21 Ağustos 2010 Cumartesi

Sahurda Beslenme Nasıl Olmalı?

Uzmanlar, Ramazanda beslenme şeklinin her zamankinden büyük farklılık göstermemesi gerektiğinin altını çiziyor. Ramazan ayından öğün sayısının azalmasıyla birlikte metabolizmanın da yavaşladığına dikkat çeken International Hospital'dan Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilem İrkin, "Ramazan döneminde insanlar belki bir yılda yemediklerini, iştahlarının açılmasıyla birlikte bir ayda tüketebiliyorlar. Bu durum da kilo alımına neden oluyor" dedi. İrkin, iftar ve sahur sofralarında yapılacak bazı küçük değişikliklerle sıcağın etkilerinin daha aza indirilebileceğini belirtti.


MUTLAKA SAHURA KALKIN

Sahura kalkmanın önemine değinen İrkin, "Ramazan ayında en çok yapılan hataların başında sahura kalkmamak geliyor. Aç kalınan süre çok uzun olduğundan sadece akşam yemeğiyle oruç tutanlar gün içinde çok zorlanıyorlar" diye konuştu. İrkin, sahur masasında bulunması gereken besinler hakkında şu bilgileri verdi:

ESMER EKMEK KAN ŞEKERİNİ DENGELER

Sahurda ekmeğin tüketilmesinin faydalı olduğunu belirten İrkin, "Esmer ekmek, kan şekerini dengede tutup, tok kalmaya yardımcı olur" diye konuştu.

CEVİZDEN VAZGEÇMEYİN

Ekmek yerine sahurda 4-5 yemek kaşığı yulaf ezmesinin de tercih edilebileceğini dile getiren İrkin, 2 tane cevizin de sahurda yenilmesinin çok sağlıklı olduğunu anlattı.

SAHURDA SÜT İÇİN

ABD'li bilim adamları, insan bünyesinin açlığa olan ihtiyacını azaltan besinler arasında ilk sırada sütü gösteriyor. 1 bardak sütün mide boşluğunu hissettirmeden insanı 5 saat boyunca tok tuttuğu belirtiliyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Dilem İrkin de sahurda bir bardak süt içmenin faydalı olabileceğini kaydetti.

ACIKMAYI GECİKTİREN BESİNLER

İrkin, "Protein içeriği fazla olan ve midenin boşalma süresini uzatarak acıkmayı geciktiren yumurta, süt, yoğurt, peynir gibi gıdaları ihmal etmeyin" şeklinde konuştu.

12 Ağustos 2010 Perşembe

ULUSLARASI TARTEN 2011 TOPLANTISI İSTANBUL’DA YAPILACAK

Trans Atlantic Reproductive Technologies Network (TARTEN), ön kursu Ankara Hilton Otel’de yapıldı. Toplantıda 35 yaş altı tek embriyo yasasına sadece yaşın kriter olarak getirilmesinin hastaları mağdur ettiği üzerinde durularak çözüm yolları üzerinde duruldu.

Yeni bir oluşum olan Trans Atlantic Reproductive Technologies Network (TARTEN), uluslararası platformda platformda rerodüktif endokrinoloji ve tüp bebek alanındaki paylaşımı sağlayacak. Avrupa ile Amerika arasında üreme teknolojisi ile ilgili yeni gelişen, tartışmalı ve araştırma gerektiren çalışmalar ile ilgili etik çerçevede işbirliği sağlayacak. Trans Atlantic Reproductive Technologies Network (TARTEN), 14-17 Nisan 2011 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilecek olan toplantısının ön kursu 2 Temmuz 2010 tarihinde Ankara Hilton Otel’de yapıldı. Reprodüktif Endokrinolojinin NATO’su denilecek bu sistem hakkında bilgi veren TARTEN Başkanı Prof. Dr. Kutluk Oktay, “Kadın Doğum alanından uluslararası platforma düzenlenen Trans Atlantic Reproductive Technologies Network (TARTEN), yapısal olarak uluslararası bir nitelik taşıdığını belirtti. Bu toplantıya tüp bebek ve doğurganlığın korunması alanında dünyanın en ileri gelen yabancı araştırmacıları konuşmacı olarak katılıyor. Çok büyük ve önemli bir yeni oluşum. TARTEN oluşumunun Türkiye tarafını ise Prof. Dr. Volkan Baltacı ve Doç Dr. Murat Sönmezer yürütmekte.. TARTEN Türkiye Başkanligina Prof. Dr. Volkan Baltacı getirildi. Toplantıda tek embriyo transferi gibi farklı ülkelerde farklı yorumlanan tartışmalı konularla ilgili algoritmalar oluşturmak çok önemli taşıyor. Uygulamalarla ilgili düzenlemeleri yapan yetkililere mesaj gönderilmesi hedefleniyor. Embriyo teknikleri hakkında bilgi alışverişi için yapılan ön kursta, Türkiye’de getirilen 35 yaş altı tek embriyo kısıtlaması hakkında geri bildirimleri aldık. Meslektaşlarımızla görüş alışverişinde bulunduk. Toplantıda bu konuda ABD’de edindiğim tecrübeleri aktardım. . Yaş dışında yumurta rezervi, yumurtanın kalitesi, IVF başarısızlıkları göz önüne alınabilmeli. Yükümlülüğü doktorun üzerinde bırakıyor, transfer işlemi yalnizca hastanın isteğine bağlı olarak ya da yonetmeliklerle yapilamaz, asil olarak tibbi endikasyonlara baglanmalidir” dedi.

“Türkiye’de Donmuş Yumurta Tekniklerinin Oturması Gerekiyor”
ABD’de yapılan uygulamalar hakkında bilgi veren New York Medical College Kısırlık Tedavisi ve Üreme Merkezi' Bashklani Prof. Dr. Kutluk Oktay şunları söyledi: “ABD’de genelde taze embriyo transferi yapılıyor. Yüzde 15 embriyo oranında hastada dondurulup transfer edilir, bunun nedeni ise artan embriyoların tekrar kullanılabilmesidir. Türkiye’de donmuş yumurta ve embryo tekniklerinin oturması gerekiyor. Donmuş embriyoları hastaya nakletmek için, estrogen ve progesteron hormonları ile hazır hale getirilmelidir. Ayrıca başka teknik detaylar var. Embriyoların ne zaman hazır olduğunu anlamanız ve zamanlamasını iyi yapmanız gerekir yoksa embriyolar harcanabilir.”

“ABD’de Kanunla Zorlamadan, Başarı Oranına Göre Kişiye Özel Yönlendirme Yapılıyor”
ABD’de embriyo sayısının American Üreme Endokrinoloji Derneği (ASRM) tarafından belirlenen ilkelere gore kendi kendine denetlendiğini belirten Prof. Dr. Oktay, “En ileri aşamada, yani blastokist halinde embriyo transfer ediyorsanız, 35 yaş altı hastada bir tane transfer tercih ediliyor. Daha önce IVF başarısızlığı olmamış, kaliteli embriyoları olan ya da IVF yaparak çocuk sahibi olmuş hastalarda tek embriyo uygulanıyor. Eğer hastanın uygulaması daha önce başarısız olmuşsa, 35 yaş üzeri ise blastokist aşamasında 3 embriyoya kadar yükselebiliyor. Embriyo daha erken safhada naklediliyorsa, bu durum özellikle 40 yaş üzerindeki hastalarda 5 embriyoya kadar çıkabiliyor. ABD’de kanunla zorlamadan, başarı oranına göre kişiye özel yönlendirme yapılıyor. Türkiye’de tüp bebek devlet tarafından ödeniyor bu durumda belli bir kısıtlama yapılabilir. Ancak finansını hasta sağlıyorken, bu kısıtlama hasta grupları tarafından kabul edilir bir şey değil” diye konuştu.

“IVF Siklusları Takip Sistemi Kurulmalı”
‘IVF Siklusları Takip Sistemi’ kurularak, her hekimin uygulamasının görebileceğini kaydeden Prof. Dr. Oktay, uygulama hekime bırakılarak, her yıl ne kadar başarılı olduğunun izlenebileceğini dile getirdi. Çoğul gebeliklerin ve düşük oranlarının sistemle ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Oktay, kliniklerin başarı oranları ve çoğul gebeliklerin oranına göre hastalara tercih yapabilme imkanı sunulmasının mümkün olduğunu söyledi. Prof. Dr. Oktay, boyle bir takip sistemi kurulursa şeffaflığın sağlanacağı ve her IVF kliniği çalışmalarının objektif olarak takip edebileceğini sözlerine ekledi.

“Hastaya Kısıtlama Getirmek Yerine, Hekimin Kompetansını Denetlemek Lazım”
Malpraktis yasaları ile oto kontrol sağlanabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Oktay, “Hatalı yapılan işlem sonucunda açılan dava ile hekimin lisansı elinden alabiliyor. Hastaya kısıtlama getirmek yerine, hekimin kompetansını denetlemek lazım. Etik kurallar getirilsin, doktorlar birbirlerini denetlesin” şeklinde konuştu.

