30 Eylül 2012 Pazar

Fleksor Kas Sistemi Nedir

Fleksör Kas Sistemi Nedir
Verdan, fleksor sistemi 5 zon içinde tanımlamıştır. Beasley,  tendon  yaralanmalarında  prognostik  faktörleri anlamanın  önemini  belirterek, Verdan’ın sınıflamasının ‘yemek kitabı modeli’ gibi cerrahiye uygulanmasının yanlış olduğuna dikkatleri çekmiştir.
Ektrensek fleksör kaslar 3 el bilek fleksörü ve başparmak ile diğer parmaklara interfalangeal fleksiyon yaptıran kaslardan oluşur. Parmak fleksörleri yüzeyel ve derin katagorilere ayrılır.
Fleksör tendon yanıt
Median sinir tarafından innerve olan FKR el bileğinin ana fleksörüdür. Karsılığı olan EKRB’in direk karşısına 3. metakarpın tabanına santral olarak yapışır. Bu nedenle EKRB ve FKR kasları elin sabit biriminin ana konumlandırıcılarıdır. Diğer uyum sağlayabilen bileşenlerin etrafında hareketine izin veren stabil bir platform oluştururlar. İkinci el bilek fleksörü FKU’dir. Ulnar sinir tarafından sıklıkla iki ayrı nörovasküler pedikül tarafından kontrol edilir. Kas gövdesi sıklıkla insersiyosu olan psiform kemiğe uzanacak kadar büyüktür. FKU avuç içine ekzantrik yerleşmesi nedeni ile esas olarak el bileğinin ulnar (medial) deviyatörüdür. Üçüncü el bilek fleksör kası PL’tur. Median sinir tarafından innerve edilir ve palmar fasyanın distaline devamı gibi insersiyo yapar. Boyutu hayli değişkendir ve çalışmalara bağlı olarak insanların %10 ila 15’inde (ortalama %11) total olarak bulunmaz (48). PL bulunduğunda kolayca alınabilmesi nedeni ile tendon grefti için en uygun tendondur.
Ekstrensek fleksör kasların derin grubu FDP ve FPL’tan oluşur. Bu kaslar beş parmağın son İF eklemlerinin güçlü fleksiyonundan sonumludurlar; radius, ulna, kuadratus kası ve interosseös mebran üzerinde derinde tek planda uzanırlar. Bu gruptaki kasların hepsi ön kol ve bilekte çoklu ve değişken ara bağlantılarla morfolojik ve fonksiyonel olarak birbirleri ile ilişkilidirler. Median sinir tarafından innerve edilen FPL ve 2. parmağının FDP’u ön koldaki bu bağlantılarına ek olarak ön kol distali ve karpal tünel içerisinde birçok tendon bağlantılarına sahiptir. Bu durum tanı koymada veya onarımlarda teknik problemlere neden olabilir. 3.,4.,5. parmakların FDP’ları çifte innervasyonlu (medial ve ulnar sinirler tarafından) tek bir kastan çıkan 3 adet tendon slipinden oluşur. Bu durum son üç parmağın bağımsız distal eklem fleksiyonu yapmalarını önler.
FPL, tek karınlı bir kas olup tendonunun uzun bir mesafeden başlaması, biyolojik olarak tercih edilebilecek bir yerde tendon uzatılması için uygun olmasına neden olur. Bu nedenle distal ön kolun tendon tamirlerinde başarı ile kullanılabilir. Karpal tünel ve distale doğru 1.metakarpın gövdesine sıkıca tutunarak başparmak MF eklemine doğru seyreder. Bu seviyede fleksör tendon kılıfının içine girer. Başparmak distal falanksının orta kısmı olan insersiyo noktasına kadar bu şekilde seyreder. Terminal fleksörlerin bu midfalangial insersioları ekstensör sistemin distal falanksın hemen tabanına yaptıkları insersioların karşıtıdır. Tendonun yönünde belirgin değişiklik yaptığı yerde FPL’nin kemiğe sıkıca tutunabilmesi için sağlamlığı arttırmak amacıyla giriş bölümünde fleksör tendon kılıfı çok kalındır fleksör tendon kılıfı giriş bölümünde büyük kuvvetlere maruz kalır. Bu yüzden bu yerlesim çok sık karşılaşılan bir tenosinovit olan tetik başparmağın olduğu yerdir. Tendon kılıfının tendonu MF eklem rotasyon aksından ayrılmasını önleme görevi, kılıfın proksimal kısmında olan doku kalınlaşmasının FPL’un olmazsa olmaz pulley’i olarak isimlendirilmesine neden olmuştur. Delici terimleri ile teknik olarak bir makaradan çok bir bastikadır (kurt ağzıdır), çünkü dönen bir kısım yoktur. Herhangi bir vakada, o seviyede tendon kılıfının bulunması normal fonksiyon için kritiktir. Bunun olmaması, fleksiyon sırasında tendonun eklem rotasyon aksına olan uzaklığındaki artma ile orantılı olarak fleksiyonun moment kolununda artmasına neden olur. Sıklıkla beraberinde FPL’un kopmasının birlikte görüldüğü yaralanmaların olduğu seviyedir.
2. parmağın FDP kası ayrıca median sinir tarafından innerve edilir ve tam olmayan önemli bir bağımsız fonsiyonu vardır. FPL ile bu bağımsızlığı engelleyen sık çapraz bağlantıları vardır. Tüm fleksör profundus kaslarının ön kol proksimalinde çok uzun tendonları ile seyretmeleri önemlidir. Bu nedenle el bileği veya ön kol distalinde meydana gelen yaralanmalar, yüzeyel fleksör grubun tersine, bu derin grubun kasına zarar vermekten çok onların tendonlarının kesilmesine neden olur.
Ekstrensek dijital fleksör kasların yüzeyel grubu klasik olarak 4 ayrı FDS kas gövdesinden oluşmaktadır. Bu kas gövdeleri sıklıkla karpal tünel içine kadar distale doğru uzanırlar. Tümü median sinir tarafından innerve edilirler. Bağımsız olarak kontrakte olma yetenekleri vardır, bu da ana fleksörleri olduğu PİF eklemlerine bağımsız fleksiyon yeteneği verir. Ancak yüzeyel fleksör kasların, irili ufaklı çapraz tendinöz bağlantıları nedeni ile tam bir bağımsızlığı yoktur. Bu bağlantılar insanların % 50’sinde 4. ve 5. parmaklarda belirgindir. Ancak grubun tümünde daha birçok gizli bağlantılar mevcuttur. 5. parmağın FDS’i çoğunlukla küçüktür, bazen de tamamen bulunmaz. Derin fleksörlerin tek bir düzlemde seyretmelerinin tersine yüzeyel fleksörlerden 3. ve 4. parmağınkiler, hemen antebrakial fasyanın altında ve el bileğinde PL’un altında çok yüzeyelde yerleşmişken, 2. ve 5. parmaklarınki bunların derininde yerleşmişlerdir. Median sinir el bileğinde çok yüzeyeldir, bu kompleksin ortasında ve eğer mevcut ise PL tendonunun hemen altında seyreder. Aslında el bilek seviyesinde en önemli yapılar volar ön kolun ulnar (medial) tarafında seyrederler. Bunlar median ve ulnar sinirler, ulnar arter, dokuz parmak fleksörüdür. Dört ayaklılarda, bunlar uzvun kuyruk yani korunaklı tarafındadır. Ancak insanlarda el bileğinin anteromedialinde toplanan bu hayati yapılar yaralanmaya açık haldedirler.
Avuç içinde yüzeyel fleksör tendonlar, derin fleksör tendonların yüzeyelindedirler. Avuç içinin distalinde, FDS tendonu ikiye ayrılır (bifurkasyon). FDP tendonu FDS bifurkasyonundan geçer. Böylece parmak boyunca derin tendon FDS’in anteriorunda veya yüzeyelinde yer alır. Uzun spiral bir seyirden sonra FDS’nin iki slipi orta falanksın orta 1/3’ ünde düz olarak yapıştığı yerin önünde doğru bir çaprazlamayla derin tendonun derinliğine doğru yönlenirler (Şekil 12). Profundus tendonunun, süperfisialis tarafından böyle tamamen sarıldığını bilmek süperfisialisi tendon transferi için kaldırırken önem taşır. Profundus tendonu etrafındaki bu ilmiği kaldırmak için bu çaprazlama tamamen ayrılmalıdır yoksa süperfisialis tendonu buradan çıkarılamaz. Bu gevşetmeyi yapmaksızın FDS ‘i aradan çıkartmaya çalışmak, bu kritik bölgeye ciddi zarar verebilir. Süperfisialis tendonu insersiyosuna kadar tüm seyri boyunca kaldırılmamalıdır, çünkü fleksör kılıfı içinde kalan fleksör digitorum profundusa dolaşım sağlayan vinkular yapıya zarar vermeden bunu gerçekleştirmek mümkün değildir. Dahası FDS’in inseriyosundan tamamen kaldırılması bu kritik sahada yapışıklıklara neden olabilecek yüzeylerin oluşmasına sebep olur. Bu da PİF eklemde rekurvatum deformitesi gelişmesi için bir basamaktır. Uzun fleksör tendonlar, proksimal falanks tabanından distaldeki sonlanma yerine kadar güçlü sinvial kılıfın içindedirler. Bunlara pulley sistemi denir. 5 anüler (A) ve 3 sirküler (C) pulley vardır.

Kılıf biyomekanik olarak parmak fleksiyonundan bağımsız olarak tendonunun rotasyon aks mesafesinin koruması için gereklidir. Aslında kılıfın vazgeçilmez iki bölümü vardır ki bunlar proksimal falanksın proksimal ucundaki A2 pulley ve orta falanksın ortasında ki A4 pulleyleridir.

