınızda diyet yemekler var mı?
Ailemde yöresel alışkanlığımızla zeytinyağı öncelikliydi. Annem yemeklerinde zeytinyağ ve az miktarda tereyağ kullanırdı. Kitabımda annemin yemekleri ve benim yapabildiğim yemekler yer aldı.

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Sağlık haberciliği bilimsel olmalı ve toplumu olumlu yönlendirmelidir. Erişkin ve çocuklarda sağlıklı beslenme ve sporun önemi vurgulanmalıdır. Çocukluk yaş grubuna sağlıklı beslenme alışkanlığı öğretilmelidir.

Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!