“Tüp Bebeklerde, Kendi Kendine Olanlara Göre Serebral Palsi Oranı Daha Yüksek”
TARTEN Türkiye Başkanının Prof. Dr. Volkan Baltacı şunları kaydetti: “Ülkemizde iki ay kadar önce tek embriyo transfer zorunluluğu Türkiye için çok masraflı olan böyle bir uygulamayı hekim ve hastayı zor durumda bıraktı. Hasta belli bir maliyet ödeyecek ve tek embriyonun sağladığı şans yüzde 10-15 olacak. Uygulamada takip çok sıkı yapılıyor, ilk uygulamada 3 embriyo transferi yapan hekimlerin elinden IVF sertifikası alınması sözkonusu. Çoğul gebelikler sorgulanarak hekime yükümlülük getiriliyor.” Ancak aradaki çizgi bir tek yaş kriteri ile sınırlandırmamalı, hastanın tedaviye cevabı, kadın yada erkek faktörü olması, genetik problemler vb kriterlerinde transfer edilecek embriyo sayısının belirlenmesinde kullanılması gerekmektedir.
Prof. Dr. Baltacı, tüp bebek ile gebe kalandan kendi kendine gebe kalanların bebeklere göre Serebral palsi olma oranının daha yüksek çıktığını kaydederek, sorunun sadece çoğul gebeliklerden kaynaklanmadığını dile getirdi. Prof. Dr. Baltacı, tüp bebek yönteminin aslında tek bebek dahi olsa birtakım sıkıntıları arttırdığını belirtti. Dr Baltacı bu risklerin öncelikle cinsiyet kromozomu hastalıkları ve genomik imprinting hastalıkları olduğunu belirtti. Bunlardan cinsiyet kromozomu hastalıklarının zaten infertilite hasta grubu için beklenen bir durum olduğunu, genomik imprinting hastalıklarınıdaki artışın ise halen tartışmalı bir konu olup artış miktarının istatistiksel anlam taşımadığının altını çizdi.

“Embriyo Sayısını Sadece Yaş İle Değerlendirmek Doğru Bir Uygulama Değil”
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim üyesi Doç. Dr. Murat Sönmezer, “Tüp bebek yapıldığında iki problem oluyor. Bunlar ovaryan hiperstimulasyon sendromu ve çoğul gebelikler. Tek embriyo transferi ile hedeflenen, çoğul gebelikleri azaltmak. Ama buradaki diğer amaç, başarının düşmemesini sağlamak. Başarı düşürülüp çoğul gebelikleri azalttığınız zaman, işlem daha da masraflı hale gelir. Mutlaka daha başka kriterler de göz önünde bulundurulmalı. 35 yaş üzerinde 2 embriyo dışında her hangi bir transfer şansınız yok. 35 yaş, kadının yumurtalık rezervinin azaldığı sınır olarak alınıyor. Ancak tek başarı kriteri, yaş değil, iyi embriyo, iyi kalitede sperm olup olmaması üzerinde de durulmalı. İki defa başarısız deneme varsa ancak o zaman 35 yaş altına 2 embriyo yapılabiliyor. Bu kriterler olmadan tek başına yaş ile bunu değerlendirmek çok doğru bir uygulama değil” diye konuştu.

“25 Yaşında Olup Yumurta Kalitesi 40 Yaşında Olan Hastalar Var”
Tek embriyo transferinin zorunlu olarak yapıldığı kısıtlı sayıda birkaç ülkede, tek embriyo transferi zorunlu hale gelmeden önce iyi prognozlu hastalarda ilk olarak elektif tek embriyo transferi yapıldığını, daha sonra da tek embriyo transfer stratejisinin ve buna yönelik algoritmaların oluşturulduğunu belirten Doç. Dr. Sönmezer konu ile ilgili şu bilgileri verdi: “Belçika ve İsveç’ten sonra tek embriyo yapan 3. ülke Türkiye. Protokoller belirlenmemiş durumda. Sadece yaşı kriter almak çok sakıncalı bir durum. 25 yaşında olmasına rağmen yumurtalıkları 40 yaşında olan ve çok kötü embriyolar geliştiren hastalarda farklı davranmak gerekir. Bu hastalarda tek embriyo transferi yapmak uygun olmayabilir. Genç yaşta olmasına rağmen iyi kalite embriyo geliştirmeyen hastalarda birden fazla embriyo vermek başarı açısından önemli olabiliyor Doktorların hareket alanını genişletmek gerekir.” Doc. Dr Sonmezer ayni zamanda TARTEN 2011 in de kongre genel sekreteri.
Kongre ile ilgili detaylı bilgi için: http://www.tarten2011.org

11 Ağustos 2010 Çarşamba

TÜRK BİLİM ADAMLARININ BÜYÜK BAŞARISI

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri, Türk toplumuna özgü mutasyonları tarayarak, Türkiye'de yaygın görülen Fenilketonürü hastalığına ilişkin moleküler genetik tanı kit'i geliştirdi. Hü Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz: “Dünyada hastalığa neden olan FAH gen mutasyonlarının taranacağı bir kit bulunmuyor. Bu, dünyada Fenilketonüri için bugüne kadar geliştirilen tek genetik tanı testidir.”

Türk bilim insanları, Türkiye'de yaygın görülen fenilketonüri (FKÜ) hastalığında erken tanı ve daha etkin bir tedavi seçeneği sağlayabilecek Türk toplumuna özgü mutasyonları tarayacak özel bir KİT geliştirdi.
Dünyada fenilketonüri için bugüne kadar geliştirilen ''tek genetik tanı testi'' olma özelliği taşıyan KİT sayesinde, hastaların diyet tedavileri daha iyi düzenlenebilecek. Ayrıca taşıyıcı bireyler belirlenebilerek, mutasyonu önceden belirlenen taşıyıcı çiftlere, doğum öncesi tanı hizmeti ile sağlıklı çocuk sahibi olma imkanı sağlanacak ve FKÜ insidansı düşürülebilme imkanı sunulacak. Fenilketonüri, proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir amino asidin metobolize edilemeyerek, kanda ve diğer vücut sıvılarında artan fenilalaninin, çocuğun gelişmekte olan beynini harap ederek, ileri derecede zeka özürlü olmasına yol açan kalıtımsal bir metabolik hastalık olarak tanımlanıyor.

“Hastalık Türkiye'de Dört Binde Bir”
Genetik hastalıklarda akraba evliliğinin önemli bir risk faktörü olduğunu belirten Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Yılmaz, şu bilgileri verdi: “Türkiye'de akrabalık oranı yüzde 21. Bu oran, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yüzde 39. Fenilketonürü, Türk toplumunda görülme oranı yüksek ve diyet tedavisi ile önlenebilen genetik hastalık. Hastalık Türkiye'de dört binde bir, Avrupa'da on binde bir görülmektedir.”
Fenilketonürü hastalığında özel bir tür mamadan oluşan ve oldukça pahalı olan diyet uygulanmadığında, çocuklarda mental-motor bozuklukluğun ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Yılmaz, tedaviye geç kalındığında yapılabilecek bir şey kalmadığı uyarısında bulundu.

“Genetik Hastalıklara İlişkin Testler Avrupa'da En Sık Görülen Mutasyonları İçeriyor”
Toplumlara özgü mutasyonların tespit edilmesinin, birçok genetik hastalığın erken tanı ve tedavisinde çok önemli bir faktör olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Yılmaz, Türkiye'de kullanılan genetik hastalıklara ilişkin bir çok testin Avrupa'da en sık görülen mutasyonları içerdiğini, bu nedenle Türk hastaların genetik analizlerinde yüzde yüz başarı elde edilemediğini söyledi.
Genetik hastalıklar için öncelikle Türk toplumuna özgü mutasyonların belirlenmesi ve bu mutasyonların hızlı ve güvenilir şekilde taranabileceği moleküler genetik tanı kitlerinin geliştirilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yılmaz, Türkiye'de moleküler genetik tanı hizmeti veren merkezlerde genellikle Batı Avrupa toplumları için üretilmiş ithal moleküler genetik tanı kitlerinin kullanıldığını söyledi.

Prof. Dr. Yılmaz, Türk toplumuna özgü moleküler genetik tanı kitlerinin geliştirilmesi için HÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden kendisinin yanı sıra Doç. Dr. Çetin Kocaefe ve proje asistanı Filiz Sarıkaya tarafından proje hazırlandığını kaydetti. Çalışmaların üniversitenin Teknokent sınırları içindeki KOSGEB Teknoloji Geliştirme Merkezinde faaliyet gösteren GEN-TR Moleküler Genetik ve Biyoteknoloji Ltd. Şti'de yürütüldüğünü dile getiren Prof. Dr. Yılmaz, projenin TÜBİTAK Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Birimi tarafından desteklendiğini anlattı.

“Fenilketonürü Açısından Risk Yüzde 80 Oranında Belirlenebilecek”
Projeye öncelikle Türk toplumuna özgü mutasyonları tespit ederek başladıklarını anlatan Prof. Dr. Yılmaz, şunları kaydetti:”Öncelikle ülkemizde yaygın görülen fenilketonüri hastalığına neden olan Fenilalanin Hidroksilaz (FAH) genindeki mutasyonları belirledik. Türk toplumuna özgü yaklaşık 39 tane farklı mutasyon saptadık. FKÜ hastalarında saptanan 39 FAH gen mutasyonlarından, toplumumuzda sık görülen 12 mutasyonu hızlı ve güvenilir bir şekilde analiz edebilecek bir moleküler genetik tanı kiti geliştirdik. Bu 12 FAH gen mutasyonlarının taranmasıyla, fenilketonüriye neden olan mutant allelerin yaklaşık yüzde 80’i belirlenebilecek.”

“Dünyada, Fenilketonüri İçin Geliştirilen Tek Moleküler Genetik Tanı Kiti”
Dünyada hastalığa neden olan FAH gen mutasyonlarının taranacağı bir KİT bulunmadığına dikkati çeken Prof. Dr. Yılmaz, “Fenilketonüri Moleküler Genetik Tanı Kiti Geliştirme Projesi'nin, dünyada fenilketonüri için bugüne kadar geliştirilen tek genetik tanı testi” olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Yılmaz, fenilketonürinin Avrupa'da sık görülmediği için KİT'lerinin de bulunmadığını söyledi.