Ekstensor Kas Sistemi Nedir

Ekstensör Kas Sistemi Nedir
İF eklem ekstansiyonuna katılan interosseöz-lubrikal kaslar ve EPL’a insersiyo yapan APB’in terminal slipi hariç ekstensör kasların tümü ekstrensektir.
1. metakarp abdükte olduğunda başparmak ekstansörü olarak etki eder. Ekstensör kas grubu üç el bilek ekstansörü ve tendonları el bileğini geçip başparmak ve parmaklara etki edecek daha büyük parmak grubundan oluşur. EKU radyal sinirin posterior interosseoz ayrışmasında bulunur ve tüm ekstansör kaslar radyal sinir tarafından innerve edilirler. EKRB el bileğinin ana ekstensörüdür, çünkü 3. metakarp tabanına merkezi olarak yapışır. El bilek ekleminin rotasyon aksından maksimum mesafede bir noktaya yapışır. Bu da ona el bilek ekstansiyonu için büyük bir avantaj sağlar. EKRL ve EKU 2. ve 5. metakarpların tabanına yapışırlar ve bunun sonucu olarak el bileğinin radial ve ulnar deviyasyonunu sağlar. İkincil olarak da ektansiyonuna katılırlar. El bileğinin ikincil eksentörlerinin ikisi de harekette fonksiyonel olarak bağımsızdırlar ve bu yüzden fonksiyonel olarak tendon transflerlerine uygundurlar. El bilek ekstansörleri EKRL’un seyrinin (ekskürsiyon) uzun oynama genişliği (amplitüd) ile birleşerek parmak fleksiyonu ile sinerjistik çalışırlar (normalde parmaklar kavrama yapmaya başladığı zaman el bileği otomatik olarak ekstansiyona gelir). Bu da EKRL’u IF eklem fleksiyonunu restore etmek için derin fleksöre tranfer etmek için mükemmel seçenek haline getirir. EKRL’u innerve eden sinirler spinal kordta EKRB’i innerve edenlerden bir alt seviyeden çıkarlar. Bu yüzden spinal kord yaralanması ile ilişkili el bilek ekstansiyon zayıflığı el bileğinin ana ektansörü olan EKRB’in paralizisini düşündürür ve tendon transferi için EKRL’un kullanımını imkansız kılar.
Ekstansör Tendon yaralanmaları
Ön kol ve el dorsumunda tüm ekstensör kas ve tendonları gevşek areolar doku içinde seyreder. Ancak el bileği seviyesinde tüm tendonları tam olarak uygun gösteren sinoviyal tünellerden geçer. Bu sayede konumlarından bağımsız olarak el bilek rotasyon aksı ile tam bir ilişki sağlanmış olur.
Ekstensor sistemi, Kleinert ve Verdan 8 zonda tanımlamışlar, daha sonra (Wehbe 1995, Doyle 1999) dokuz ve onuncu zonu eklemişlerdir.
Geleneksel olarak tüm tüneller altı ayrı kompartmana bölünmüşlerdir. Ancak ilk kompartman APLve EPB birbirinden tam olarak ayıracak şekilde kendi içinde bölünmüştür.
Birinci ekstansör kompartman radiusun stiloid çıkıntısı boyunca uzanır ve klasik ağrılı de Quervain tenosinoviti ile ilişkilidir. Birinci ektansör kompartman 1. metakarp tabanına yapışan APL’un tendonlarını içerir. Aynı zamanda MF eklem ektansiyonunu sağlayan ve başparmak proksimal falanksına yapışan EPB’i de içerir. Sıklıkla EPB, APL’un hemen dorsalinde tamamen ayrı bir kompartmanda da bulunabilir. Nadiren de EPB, EPL‘la birleşerek başparmak IF eklem ektansiyonuna katılmak için başparmak MF eklem distaline doğru seyreder.
İkinci ekstansör kompartman EKRL ve EKRB’in tendonlarını içerir. Güçlü kavrama sırasında el bileği ekstansiyona geldiğinde güçlü EKRB cilt altından görülebilir hale gelir. EKRL görülemez ancak EKRL’un lateralinde ve derininde hissedilebilir. Bu en iyi işaret parmağının ucunu EKRB’in radial tarafına koyup hasta sıkı yumruk yaptığında derine doğru bastırarak hissedilebilir.
Üçüncü ekstensör kompartmandan EPL geçer. Bu tendonun yönü başparmak MF eklem üzerinden distal falanksa doğru seyrederken Lister’in tüberkülünün kenarında aniden değişir. İF eklem ektansiyonunu sağlar. Başparmak tam ektansiyona geldiğinde EPL 3. kompartmanda el bileğine oblik şekilde çaprazlarken cilt altında görülebilir. Tenar eminensiya’da APB’in son kısmı başparmak MF ekleminin hemen distalinde EPL tendonuna yapışır. Böylece EPL çok yukarı seviyede kesilmiş olsa bile birinci metakarp palmar abdüksiyonda olduğunda başparmak IF eklemini ektansiyona getirebilir.
Dördüncü ekstansör kompartman, EDK tendonlarını ve daha derine yerleşmiş ve fonksiyonel olarakta bağımsız olan EİP’u içerir. Bu tendon diğer parmaklar tam fleksiyondayken işaret parmağını tam ekstansiyona getirebilir. EİP’un insersiyosu 2. MF eklem üzerinden ekstensör apenevrozda EDK’in medial (ulnar) tarafındadır. EDK’in tendonları bir tek kastan köken alırlar. Elin dorsal yüzünde kolayca görülebilen birçok bağlantıları vardır. Bu tendinöz bağlantılar bu kasın tek bir parmak üzerinde bağımsız hareketini imkansız kılar ancak bu yanıltıcı olabilir. Eğer antogonist kaslar (interosseözler) orta, yüzük ve küçük parmağın istenmeyen ektansiyonunu engelleyecek şekilde çalışırsa bağımsız olarak EİP kasının yaptığı gibi EDK’in çekmesi de işaret parmağını tek başına ekstansiyona getirebilir. Bu ektansör tendonlar MF eklem üzerinde ekstensör apenevroza girdikten sonra santral slip olarak proksimal falanks üzerinden distale doğru orta falanks tabanında sonlanacak şekilde devam ederler. İşaret parmağı hariç diğer uzun parmak ektansörlerinin çoğunlukla proksimal falanksa doğrudan kemiksel yapışmaları söz konusu değildir. MF eklem ekstansiyonunda EDK ana kuvveti sağlar. MF ekstansiyonu MF eklemin altındaki voler plağa uzanan örtü mekanizmasına olan bağlantıların proksimal falanksı tam anlamıyla çekmesi ile gerçekleştirilir. Bunlara örtü lifleri adı verilir.
İntrensek kas paralizisinde EDK’in MF eklemleri hiperekstansiyona getirmesi ile birlikte PİF eklemde karşılık olarak fleksiyona gelir ve ‘’pençe’’ el oluşur. Eğer MF eklemler pasif olarak fleksiyona getirilirse EDK santral slipler ile PİF eklemini rahatlıkla ektansiyona getirir.
Beşinci ekstansör kompartman, EDM’nin tendonlarını içerir. Fincan tutma hareketinde oldugu gibi EDM’nin fonksiyonel bağımsızlığı nedeni ile diğer parmak fleksiyonda iken 5. parmağı tam olarak ektansiyona getirebilen bu küçük kasın iki veya üç tane ayrı tendon slipi vardır. EDM 5. MF eklemin ana ekstansörüdür. Sıklıkla EDK’ten 5. parmağın ekstansiyonuna herhangi bir katkı olmaz. Bu tip vakalarda 5. MF eklem ektansiyonu tamamen EDM’ye dayanır. İnsersiyosu MF örtü mekanizması içinde 5. parmakta eğer bulunursa bir EDK bileşeninin ulnarındadır (medialindedir). EDM 5. parmağı ektansiyona getirdiği gibi abduksiyonunu da sağlar. Bu hareket inrosseöz kas fonksiyonunun kaybı ile sonuçlanan intrensek kas paralizisinde çok çarpıcı olarak ortaya çıkar.
Altıncı veya en medialdeki ekstensör kompartmanda, EKU’in tek başına seyreden tendonu yer alır ve 5. metakarpın tabanına yapışır. En iyi el bileği dirence karşı ekstansiyona getirilip laterale deviye edilince hissedilir.

Parmakta Fleksiyon ve Ekstensiyon Arki

Parmakların Fleksiyon – Ekstensiyon Arkı
Parmakların fleksiyon arkı kavramı, elin fonksiyonunu anlamak ve restore etmek için önemlidir. Parmağın normal geniş fleksiyon arkı MF eklem seviyesinden başlayan fleksiyona dayanır. Eğer distal palmar arka gelecek şekilde parmakların tamamen kapanmasıyla tam bir arka hedefleniyorsa, sıra ilk MF eklem fleksiyonunu takip eder ve son olarakta DİF eklem fleksiyona gelir. Normal elde bunlar aslında koordineli hareketlerdir. Ancak burada kritik nokta fonksiyonel bir fleksiyon arkı isteniyorsa başlangıç fleksiyonunun DİF eklemle olmamasıdır. Eğer bu hareketlerin sırası değişecek olursa, Parmağın normal geniş fleksiyon arkı MF eklem seviyesinden başlayan fleksiyona dayanır.
Parmağın normal geniş fleksiyon arkı MF eklem seviyesinden başlayan fleksiyona dayanır. 11B) Parmağın normal geniş fleksiyon arkı MF eklem seviyesinden başlayan fleksiyona dayanır.
Normal fleksiyon arkının çok baskın bölümü MF eklem olması ve intrensek kaslarla kontrol edilmesine rağmen küçük bir bölümünde ekstrensek fleksörlerce sağlanır. Özellikle de FDS güç ve beceri için çok önemlidir. Landsmeer’in görüşüne uygun olarak normal hareket üç eklemden ikisinin kontrollü olması ile sağlanır (16). Yüzeyel fleksörlerin yokluğunda normal fleksiyon arkı görülebilir ancak güç ve becerinin azalacağı aşikardır. Fleksiyon DİF eklemde başlarsa ve parmak distalden proksimale kıvrılırsa, bu parmak uçları başparmak ile hiçbir zaman buluşamaz. Bu nedenle elin tüm intensek kaslarını paralize edecek bir median ve ulnar sinir lezyonunda diğer parmaklar için makul bir fleksiyon arkı oluşturmak için planlama yapmadan başparmak için bir opponensplasti planlamak akılcı olmayacaktır.

El Kaslari Hakkinda

El Kasları Hakkında
Elde görülen hareketlerin hepsi karmaşık bileşik kas hareketleridir ve ana hareket ettiricinin tek başına faaliyeti sonucu oluşmaz. Kaslar intrensek ve ekstrensek gruplara bölünmüştür. İntrensek grup her şeyi ile elin içinde bulunur. Ekstrensek grup ise kol ve önkola yapışarak başlar ve uzun tendonları vasıtasıyla falankslara insersiyo yapar. Tüm kasların iyi tanımlanmış pedikülleri vardır. Bu da serbest kas transferlerine olanak verir. Tendon beslenmesi sinoviyal sıvıdan beslenmenin yanısıra iki temel vasküler yapıyla sağlanır. Tendonlar fleksör tendon kılıfları gibi sıkı kompartmanlar içinde olduğundan dolaşımları mezenter benzeri bir yapıdan sağlanır. Bu yapıya vinkula adı verilir. Küçük hareketli vasküler pedikülden köken alır ve harekete olanak sağlar. Diğer tüm yerlerde tendon dolaşımı etraf yumuşak dokulardan tendona giden sayısız vasküler bağlantılarla olur. Bu iki sistem arasında neredeyse hiç bağlantı yoktur. Dolayısıyla fleksör kılıf içinde, fleksör tendon vinkulasının yaralanması tendonun kan dolaşımında ciddi hasara neden olacaktır.
Üst ekstremite kasları arasında sayısız çapraz bağlantılar vardır. Bu yıllarca uzun ekstensörler için sıradan bir bilgi olmuştur ancak belki de daha çok çapraz bağlantının fleksörler ve intrensek kaslar arasında olduğu yakın zamanda anlaşılmaya başlanmıştır. Direk tendinöz çapraz bağlantılara ek olarak tendonlar etrafında sinoviyal kılıflar da birçoğunu birbirine bağlar, dolayısıyla çapraz bağlantılar kadar etkilidirler. Bunları tekrarlayan stres veya aşırı kullanım denilen durumlarda büyük rol almaları muhtemeldir (42). Detaylarda daima varyasyonlar olsa da el bilek seviyesinde önemli yapıların temel düzenleri aslında sabittir.

Tirnak Yatagi ve Tirnak Yapisi

Tırnak Yatağı ve Tırnak Yapısı

Saçlar gibi tırnaklarda, epidermisin boynuzsu tabakalarından köken alan, özelleşmiş deri uzantılarıdır. Tırnak, tutunduğu yerin (hiponişyum) hemen dışından, distal falanksın tabanında, ekstensör tendonların lateral bandlarının yapıştığı yerin hemen distaline gösteren germinal matriksten büyürler. Germinal matriks, kütikülün proksimalinde, dorsal cildin altına gizlenmiş olup, lunulanın sonuna kadar uzanır. Bunu distalindeki tırnak matriksi kısır matriktir, tırnağı yerinde tutar ancak oluşumunda çok az rol alır. Tüm matriks distal falanksın dorsal periostu ile yakın ilişki içindedir dolayısıyla buranın kırıklarında yaralanmaya çok müsaittir.
Tırnak Germinal Matriksten büyür. Distal falansa dorsalde lateral bandın yapışma yeri ile volarda FDP’nin yapışma yeri birbirinin ayna görüntüsü gibidir.
Tırnak yatağı boyunca görülen doku, kısır matrikstir ve pembe görülmesinin nedeni aşırı vasküleritesidir. Dolaşımı değerlendirmek için, kapiller dolumun takip edilebileceği uygun bir bölgedir. Proksimalden distale, tırnak yapımı azalır ve sert saydam tırnak oluşumu için boynuzlaşma artar. Kütikülün hemen yanındaki, germinal matriksin beyaz kısmı lunula, hemen her zaman başparmakta vardır ve işaret parmağından küçük parmağa gidildikçe daha az belirgin olup, küçük parmakta nadiren bulunur. Tırnak uzama hızı çok değişkendir, yeni bir tırnağın büyümesinin tamamlanması yaklaşık 6 ayı alabilir.

El Bilegi Fonksiyonu

El Bileği Fonksiyonu
El bilek hareketliliğinin önemi elin stratejik konumlandırılmasına yardımcı olması ve fleksiyona ve ekstansiyona gelmesinde yatmaktadır.
Bilek fleksiyonu ekstansiyonundan daha fazla yapılır. Merkezi olarak sonlanan FKR el bileğinin ana fleksörüdür.
EKRB de el bileğinin ana ekstansörüdür ve daha çok el bilek deviyatörü olan diğer el bilek ekstansörleri EKRL ve EKU’e göre el bileğinin rotasyon aksına göre daha merkezi ve dorsal sonlanma gösterir.
El bileğinin ikinci temel görevi kavranan cismin boyutundan bağımsız olarak dar ekskürsiyon aralığında en uygun güç oluşturabilecek şekil fonksiyonlarını yapmaları için dijital fleksör kaslarının gerginliğinin tenodez ile ayarlanmasıdır.
Dijital fleksörleri (erişkinlerde 5-8 cm) gibi uzun ekskürsiyon genişliği olan kaslarda bile kasın optimal güç sunumu yalnız 1.5-2 cm ‘lik bir aralıkta gerçekleşir ve kasın gerilmesi ve gevşemesi ile bu dar aralıktan hızla düşer. Örneğin geniş bir kabın vidalı kapağını açarken kişi parmak uçlarıyla kapağı tutarken diğer parmak eklemleri tamamen ekstansiyonda kalır. Pasif olarak el bileği hafif fleksiyona gelir tenodez ile parmak fleksörlerine göreceli bir uzama sağlanır. Bu yüzden uzun parmak fleksör kasları, güç üretimi için dar güç aralığında kalır. Aynı şekilde kişi küçük bir nesneyi sıkıca parmak ucuyla kavrıyorsa el bileği sinerjik olarak ekstansiyona gelip fleksör sistemin gevşekliğini alıp o şartlarda optimal güç üretimini sağlamak için onun gerginliğini tenodez etkisi ile ayarlar. Bu nedenle el bilek füzyonu parmak fleksiyon arkının uç sınırlarında kavrama gücünü azaltır, ancak arkın merkez bölümlerinde sorun yaratmaz.
EKRB en etkili ana el bilek ekstansörüdür. El bilek ekstansiyonu için en büyük moment koluna sahip olacak şekilde transvers karpal arkın yukarısında merkezi şekilde sonlanır. EKRL ve EKU ikincil el bilek ekstansörleri olmalarına rağmen etkili radial –ulnar deviatörlerdir. Amaçtaki bu farklılık bu kasların ileri düzeydeki fonksiyonel bağımsızlığı ile sonuçlanır. Bu nedenle tendon transferleri için EKRL ve EKU tercih edilebilir.