“KİT Sayesinde Hastaların Diyet Tedavileri Daha İyi Düzenlenecek”
Türk Patent Enstitüsü tarafından patentlenen ve üretim için CE belgesi alınan fenilketonüri moleküler genetik tanı KİT'i kullanılarak, FKÜ hastalarında mutasyonun tanımlanması ile genotip-fenotip ilişkisinin kurulabileceğini ifade eden Prof. Dr. Yılmaz şu bilgileri verdi: “KİT sayesinde hastaların diyet tedavileri daha iyi düzenlenerek, ailelerin ve devletin ekonomik yükü hafifleyecek. Toplumdaki taşıyıcı bireyler belirlenebilecek. Doğum öncesi tanı hizmeti ile saptanan hasta bireylerde diyet tedavisine erken dönemde başlanabilecek. Mutasyonu daha önceden belirlenen taşıyıcı çiftlere, doğum öncesi tanı hizmeti ile sağlıklı çocuk sahibi olma imkanı sağlanarak toplumdaki FKÜ insidansı düşürülebilecek.”

İthal Edilen Kit'lerin Ülkeye Girişinin Azaltması Amaçlanıyor
Geliştirilen KİT ile yurt dışından ithal edilen KİT'lerin ülkeye girişini azaltmayı amaçladıklarını da belirten Prof. Dr. Yılmaz, GEN-TR'nin Türk medikal sektörü için büyük bir başarı olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini çağrısında bulundu.
Fenilketonüri tarama KİT'inin diğer hastalıklar için de bir öncü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yılmaz, şu anda Türk toplumunda yaygın görülen farklı hastalıklar için de özel KİT'lerin geliştirilmesi için çalışma yürüttüklerini bildirdi.

Sistem Nasıl İşliyor?
Prof. Dr. Yılmaz, Fenilketonüri tanısı için doğumdan sonraki ilk 10 gün içinde bebeğin topuğundan bir damla kan alınarak yapılan tarama testi sonucunda pozitif olarak belirlenen bebekten, bir kez daha kan alınarak genetik mutasyonun belirleneceğini anlattı.
Kan alındıktan sonra, bebeğin DNA'sının izole edildiğini ifade eden Prof. Dr. Yılmaz, “İzole edilen DNA, test tüpünün içine konularak, taranacak olan mutasyonların bulunduğu bölgeler RT-PCR yöntemiyle çoğaltılıyor. Bu arada, KİT'in içinde bulunan mutasyona özgü florasan işaretli proplar, o mutasyonlara bağlanıyor. Proplardan alınan floresan ışıma takip edilerek o bireyin ilgili mutasyonları taşıyıp taşımadığını tespit edebiliyoruz” dedi.



Fenilketonüri Mutasyon Tarama Kiti

10 Ağustos 2010 Salı

TRAVMA GEÇİREN ÇOCUKLARA NASIL MÜDAHALE EDİLMELİ?

Travma Geçiren Çocuklara Müdahale Teknikleri eğitimi veren Serentiy Danışmanlık - Psikolojik Destek Hizmetleri’nden Psikolog Dr. N. Linda Fraim, hekimlerin travma geçiren hastalara nasıl yaklaşmaları gerektiği ile ilgili bilgileri uygulamalı olarak anlatıldığını söyledi.

Travma Geçiren Çocuklara Müdahale ile ilgili olarak eğitim veren Serentiy Danışmanlık - Psikolojik Destek Hizmetleri’nden Psikolog Dr. N. Linda Fraim, hekimlerin bu tip vakalarla karşılaştığında hastalarla nasıl iletişime geçilmesi gerektiği ile ilgili bilgi verdiklerini söyledi.

Esra Öz: Travma Eğitimi Nedir?
Psikolog Dr. N. Linda Fraim:
Travma Geçiren Çocuklara Müdahale Teknikleri eğitimi özünde teorik ama kısmen uygulamalı 2 günlük bir eğitim. Eğitimin ilk gününde, travmanın çeşitleri şiddet, afet, istismar, boşanma vb konular, yarattığı etkileri, ailelerin ve çocukların vermiş oldukları tepkileri ve görülebilecek olası psikolojik rahatsızlıkları kapsıyor. İkinci günde de müdahale teknikleri arasında travma geçiren çocuklara nasıl yaklaşılır (yaş gruplarına göre), yapılması gereken ve yapılmaması/söylenilmemesi gerekenler, sanat terapisi, daha çok çizilen resimlerde dikkat edilmesi gereken püf nokta ve önemli detaylar, travma bebekleri, kuklaları ve de kum havuzu gibi uygulamalar anlatılıyor.


"Trauma Teddy"
Katılımcılardan ev-ağaç-insan resimleri yaptırtıyorum ki sanat terapisinden bahsederken özellikle hangi detaylara göz kulak olmaları gerektiğini anlatıyorum. Tabii resimlerin yorumu projektiftir ve insandan insana değişir ancak temel detaylar sabittir. Bunun dışında da eğitimin sonuna hep birlikte travma bebekleri yapıyoruz. Bu bebekler aslında Amerikan Kızılhaç tarafından dağıtılan "Trauma Teddy" fikrinden yola çıkarak travma yaşayan çocuklara yaptırılan ve her şeyini kaybeden, yalnız kalan, korkan ve travmadan etkilenen çocukların kendilerini güvende hissedebilmeleri için ufak da olsa önemli bir güvence oluyor.

Sanat Terapisi
Sanat terapisi, projektif resim yorumu ve kum havuzu gibi uygulamaların tam anlamıyla da yapılabilmesi için katılımcıların mutlaka doğru eğitimlerden geçerek bu konuda uzmanlaşmaları gerekir. Eğer bir katılımcı, özellikle kum havuzu ile terapi yapmak istiyorsa o zaman, bunun eğitimini mutlaka almalı. Çünkü hekimin bu alanda pratik deneyimi olmak zorundadır. Malum, travmaya uğrayan çocuklar çok daha hassas olduklarından dolayı, yardım etmek isterken ne yazık ki bazen, istemeyerek dahi olsa daha çok zarar verebiliyoruz.


Kimler bu eğitimi alabilir?
Çocuklarla çalışan, travma alanında çalışan ve çalışmak isteyen herkes. Psikolog, psikiyatr, hekim, sosyal hizmet uzmanı, çocuk gelişim uzmanı, okul öncesi eğitmeni, öğretmen, psikolojik danışman ve bu alanlarda okuyan 3. ve 4. sınıf öğrencileri ile yüksek lisans yapan tüm öğrenciler alabilirler.

Eğitimi alanlar hastalara nasıl yaklaşıyor? Ne gibi artılar katıyor?
Eğitimi alanlar, çocuğa nasıl yaklaşacaklarını, nasıl konuşturacaklarını, yapmaları gereken ve yapılmaması gereken yanlış davranışlarını öğreniyorlar. Malum, çocukları konuşturmanın en kolay yolu oyundan ve resimden geçer.


Sabrımızı Kaybetseniz de Yansıtmayın
Çocukları konuşturabilmenin temel püf noktası da çocuğun size olan güven seviyesiyle alakalıdır. Çocuk size güvenmiyorsa içine kapanır ve siz palyaço kılığına dahi girseniz, o çocuğa güven aşılayamadıysanız boşuna uğraşmış olursunuz. Travma alanında çalışmak sabırlı olmak, pozitifi aşılamak, güveni aşılamak ve ısrarcı olmamaktan gerekir. Tabii bazen sabrımızı kaybedebiliriz ki bu da son derece normal ama bunu asla yansıtmamalıyız.

"Her Şey Yoluna Girecek, Sen Evine Çok Yakın Bir Zamanda Döneceksin" Demeyin!!
Hep isteriz ki çocuklarımız mutlu olsun ve bazen onlara yapay güvenceler aşılarız. Katılımcılar, bu eğitimde bunu yapmamayı öğreniyor. Örneğin, en çok yapılan hata "her şey yoluna girecek, sen evine çok yakın bir zamanda döneceksin" demektir. Çocuk zaten bütün gücünü, kontrolünü ve güvencesini kaybetti. Siz o çocuğa yerine getiremeyeceğiniz sözler verdiğiniz zaman ya da gerçekleşmeyecek vaatlerde bulunduğunuz zaman çocuğun güven konusunda ciddi sorunlar yaşamasına sebebiyet verebilirsiniz. Nitekim eğitime katılanlar bu gibi yanlışların yapılmasını engellenmek için farkındalık kazandırmak gibi önemli katkısından tutun da aktif olarak çocuklara nasıl ulaşabileceklerine kadar teorik ağırlıklı ve kısmi uygulamalı bir eğitim alıyor.

Eğitim sonunda alınan sertifikanın ne gibi avantajları var?
Serenity Danışmanlık çeşitli psikolojik destek hizmetleri veren bir kurum. Nitekim amacımız alana katkıda bulunmak ve Türkiye'de olmayan ve verilmeyen eğitimleri vererek alan çalışanlarının eğitimlerinde bir katkı sağlamak. Alınan katılım belgesi / sertifika katılımcıların bu alanda bilgili olduklarının tercümesi olarak bakılabilir. Travma ile ilgili eğitim yok denilecek kadar az ve bu da katılımcılara bilgi ve uygulama açısından ek bir basamak katıyor.


Travma Bebeklerinin özellikleri neler? Niye Travma Bebekleri?
Travma Bebekleri aslında annelerimizin, anneannelerimizin yapmış olduğu klasik bez bebekler. Ancak, bir özelliği bağlantı yerlerinde herhangi bir dikiş, iğne ya da zımbanın olmayıp, içine elyaf konularak yapılıyor. Çocuklar silikon tabancası kullanarak süsleyebilirler.

Bebekler Travma Geçirenin Ruh Halini Yansıtır
Travma bebekleri aslında bir yansıtmadır. Yani çocuk ya da bebeği yapan kimse ya idealini yansıtır, ya ona zarar veren kimseyi yansıtır ya da kızgın olduğu birisini yansıtır. Tabii ki bu yansıtmalar bununla sınırlı değil. Örneğin, yurtdışında bu eğitimi verdiğimde cinsel şiddete uğramış bir grubum vardı ve gruptan bir hanım bebeği yaptı ve sonra da o bebeği makasla parçaladı. Bunu niçin yaptın diye sorduğumda, bebeğin ona saldıran kişiyi anımsattığı için öç aldığını ve bu davranışın onu rahatlattığını söylemişti. Başka bir grubumda, ıslahevinde olan bir çocuk yaptığı bebeği astı. Yine bunun ne anlama geldiğini sorduğumda bebeğin üvey babasını temsil ettiğini ve üvey babasının çocuğa yaptığı eziyetlerden dolayı kaçıp bir çeteye katıldığını ve eğer üvey babası onu sevseydi şu anda ıslahevinde olmayacağını söyledi. Bu yüzden de üvey babasının ölmesini istiyordu. Bu uygulamada çok farklı hikayeler ortaya çıkabiliyor.

“Travma Bebekleri de Bir Nevi Güvence Verebilen "Battaniye"ler Olarak Algılanabilir”
Travma bebekleri çocukların ya da yetişkinlerin yanlarında hissettikleri bir güvence olarak da tutulabiliyor. Dahası Peanuts çizgi romanından hatırlarsanız, Linus vardır elinde sürekli bir battaniye ile dolaşır. Bu battaniye onun güvencesidir. Travma bebekleri de bir nevi güvence verebilen "battaniye"ler olarak algılanabilir.

http://www.serenitydanismanlik.com

8 Ağustos 2010 Pazar

EN GELİŞMİŞ VİTREORETİNAL CERRAHİ CİHAZI İLK NUMUNE GÖZ’DE

Constellation® Vitrektomi Cihazı Türkiye’de İlk Kez Ankara Numune Eğitimi ve Araştırma Hastanesi Göz Kliniği’nde kullanılıyor.

Teknolojinin ilerlemesine paralel olarak, oftalmolojide mikro cerrahi ile yeni teknik ve cihazlar ile farklı hastalıkların tedavisi mümkün oluyor. Oftalmik mikro cerrahide katarakt cerrahisinin yanı sıra son yıllarda vitreoretinal cerrahide de yeni tedavi yöntemleri keşfediliyor. Ülkemizde en çok vitrektomi yapılan merkezlerden biri olma özelliği taşıyan Ankara Numune Eğitimi ve Araştırma Hastanesi Göz Kliniği Retina birimi Türkiye’de ilk kez kullanılacak vitrektomi cihazını bünyesine kattı.

Birçok İlkler Bu Cihazda Var
Vitrektomi cihazlarının ulaştığı son nokta ise Constellation® kompakt cihazı olduğunu belirten Ankara Numune Eğitimi ve Araştırma Hastanesi Retina birimi sorumlularından Op. Dr. Mehmet Önen şunları kaydetti: “Cihazın kompakt olması; vitrektomi özelliği yanında ksenon ışık kaynağı, Purepoint® lazer ünitesi, Ozil® özellikli fakoemülsifikasyon ünitesi ve göz içi gaz tanklarının entegre olarak cihazda bulunmasından kaynaklanıyor. Yani bu cihazın bir avantajı bu üniteler diğer cihazlarda ayrı iken bu cihazda birlikte yer alıyor. Işık kaynağı ksenon özelliği taşıması ile 23 ve 25 gauge sütürsüz vitrektomi için gerekli doku aydınlatması sağlanıryor. Dokuda toksik ışık şiddetinin otomatik olarak algılanıp azaltılmasını sağlayıcı sensörler sayesinde eski cihazlarda görülen fototoksisite gibi ciddi bir komplikasyonun önüne geçiliyor.”


“Bu Cihazla Dakikada 5 Bin Kesi”
Benzerlerinde olmayan en önemli özelliklerinden birinin cerrahi sırasında göz içi basınç değerlerinin cihaz tarafından ölçülerek istenilen seviyelerde tutulabildiğini bildiren Op. Dr. Önen, kontrolsüz yüksek ya da düşük basınç değerlerinin yaratacağı olası problemlerin ortadan kaldırıldığını dile getirdi. Vitreus kesici hızı, bu cihazla dakikada 5000 kesi değerine ulaştığını kaydeden Op. Dr. Önen, “Böylece çok güvenli ve konforlu cerrahi yapma imkanı elde edildi. Böyle bir kesici (Ultravit®) ile retinaya çok yakın çalışılarak membran diseksiyonu ek vitreoretinal enstüraman gereksinimi olmadan tamamlanabilmekte ve olası retina hasarı riski en aza indiriliyor.

Vitrektomi Ameliyatı
Gözün merkezi kısmını dolduran, jel kıvamında şeffaf bir doku olan Viitreusta gelişen komplikasyonların tedavisi hakkında Sağlık Dergisi’ne bilgi veren Op. Dr. Önen, “Viiterusun, gözün hacminin büyük kısmını oluşturuyor ve gözün anatomik şeklinin oluşmasında katkı sağlıyor. Gözün arka segment hastalıkları için yapılan vitrektomi ameliyatları ile vitreus jelinin cerrahi olarak alınması yapılmaktadır. Vitrektomi sonrası vitreus jelinin yerine silikon veya gaz verilebilir. Silikon 6-3 ay sonra alınırken, gaz kendiliğinden emilir ve sonrasında hümor aköz adı verilen göz içi salgısal sıvı ile göz kendiliğinden dolar. Retina dekolmanı durumunda uygulanan en ileri cerrahi operasyon şekli olan vitrektomi ameliyatı, yani vitreus jelinin cerrahi olarak boşaltılması işlemi başarıyla gerçekleştiriliyor” dedi.

“Türkiye’ye 2010 Yılı İçin Bir Adet Kontenjan Ayrıldı”
Vitrektomi ameliyatının, sıvı, ışık ve kesicinin girdiği üç ayrı sklera kesisi ile yapıldığını dile getiren Op. Dr. Önen, “Constellation® ile, yeni teknolojisi sayesinde, eski teknolojiye oranla çok daha hızlı ve sütürsüz teknikle vitrektomi yapılabiliyor. Bu cihaz ile sütürsüz vitrektomi için kullandığımız 23 ve 25 gauge sistemleri en son teknoloji ile sunuluyor. Bu sayede hızlı cerrahinin yanında operasyon sonrası çok hızlı görsel rehabilitasyon elde ediliyor. Eski teknoloji ile çalışan cihazlarda göz içine verilecek gaz konsantrasyonu yardımcı personel tarafından hazırlanırken, Constellation® ile cihazın kendisi cerrahın belirlediği konsantrasyonu otomatik olarak veriyor. Bu sayede kişisel hata faktörü tamamen engelleniyor. Birçok kamu ve özel hastanenin sahip olmak için can attığı bu cihaz, dünyada sayılı sayıda üretiliyor. Türkiye’ye 2010 yılı için bir adet kontenjan ayrıldı. Bu kontenjan, hastanemizin prestiji, hastane yöneticilerinin ve göz kliniklerinin çabası ile ek maliyet getirmeksizin hibe yolu ile Ankara Numune Hastanesine ayrıldı. Vitreoretinal cerrahi için büyük bir adım olarak nitelendirilen bu cihaza Türkiye’de ilk kez ve sadece hastanemizin sahip oldu” diye konuştu.

Sistemik Hastalıklar En Sık Vitreoretinal Cerrahi Uygulanan Grup
‘Vitreoretinal cerrahi’ olarak bilinen gözün arka segmentini, yani vitreus ve retinayı ilgilendiren cerrahi yöntemleri hakkında bilgi veren Op. Dr. Önen şunları söyledi: “Günümüzde retina dekolmanı, intraoküler tümörler, ciddi göz travmasına bağlı arka segment hasarları yanında diyabet, hipertansiyon ve orak hücre anemi gibi sistemik hastalıkların göz komplikasyonlarının tedavisi de başarı ile yapılabiliyor. Ayrıca maküla hastalıklarına bağlı görme kayıpları da bu özel cerrahi ile düzeltilebiliyor. Diyabet ve hipertansiyon gibi sistemik hastalıklar en sık olarak vitreoretinal cerrahi uygulanılan grubu oluşturuyor. Diyabetik retinopati, vasküler yapıyı bozarak, hücre kaybına yol açar. Damar geçirgenliğinin bozulmasına, maküla (sarı nokta) bölgesinde sıvı ve yağlı maddelerin birikmesine ve beraberinde damarı tıkayarak beslenmeyen retina alanlarının ortaya çıkmasına neden olur. Retinada kendiliğinden kanayabilen yeni damarlar oluşur. Retinanın önünde ve içinde oluşan kanamalar gözün arka boşluğuna sızabilir. Retinada damarlı zarlar oluşur ve sonuçta ciddi görme kayıpları, ağrılı göz tansiyonu yükselmelerine neden olur. Kan şekerinin düzenlenmesi ile lazer ve ilaç tedavisine rağmen ilerleyen hastalar vitreoretinal cerrahiye adaydırlar. Günümüzde retina hastalıklarının cerrahi endikasyonları son yıllarda giderek artıyor.”

Retina Yırtığı ve Dekolmanı Olguları Tedavide Yüz Güldürücü
Retina hastalılarının belirtileri ne kadar erken fark edilir ve hekime başvurur ise o denli iyi tedavi edildiğini hatırlatan Op. Dr. Önen, başlıca yakınmaların ise; ani veya yavaş görme kaybı, kırık-eğri görme, ışık çakmaları, sinek uçuşmaları, göz önünde dolaşan cisimler, görüşün perdelenmesi, gelip geçici ve kısa süreli görme kaybı, görüş alanında karanlık bölgeler oluşması şeklinde olduğunu kaydetti. Bu yakınmalar ile gelen hastanın retina muayenesi yapıldığını dile getiren Op. Dr. Önen, özellikle erken tespit edilen retina yırtığı ve dekolmanı olgularında tedavilerin yüz güldürücü sonuçlar verdiğine dikkat çekti.