29 Eylül 2012 Cumartesi

El Cildinin Ozellikleri

El Cildinin özellikleri
Elin palmar ve dorsal cildi arasında belirgin farklılık vardır. Dorsal cilt elastik ve incedir ve bu nedenle yumruk sıkmada görüldüğü gibi aşırı gerilmeye uyum sağlayabilir. Elde cilt, tırnak çevresi ve palmar derinin tırnakla birleşim yerlerinde iskeletsel yapıya diğer tüm bölgelerde yalnız gevşek areolar dokuyla tutunur. Dorsal cildin bu hareketliliği, palmar tarafta imkansız olan, bazı lokal flepler gibi manipulasyonlara izin verir. Dorsal areolar doku içinde lenfatik ve venlerin çoğu bulunur. Bunlar genelde iskelet yapılarının yanında uzanır ve eklemler üzerinden geçmezler. Dorsal cildin bu gevşek tutunması, elin palmarında oluşan bir patolojide bile şişliğin klinik olarak dorsalde gözlemlenmesine neden olur.
Elin palmar yüzündeki cilt benzersizdir ve büyük fonksiyonel önemi vardır. Herşeyden önce vücutta hiçbir bölgeyle kıyaslanmayacak kadar fazla duyu-sinir son organları ile doludur. Bu da elin normal fonksiyonunu yapabilmek için gerekli olan ince duysal algıları hissedebilmesini sağlar. Palmar cilt sürtünmeye karşı kalın bir keratin doku oluşturma kabiliyetine sahiptir. Buna nasır adı verilir ve dayanıklılık için gereklidir. Güvenli bir kavrama için gerekli olan sürtünme direnci bol miktardaki ter bezlerinden kaynaklanan nem ile birlikte papillar tepeciklerce sağlanır. Güçlü bir kavrama için gerekli olan sıkılık, palmar derinin sayısız fasyal bağlantılarla el iskeletine bağlanması nedeniyle oluşan elastikiyet azlığıyla sağlanır. Cilt ve palmar aponevroz arasında fibroadipoz dokudan oluşan yüzeyel fasya vardır. Bu da gerekli sıkılığı bozmadan elin yumuşaklığını sağlar. Bu doku, eldeki cilt katlantılarında yoktur, aslında bu katlantılar cildin eklemlerle ilişkili oldukları yerlerdir. Bu cilt katlantıları, karşılığındaki eklemin hemen üzerinde değillerdir çünkü rotasyon aksından belli bir mesafe uzaktadırlar. Katlantılarda cilt derin dokulara daha sıkı tutunur. Bu anatomik yapı insizyon planlanması gibi klinik durumlarda önemlidir.
Palmar cilt, papiller tepeciklerin tipik bir modelidir ve en iyi parmak pulpasında gelişmiş, sinirini kaybetmiş, anestetik bölgelerde yoktur. Her bir tepecik, epidermal çökmeler ile ayrılmış, epidermisin boynuzsu tabakalarının lineer kalınlaşması sonucu oluşur. Bu tepeciklerin apeksleri boyunca, ter bezlerinin ağızları, düzenli ve ardı ardına açılır ki sıradan bir oftalmaskopla gürülebilir veya bir tanjansiyel ışık altında incelendiğinde, ter bezi kanallarının ağızları parlar. Bu muayene, bakılan bölgede bir sinir hasarı olup olmadığını anlamada önemlidir. Ancak modern, klimalı hastanelerin acil salonları gibi, ter damlacıklarının anında kaybolduğu, kuru çevrelerde bu muayeneyi yapmak çok zordur.
Palmar cildin, fasyal bağlantıları özellikle parmaklarda çok iyi gelişmiştir. Lateralde periost bileşkesinde ve fleksör tendon kılıfında uzananlar Cleland’ın iyi tanımlanmış cilt bağlarıdır. Bu kuvvetli bağlar, aşırı hareketin olduğu eklem hattında azalmıştır. Parmakta nörovasküler demet daima Cleland bağlarının palmarında (voler veya anterior ) yer alır. Dolayısıyla bu bağlar nörovasküler demetin hızlı ve güvenli cerrahi açılımı için rehberdirler . Anteriorda parmakların palmar cildi, daha az tanımlanmış ve fibröz yağlı dokuya penetre olan Grayson bağları ile tutunur.
Cleland ligamantı, dorsal cilt bağları olarak isimlendirilir. Grayson’s ligamantı ise volar cilt bağlarıdır
Palmar cildin damar desteği, ortak dijital arterden köken alan ve vertikal yerleşmiş sayısız damarla sağlanır. Bu damarlar arasında çok az longitudinal ağ vardır. Bu yüzden küçük bir palmar flebi kaldırmak riskli olabilir.
Dorsal cildin tersine, palmar ciltte rijidite ve zayıf longitudinal vaskülerite paterni nedeni ile klinikte yararlı olabilecek çeşitli Z-plasti uygulamaları veya diğer lokal fleplerin kullanımı oldukça sınırlı olmaktadır.

El Anatomisi

El Anatomisi
Elin temel yapısını bazı yazarlar bilek, metakarplar ve parmaklar olarak 3 birimde incelerken, bazı yazarlar ise fonksiyonel el anatomisi olarak 4 birimde toplamışlardır.
Elin yapısal temeli, dört birim halinde düzenlenmiş 27 adet kemik ve el bileğinden meydana gelir. Bu dört birim ise; tek bir sabit birim (8 adet karpal kemik ve 2., 3. Parmak metakapları) ve bundan çıkan 3 hareketli birimden (birinci birim; karpometakarpden itibaren başparmak, ikinci birim; metakarptan itibaren ikinci parmak ve üçüncü birim: metakarptan itibaren üçüncü parmak ve karpometakarpaldan itibaren 4., 5.parmaklar) oluşur (Şekil 1A ). El bileği ekstansiyon ve fleksiyonunun büyük bölümü radyokarpal eklemde, lateral medial deviasyonu ise midkarpal eklem tarafından yapılır.
8 adet karpal kemik bulunur ve bunlar arasında çok sınırlı hareket vardır. 7 karpal kemik elbileği fonksiyonuna katkı sağlarken psiform kemik FCU tendonu içinde bulunur. Karpal kemikler 4 adet proksimalde ve 4 adet de distalde dizilirler. Distal karpal kemikler 2. ve 3. metakarp tabanlarına sıkıca bağlanarak elin sabit birimini oluştururlar. Diğer tüm kısımlar bu sabit birimle bağlantılı olarak hareket ederler.
Başparmak elin en hareketli ve en uyum sağlayan birimi olup çok hareketli olan karpometakarpal eklemde trapeziumla eklemleştiği yerde sabit birime bağlanır. Birinci metakarp tabanına yapışan APL ve tenar intrensek kaslar ile stabilize olup kontrol edilir.
İkinci en hareketli birim 2. parmaktır. Metakarpı, proksimalde trapezoide sıkıca bağlanmış olmasına rağmen metakarp ve interfalangeal eklemleri diğer parmaklardan daha fazla fonksiyonel özelliğe sahiptir. Bunun faydası 2. parmak, ince beceri isteyen işlerde başparmakla beraber çalışmasını önemli hale getirir.
3.parmak anatomisi, 2. parmaktan farklı olarak DİF eklemde FDP’nin fonksiyonel olarak bağımsız olmamasıdır. Orta parmak kapitatum ile proksimalde sabit birime sıkıca yapışır. Orta parmağın arada bir pozisyonu vardır; başparmak ile hassas tutma hareketini yerine getirirken 4.ve 5.parmakla beraber güçlü kavrama fonksiyonunu yerine getirir.
Elin fonksiyonel ünitine 3.uyum sağlayan birim güçlü kavrama ile ilişkilidir. Bu birim kısmen hareketli 4. ve 5. metakaplar ile 3., 4. ve 5. parmakların falankslarından oluşur. 4. metakarpal eklemin 15 derece ve 5. metakarpal eklemin 25 derece fleksiyon/ekstensiyon hareketliliği vardır. Bu da palmar yüz içinde tutmaya ve 4. ve 5. parmakların başparmak ile pulpa-pulpaya karşı karşıya gelmesine izin verir.
El bilek eklemi vücudumuzdaki en kompleks eklemdir. Karpal kompleksin karmaşık mekaniğini anlamak için birçok tanımlama önerilmiş olmasına rağmen, klinik olarak hiç biri basitçe karpalları proksimal (skafoid, lunat, trikuetrum ve psiform) ve distal (trapezium, trapezoid, kapitatum ve hamatum) sıra olarak ayırmaktan daha yararlı olmamıştır.
Elin Temel Birimleri. 2 ve 3. metakarplardan oluşan sabit birim karpometakarpalde karpal kemiklerle sıkıca bağlanmıştır. Hareketli ve uyum sağlayan birimler sabit birim etrafında hareket ederler. Başparmak en fazla uyum sağlayan birimdir ve 2. parmak onu takip eder. Güçlü kavramada önemli olan yapılar ise 3., 4. ve 5. parmaklar ve 4. ve 5. metakarplardır. Son iki MF eklemindeki hareketlilik avuç içinde kavramaya izin verir. Bu iskeletsel yapı sıklıkla karpal kaynaşma gibi küçük varyasyonlara sahiptir ancak temel model sabittir. 1B) Karpal kompleks proksimal ve distal sıra olarak ikiye ayrılır. Skafoid ikisi arasında bağlantı oluşturacak şekilde yarı proksimal yarı distal sırada yer alır. Bu da skafoidi kırıklara karşı savunmasız kılar. Psiform kemik FCU tendonu içinde bulunan susamsı bir kemiktir, bundan dolayı el bileğinin fonksiyonel parçası değildir (36). S: Skafoid, L: Lunat, T: Trikuetrum, P: Psiform, TM: Trapezium, TD: Trapezoid, C: Capitatum, H: Hamatum
Skafoid proksimal ve distal sıralar arası bir köprü olan tek kemiktir ve bu da onu kırıklara karşı savunmasız kılmaktadır. Çünkü karpal kemikler arası çok sınırlı bir hareket açıklığı vardır ve elin pozisyon alması radyokarpal (el bileği) eklemdeki aşırı fleksiyon ve ekstansiyon yeteneği ile sağlanır. Midkarpal eklemlerde çok daha az hareket vardır ama radyokarpal eklemde görülenden daha çok medial lateral el bilek hareketini sağlar.
El bileğinin konumlandırılması hem ön kol rotasyonu (pronasyon/süpinasyon) ile hem de beraberinde dirsek ve omuz hareketleri ile sağlanır. Pronasyon (el ayasını aşağı döndürmek) median sinir tarafından innerve edilen proksimal ön kolda pronator teres ve el bileğinin hemen proksimalinde pronator kuadratus kası tarafından radiusun sabit distal ulna üzerinde döndürülmesi ile sağlanır.