“Vitreoretinal Cerrahisinde Dikiş Gerekmez ve Skleraya Uygulanan Cerrahi İnsizyon Kendiliğinden İyileşir”
Yapılan cerrahi kesi uzunluğunun milimetrik boyutlarda olduğunu ve ameliyatın göze uygulanan üç delikten yapıldığını dile getiren Op. Dr. Önen, “Her bir kesi gözün arkasına ulaşmak için bir port vazifesi görüyor. İlk portun görevi boşalan vitreusu doldurmak için özel salin solüsyon enjeksiyonu yapılıyor. Ameliyat esnasında devreye giren bilgisayar kontrolündeki vitrektomi ünitesi göz basıncında düşüklüğünü fark ederek göz içine port aracılığıyla otomatik olarak solüsyon veriliyor. İkinci port göz içini aydınlatmak ve cerraha görüş sağlamak için fiber optik ışık kaynağı içeriyor. Üçüncü port ise cerrahi işlemi gerçekleştiren adına prob uç ile standart vitrektomi cerrahisinde 20 gauge uç kullanılıyor. Bu yöntemde kesi her ne kadar milimetrik de olsa dikiş atılması gerekiyor. Hastanemizde uyguladığımız ve sadece 0.5 mm delik gerektiren 23 veya 25 gauge yönteminde dikiş gerekmez ve skleraya uygulanan cerrahi insizyon kendiliğinden iyileşir” diye konuştu.

“Vitreoretinal Cerrahiyi Araç Kullanmaya Benzer”
Op. Dr. Önen, retina ameliyatlarının büyük sterilizasyon önlemleri ile yüksek teknolojinin kullanılmasını gerektirdiğine dikkat çekerek, aksi taktirde sonucunun görme kaybına varabileceğini işaret etti. Vitreoretinal cerrahiyi araç kullanmaya benzettiğini belirten Op. Dr. Önen, aracın teknolojisi ne kadar üstün ve yeni ise o kadar güvenli yol alındığını hatırlatarak, vitrektomi cihazlarının ulaştığı son noktanın ise Constellation® kompakt cihazı olduğunu söyledi.


Resim: Şematik üç port vitrektomi görünümü

7 Ağustos 2010 Cumartesi

“ÇORUM’DA 7/24 AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI HİZMETİ VERİLİYOR”

Çorum Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, 24 saat kesintisiz hizmet anlayışı ile sayılı merkezlerden biri olma özelliğini taşıyor. Hekim seçme hakkının bulunduğu merkezde 7/24 esasına göre hizmet veriliyor. 23 poliklinik bulunan merkezde 122 personel görev yapıyor. Çorum Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Türkiye'de ilk 5 sağlık kuruluşu arasında yer alıyor

Çorum Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi fiziki ortam ve kalite olarak Türkiye’de ilk sıralarda olacak durumda hizmet veriyor. Günlük ortalama 500-550 hastaya hizmet verilen merkezde, istatistik verilerindeki başarı oranı yüzde 98.1olarak tesbit edildi. Sağlık Bakanlığı tarafından “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” kapsamında yeniden yapılandırılan Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi yeni yerine taşındı. Göğüs Hastalıkları Hastanesi eski binasında hizmet vermeye başlayan merkez Türkiye’nin sayılı Ağız ve Diş Sağlığı Merkezleri arasında yer alırken bölgesinde de en modern sağlık birimi olarak gösteriliyor. Mesai saatleri dışında acil servis hizmeti veren hastanede 25 Diş Hekimi ile toplam 122 kadrolu ve şirket personeli ile hizmet veriliyor. Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Başhekimi İhsan Malatyalı, “Sınır koymadığımız ve koyamayacağımız tek amacımız var, verdiğimiz hizmetin kapsam ve kalitesini ileriye götürmek. Bunun içinde hastalarımız ve hekimlerimiz için her türlü imkanı sağlıyoruz. Merkezde her hekimin kendine ait odasının bulunuyor. İki bölümden oluşan giriş bölümünde hastaların muayene ve tedavisi yapılıyor diğer bölümde ise, hekimlerin dinlenmeleri için bir bölüm bulunuyor” dedi.

“421 Hastanın Yüzde 97.15’i Hizmetten Memnun”
Ortodonti uzmanı, Çene cerrahi uzmanı ve Protez uzmanı ihtiyacı olduğunu belirten Malatyalı, “2009 yılı içerisinde Hasta Haklarına müracaat eden hastaların yüzde 86.3’ünün sorunları yerinde çözülmüş yüzde 13.7 hasta kurulda çözümlendi. 421 hasta ile hasta memnuniyet çalışmasında yüzde 97.15 memnuniyet, 102 çalışan personelde yüzde 91.2 memnuniyet saptandı. Ayrıca acile müracaat eden hasta bilgilendirmesi yapıldı. Hastaları bilinçlendirmek adına bekleme salonlarındaki ekranlarda, hasta hakları ve sorumlulukları hakkında bilgilendirme sunumları yapılıyor” diye konuştu.

“Panoromik Röntgen Cihazı İle Hastaların Ağız Ve Diş Yapısı Tek Bir Röntgende Çekiliyor “
'Panoromik Röntgen' cihazını merkeze kazandırdıklarını belirten Malatyalı, “Çorum'da kamuya ait hiçbir hastanede panoramik röntgen cihazı bulunmuyor. Cihazla hastanın ağız ve diş yapısı tek röntgende çekiliyor. Cihaz sayesinde hastanın şikayeti dışında ağız ve diş yapısında bulunan diğer rahatsızlıklar da anında tespit ediliyor. Bu sayede kişinin rahatsızlığı erkenden teşhis edilerek gerekli tedavisi yapılıyor. Günlük 100-150 hastaya hizmet veriliyor" şeklinde konuştu.
Malatyalı, daha ileri teknolojiye sahip ikinci bir panoromik röntgen cihazını önümüzdeki günlerde merkeze kazandırmayı planladıklarını açıkladı.

Diş protez laboratuarı hakkında da bilgi veren Dr. Malatyalı, laboratuarda Sağlık Bakanlığı standartlarına uygun hijyenik şartlarda hareketli, modern iskelet protezleri ve tamir işlemleri yapıldığını bildirdi. Dr. Malatyalı, merkezi sterilizasyon ünitesi diş muayene ve tedavisinde
kullanılan aletlerle sterilize edilip paketlendiğini belirtti.

20 Ünite Aktif Çalışıyor
Merkezde görev yapan her diş hekimine ayrı ayrı muayene odası tahsis edilirken hastalar içinde her bölümde dinlenme odaları oluşturulmuş. Ayrıca bekleme odalarına konulan sıramatikler ile de hastalar, kendi sıralarını oturdukları yerlerden takip etme imkânına sahip. Bekleme salonlarında Televizyon ve eğitici yayınlar sunuluyor. Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Başhekimi Dr. İhsan Malatyalı, 30 ünite kapasiteye sahip olan merkezde 20 ünitenin aktif olarak hizmet verdiğini söyledi. Hasta yoğunluğunun yüksek olduğunu dile getiren Malatyalı, “Günlük gelen hasta sayımız 500 civarında. Ancak yoğun olduğu günlerde, bu sayı 700’e kadar çıkabiliyor” dedi.

Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi 24 saat hizmette
Çorum Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’nde 24 saat kesintisiz hizmet veriyor. Başhekim Malatyalı, mesai bitiminin ardından bir doktorun nöbetçi olacağını kaydederek, hastanın istediği saatte gelip tedavi yaptırabileceğini söyledi. Malatyalı, bu hizmetin Türkiye’nin önde gelen çeşitli Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’nde verildiğini vurguladı.

“Çorum Halkı Ağız ve Diş Sağlığında Yeterli Bilgiye Sahip Değil”
Malatyalı, Çorum halkının ağız ve diş sağlığında yeterli bilgiye sahip olmadığını söyleyerek, insanların ağız ve diş sağlığını sadece diş çürüğü gibi algıladığını belirtti. Malatyalı, Günlük hayatın koşuşturması içerisinde çoğunlukla önemsenmeyen ağız problemlerinin vücudumuzda telafisi mümkün olmayan rahatsızlıklara neden olduğunun altını çizdi. Diş çürükleri ve diş eti hastalıklarının kalp, böbrek ve beyin gibi hayati önem taşıyan organlar için sürekli bir tehdit oluşturduğunu belirten Malatyalı, bu tür hastalıkların vücudun genel durumunu etkilediğine dikkat çekti. Ağız ve diş sağlığında en önemli iki hastalığın diş çürükleri ve diş eti iltihaplanmaları olduğunu ifade eden Malatyalı, “Diş sağlığının bozulması vücuttaki diğer organları da etkileyebilir” şeklinde konuştu.

2009 Yılında Neler Yapıldı?
2009 yılı çalışmaları hakkında bilgi veren Malatyalı, “Panoramik röntgen cihazı alınarak hizmet kalitelisini yükselttik. İki adet otoklav alınarak, sterilizasyonda paketleme sistemine geçildi. Merkez mutfağı ve yemekhane faaliyete geçirildik. Binanın çatı katında bulunan atıl odalar ve bodrum kattaki odaların bakım onarımı yapılarak hizmete sunuldu ve Jandarmanın talebi doğrultusunda hastanemiz hekimleri mobil araç ile köy ziyaretleri ve diş tedavi yapıldı. Hastanemiz hekimleri görevlendirme ile cezaevi mahkumlarına diş tedavisi uyguluyor. Ayrıca her ay bir hekim görevlendirilerek okul taraması yapılıyor” dedi.


Yeniliklerin Devamı Gelecek
Malatyalı, Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’nde yapmayı planladıkları çalışmalar hakkında da şu bilgileri verdi: “Şu an ihale aşamasında olan merkezi sterilizasyon sistemini önümüzdeki aylar içerisinde hayata geçirmeyi planlıyoruz. Hastalar için oluşturulan bekleme odalarının hepsine televizyon yerleştirilecek. Televizyon aracılığı ile gelen hastalara ağız ve diş sağlığı gibi konularda eğitici sunumlar yapılacak. Panoromik röntgen çekimlerinde yaşanan yoğunluk nedeniyle hastaneye ikinci panoromik cihaz alımı yapılacak. Merkezimize yangın alarm sisteminin kurulacak.

6 Ağustos 2010 Cuma

MEDİKAL SEKTÖRÜN İHTİYAÇLARI DOĞRULTUSUNDA KARARLAR ALINACAK

İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tıbbi cihaz alanında yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ali Sait Septioğlu, sektörün yaşadığı sorunlar doğrultusunda yenilikler yapıldığını söyledi.

Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü yapılanması sonucunda Medikal sektör sorunlarını ileterek, çözüm üretilmesinden memnuniyet duyuyor. Sektörün istekleri doğrultusunda yapılandırmada yaptıkları yenilikleri ve gelişmeleri Sağlık Dergisi’ne anlatan İlaç ve Eczacılık Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ali Sait Septioğlu, tıbbi cihaz alanında ciddi anlamda aksayan işlerle ilgili sektörden çok sayıda, kendilerine şikayet geldiğini dile getirdi. Sekiz aylık bir süreç içerisinde personel sayısını 2 katından fazlaya çıkardıklarını belirten Septioğlu, 13 personel ile devraldıkları birimde 29 personel ile hizmet vermeyi ifade etti.
Göreve ilk geldiği günlerde sürekli şikayet telefonları aldığını belirten Septioğlu, bu sorunların birçoğunu çözüme kavuşturduklarını söyledi. Yaşanan günlük sorunların şube ile çözülebildiğini ifade eden Septioğlu, sorunların kısa sürede çözüldüğüne dikkat çekti.

Dünya Bankası Projesi ile Sorunların Çözümlenmesi Hedefleniyor
Sağlık Bakanlığı merkez teşkilatı içerisinde, biyomedikal mühendisi ve tıbbi fizik mühendisi bulunmadığını söyleyen Septioğlu, Dünya Bankası ile ilgili tor hazırlandıklarını ve proje kapsamında personel alınması için onay alındığını dile getirdi. Septioğlu, “AB komisyonlarının tıbbi cihaz toplantılarına katılıyoruz. Bu toplantılarda konunun eğitimini almış ve sonuçların bize uyarlanmasını sağlayacak personel ciddi anlamda fayda sağlıyor. Tıbbi fizikçi, Radyolojik cihazlarla ilgili gerek mevzuat hazırlanmasında gerek sahadaki sıkıntıların değerlendirilmesinde yardımcı olacak. Denetim yapılırken, henüz oluşturulmamış veya oluşturulsa bile alan oturmamış tıbbi cihazda, bir kalibrasyon sıkıntısı var. Kalite kontrol konusunda sıkıntılar var, ayrıca tıbbi cihaz mevzuatlarında da sorunlar var” dedi.

“CE Belgesi Ürünlerin Serbest Olarak Dolaşabilmesini Sağlıyor”
FDI onaylı olan cihazların tüm dünyada güvenli satılacağı anlamına gelmediğini belirten Septioğlu şunları söyledi: “FDI onayı verip kendi ülkelerinde kullanılmasına izin verilmeyen cihazlar da var. Şartlı onay denilen bu işlem ile kendi ülkesinde tıbbi cihazı satamıyor ancak başka ülkede satıyor. Her ülke kendi çıkarları doğrultusunda bir politika belirlemeli. Ürünlerin, ülkemize girmesin deme şansınız yok, CE belgesi serbest dolaşım belgesi anlamına geliyor. CE belgesi ürünlerin serbest olarak dolaşabilmesini sağlıyor. Bu belge temin edildiğinde AB ülkelerinde serbest dolaşılır. Bizde de girişleri olabiliyor. Ürünün girmesini engellemek gibi bir durum olmuyor. Piyasa denetim ve gözetimi ile kontrolünü yaparak uygun olmayan ürünlerin piyasadan çekilmesini veya piyasaya arz edilmeden durulması sağlanabilir. Bu tüm AB ülkelerinin sorunlarından biri, merdiven altı üretim, ikincisi ise serbest dolaşıma giren kalitesiz ürünler. Dünyanın başka ülkelerinde üretilip getirilip, CC belgesi alınarak piyasaya sürülüyor.”

“e-İhale Tıbbi Cihaz Sektörü ile Başladı”
Kamu ihale kurumunun e-ihale projesini oluşturduğunu kaydeden Septioğlu, bu proje kapsamında elektronik ortamda ihaleye girmeye hazır alanlardan birinin tıbbi cihaz sektörü olduğunu belirtti. Tıbbi cihaz sektöründe e-ihale başlatılarak kendilerini test etme imkanı bulduklarını kaydeden Septioğlu, yeni maddi kaynak olarak Ulusal Bilgi Bankası’nın geliştirilmesini sağlamak noktasında çok büyük avantaj elde ettiklerini söyledi. E-ihale sürecinin başladığını belirten Septioğlu, proje kapsamında KİK ve Tepe Teknoloji ile sıkıntıları belirlediklerini iletti. KİK yazılım sorunlarının 2-3 ay sonunda tamamlanacağını bildiren Septioğlu, ayrıca e-imza ile ilgili gelişmeler yaşanacağının müjdesini verdi.

Uyarı Tebliği Çalışmaları Tamamlandı
Uyarı Tebliği çalışmalarının yayınlandığını belirten Septioğlu, çalışmanın Başbakanlığa gönderildiğini ve Resmi Gazete’de yayınlandığını dile getirdi. Çalışmanın hazırlık aşamasında sektörün görüşünü aldıklarını kaydeden Septioğlu, Sendika ve federasyon dışında derneklerden de piyasa gözetimi ve denetimi anlamında görüşlerini aldıklarını vurguladı. Septioğlu, “Çalışma ithalatçı veya ihraççıların ürünün piyasaya arzından kullanıcıya kadar tüm muhatap olan kişilerin ve kuruluşları kapsıyor. Ürün hakkında tüm olumsuzlukları Sağlık Bakanlığı’na bildirilmesi ve bu olumsuzluklar karşısında Bakanlığın alacağı tedbirleri içeriyor. Bu konuda elektronik bir sistem oluşturarak, başvuru sağlanacak. Medikal sektör çok büyük ve böylece rutin denetim dışında gelen uyarılarla da sahanın denetlenmesi sağlanacak. Bu uyarıların gerçekçi, sistemik ve düzenli ulaşması durumunda konuların düzenlemesi daha kolay olacak” diye konuştu.
2007/47 direktifi çalışmalarının başladığını belirten Septioğlu, AB standartlarında güncellenme yapıldığını kaydetti.

“Denetçilere ISO 9001 ve ISO 13485 Eğitimi Verildi”
Piyasa gözetim ve denetim için tüm personele ISO 9001 ve ISO 13485 eğitimlerini verdirdiklerini belirten Septioğlu, “Baş denetçilere bu belgelerin, eğitimlerini aldırdık, diğer denetçilere de onlar, eğitim verecek. Denetçi sayısını da arttırmayı hedefliyoruz. Ayrıca denetçilerin özlük hakları ile ilgili de değişiklikler yapılması için çalışmalar sürüyor. Tıbbi cihaz ile ilgili çalışmalar, sadece ülkemizle sınırlı kalmıyor. Avrupa komisyonların da yapılan toplantıları takip edip, yenilikleri ülkemize uyarlamaya çalışıyoruz. Ülkemizdeki yaptığımız çalışmaları AB komisyonlarında anlatıyoruz. Şu anda da ciddi anlamda Türkiye’nin önemli bir yeri var. Yaptığımız çalışmalar gıpta ile izleniyor” şeklinde konuştu.

5 Ağustos 2010 Perşembe

KALITSAL İŞİTME KAYBINA YOL AÇAN YENİ BİR GEN BULUNDU

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Amerika Miami Üniversitelerinden akademisyenlerin ortak çalışmasıyla, işitme kaybına neden olan yeni bir gen bulundu.

Ankara Üniversitesi(AÜ) Tıp Fakültesi ve Amerika Miami Üniversitelerinden akademisyenlerin ortak çalışmasıyla, işitme kaybına neden olan yeni bir gen bulundu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Genetik Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Tekin başkanlığındaki geniş bir ekip tarafından yürütülen araştırma “A Truncating Mutation in SERPINB6 is Associated with Autosomal Recessive NON-Synndromic Sensorineural Heraing Loss” başlığını taşıyor. Çalışmanın önemli bir kısmı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Genetik Anabilim Dalı’nda gerçekleştirildi. Araştırma “American Journal of Human Genetics” dergisinin Mayıs sayısında yayınlandı.

10 Yılda 50’den Fazla Gendeki Değişiklikleri
İşitme kaybı dünyada 270 milyondan fazla insanı etkiliyor. Geçtiğimiz 10 yılda 50’den fazla gendeki değişikliklerin işitme kaybına yol açtığı bulundu. Ancak işitme kaybı yapan en az 60 gen daha bulunduğu hesaplanıyor.

“6 Yıldır Türkiye’de İşitme Kaybının Genetik Nedenleri Araştırılıyor”
Prof. Dr. Tekin, başkanlığını yürüttüğü ekibin, 6 yıldır Türkiye’de işitme kayıplarının genetik nedenlerini araştırdıklarını belirtti. Çalışmanın AÜ, TÜBA ve TÜBİTAK tarafından desteklendiğini kaydeden Prof. Dr. Tekin, çalışmalarında Türkiye’nin değişik bölgelerinden yüzlerce işitme engelli birey ve ailesinde genetik faktörleri araştırdıklarını söyledi.