Turkiyede El Cerrahisi ve Gelisimi

Türkiye’de El Cerrahisinin Gelişimi
15. yüzyıldan 1950’li yıllara kadar olan zamanda cerrahların genelde periferik sinir cerrahisi ile ilgilendikleri görülür. Ülkemizde el cerrahisiyle ilgili ilk belge, 15. Yüzyılda Şerefeddin Sabuncuğlu tarafından yazılan “Cerrahiyetul Haniye” adlı eserdir. Sabuncuoğlu bu eserinde doğrudan el cerrahi olgularından bahsetmese de periferik sinir (siyatik sinir) hasarı ile başvuran hastaları bildirmiştir (27).
19. yüzyılın ikinci yarısında ülkemizdeki hekimlerin bir bölümü yurtdışına eğitim amacıyla gönderilmiştir. Ülkemizde modern cerrahinin kuruluşunda bu dönemde yurtdışına gönderilen hekimlerin katkısı büyüktür. Bu dönemin önde gelen cerrahlardan biri Cemil Paşa’dır. Cemil Paşa (Prof. Dr. Cemil Topuzlu), Fransa’da cerrahi eğitimini tamamlayarak ülkeye dönmüş, orada gördüğü antisepsi ve asepsi ilkelerini uygulayarak, cerrahi mortalite ve morbiditeyi önemli ölçüde azaltmıştır. Topuzlu ülkemizde birçok cerrahi girişimi ilk kez yapan cerrahtır. Bu nedenle ülkemizde modern cerrahinin kurucusu olarak kabul edilebilir. Cemil Paşa’nın travmatik sinir hasarına bağlı yaralanmalarında uyguladığı tekniği özellikle Teselya Muhaberesi olarak bilinen 1897 Türk- Yunan savaşı sırasında geliştirmiş olduğu bilinmektedir. Cemil Paşa’nın Tıbbiye-i Şahane döneminde yapmış olduğu median sinir anastomozu (1894) bilinen ilk modern periferik sinir cerrahisi girişimidir (28).
Prof. Wieting Paşa 1902-1907 yıllarında Gülhane’nin müdür yardımcılığını, 1909-1915 arası Gülhane müdürlüğünü üstlenmiş bir genel cerrahtır. 1908 yılında yayınladığı “Gulhane Festchrift” adlı eserinde toplam dokuz olguya sinir cerrahisi girişimi uyguladığını bildirmiştir. Bu dokuz olgudan beşinde siyatik sinir, birinde radial sinire, diğer üç olguda ise trigeminal ve frontal sinire girişim yapılmıştır (29).
Gülhane’nin Cerrahi Klinik şefliğini yapan Murat Bey (Prof. Dr. Murat Cankat) 1. Dünya savaşına askeri cerrah olarak katılmış, dönemin diğer cerrahları gibi cerrahi deneyimlerinin ve bu arada periferik sinir cerrahisi girişimlerinin büyük kısmını savaş esnasında geliştirmiştir (30). Cankat’ın 1947 de “Muhit Sinirleri Cerrahisi” adlı eseri ülkemizde periferik sinir cerrahisi alanında yazılmış ilk bilimsel yayındır.
1950 li yıllara kadar Türkiye'de el yaralanmaları olguları genellikle genel cerrahlara giderdi ve çok kez de bunlara bir şey yapılamazdı. Genel Cerrahi disiplini içinde plastik cerrahiye de sempati gösteren Prof. Dr. Halit Ziya Konuralp ve Prof. Dr. Cihat Borçbakan geniş uğraşı alanı içinde el cerrahisi ile özel ilgisi olan öncülerimizden sayılabilir (31).
1961 yılında Cihat Borçbakan ve Halit Ziya Konuralp’ın yer aldığı 15 cerrah tarafından "Türk Plastik Cerrahi Derneği " resmen kurulmuştur (32).
Ülkemizde modern anlamda el cerrahisi tarihi incelendiğinde bazı önemli otörleri belirtmek gereklidir. Modern anlamda klasik el cerrahisi uygulamalarının Prof. Dr. Rıdvan Ege, üniversitelerde ayrı bir birim şeklinde eğitim ve uygulama yapılmasının Prof. Dr. Merih Eroğlu, el ve mikrocerrahinin birlikte kurumsal uygulamasını ise Prof. Dr. Ayan Gülgönen ve Prof. Dr. Türker Özkan ile başladığını görürüz.
Dr. Rıdvan Ege 1966 yılında Amerika’da New York Columbia Üniversitesinde Dr. Carroll’un, Southern California Üniversitesinde Dr. Boyes’un, Iowa Üniversitesinde Dr. Flatt’ın yanında çalışarak El Cerrahisi eğitimini geliştirmiştir. Ülkemize döndükten sonra çalıştığı üniversitelerde el cerrahisi uygulamalarına ağırlık vermiş, el cerrahisinin ayrı bir uygulama alanı olduğu anlayışını yerleştirmiştir. 1977 yılında El Cerrahi ve Rekonstrüksiyonu Derneği’ni kurarak 27 yıl süreyle başkanlığını yapmıştır. ‘’El Cerrahi ve Rekonstrüksiyonu Derneği’’ adı altında 1977’de kurulan dernek günümüzde ‘’Türk El ve Üst Ekstremite Cerrahisi Derneği’’ olarak faaliyetlerini yürütmektedir (33).
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde Ortopedi ve Travmatoloji öğretim üyesi olarak çalışmakta iken 1970 yılında New York Colombia Üniversitesinde Prof. Dr. Carrol’un yanına giderek el cerrahisi eğitimi alan Prof. Dr. Merih Eroğlu, ülkeye döndükten sonra ortopedi ve travmatolojiye bağlı bir alt birim olarak el cerrahisi birimini oluşturmuş ve el cerrahisi eğitimi ve uygulamaları yapılmasını başlatmıştır. Bu kurumdan el cerrahisi yapan çok sayıda cerrah yetişmiştir.
Dr. Ayan Gülgönen ise 1970 yılında New York Colombia Üniversitesinde Dr. Carrol’un yanında, 1977 yılında Fransa Nancy Hospital Jeanne D’Arc’da Dr. Michon’un yanında çalışarak ülkemize mikrocerrahi uygulamalarını getirmiştir. İlk başarılı parmak replantasyonu 1978 yılında İstanbul Tıp Fakultesi’nde yapan (34) Gülgönen, yurt dışındaki uygulamaları göz önüne alarak, bu işin bir ekip işi olması nedeniyle 1980 yılında İstanbul Özel Fransız Pasteur Hastanesi’nde rehabilitasyonu da içeren geniş bir el cerrahisi ekibi oluşturmuştur. Bu ekipte Gülgönen’nin dışında Prof. Dr. Türker Özkan, Dr. Oya Bayrı, Dr. Özer Dursun bulunuyordu. İlk başarılı ayaktan ele parmak transferi (1978), ilk serbest ileum transferi (1979), ilk serbest groin flep (1978), ilk lenfatiko-venöz anostomoz (1979), ilk el replantasyonu (1981), ilk fonksiyonel serbest kas transferi (1982), ilk kol replantasyonu (1983) , ilk serbest önkol flebi (1984) ve ilk latissimus dorsi serbest flebi (1986) aynı ekip tarafından yapılmıştır. Ülkemizde mikrocerrahi alanında ‘’ilk’’ başarılı ameliyatları yapan Özkan ve ark.’ları 1987’de ‘’Rekonstrüktif Mikrocerrahi Derneği’’ ni kurmuşlardır (35).
Üniversiteler ve eğitim hastanelerinden gelen çok sayıda hekim, bu özel kurumda el ve mikrocerahi eğitimi almış ve daha sonra el cerrahisini kendi kliniklerinde uygulamaya başlamışlardır. 1980 yılında Onur Erol tarafından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde Deneysel Mikrocerrahi Laboratuvarı kurulmuştur. Türkiye'de el cerrahisi bilim dalı ilk defa 23 Ekim 1991'de Prof. Dr. Metin Erer tarafından İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Ana Bilim dalı bünyesinde kurulmuştur. Bunu 1993 yılında da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Ana Bilim Dalı bünyesinde Prof. Dr. Mesut Özcan tarafından kurulan birim izlemiştir.

El Cerrahisi Tarihcesi

El Cerrahisi Nedir, El Cerrahisinin Tarihçesi

El cerrahisinin tarihi incelendiğinde Bell (1794-1842) ve Steindler (1878-1959) ile İkinci Dünya Savaşı sonrası modern el cerrahisinin öncüsü olan Bunnell (1882-1959) en önemli isimler olarak göze çarparlar. İlk belgeler ise Hipokrat’a (M. Ö. 460-377) kadar uzanır.

Hipokrat el yaralarında özel pansuman gerektiğini, cerrahi araçların tekrar kullanılması, oppozisyon fonksiyonu ve korunması, elin fonksiyonel durumda atellenmesi, el bilek kırıklarında bugüne uyan redüksiyon yöntemleri konularında açık görüşler dile getirmiştir. Hipokrat İskenderiye’ye yerleştiğinde “ yara kenarları tazelendikten sonra yarayı dikiniz ve onu bal emdirilmiş bezlerle örtünüz” diyerek debridmanı tanımlamıştır.
17. yüzyılda turnike kullanılmaya başlanmış ve birçok el amputasyona gitmekten kurtarılmıştır.

1800’lerde iki ünlü cerrah, el ile ilgili iki önemli tanımlama sundular. Bunlardan birisi olan Dublin’li Abraham Colles 1814’de radius distal uç kırığının redüksiyonunu tanımladı. Yine aynı dönemde kadavra disseksiyonu sırasında elini kesen öğrencisinin parmaktan başlayıp omuza kadar ulaşan enfeksiyonun sepsise ilerlemesi sonucunda ölmesini göz önüne alarak el kemiklerinin bol su ile yıkanması ilkesini getirdi. Diğer tanımlama ise 1833 yılında Paris’li cerrah Dupuytren Guillaume ’in daha önceleri tendon kalınlaşması olarak bilinen avuç içindeki sert bantların ve şişliğin palmar fasya hipertrofisi olduğunu ortaya koyarak bugün Dupuytren Kontraktürü denilen hastalığa açıklık getirmesidir (12).

1881’de R. Won Wolkman eldeki kontraktürü, sonradan kendi ismiyle anılan kontraktürü geniş olarak tanımladı (12).

El cerrahisinin ilk otörlerinden Sir Charles Bell (1774-1842) ‘’The Hand-Its Mechanism and Endowments as Evincing Design ’’ adlı eserini, karşılaştırmalı anatomik araştırmalara dayandırarak yazmıştır (13).

Duchenne’in ‘’ Physiology of Motion’’ adlı eseri, elin iç kas yapısının resimlenmesi açısından temel çalışma olma özelliğini halen korumaktadır (14).
Almanya’dan Karl Nicoladone (1849-1903) başpamak rekonstrüksiyonu (1891) konusunda el cerrahisinin gelişiminde öncülük etmiştir. Osteoplastik başparmak rekonstrüksiyonu, tendon transferleri ve ikinci ayak parmağını el başparmağına transfer etmiştir (15).
ABD’nin (Boston) ilk plastik cerrahlarından biri olan George Monks (1853-1933), süperfisial temporal arter pedikülü üzerinden kaldırdıgı alın flebini alt gözkapağı rekonstrüksiyonunda uygulayarak flep cerrahisinin, el cerrahisinde kullanılmasına öncülük etmiştir (15).
1897’de Chicago’dan John Murhpy el ve bilek bölgesindeki yaralanmış tendon, sinir ve damarlara dikkat çekti. 1912 yılında yine Chicago’dan Gutrie’nin ‘’ Blood vessel surgery and applications’’ adlı çalışması yayınlandı. Bu çalışma Aleksis Carrel’i ( Chicago ) etkileyip damar anostomozlarına yöneltti ve 1929 yılında Nobel ödülünü aldı ve mikrocerrahi girişimlerinin başlamasına öncülük etti (15).
Chicago el grubunun el cerrahisinde öncülüğü devam etti. 1. Dünya Savaşı’na katılan Sumner Koch, Michael Mason ve Harvey Allen başarılı tendon tamirinin bilimsel temellerini gösterdiler. Aynı yıllarda İngiltere’de Sir Herbert Seddon, sinir tamiri ve greftlemesinin temellerini ortaya koydu (15).
Fransa’da, önce Guermonprez (1887), daha sonra ise Marc Iselin (1937) ve Jean Gosset (1949) ipsilateral parmak transferlerini gerçekleştirmişlerdir. Gosset, ikinci parmak transpozisyonu için nörovasküler pedikül yöntemini ilk kullananlardan olmuştur (15).
ABD’den ( Chicago) Allen Kanavel 1912’de enfeksiyonların drenajı için başparmak sinovyal tendon kılıfı ve palmar bölgede, nörovaskuler yapılara zarar vermeyen kesiyi tanımlamıştır (15).
M.F. Landsmeer, parmağın ekstansör sisteminde rol alan retinaküler bileşenlerin dinamik esasları konusunda ayrıntılı bir analiz yapmıştır (16).
Frederic Wood-Jones’in ‘’ The Principles of Anatomy as Seen in the Hand (1920)’’ adlı eseri halen en değerli el cerrahi kaynaklarından biridir (17)
Anatomik resimlendirme sanatı Leonardo Da Vinci’yle (1452-1519) başlamıştır. Onun insan vücudu üzerindeki disseksiyonları ve çizimleri Belçikalı anatomist Andreas Versalius’a da (1514-1564) ilham vermiştir. Versalius’un yaptığı disseksiyonlar 1543’de ‘’De Corporis Humani Fabrica’’ adıyla yayınlanmıştır. Yine Belçikalı Jan Van Calcar tarafından Versalius disseksiyonları resmedilmiştir. Bu tip uygulamalar 1000 yıllık Ortaçağ geleneğini (Galenik) de kırmıştır. T.Von Lanz ve W.Wachsmuth’un eseri ‘’Praktische Anatomie (1935)’’ 20.yüzyılın en seçkin anatomik prezantasyonlarındandır.
1981’de cerrahideki yeni gelişmelerle beraber, Robert Beasley ve arkadaşları tarafından yeni disseksiyonlar yapılmış olup bunlar cerrahi eğitim için idealdirler.

Mikroskop ve El Cerrahisi

Mikroskobun El Cerrahisine Katkıları
Mikroskobu cerrahide kullanan ilk hekim Carl-Olaf Nylen’dir. Nylen 1921 yılında monooküler mikroskobu önce tavşanda daha sonra kulak operasyonlarında kullanmıştır.
Holmgreen binoküler mikroskobu geliştirerek 1922 yılından itibaren kulak operasyonlarında kullanmaya başlamıştır. 1942 yılında Shanbaugh ışık huzmesinin objektifin içinden geçerek amaliyat sahasını dogrudan aydınlattığı sistemi geliştirmiştir. Littman’ın tasarladığı odak mesafesi değiştirilebilen, portatif operasyon mikroskobu Zeiss firması tarafından 1953 yılından itibaren seri halinde üretilmeye başlanmış ve özellikle kulak ve göz operasyonlarında yoğun olarak kullanılmıştır.
Mikrovasküler cerrahinin gelişminde dönüm noktası 1961 yılında operasyon mikroskobunun Jacobson ve Suarez tarafından damar anastomozunda kullanılmasıdır. Mikrovasküler anastomoz terimi ilk defa Jacobson tarafından kullanılmıştır (22).
Mikroskobun kullanımının getirdiği bu büyük başarı dikkatleri bu konuya yöneltmiştir. Lee ve Fischer 1961 de mikroskop yardımıyla 7/0 ipek kullanarak sıçanda porto-kaval anastomoz yapmışlardır.
Mikrovasküler anastomozun deneysel çalışmalardaki bu başarısı, kısa sürede klinik kullanıma girmesine neden olmuştur. 1962 yılında Malt ve McKhan (23) , 1963 yılında Chen ve Chien ilk başarılı ön kol replantasyonu olgularını yayınlamışlardır. 1964 yılında Nakayama, 1965 yılında Jurkiewicz ve Saidenberg serbest jejenum flebi ile özofagus onarımı olgularını bildirmişlerdir. Bunlar tarihteki ilk başarılı serbest flep uygulamaları olarak kabul edilir. 1963 yılında Kleinert ve Kasdan subtotal ampute bir başparmakta revaskülarizasyon olgularını yayınlamışlardır (24).
1964 yılında Buncke tavşan kulağında 1mm çaplı damar anastomozu yaparak replantasyonlar gerçekleştirmiştir. Buncke aynı zamanda mikrovasküler anastomozda naylon dikiş kullanan ilk çalışmacı olmuştur. Buncke bu dikişleri garajında ipliğin ucunda çelik eriterek üretmiştir. Daha sonra Buncke’nin yardımlarıyla bir firma, bugün mikrocerrahi anastomozda yaygın olarak kullanılan farklı çaplardaki iğneye sahip dikiş materyallerinin seri üretimini gerçekleştirmeye başlamıştır.
Susumi ve Tamai 1965 yılında ilk başarılı parmak replantasyonu olgularını yayınlamışlardır. Yine 1965'te Bunke, Schultz ve Çin'de de Chen replantasyonlara başladılar (25). 1979 da Buncke ( San Fransisco ) bir maymuna ilk kez “toe to thumb” prosedürünü gerçekleştirdi.

28 Eylül 2012 Cuma

HANİ OKULU SEVECEKTİM


“Hani Okulu Sevecektim” diye düşünen ve okulda sorunları olan tüm öğrencilere, ailelerine ve öğretmenlerine yaralı olacağını dile getiren Klinik Psikolog Olcay Güner,  gerçek hayattan öykülerle sorunların daha net anlaşılmasını sağlayacağını söyledi.

`Biraz gayret etse olacak sanki...`, `Akıllı olduğu ortada ama neden yapamıyor?`, `Daha iyisini yapabileceğini biliyoruz...` bu ve benzer söylemleri sürekli çocuğunuz ya da öğrencileriniz için kullanıyorsanız ya da sıklıkla işitiyorsanız, bu kitap size ışık tutabilir. Kitapta, son derece akıllı oldukları halde okulda başarısız olan ve ne sorunlarını çözümleyebilmiş ne de çevrelerindeki yetişkinler tarafından tam olarak anlaşılamamış tüm öğrencilerin ortak hikayelerinden söz ediliyor.

Klinik Psikolog Olcay Güner, Efil Yayınevinden çıkan “Hani Okulu Sevecektim” kitabı hakkında Esra Öz’ün sorularını yanıtladı.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Lisans Eğitimimi İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde yaptım , ardından Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Psikoloji Bölümü -Yüksek Lisans Derecesi ile 'Klinik Psikolog' ünvanı aldım. Kariyerimin ilk yıllarından itibaren klinik çalışmalar yaptım. 1990 yılından beri Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde 21 yıl 'Klinik Psikolog' ve yönetici olarak görev aldım.

2011 yılından itibaren ise kendi kurduğum Arkabahçe Psikolojik Gelişim, Eğitim ve Danışmanlık Merkezinde Klinik Psikolog ve yönetici olarak çalışmaktayım. Danışanlarıma, psikoloji alanında çalışanlara, ailelere ve eğitimcilere yönelik danışmanlık, eğitim ve süpervizyon çalışmaları yapmaktayım. Ayrıca 2007-2011 eğitim öğretim dönemleri arasında Marmara Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çalıştım. Şu anda aynı üniversitede doktora çalışmalarımı sürdürmekteyim.

Psikoterapi çalışmalarımda ağırlıklı olarak Dışavurumcu Sanat Terapisi, Çözüm Odaklı Terapi, EMDR Terapisi, Aile Terapisi, Öyküsel Terapi, Oyun Terapisi Tekniklerini kullanıyorum. Ağırlıklı olarak çalıştığım danışmanlık konuları ise, psikolojik travma, okul ve öğrenme sorunları, çocukluk dönemi sorunları, boşanma danışmanlığı, evlat edinme danışmanlığı ve aile içi iletişim sorunlarıdır.



Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?
Dikkat eksikliği, öğrenme bozukluğu ve sosyal beceri eksikliği olan çocuk ve gençlerle yaklaşık 20 yıldır çalışıyorum. Her biri ile uzun soluklu özel eğitim ve terapi çalışmalarına girdim. Birçoğu okulda oldukça başarısız idi. Ancak insanı hayrete düşürecek kadar başarılı oldukları yönlerine de sıklıkla tanık oldum. Yazı yazamayan ama kendinden üç yaş büyük ablasının matematik ödevlerine yardım eden bir matematik dehası; çarpım tablosunu ezberleyemeyen ama evdeki her elektronik eşyayı tamir edebilen bir elektronik ustası; ayakkabılarını bağlayamayan ama şiir yarışmalarında birincilikleri olan bir şair; okuyamayan ama girdiği her münazaradan başarı ile çıkan bir müthiş bir tartışmacı; dikkatini toparlayamayan ama madalyalar kazanan bir jimnastik şampiyonu; hiç arkadaşı olmayan ama sahneye çıkınca harikalar yaratan bir tiyatrocu gördüklerimin sadece bazıları idi… Mesleğimin ilk yıllarında bu ‘başarısız’ çocukların üstün yönlerine tanık oldukça şaşırıyordum. Ama artık biliyorum ki onların her biri sıradışı çocuklar. İçinde bulundukları öğrenci grubunda çok farklı kalıyorlar. Ancak, anlaşılırlarsa, işlenirlerse, keşfedilirlerse parlayabiliyorlar. Şanssızlıkları okul sistemlerinin ağırlıkla talep ettiği hafıza, ardışık ve mekansal  düzenleme, ince motor, dil, yüksek düşünme becerilerinden birinde veya birkaçında zaafı olmak ve sistem gereği güçlü alanlarını okulda sergileyememek.

Bu çocukların sorunları ile baş edebilmeleri için enerjiye, yüreklendirilmeye, iyimserliğe ve sabıra ihtiyaçları var. Bu sorunlarla tek başına mücadele edebilen pek az çocuğa rastladım. Mücadelelerini sürdürebilmek için ne kadar çok destek alırlarsa ve anlaşıldıklarını, fark edildiklerini ne kadar hissederlerse o kadar başarılı oluyorlar. Bu nedenle önce aileleri,  öğretmenleri ve sonra çevrelerindeki herkes tarafından anlaşılmaya ve desteklenmeye ihtiyaçları var. Bu desteği vermenin kolay olmadığı da bir gerçek. Uzun soluklu bir soruna, uzun süreli destek vermek aileler için de, öğretmenler için de zor. Ancak çalışmalarım esnasında sorunu iyi tanıyan ailelerin, öğretmenlerin ve çevrenin  destek süresinin ve kalitesinin arttığını gözlemledim. Böylece okul sorunlarını tanımayı kolaylaştırıcı olacağını ümit ettiğim bu kitabı yazmaya karar verdim.

Kitapta vermek istediğiniz mesaj nedir?
Okul sistemlerinin, ailelerin okul sorunları olan çocukları doğru anlamaları ve uygun şekilde destekleyerek güçlü yönlerini açığa çıkarmalarına yardımcı olmaları.

Okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Bu kitabı aileler, öğretmenler, okulda başarısız olduklarını düşünen gençler ve konu ile ilgilenen herkes okuyabilir. Kolay okunabilmesi için mümkün olduğunca basit ifadeler ile yazılmıştır. Kitapta yer alan giriş öykülerinin her biri danışanlarımın yaşantılarına aittir. Öykülerdeki karakterlerin isimleri ve çevresel özellikleri değiştirilmiştir.

Her bir bölümü okuduktan sonra çocuğunuzun ya da öğrencinizin de bu konu ile ilgili güçlükleri olduğunu düşünüyor iseniz, ona basit bir özet yapmanız iyi olacaktır. Sizin çocuğunuzu ve öğrencinizi anlamanız kadar, onun kendi durumunu çözümleyebilmesi de önemlidir.

Kitabınızla ilgili nasıl tepkiler aldınız?
 Beni en çok şaşırtan küçük okuyucularımdan gelen tepkilerdi. Zira daha çok yetişkin ve gençleri hedefliyor diye düşünerek kaleme aldığım kitabım, çocuklar tarafından da okunabiliyordu. Onlardan “Okurken, bizi anlayan biri var! diye düşündüm...”, “Bu kitabı acilen öğretmenime hediye etmem lazım, imzalar mısınız?...”, “Bu kitabın hepsini siz mi yazdınız? Ben bir sayfayı zor yazıyorum. Kaç gün sürdü ki... ?” türünde aldığım içtenlik kokan yorumlar bana bir kez daha “Iyi ki çocuklarla çalışıyorum.” dedirtti.
Kitabınız yazar olarak size neler kazandırdı?
Bu benim ilk kitabım. Yazabildiğimi, anlaşılabildiğimi görmek çok tatmin ediciydi.
Mutlaka herkesin okuması gereken kitap/müzik/film sizce hangisi?
Alice Miller in yıllar önce yazdığı “Yaratıcı Çocuğun Dramı” adlı kitabını çok yararlı buluyorum.


ÇEKİLİŞ BAŞLIYOR! 


Çekilişe katılmak için yapmanız gerekenler: 

Blogu izlemeye almak 

- Facebook sayfamı beğenmek 

- Bu yazının altına yorum yazmak

Adsız yorumlar dikkate alınmayacak. Adınızı ve mail adresinizi yazarsanız memnun olurum.

4 Ekim Perşembe günü saat 23:00'a kadar yorum bırakabilirsiniz. Çekiliş sonucu 5 Ekim Cuma sabahı buradan duyurulacaktır.

Çekilişi Sultan Hanım kazandı, adresini ilettiğinde kitabı göndereceğim.

27 Eylül 2012 Perşembe

Hemoroidle baş atmenin 9 altın kuralı

Hemoroidten kurtulmanın ilk yolu dengeli beslenerek kabızlıktan kurtulmaktan geçiyor. Mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olan hemoroidle baş etmenin 9 altın kuralı bu yazımızda...

Anadolu Sağlık Merkezi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Ayhan Erdemir, “Sürekli kanaması olan ve bu nedenle yaşam kalitesi etkilenen hastaların tedavisinde de cerrahi yöntem öncelikle düşünülmelidir” diyor.

Yaşam Kalitenizi Bozmasın!

Hemoroid, barsak alışkanlıklarındaki değişiklikler, başta gebelik olmak üzere karın içi basıncının arttığı durumlar, hareketsiz yaşam, çalışma şartları ve kalıtsal yatkınlık gibi nedenlerle oluşuyor. Yakınmaya neden olan birinci ve ikinci derecedeki hemoroidlerde tıbbi tedavi uygulanması gerektiğini söyleyen Dr. Ayhan Erdemir, şöyle devam ediyor:

“Üçüncü ve dördüncü derecede ise öncelikle yine tıbbi tedavi ama başarısızlık durumunda ise cerrahi tedavi yapılmalıdır. Ayrıca sürekli kanaması olan ve bu nedenle yaşam kalitesi etkilenen hastaların tedavisinde de cerrahi yöntem öncelikle düşünülmelidir.”

Dr. Erdemir, hemoroid oluşumunun en sık nedeninin yanlış beslenmeyle meydana gelen kabızlık olduğunu söylüyor. Posadan fakir beslenme biçimi ve az sıvı tüketimi ise kabızlığın başlıca nedenleri arasında gösteriliyor. Bitkilerin içeriğinde bulunan ve sindirim enzimleri ile parçalanmayan posalar, barsak çapının genişleterek hareketlerini artırıyor ve dışkının yumuşamasını sağlıyor. Hemoroid tedavisinde dışkıyı yumuşak tutmak için bol sıvı tüketmenin ve dengeli beslenmenin önemine değinerek, ayaküstü beslenme alışkanlığın hemoroid, hatta kalın barsak kanser riskini artırdığına dikkat çekiyor.

9 Altın Kural

Meyve kabuklarının posa açısından çok değerli olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Ayhan Erdemir, hemoroidle baş etmenin yollarını şöyle sıralıyor:

1- Meyve suyu yerine meyvenin kendisini tüketin. Günde 3-5 porsiyon meyveyi posa açısından zengin olan kabuğuyla birlikte yiyin.

2- Günde 0,5- 2,5 litre arasında sıvı tüketin. Sıvı ihtiyacı gün içerisinde değişiklik gösterebilir. Aldığınız kalori kadar sıvı tüketin. Sıvının ancak posalı besinlerle birlikte etkili olacağını unutmayın.

3- Beyaz un yerine siyah unu tercih edin. Kepek ekmeği, buğday kepeği, yulaf ekmeği veya çavdar ekmeği tüketin. Buğday unu, beyaz una göre daha fazla posa içerir. 100 gr buğday kepeği 44 gr posa içerirken aynı miktarda beyaz un 3,2 gr posa içerir. Pilav, makarna, çorba yaparken de, kepekli unu tercih edin ve bol sebze ekleyin.

4- Sebze yemeyi ihmal etmeyin. Brokoli, enginar, kereviz, pırasa, ıspanak ve bezelye gibi sebzeler posa bırakarak hemoroid sıkıntılarının azalmasına yardımcı olur. Ancak bu gıdaların aşırı tüketilmesi gaz yakınmalarını artıracağı unutulmamalıdır.

5- Haftada iki kez kurubaklagil tüketin. İyi bir protein kaynağı ve posa bakımından zengin olan kuru fasulye, nohut, bulgur ya da mercimek haftada iki kez tüketilince barsakları yumuşatır ve hemoroid yakınmalarını azaltır.

6- Acıya dikkat edin. Acının direkt hemoroid yapıcı etkisi yok ancak acı, makat ağzındaki yanma hissi ve tam boşalamama nedeniyle ıkınma ihtiyacı artırır. Aşırı ıkınma ise hemoroidlerin büyümesine, şişmesine ve kanamasına neden olur. Acının direkt etkisi olmasa da hemoroidleri olumsuz etkiler.

7- Keskin lezzetlerden uzak durun. Acılı, ekşili, mayalı besinler, baharatlı gıdalar, hardal, kırmızı et, kızartma, çay ve kafeinli içeceklerden uzak durun.

8- Kilo verin. Fazla kilo, makat ağzına bası yapar ve hormonal etkilerle hemoroidal yakınmalarını artırır. Makat ağzındaki hemoroidal damarları saran bağ dokusundaki gevşemeler; damarların genişlemesine, şişmesine, ıkınma ile makattan dışarı sarkmasına, yapısının frajil olmasına ve hafif bir travma ile kanamasına neden olur.

9- Egzersiz yapın. Beslenme biçimine dikkat etmek önemli. Ancak tuvalet alışkanlığını düzene soktuğunuzda ve egzersiz yaptığınızda, hemoroidal yakınmalarınız daha güçlü bir şekilde düzene girer.