“İşitme Engellilerin Yaklaşık Yüzde 70′inde Genetik Faktörler Sorumlu”
Çalışmalarının, Türkiye’deki işitme engellilerin yaklaşık yüzde 70′inde genetik faktörlerin sorumlu olduğunu gösterdiğini bildiren Prof. Dr. Tekin şunları söyledi: “Belirlenen genetik faktörler bölgesel farklılıklar göstermekteydi. Akraba evliliği ve işitme engellilerin eş tercihleri genetik faktörlerin dağılımını etkilemekteydi. Normal işitme ve denge yüzlerce genin sağlıklı çalışması ve birbiriyle normal etkileşimiyle sağlanmaktadır. Bu genlerden herhangi birindeki değişiklikler işitme kaybına yol açabilir.”

“Bu Gen, Embriyoda İç Kulağın Gelişimi İçin Yeri Doldurulamaz”
Prof. Dr. Tekin, yapılan araştırma sonucunda işitme engelli hastaların küçük bir kısmında, bu gende anne ve babadan geçen değişiklikler olduğunun saptandığını ifade ederek, “DNA değişiklikleri saptanan işitme engellilerde iç kulakta normalde bulunması gereken işitme ve denge organları hiç gelişmemişti. Çalışmanın sonuçları bu genin kodladığı proteinin insan embriyosunda iç kulağın gelişimi için yeri doldurulamaz olduğunu göstermektedir. Bugüne kadar çalışılan diğer canlılarda ise bu gende değişiklikler olduğunda iç kulak oluşabilmektedir” dedi.

Çalışma İç Kulağın Gelişimini Aydınlatacak
Prof. Dr. Tekin konu ile ilgili şu bilgileri verdi: “Çalışma, başından sonuna kadar Türkiye’de yapılan ve bir insan hastalığına yol açan yeni bir genin tanımlandığı az sayıdaki araştırmadan birisidir. Bu çalışmanın sonuçları insanlarda iç kulağın gelişiminin aydınlatılması yolunda önemli ilerleme sağlamıştır.”

SERPINB6 Tüy Hücrelerini Koruyor
Doç Dr. Mustafa Tekin başkanlığındaki araştırmada, daha önce varlığı bilinmeyen 6’ıncı kromozomdaki bir bölgenin yeni bir işitme kaybı geni barındırabileceği gösterildi. Daha sonra bu bölgede bulunan SERPINB6 sitoplazmada bulunuyor ve protezları durdurarak hücreleri koruyucu bir işleve sahip. Araştırmacılar ise bu proteinin iç kulakta işitmeden işitmeden sorumlu tüy hücrelerinde bulunduğunu gösterdiler. Tüy hücreleri yüksek ses seviyesi, ilaçlar, bazı hastalıklar veya yaşlana etkisiyle zarar gördüğünde işitme kaybı ortaya çıkıyor. Bu hücreler zarar gördüğünde SERPİNB6 enzimleri durdurarak tüy hücrelerini koruyor.

Araştırmaya TÜBA ve TÜBİTAK Desteği
Araştırmacılar işitme kaybının mekanizmasını öğrenmenin önemli olduğunu, ileride işitme kaybına yönelik koruyucu yöntemler geliştirilebileceğini ve hatta tedavi yöntemlerinin önünün açılabileceğini belirtiyorlar. Birçok işitme kaybında genlerin nasıl bu kayba neden olduğu bilinmiyor. Yapılan bu çalışma tüy hücrelerini hasardan koruyan bir proteinde ortaya çıkan hasarın işitme kaybına yol açabileceği bildiriliyor.
Araştırmalar Ankara Üniversitesi, TÜBA ve TÜBİTAK tarafından desteklendi. Prof. Dr. Mustafa Tekin, işitme kaybının genetik özellikleri konusundaki çalışmalarıyla 2008 yılında TÜBİTAK Teşvik Ödülü almıştı.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

TRAFİK KAZALARI İLE İLGİLİ YENİ YASA ÇIKACAK

Özel hastanelerin dağılımındaki kriterlerden, acil servise gelen her hastanın kabulünden dolayı hastanelerin zarara uğramasına kadar birçok konu hakkında Sağlık Dergisi’ne bilgi veren Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. İrfan Şencan, sıkıntı yaşanan durumlarla ilgili olarak objektif kriterler çerçevesinde uygulamalarla ilgili değişiklikler yapabileceklerini söyledi.

Ülkemizde sık yaşanan trafik kazaları sonucunda acil servislerin hastaları geri çevirme döneminin artık geride kaldığını belirten Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. İrfan Şencan, bundan sonra olanağı olmayan hastaneler, hastaları, tedavi olanağı bulunan hastanelere sevk etmekle sorumlu olacağını belirtti. Şencan, “Acil hastalar, sevk edilene kadar hastaneyi terk etmemeleri için tabelayla uyarılacaklar. Genelge uyarınca, acil servislerden başka hastanelere sevk edilen vatandaşları, farklı hastanelere ilk başvurulan hastanenin sevk etmek zorunda olacak. Sevklerde kendi ambulansını kullanmayacak olan hastaneler, 112 Acil Servis’i arayarak ambulans getirtmek yükümlülüğü altında bulunacak. Vatandaşlar, acil servislere asılacak tabelalarla, “Hastane sizi sevk edecek, kendi başınıza hareket etmeyin” uyarısında bulunulacak. Acil servislerde bu tür vakaları savsaklayan personele sıfır tolerans gösterilecek” diye konuştu.

Yeni Yasa Çıkacak
Acil servise başvuran hastayı hiçbir hastanenin geri çevrilmediğini hatırlatan Şencan,”Hastanelere trafik kazası sonucu gelen hastalarla ilgili ödemelerde problemler yaşanıyor. Bunu düzeltmek için hükümet harekete geçti. Yakın zamanda yasa değişikliği yapılacak. Zorunlu trafik sigortalarında yaralanmalarla ilgili belli bir prim yatırılıyor, bu da sigorta şirketlerinin üzerinde sorumluluk oluşturuyor. Sigorta şirketi risk ortaya çıktığında ödeme yapıyordu. Ancak riskin primi ödeniyordu ve bu ücret SGK’dan alınıyordu. Evraklardaki eksikliklerle ilgili sorunlar yaşanmaya başlandı. Bu tasarıyla beraber risk primi de riskin kendisi de SGK’ya bağlı olacak. Yeni yasa sayesinde SGK’nın da hastanın da mağduriyeti önlenmiş olacak” dedi.

“Planlamaları Uzman Tabip Sayısı Belirliyor”
Özel hastanelere yaklaşımın gelişmiş ülkelerde yapılan uygulamalarla aynı şekilde olduğunu kaydeden Şencan, sağlık alanında personel sayısının uygulamaları sınırladığını söyledi. Şencen, istihdam yapılırken birkaç noktanın önem taşıdığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Kamu, özel ve üniversite hastanelerinde personel istihdam değerlendirmesi yapılırsa planlama olmak zorundadır. Hastane ve çalışanların bölgelemesinde ve ayırımında uygulamanın temeli, uzman hekim sayısına dayanıyor. Uzman doktorun dengeli dağılımı açısından planlama yapıyoruz.”

“Özel Hastane yatırımını engellemiyoruz”
Kamu ve özel kurum dengesinin çok önemli olduğunu vurgulayan Şencan, “Özel hastane yatırımını engellemiyoruz. Ancak bizim istihdamımızdaki uzman hekimlerimiz alınarak yatırım yapılıyor. Ne zaman uzman hekim başka yerden alınırsa, o zaman karışmayız. Yurt dışından hekim getirilmesi söz konusu olabilir ancak, bunun da önüne geçildi” diye konuştu.

“Kamu ve Özeldeki Oran 4’te Biri Geçmemeli”
Kamu ve özel sağlık kuruluşlarında personel sayısı oranının 4’te biri geçmemesi gerektiğini belirten Şencan, “Her halükarda özel hastanelerde muayene için belli bir ücret farkı alınıyor. Özel sektör tabii olarak daha karlı olacak alanlara kayıyor. Özelin çalışma şartlarını belli miktarda serbest bırakıyoruz. Özel sektörde uzman tabip sayısı açısından bütün öngörülerin çok üzerinde olduğu için, kamu-özel dengesini sağlayıncaya kadar yeni ön izne geçit vermeyeceğiz. Bu bağlamda tamamen de yatırımcının önü kesilmiş değil. Tıp merkezleri birleşip hastane olabiliyor veya hastaneleri taşıyabiliyorlar. Zaten özel hastanelerde kontrolsüz büyüme olmuş ki doğru yere yatırım yapılamamış. Artık hastanelerin taşınma ihtiyacı hissediyor olması da, bu yatırımın planlanarak yapılmadığını gösteriyor” şeklinde konuştu.

“Özel Sektörde Hekim Açığı Sorunu Yaşanmayacak”
Şencan, mecburi hizmetini bitiren hekimlerin istifa ederek özele geçmesi veya başka bir yere dönem tayini çıkması durumunda, bu hekim tek ise başka bir hekim göreve başlayana kadar görevine devam etme zorunluluğunun olduğunu hatırlattı. Şencan, bu uygulamanın yakın zamanda özel sektör içinde geçerli olacağını bildirdi. Bu yeni uygulama ile hem özel sektör yöneticilerinin hem de hastaların mağduriyetinin ortadan kalkacağını kaydeden Şencan, özel hastanelerden ayrılan hekimin yerine bir uzman gelmedikçe hekimin başka yerde görev alamayacağını söyledi. Özel sektör yöneticilerinin uzman alacakları zaman kendilerine haber verilmesini istediklerini belirten Şencan, “Biz de o yere uzmanımızı ayarlayalım, yeni uzman geldiğinde de görevine başlayabilsin” dedi.