Tekrarlamaktan vazgeçemediğimiz hatalar

İnsanlar hayatı hata yaparak öğrenir. Ancak hepimizin sıkça yaptığı ortak hatalar da vardır. İşte ders almamız gereken en sık yapılan hatalar ve hedefinize ulaşmanızı sağlayan öneriler…

Sorunları ve hedeflerinizi ertelemek
Sorunlarınızı her zaman ertelemek insanların yaptıkları hatalardan en yaygını.. Hedeflerinizi asla ertelemeyin. Sorunlarınızın üstünü örterek görmezden gelmeyin. Yeni yılın ilk ayını doldurduk bile, hala hedeflerinizi gerçekleştiremediyseniz daha fazla ertelemeniz için neden yok. Yavaş yavaş hedefinize doğru ilerlemeye gayret edin. Yapılması gereken değişiklikleri, ne zaman ilerleyeceğinizi ancak siz bilirsiniz. Bir süre bununla ilgili planlar yapın ve uygulamaya koyun.

Acele etmek
Beklentilerinize ulaşmak için acele etmeyin. Yeni yılla ilgili beklentilerinizi olduğundan yüksek tutmuş olabilirsiniz ancak vazgeçmeyin. 3, 6, 9 ay içinde yaşamınızda büyük değişiklikler yapabilmeniz çok düşük bir ihtimaldir. Yaşamınız 6 ay ve 1 yıl arasında değişebilir. Hedefinize ulaşmanız için gereken zamanı doğru hesaplayın. Hayalinizin kısa sürede olmasını ya da size altın tepsi de sunulmasını beklemeyin.

Tek başına hareket etmek
Yanız kalmayın, birine danışın. Kilo vermek istiyorsanız zayıflayan birine nasıl başardığını sorun, sigara bırakmak için sigarayı bırakan birinden destek alın, işinden ayrılan biri varsa sonrasını öğrenin. Doğru yolu bulmak için deneyimlere, bilgiye ihtiyacınız var. Bunu yalnız yapmaya çalışmayın. Bir plana ihtiyacınız var. Hedeflerine ulaşan iyi insanların biyografilerini okuyun. İstediğiniz gibi bir değişikliği kimlerin yaşadığını biliyor musunuz? Ne kadar çalıştılar, ne kadar zaman aldı, ne yaptılar öğrenin.

Kaldıramayacağınız yükün altına girmek
Üstesinden gelemeyeceğiniz, kaldıramayacağınız yükler edinmeyin. Hayatınızda 5 şeyi değiştirmek isterseniz hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Eğer bu yıl sigarayı bırakma, taşınma, ruh eşinizi bulma, kariyer değişikliği ve iyi maaş beklentiniz varsa üzerine soğuk su içebilirsiniz. Gerçekten istediğiniz şeyi elde etmek istiyorsanız en çok iki tanesini belirlemeniz doğru olacaktır.

Kendinize sorun; “Bu yıl gerçekten mutlu olmak için ne yapmalıyım?” Beyniniz istediğiniz şeye daha iyi odaklanacaktır.

Geçmişte yaşamak
Sorunların en büyüğü günü takip edememek, geçmişte yaşamaktır. Geçmişe aşırı bağlı biriyseniz umduğunuz şeyleri elde etmeniz daha zor olacaktır. Geçmiş, gelecekte yapacağınız yanlışları bildirmez. Geçmişte edindiğiniz sizi engelleyen hayalet korkularınızdan kurtulun. Kendinizi affedin, geçmişte yaşadıklarınızı kabul edin ve olumsuz tecrübelerinizden ders alarak geleceğinizi şekillendirin. Geleceğinizi siz şekillendirin.

Şıklık erkekler için de önemli

Giyim-kuşam, şıklık, zerafet artık sadece kadınlar için değil erkekler için de büyük önem taşıyor. Her gün gardırobun önüne geçip "ne giyeceğim" diye düşünen erkeklere bazı öneriler. 

Sadece kadınların giyim-kuşama özen gösterdiğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Etrafımızdaki ya da aynı evi paylaştığımız erkekleri gözlemlediğimizde, yaşı kaç olursa olsun, tıpkı kadınlar gibi, "acaba bugün ne giysem" stresi yaşadıklarını görüyoruz.

Her erkeğin gardırobunda aşağı yukarı 6-7 pantolon, 4-5 blue jean, 15 gömlek, 15-20 tişört, 4-5 ceket, 7-8 kazak, 20-25 iç çamaşırı ve 6-7 ayakkabı bulunuyor. Amaç; bunları yerinde ve birbirleriyle uyumlu kullanabilmek.

Erkeklerin giyim konusunda düştükleri en büyük hata; cüzdan dolusu para harcayıp, pahalı markalardan alışveriş yaparak daha yakışıklı ve şık görüneceklerini düşünmeleri. Oysa önemli olan kendinize yakışanı giymek. Sahip olduğunuz giysilerle, yaratıcılığınızı kullanarak farklı kombinasyonlar yaratabilirsiniz. Böylelikle kendi modanızı oluşturmuş, kendinizi, tarzınızı ve zevkinizi kıyafetlerinize yansıtmış olacaksınız.

Kadınların zevki de önemli!
FHM dergisinin yaptığı bir araştırmaya göre, kadınların yüzde 45′i, "günlük bir takım elbise ve gömlekli" erkeği ve pamuklu kumaşları seksi buluyor. "Ayakkabı" türleri arasında ise, çoğunluk bağcıklı botu tercih ediyor. Şunu da belirtmekte fayda var: Bir kadın, erkeğin kılığında ilk olarak ayakkabılara dikkat ediyor.

Altın yüzük, künye, kolye, rengarenk tatil kılıkları, şalvar kesim blue jean'ler ve püsküllü ayakkabılar ise, kadınların erkeklerde görmeye tahammül edemediği giysi ve aksesuarların başında geliyor.

Erkeklerin ayağında sandalet tarzı ayakkabılar görmeye geçen yıl alışmıştık. Sandaletler, bu yıl daha da yaygınlaşmışa benziyor ama birçok kadın sandaletli erkeklerin "Alman turistlere" benzediğini düşünüyor!

İyi bir gardırop oluşturmanın yollarının da sıralandığı dergide, erkeklerin alışveriş ve giyimde yaptığı "ölümcül hatalar"dan da bahsederek, önerilerde bulunuluyor. İşte bazıları…

- İçinde kendinizi iyi hissettiğiniz ve iltifat işitmenizi sağlayan, vücudunuza iyi oturan, her zaman giyilebilme özelliği olan ve klasik giysileri gardırobunuzdan eksik etmeyin ve sakın elden çıkarmayın.

- Asla giymediğiniz, üzerinizden düşecek gibi duran, vücudunuza oturmayan, alırken eskimiş gibi görünen şeyler ve aynının daha iyisine sahip olduğunuz şeyleri ise hemen atın!

ALZHEİMER DOSYASI

“21 Eylül Dünya Alzheimer Günü” dolayısıyla gündeme gelen unutkanlıklar ve hafıza kaybı hakkında merak edilenler ve son araştırmalar bu haberde yer alıyor.  

Alzheimer hastalığı nedir?
Alzheimer hastalığı bazı beyin hücrelerinin ölümüyle karakterize, kesin nedeni bilinmeyen ve bunamaya sebep olan bir beyin hastalığıdır. Halk arasında unutkanlığın eşlik ettiği hastalıklar için genellikle bunama (demans) terimi kullanılır.
Alzheimer,  günlük hayatın her zamanki gibi sürdürülmesini engelleyen, ilerleyici kronik bir beyin hastalığıdır. Alzheimer, unutkanlıkla başlayan, kişinin zihinsel yetilerini elinden alan ve bakıma muhtaç duruma getiren bir hastalıktır. Bu hastalıkta aynı zamanda pek çok psikiyatrik belirti bir arada görülebilmekte ve hem hastanın hem de ailesinin yaşam kalitesi çok ciddi derecede düşebilmektedir.   Bunama sebepleri içinde en sık görülen hastalıktır. Hastalık, her yaşta görülebilir ama özellikle 60 yaşından sonraki yaşlarda görülme sıklığı artış gösterir. Kişinin aklını kullandığı bütün alanlarda ilerleyici bir kayıpla giden hastalık tablosudur.  Bunama yaşlılığın doğal bir sonucu değildir.  Bu nedenle her yaşlanan kişi bunamaz

Alzheimer Neden olur?
Alzheimer hastalığında bir dizi muhtemel etkenler tartışılmakta ise de hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Yaş, Alzheimer için temel risk faktörünü oluşturmaktadır.  Alzheimer, eğitim durumu ve ekonomik kazanç durumu düşük kişilerde iki kat daha fazla görülmektedir. Depresyon ve geçmişte kafa travması öyküsü varlığı artırıcı bir risk faktörü olabilmektedir. Kadınların uzun yaşamalarıyla ilgili olarak risk faktörü artabilmektedir. Alzheimer hastalığı ilerleyici ve geri dönüşsüzdür ancak erken teşhisle belirtileri bir süreliğine geciktirilebilir, hatta iyileştirilebilir.

Alzheimer hastalığının belirtileri nelerdir?
Kişinin günlük yaşamını etkileyecek düzeyde unutkanlık, tanıdığı kişileri, eşyaların yerini hatırlayamama, kelime bulmada güçlük, para hesabında zorlanma, bildiği yolları karıştırma, her zaman yaptığı işlerin unutkanlık nedeniyle aksaması, dikkatin dağınık olması gibi.

Kaç yaş grubunda görülür?
Kişinin sosyal ve mesleki yaşamında hastalık öncesine göre belirgin bozulmaya neden olur. 85 yaşın üstündeki nüfusun yüzde 25’inde Alzheimer hastalığının ortaya çıkması beklenir. Alzheimer vakalarının küçük bir kısmının genetik geçişle ilişkili olduğu ortaya konulmuştur.

Hastalığın ilerlemesi 5 ile 20 yıl (ortalama süre 7-8 yıl) sürebilir. Hastalığın en ileri evresinde Alzheimer hastasının 24 saat bakıma ihtiyacı vardır.  Beslenme, temizlik, tuvalet ihtiyacı ancak bir bakıcı tarafından sağlanabilir.
Ülkemiz ve dünya nüfusu giderek yaşlanmakta ve bu sebeple demansın en yaygın sebebi olan Alzheimer Hastalığı’nın ülkemiz ve dünya için önemi artmaktadır. Son yıllarda yapılan bir çalışmada, her 7 saniyede dünya nüfusuna yeni bir Alzheimer hastasının eklendiği bildirilmiştir.

Alzheimer ilk ne zaman görüldü?
Alzheimer hastalığı ilk kez, yaklaşık 100 yıl önce, ilerleyici zihinsel işlev bozukluğu ve davranış değişikliği yakınmaları ile hastaneye yatırılıp beş yıl boyunca izlenen ve ölümü ardından otopsisi yapılan Auguste D. İsimli hastadan elde edilen verilere dayanılarak tanımlandı. (1)


Alzheimer  ile ilgili araştırmalar nelerdir?
Tüm demans vakalarının büyük bir çoğunluğunu Alzheimer Hastalığı oluşturmaktadır.  Tüm demansların 2/3’sinden sorumludur. 65 yaş üzerindeki kişilerdeki Alzheimer prevalansı yüzde 10 civarındadır. Prevalans, yaş arttıkça yükselmekte ve 85 yaş üzerindekilerde yüzde 45’e ulaşmaktadır. (2)

İstanbul’un Kadıköy ilçesinde gerçekleştirilen Türkiye Alzhemier Hastalığı Prevalansı Çalışması’nda 70 yaş üzerindekiler arasında Alzheimer hastalığı prevalansının yüzde 11 olduğu saptanmıştır. Bu prevalans değerine göre Türkiye’de 250-300 bin Alzheimer hastası olduğu varsayılmaktadır. (3)

Amerika Birleşik Devletleri'nde Alzheimer Hastalığı'nın ekonomik maliyetinin 300 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. Sağlık Bakanlığının Türkiye Ulusal Hastalık Yükü 2004 Araştırması’na göre 60 yaş ve üzeri grupta Alzheimer ve diğer demanslar toplam hastalık yükünün yüzde 3.2’sini oluşturmakta ve en fazla hastalık yükü oluşturan hastalıklar arasında 6. sırada yer almaktadır. Bakım veren aileler, kişiler ve kurumların sorunları da eklendiğinde yaşlı ruh sağlığı ile ilgili standart hizmetlerin planlanması, politikalar geliştirilmesinin önemi aşikardır.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye 2050 yılında dünyada en fazla Alzheimer hastası olacak 4 ülkeden birisidir. Türkiye'de yaklaşık olarak 300 bin Alzheimer hastasının olduğu tahmin edilmektedir. Erken teşhisin büyük bir önem taşıdığı hastalıkla ilgili halkı bilgilendirmenin ve gelişmelerin duyurulmasının son derece önemli olduğunu düşünülmektedir. Orta yaşlarda alınabilecek tedbirlerle başlangıcının geciktirilebileceği bireylere öğretilmelidir.

Ülkemizdeki 300 bin Alzheimer hastası ve bu hastaların aileleri de hesaba katıldığında hastalığın çok geniş bir kitleyi ilgilendirdiği görülmektedir. Yapılan bir araştırma hastaların yüzde 75’inin hastalık hakkında bilgi sahibi olmadığını, hastaya bakım verenlerin yüzde 27’sinde ciddi depresyon ve tükenme bulunduğunu göstermiştir.

Alzheimer hastalarının en az yüzde 50’si tanı ya da tedavi almadan hayatını kaybetmekte, aynı araştırmaya katılanların yüzde 83’ü yaşlanınca bunamanın "normal" olduğu düşüncesi taşıdığını göstermiştir.


Geri döndürmek ya da yavaşlatmak elimizde mi?
Üsküdar Üniversitesi’nden Nörolog Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ konu ile ilgili şunları söyledi: “Beynin zihinsel ve davranışsal işlevinin bozulmasıyla ortaya çıkan Alzheimer’ın her durumda Demans değil. Küresel anlamda Alzheimer’ın dünyayı tehdit eden bir hastalık olduğu da istatistiklerde kendini gösteriyor. İstatistikler 2025 yılında 25 milyon Alzheimer hastası olacağını söylüyor.

Her Demans Alzheimer mıdır?
Alzheimer eşittir Demans değildir. Her Alzheimer hastası Demans hastasıdır ancak her Demans hastası Alzheimer hastası değildir. Beyni etkileyen hastalık ya da durumun ne olduğuna ve beyni nasıl etkilediğine bağlı olarak Demans çeşitlenir. Bu çeşitlenmeyi anlayabilmekte beyin bölgeleri ve işlevleri arasındaki ilişkiye dair temel bilgiler önemlidir.

Alzheimer tedavisi zor bir hastalık mıdır?
Tedavi açısından Alzheimer’ın zor bir hastalıktır. Alzheimer hastalığı tedavi açısından zorluk derecesi yüksek bir hastalıktır. Bunun gerçek nedeni,  tam olarak ortaya konamamış ve spesifik tedavisinin bulunamamış olmasıdır. Diğer nedenler arasında hastalığın ilerleyici olması ve genetik etkilerin bulunması sayılabilir. Yapılan çalışmalar gelecek adına umut verse de hastalık şu anda önemli bir tedavi zorluğu arz etmektedir. Tedavi amacı beyinde eksildiği düşünülen maddelerin geri kazandırılmasına yöneliktir. Ancak hastalığa neden olan ana faktör bilinmediğinden geri verilen maddelerin yeterince verilip verilmediği de belli değildir. Son yıllarda farklı bir tedavi mantığı olan aşı çalışmaları yapılmaktadır.


Hastalığın belirtileri ve evreleri  nasıldır?
Hastalığın herkes tarafından kabul edilen bir evrelendirmesi yok. Beyindeki değişimlere dayanan evrelendirmeler olduğu gibi klinik bazda evrelendirmeler de var. Ancak genel olarak hafif, orta ve ileri evreler olduğu söylenebilir. Hafif evrede sadece bellek bozukluğu vardır. Bu evre bellek bozukluğu yapan diğer nedenlerle karıştırılabilir, depresyon, vitamin azlığı gibi.  Orta evrede bellek bozukluğuna dil, beceri, oryantasyon gibi işlevlerin bozukluğu eklenir. Gündelik işlevlerin yapılması zorlaşır. İleri evrede tüm bilişsel işlevler bozulur, davranış anormallikleri çıkar ve hasta çevresine bağımlı hale gelir.

Alzheimer hastalarına nasıl davranılmalıdır?
Hastalık sadece kişinin yaşamını zorlaştırmıyor. Hastanın çevresindekiler özellikle de yakınlarının da yaşamı en az hasta kadar zora girebiliyor.  Hasta yakınının da bilmesi gereken gerçekler var. Bir hasta yakınının hastasının bakım sürecine ilişkin bilmesi gereken ilk gerçek hastasının yeni bilgileri akılda tutmakta zorlanacağı ve yapılacak işler konusunda ona çok sayıda açıklama yapılmasının gerekeceğidir. Bunun yanı sıra hastasının eskiye oranla kişilik ve davranışlarının değişebileceğini ve ona göre davranması gerektiğini bilmelidir.
Alzheimer hastalarına son derece özverili ve anlayışlı davranılmalıdır. Hastalarla hiçbir konuda tartışılmamalı, söyledikleri yanlış da olsa anlayış gösterilmelidir. Onlara gündelik ihtiyaçları için yardımda bulunulmalıdır. Kızgınlık görmek Alzheimer hastalarının durumunu daha da bozar ve içinde bulundukları depresyonu arttırır. Alzheimer hastaları gündelik hayatta insan içinde ve insanlarla birlikte olmalıdır. Yalnız kalan ve az ilgi gören hastalarda hastalığın daha hızlı ilerlediği bilinmektedir. Hastalar insan içindeyken çoğu kez bilmeden hata yapabilirler. Bu gibi durumlarda insanların içinde onların hatalarını yüzlerine vurmak ve onlara kızmak hastalar üzerinde normal insanlardan daha yıkıcı etkilerde bulunur.

Hasta yakınları depresyona girebilir mi?
Hasta yakınları en çok hastalarının kişilik ve davranış değişikliklerinden etkilenir. Hastalarını eskisi gibi kabul ederler ancak, hastaları farklı bir insan gibi davrandığında kabullenmek istemezler. Bu mücadele hasta yakınları için çeşitli sağlık problemleri getirebilir. Bunların başında depresyon gelmektedir. Bunun dışında daha önceden sağlık problemleri olan hastaların bu problemleri artabilir. örneğin hipertansiyon, şeker, kalp hastalıkları gibi..”


Basit unutkanlıklar Alzheimer belirtisi olabilir mi?
Acıbadem Kadıköy Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Nebahat Bilici şu bilgileri verdi: “Detaylı nörolojik muayene ve testler ile Alzheimer tanısı kolaylıkla konulabilir. Alzheimer’in ortaya çıkması önlenemese de, erken dönemde yakalandığı için ilaç tedavisi ve yaşam alışkanlıklarındaki değişiklikler sayesinde bu süreç oldukça yavaşlatılabiliyor.

Önce bellek işlevleri mi bozuluyor?
Bunama grubunda yüzde 60 gibi yüksek bir oranda görülen Alzheimer, öncelikle bellek işlevleri ile ilgili beyin hücrelerinin ölümü sonucu oluşan ve kesin nedenleri bilinmeyen bir hastalık. Bellek ve bilişsel işlevlerde ilerleyici bir kötüleşme ile seyrederek zamanla hastanın günlük işlevlerini bile yerine getiremeyecek konuma gelmesine neden olabiliyor.

Genetik etkenler riski artırıyor mu?
Alzheimer’ın oluşmasında en önemli risk ilerleyen yaştır. Hastalık 65 yaşın üzerinde doruğa çıkıyor ve her 5 yılda bir risk 2 kat artıyor. Genetik etkenler de hastalığın gelişiminde yaş faktöründen sonra yer alıyor. Özellikle 1. derece akrabalarda bunama sorunu varsa Alzheimer gelişme riski 2 kat yükseliyor. Bu risk faktörlerini sırasıyla inme, kafa travması ve kadın olmak takip ediyor. Entelektüel seviyesinin düşük olması da Alzheimer riskini artıran önemli bir etkendir. Kişi zihinsel performansını ne kadar çok geliştirirse bu hastalığa yakalanma riski de o denli düşüyor. Bunun için bol bol kitap okumak, spor yapmak ve hobi edinmek  tavsiye ediliyor.

30-40’lı yaşlarda başlayan unutkanlığa dikkat edilmeli mi?
Alzheimer hastalığının ilerleyen yaşlarda aniden ortaya çıktığı sanılıyor. Oysa bu hastalığın ilk uyarıcı işareti olan unutkanlık 30-40’lı yaşlarından itibaren başlayabiliyor. Örneğin hasta dans kursunda adımları öğrenebilmek için diğer öğrencilerden daha fazla çaba sarf ediyor ya da hareketleri ertesi gün unutuyor veya yeni bilgiler edinmek için eskiden kitabı bir kez okuması yeterli olurken, artık sayfayı tekrar gözden geçirmek zorunda kalabiliyor. Ancak iş ve sosyal yaşamda henüz ciddi bir gerileme olmadığı için hastalığın ilk belirtisi gözden kaçabiliyor.

Kaç aşamada gelişiyor?
Alzheimer erken dönem, orta dönem ve ileri evre olmak üzere 3 aşamada gelişiyor.

Erken evre: Hasta basit unutkanlıklardan yakınıyor
Unutkanlık yaşlılığın doğal bir sonucu olarak görüldüğü için ‘erken evre’, hasta ve hasta yakınları tarafından genellikle gözden kaçırılıyor.  Erken evrenin ilk belirtisi, basit unutkanlıklar. Önce beynin kayıt işlevi olumsuz etkileniyor. Hasta yeni bilgileri öğrenmekte güçlük çekiyor ve yakın dönemde yaşadığı olayları unutuyor. Mantık yürütme ile entelektüel becerisi de bozulmaya başlıyor, hasta bunun sonucunda kendini yavaş yavaş sosyal hayattan izole ediyor.

Orta dönem: Hafıza yeteneği belirgin derecede bozuluyor
Hastalık ilerledikçe belirtiler belirginleşiyor ve günlük yaşamı daha fazla etkilemeye başlıyor.  Orta evrede yakın dönem hafıza yeteneği belirgin derecede bozulduğu için hasta aynı soruyu defalarca sorabiliyor. Zaman ve mekansal bellek de bozulmaya başlıyor; hasta sık sık ‘biz neredeyiz?’ sorusunu yöneltiyor veya bulunduğu ortamda kaybolabiliyor. Mantık yetisi de bozuluyor ve hasta hemen hiçbir konuda karar veremez hale geliyor. Orta dönemde en çok dikkat çeken şey ise dil işlevinin bozulması. Hasta ilk dönemler kelimeleri bulmakta zorlanıyor. Zamanla kelime hazinesi azalıyor, hasta daha az kelimelerle, basit ve kısa cümleler kurmaya başlıyor. Mantık ile entelektüel düzeyde ciddi bozulma oluştuğu için herhangi bir konu hakkında yorum yapmakta güçlük çekmeye başlıyor.

Üçüncü evre: Bakıma muhtaç oluyor
Üçüncü evrede hastanın beyni artık hiçbir kayıt yapamaz hale geliyor. Ayrıca sadece yakın geçmiş değil, yıllar öncesinde yaşananlar da hafızadan yavaş yavaş silinmeye başlıyor. Dil işlevlerinde ciddi bir bozulma oluyor ve hasta ‘tek tük’ kelimelerin dışında konuşamıyor, söylenenleri anlamıyor. Yemek yemek, yürümek, alışveriş yapmak ve yıkanmak gibi günlük işlevlerini tek başına yapamıyor, bakıma ihtiyaç duyuyor. Hasta zamanla yatağa bağımlı hale gelebiliyor.

Evde güvenlik önlemlerinin alınması şart mı?
Orta ve geç dönemde, ilaç tedavisi ile hastalığın yol açtığı uykusuzluk, huzursuzluk, aşırı şüphecilik ve depresyon gibi sorunların şiddeti hafifletilebiliyor. Böylece hem hastanın hem hasta yakınlarının yaşam konforu artırılabiliyor. Ayrıca hastanın kendine zarar vermesini önlemek için evde balkon ve pencere kolluklarının çıkarılması, bıçak gibi kesici aletlerin ortadan kaldırılması ve merdivenlere dikkat edilmesi gibi uygun koşulların sağlanması gerekiyor. Kaybolduklarında kolayca bulunabilmelerini sağlamak amacıyla da üzerinde adres ve isminin bulunduğu künye kullanımı hasta güvenliği açısından son derece önem taşıyor.


Hastalığı tetikleyen nedenler nelerdir, stresi de bu nedenlerden biri olarak sayabilir miyiz?
Amerikan Hastanesi Nöroloji Bölümünden Dr. Bülent Kahyaoğlu şunları kaydetti: “ Alzheimer hastalığının kesin nedeni bugünkü bilgilerimize göre bilinmemektedir. Hastalık oluşumunun, belirli genetik eğilimleri taşıyan bireylerde çevresel etmenlerin yardımı ile geliştiği düşünülmektedir. Çevresel etmenlerden en çok suçlananlar; besinlerle geçen ağır metal zehirlenmeleri, viral enfeksiyonlar ve radyoaktivite olarak sayılabilir. Bu faktörlerden hiç birini tek başına neden olarak doğrulayan bir çalışma yoktur, ancak söz konusu faktörler genel sağlığı bozarak her çeşit hastalıkta olduğu gibi Alzheimer’e da uygun zemini hazırlarlar. Stres genel anlamda bağışıklık sistemini baskılayarak her tür hastalık gelişimini kolaylaştırır. Alzheimer da kronik bir hastalık olarak başlangıç ve gelişim dönemlerinde stresten son derece etkilenir. 


Nasıl teşhis edilir?

Hastalığın tanısı klinik olarak konulur. Tedavi edilebilir bunama nedenlerinin uygun laboratuvar görüntüleme yöntemleri ile dışlanması sonucu, gerek nörolojik muayene gerekse nöropsikolojik testler yardımı ile hastanın tablosu isimlendirilir. ‘PET’ ismi verilen beyin hücrelerinin glukoz kullanma hızını ölçen özel bir test yardımı ile özellikle başlangıç evresinde beyin metabolizması değerlendirilerek doğru tanının erken dönemde konulması sağlanabilir. 


Hastalıkta erken tanının önemi var mıdır?

Hastalığın tedavisinde kullanılan ve elimizde şu anda bulunan ilaçlar ilerlemeyi durdurucudur ama iyileştirici değildir. Bu nedenle ne kadar erken dönemde tanı konur ise hem ilaçlardan yararlanma, hem de sosyal çevrenin düzenlenmesi açısından yararlı olur. 


Hastalığın tedavisi var mıdır, varsa nasıldır?

Özellikle erken ve orta evrelerde kullanılmak üzere iki grupta sınıflandırılan ilaçlar vardır. Bu ilaçlar hastalığın ilerlemesini yavaşlatma etkisine sahiptirler. Henüz belirtileri geri çevirecek ilaç yoktur. Bu ilaçların tek başına ya da birlikte kullanımı ile kişiye ve evreye özel tedavi düzenlenir. Özellikle orta ve ileri evrelerde hastanın kendine olan bakımı ve beslenmesi de bozulacağı için, bunların izlenmesi gereklidir. Sağlıklı ve düzenli beslenme, diğer hastalıklardan mümkün olduğunca korunma ve yatağa bağlı hale gelmiş hastalarda özel bakım hizmeti çok önemlidir. Alzheimer hastaları; beslenme bozuklukları, enfeksiyonlar ve nedeni tam olarak bilinmeyen nedenlerle yaşıtlarına göre daha erken ölürler. 


Alzheimer genetik bir hastalık mıdır ya da bulaşıcı mıdır?

Bulaşıcı değildir. Genetik yatkınlığı olan kişilerde görülür. Ama kuşaktan kuşağa çok net geçişi yoktur.

Yakalanmamak için alınabilecek önlemler var mıdır? Varsa nelerdir? 
Vücut ve zihin sağlığını mümkün olduğunca zinde tutmak çok etkilidir. Özellikle damar sertliğine yol açabilecek aşırı kilo, tansiyon yüksekliği, şeker yüksekliği, hareket azlığı, kolesterol yüksekliği gibi nedenler hastalığa zemin hazırlar. Sağlıklı beslenme, temiz havada bol egzersiz ve özellikle zihni açık tutacak her türlü çalışmaya katılmak koruyucu olarak etkilidir. Yaş ne olursa olsun yeni şeylerin merak edilerek öğrenilmesi zihin sağlığı için çok önemlidir.”



Dünyada her 4 saniyede 1 Alzheimer teşhisi konuluyor!
Alzheimer hastalığı hakkında farkındalık yaratmak ve hastalığın hastalar, hasta yakınları ve toplum tarafından bilinmeyen gerçeklerine dikkat çekmek ve hastalık konusunda bilinç yaratmak amacıyla Türkiye Alzheimer Derneği, 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü vesilesiyle Alzheimer Derneği Gündüz Bakımevi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Hastalıkla ilgili önemli bilgilerin, yeni bulguların paylaşıldığı toplantıda tanı ve tedavi konusundaki gelişmelere de değinildi. Toplantıda Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Murat Emre ve Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu, unutkanlık görülen, özellikle 65 yaş üstü hastaların, mutlaka bir uzman muayenesinden geçmeleri gerektiğini söyledi.

“Alzheimer Hastalığı: Doğrular, Yanlışlar, Gerçekler ve Hurafeler”
“Alzheimer Hastalığı: Doğrular, Yanlışlar, Gerçekler ve Hurafeler” başlıklı toplantıda, toplumda belirli bir yaş üzerindeki kişiler için unutkanlığın normal karşılandığı, bunun da Alzheimer erken tanı ve tedavisinin karşısındaki en önemli engel olduğu ifade edildi. Toplantıda unutkanlığın hayatın hiçbir evresinde normal bir davranış olmadığı özellikle vurgulandı. 
İlerleyici bir hastalık olan Alzheimer’da tedaviye erken başlayan ve tedaviyi sürdüren hastalarda klinik kötüleşmenin tedavi olmayan hastalara göre göreceli olarak daha düşük olduğu söylendi. Toplantıda ayrıca toplumda Alzheimer görülme oranının yaşlanan nüfusa paralel olarak arttığına ve erken teşhisin önemine dikkat çekildi.

Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Murat Emre şunları söyledi: “Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, dünyada her 4 saniyede 1 demans teşhisi konuluyor. Bugün dünyada yaklaşık 38 milyon, Türkiye’de ise 350-400 bin Alzheimer hastası olduğu tahmin ediliyor. Yaşlı nüfusun artış hızını göz önüne alındığında, önümüzdeki 40 yıl içinde dünya çapında 115 milyon demans hastası olması bekleniyor. Bunun pek çok ülkede sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin üzerine büyük bir yük getirmesi bekleniyor. Bizim ülkemizde bu ülkeler arasında bulunuyor. Bu nedenle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Alzheimer hastaları için ihtisas bakım evleri kurma projesine tam destek veriyor, bu projenin en kısa zamanda hayata geçmesini umuyoruz. Biz de Alzhemier Gündüz Bakımevi’ni Alzheimer hastalarının hayatlarını kolaylaştırmak, sosyalleşmelerini sağlamak ve hasta yakınlarına yardımcı olmak amacıyla hizmete açtık. Derneğimizin ilk kurulduğu günden bu yana Alzheimer hastalarının yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlıyoruz.

“Hastalığın Teşhis Kriterleri 30 Yıl Sonra Yenilendi, Daha Erken Teşhis Mümkün!”
Ülkemizde nüfusun yaşlanması Alzheimer hastalığına verilmesi gereken önemi de artırmakta. Halkımızın bu konuda daha fazla bilinçlenmesi ve bu alandaki gelişmelerin duyurulması gerekiyor. Bu alanda son dönemde pek çok yeni gelişme yaşanıyor. Örneğin Alzheimer için geçerli olan teşhis kriterleri 30 yıldan sonra yenilendi ve artık bu hastalığa daha erken teşhis koymak mümkün.”


“Hastalara Bakarken, Hastaların Kendi İşlerini Yavaş Ve Az Da Olsa Yapmasına İzin Verilmeli”
Türkiye Alzheimer Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu ise şunları dile getirdi: “Alzheimer hastalığında konu sadece unutkanlığa odaklı olmamalı, hastalarda ilaveten depresyon, şiddetli sıkıntı, uyku bozuklukları, hayaller ya da saçma düşüncelerin oluşabilir.  Bu belirtiler bakım veren kişileri de çok zorlar ve yorar. Hastalara bakarken, hastaların kendi işlerini yavaş ve az da olsa yapmasına izin verilmeli; her gün yarım saat fiziksel aktivite yapılması; hastaya moral verecek aktivitelerin, müzik dinleme çiçek bakma vb. desteklenmesi ve hasta yakınının kendi ihtiyaçlarını da göz ardı etmemesi gibi konuların önemlidir.   lzheimer söz konusu olduğunda yalnız hastaların değil hasta yakınlarının da psikolojik destek sağlanmasına ihtiyaçları var. Alzheimer Derneği, bilgi broşürleri hazırlayarak, aileler için moral destek toplantıları düzenleyerek, gündüz bakım evi hizmeti vererek ve hasta yakını ve personel eğitimi yaparak yardımcı olma çabası içindedir. Unutmamalıdır ki, insanlar yaşlılık döneminde de en az diğer yaşlardaki kadar yaşamdan zevk almak ve mutlu olmak isterler.”


“Dünya Alzheımer Raporu 2012’ye Göre Demans Hastaları ve Bakıcıları İçin Sosyal Tecrit Ve Damgalanma Temel Zorlukların Başında Geliyor”

·  Demans hastalarının yüzde 75’i ve aile içerisinde hastalara bakan kişilerin yüzde 64’ü ülkelerinde demans teşhisi koyulan kişilere karşı negatif bir algı olduğuna inanıyor.
·   Demans hastalarının yüzde 40’ı göz ardı edildiklerini ya da kendilerine farklı davranıldığını söylüyor.
·  Rapor, devletlere ve toplumlara demans hastalarının günlük faaliyetlere katılmasını sağlamak için 10 tavsiye sunuyor.

“Dünya Alzheimer Raporu’na göre: Demans Hastasından Neredeyse 1 Tanesi Kendilerine Koyulan Teşhisi Saklıyor”
Alzheimer’s Disease International (ADI) tarafından 21 Eylül’de yayımlanan Dünya Alzheimer Raporu’na göre, dört demans hastasından neredeyse 1 tanesi (yüzde 24) kendilerine koyulan teşhisi saklıyor ve bunun ilk nedeni olarak damgalanmayı gösteriyor. Ayrıca demans hastalarının yüzde 40’ı günlük yaşama dahil edilmediklerini ifade ediyor. Buna ek olarak, her 3 demans hastası ve bakıcısından 2’si kendi ülkelerinde demans konusunda anlayış eksikliği bulunduğuna inanıyor.

Çalışmaya katılanların neredeyse yarısının eğitim ve bilincin önemli bir öncelik olduğunu söylediği raporda, devletler ve toplumlara damgalamanın önüne geçmek için toplumun daha fazla eğitilmesini sağlamak gibi 10 tavsiye sunuluyor. Öne çıkan bir diğer noktaysa demans hastalarını deneyimlerini paylaşmaları için teşvik etmek ve günlük faaliyetlere katılmalarını sağlamak.

Raporu yazan Nicole Batsch şöyle konuşuyor: “Damgalanma, demans hastalarının bakım koşullarının iyileştirilmesi, hastalara ve onlara bakanlara destek sağlanması, araştırmalara fon sağlanması gibi tüm diğer girişimlerin ilerlemesi için bir engel olarak önümüze çıkıyor. Rapor aynı zamanda demans hastalarının ve onlara bakan kişilerin bazen arkadaşları ve aile bireyleri tarafından toplumun dışına atıldıklarını hissettiklerini ortaya koyuyor. Bu kişiler kendilerine normal insanlar gibi davranılmasını, eksikliklerine değil, yapabildiklerine odaklanılmasını istiyorlar. Bu konulara ışık tutmak demans hastalarının ve onlara bakanların hayat kalitelerinin artırılmasına yardımcı olacaktır.”

ADI Yönetim Kurulu Üyesi Marc Wortmann şöyle konuşuyor: “Demans ve Alzheimer hastalığı dünya çapında yaşlanmanın artmasıyla birlikte büyük bir hızla artış gösteriyor. Bu hastalığın, vurduğu ailelerde büyük bir etkisi oluyor ama ekonomik maliyeti sebebiyle sağlık ve sosyal güvence sistemleri de büyük ölçüde etkileniyor. Pek çok ülke bu etkilere karşı hazırlıksız. Damgalanma sorununun üstesinden gelmedikçe, demans hastalarına daha iyi bakım sunma çabalarımızı artırmadıkça ve bir tedavi bulmadıkça da hazırlıksız kalmaya devam edeceğiz.”

Rapor şu bulguları ortaya koyuyor:

  • Demans hastalarının yüzde 24’ü ve onlara bakan her 10 kişiden 1’i (yüzde 11) konulan demans tanısını sakladıklarını söylüyor. 65 yaş altı kişiler iş yerlerinde ya da çocuklarının okullarında zor durumlarla karşılaşabileceklerine inanıyor.
  • Demans hastalarının yüzde 40’ı günlük yaşama dahil edilmediklerini söylüyor.
  • Bu kişilerin neredeyse yüzde 60’ı kendilerinden muhtemelen uzak duracak ya da iletişimi koparacak kişilerin başında arkadaşlarının geldiğini söylüyor. Bunları aile üyeleri izliyor.
  • Hastalara bakanların dörtte biri (yüzde 24) demans hastalarına bakanlara karşı ülkelerinde negatif bir algı olduğunu hissediyor, yüzde 28 kadarıysa göz ardı edildiklerini ya da farklı davranıldıklarını hissediyorlar.
  • Hem demans hastaları hem hasta bakıcıları, insanlarla yakın ilişkiler kurmayı bıraktıklarını çünkü bunu çok zor bulduklarını söylüyorlar.
  • Demans damgalanmasının ortadan kaldırılmasına yardımcı olabilecek en temel öncelikler arasında eğitim, bilgilendirme ve bilinçlendirme sayılıyor.


Rapor 50’den fazla ülkede 2500 kişiyle (demans hastaları ve onlara bakan aile üyeleri) gerçekleştirilen küresel bir anketi temel alıyor. Anketi yanıtlayan demans hastalarının yüzde 50’sinden fazlası Alzheimer hastası ve anketi yanıtlayanların neredeyse yarısı 65 yaşın altında. Anketin temel amaçları, demans hastaları ve onlara bakan aile üyelerinin yaşadıkları bireysel yaftalanma deneyimlerini kayıt altına almak ve ülkelerin ulusal demans programlarının bu damgalanmayı ortadan kaldırmak için etkili olup olmadığını ortaya koymak.

Demans hem hastalar hem de hastaların aileleri ve onlara bakan kişiler için son derece engelleyici bir hastalık. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, dünyada her 4 saniyede 1 demans teşhisi konuluyor. Yaşlı nüfusun artış hızını göz önüne alırsak, önümüzdeki 40 yıl içinde dünya çapında 115 milyon demans hastası olması bekleniyor. Bunun sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin üzerine büyük bir yük getirmesi bekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü üyesi 193 ülkeden yalnızca 8 tanesinin ulusal demans programlarını uygulamaya koymuş olması hem ekonomik hem de sosyal maliyetleri azaltmak için devletlerin daha yapabileceği pek çok şey olduğunu gösteriyor. 


Toplumda demans hastalarının damgalanmasının önüne geçmek için ADI tavsiyeleri

  • Toplumun eğitilmesi
  • Demans hastalarının toplumdan izole edilmesinin önüne geçilmesi
  • Demans hastalarının seslerinin duyurulması
  • Demans hastaları ve onlara bakan kişilerin haklarının tanınması
  • Demans hastalarının bulundukları sosyal çevrelere katılması
  • Gayriresmi ve ücretli bakıcıların eğitilmesi ve desteklenmesi
  • Evde ve bakımevlerinde bakım kalitesinin artırılması
  • Birinci basamak sağlık uzmanlarının demans eğitimlerinin artırılması
  • Devletlerin ulusal Alzheimer programları yapmaya çağırılması
  • Damgalanmanın nasıl ele alınacağı konusunda araştırmaların artırılması

KAYNAK
1- Bick KL. Alzheimer hastalığının başlangıç öyküsü. Çeviri Editörü; Gürvit İH. Alzheimer Hastalığı. Yelkovan Yayıncılık; 2001: 1-10.
2- Gürvit Hİ. Demanssendromu, Alzheimer hastalığı ve Alzheimer dışı Demanslar. Bahar SZ ve Öge AE, editörler. Nöroloji. 1. baskı. İstanbul, Nobel Tıp Kitabevleri 2004: 367-415.
3- Gürvit H, Emre M, TinazS, ve ark. Theprevalence of dementia in an urban Turkishpopulation. Am J AlzheimersDisOther Demen. 2008; 23(1): 67-76.