35 Yaş Üzerinde Tek Embriyo Kısıtlaması..
35 yaşın gebeliklerde bir kırılma noktası olarak görüldüğünü, o yaşa kadar tek embriyo ile de belli bir optimum rakama ulaşabildiğine dikkat çeken Şencan şu bilgileri verdi: “35 yaş üzerinde embriyo optimum rakamın çok altında kalıyor, o yüzden de iki embriyoya izin veriliyor. Hasta iki kez denemiş, ancak başarılı olamamışsa 2 embriyoya izin veriliyor. Bu uygulama iki ucu keskin bıçak gibi, hem gebelik oranı düşüyor hem de çoğul gebelik riski artıyor. Çoğul gebelikte embriyo anne karnında redüksiyon ile öldürülüyor ya da ikiz, üçüz ve dördüz gebelikler ortaya çıkıyor. Ne kadar çoğul gebelik olursa o kadar erken doğum riski, o kadar prematüre riski, o kadar uzun yeni doğan kuvözünde kalma riski ve o kadar özürlü bebek olma riski ortaya çıkıyor. Bazı vakalarda embriyonun tekrarlanması gerektiğinde, hekimler embriyoyu dondurabilirler. Her hangi bir kısıtlama olmaksızın, dolayısıyla ayda bir siklus deneme şansı oluyor. Bazı vakalarla ilgili objektif, suistimale gitmeyecek ve bilimsel kriterler ortaya çıkmış olsa, uygulamada değişiklik yapılabilir. Şu anda elimizde böyle objektif ve kolay ayırt edilebilir bir kriter olmadığı için, kurallar uygulanmaya devam ediyor. Objektif bir kriter gelirse değişiklik yapılabilir. Zaten uygulamada çok az spermi bulunan hastalar ve yumurta dondurması sakıncası olan hastalar hariç tutuldu. Buna karşı bazı uzmanlık dernekleri kendisini ‘uzmanların derneği’ olarak algılıyor. Ancak biz objektif olarak bakabilen, hastanın yararına olan her türlü bilimsel kuralları alarak değişiklik yapmaya hazırız.”

“Yurt Dışına Giden Hekimler Öğrendiklerini Öğretmeliler”
Öğretim üyelerinin yurt dışındaki eğitimlere görevli olarak gittiklerini ve öğrendiklerini öğretmekle yükümlü olduklarını hatırlatan Şencan, “Belli şartlar sonucunda hocalar öğrendiklerini, kendi tekelinde tutup öğretmemek gibi bir durum söz konusu olamaz. Hekim zor vaka uygulaması yaptığında bunun karşılığı veriliyor” şeklinde konuştu.

3 Ağustos 2010 Salı

EVİNİZDEN KONGREYE KATILMAK İSTER MİSİNİZ?

“Kongreye gitmeye zamanım ve imkanım yok” diyen hekimler için ‘e-kongre’ yapıldı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Oto “Kardiyoloji Özümsem-e Kongresi ile Türk tıp tarihinde bir ilke imza atıldı” dedi.

Kardiyoloji Özümsem-e Kongresi ile evinizden hekimler bilimsel yayınlara ve sunumlara ulaştı. Hacettepe Teknokent’te yapıldı, TÜBİTAK tarafından desteklendi hekimlerin kullanımına sunuldu. Türk tıp tarihinin ilk ‘e-kongre’ projesi Pfizer Türkiye’nin desteği ile hayata geçirildi. www.kardiyovaskuler360.com adresinde başlayan ‘Kardiyoloji Özümsem-e’ isimli e-kongrenin bilimsel oturumları, 2 bin hekim tarafından takip edildi.

‘Sürekli Tıp Eğitimi’ İçin Büyük Kolaylık
Tıp ve bilim dünyasında yaşanan en son gelişmelerin yakından takip edilmesi, birçok hastalığın kontrol altına alınmasında ve tedavisinde kongreler, büyük önem taşıyor. Ancak, hekimlerin yoğun çalışma temposu nedeniyle, bilimsel kongrelere katılım konusunda kimi zaman zorluklar yaşanabiliyor. Hekimler uzmanlıklarını aldıktan sonra bilgilerini yenilemeleri gerekiyor. ‘Sürekli tıp eğitimi’ ya da ‘mezuniyet sonrası eğitim’ olarak isim verilen alanda toplantılar çok önemli yer tutuyor. Dergi ve kitaptan yeniliklerin izlenmesi açısından bilimsel toplantılar yararlı oluyor.

Hacettepe Teknokent’te Geliştirildi
Toplantılara katılmak için zaman ve maliyet hekimler için çok büyük sorun oluyor. Evinden kongre takibi imkanı sunan e-kongre programı Hacettepe Teknokent’te geliştirildi ve sponsor desteği ile ücretsiz kullanıma sunuldu. Hekimlerin bilgilerini yenileme ve bilgi birikimlerinin erozyona uğramaması için bu sistemin büyük ilgi gördüğünü dile getiren Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Oto, hekimin iş gücü kaybı yaşamadan evinden kongre ortamında bulunma şansını yakalıyor.


Bir sunuma 60 soru
Bilgi kaynaklarına ulaşılmasının yanı sıra, internetin gelişen olanakları sayesinde kongrede sunulan her türlü olanakların bu sistem ile sağlanabildiğini belirten Prof. Dr. Oto, “Yoğun çalışma temposu nedeniyle katılmakta güçlük çektiğimiz bilimsel platformlara alternatif bir kanal oldu. ‘e-kongre’ projesi, teknolojiyi ve bilimi kullanarak, yeni bilgi ve geçmiş konulara ilişkin değerlendirmeleri Türk hekimlerinin bilgisayarlarına kadar taşıyan inovatif bir çözüm niteliği taşıyor. Kongre kaydından, bilimsel oturumlara, kurslar, uydu sempozyumları, sergi alanları da bulunuyor. Toplantı salonunda sunumu izlerken kongre merkezi gibi, kimler sizinle birlikte izliyor onları görebiliyor ve konuşabiliyorsunuz. Konuşmacıya soru sorabiliyorsunuz. Bana toplam 60 soru gönderildi. Bir yılda yurt içi ve dışında yaptığım sunumlarımın toplamı 20 tane soru geliyorken bu kongrede bir sunum için 60 tane birbirinden güzel soru yöneltildi” dedi.

Kongre en çok gece 11 ile 2 arasında izlendi
Konuşmacıları dinledikten sonra puanlama yapılabildiğini kaydeden Prof. Dr. Oto, geri bildirimlerden çok olumlu mesajlar aldıklarını söyledi. Prof. Dr. Oto, toplantı için Türk Tabipler Birliğinin mezuniyet sonrası eğitim kredisi verdiğini bildirerek, kongrenin gece 11 ile 2 arasında ve kişi başına 1.8 kez her sunumu izlenme oranlarının olduğunu sözlerine ekledi.
Farklı branşlar için de yoğun istek geldiğini, yeni çalışmaların da devamının geleceğini dile getiren Prof. Dr. Oto, ücretsiz verilen bu hizmetin koşulsuz olarak Pfizer’ın karşıladığını söyledi.


Hekimler www.kardiyovaskuler360.com’da buluştu
E-kongre’nin arkasında, Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından oluşan bilimsel bir kurul var.
E-kongreyle ilgili konuşan Prof. Dr. Ali Oto: “Kardiyoloji alanında 2009 yılı içerisinde yaşanan bilimsel gelişmelerin masaya yatırıldığı ve kardiyolojinin gelecek vizyonunun çizildiği Kardiyoloji Özümsem-e Kongresi, normal bir kongrede olduğu gibi 3 günlük bir bilimsel programdan oluşuyor” diye konuştu.


E-kongre’nin avantajları neler?
Prof. Dr. Oto, kongrenin avantajlarını şöyle sıraladı:
• Zamandan tasarruf, e-kongre klasik kongrelerde seyahatler ve konaklamalar dolayısıyla yaşanan zaman kaybını ortadan kaldırıyor.
• Zamanı esnek kullanma fırsatı, e-kongre ile hekimler, sitede yer alan bilimsel aktiviteleri 1 ay boyunca günün istedikleri saatinde takip edebiliyorlar.
• Normal bir kongrede olan tüm bilimsel olanaklara sahip, e-kongre, normal bir kongrenin tüm bilimsel içeriğine ve olanaklarına da sahip.
• Akademisyenlerin sunumlarını izleme fırsatı,
• Konuşmacılara soru sorma imkanı,
• Kongreyi diğer izleyen hekimlerle interaktif tartışma ortamı,
• İlgili terapötik alandaki ürünler hakkında detaylı ve sistemli bilgi alma fırsatı,
• Sürekli eğitim kredisi kazanma imkanı.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Prof. Dr. Önerci: “BU ÖDÜL, TÜRK HEKİMLERİNİN NE KADAR BAŞARILI OLDUKLARININ BİR GÖSTERGESİDİR”

Kulak Burun Boğaz alanında dünyanın en kabul gören dernekleri arasında yer alan Avrupa Rinoloji Derneği tarafından Prof. Dr. Metin Önerci'ye ‘onursal üyelik nişanı’ verildi

Prof. Dr. Önerci, derneğin kuruluşundan bu yana geçen 47 yıl içinde ABD'li ve Avrupalı 16 bilim insanının ardından, bilimsel katkılarından dolayı ödüle layık görüldü.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Önerci, “Avrupa Rinoloji Derneği (European Rhinology Society)” tarafından ‘Onursal Üyelik Nişanı’na layık görüldü. Prof. Dr. Önerci, Sağlık Dergisi’ne yaptığı açıklamada, ödülün, dünya bilimine ve Rinolojiye (Burun-Sinüs ve Horlama Hastalıkları) yaptığı katkılar nedeniyle kendisine verildiğini söyleyerek, ülkesini uluslararası bir platformda temsil etmekten ötürü gurur duyduğunu ifade etti. Prof. Dr. Önerci, 1963 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nden Prof. Maurice Cottle ve Hollanda'dan Prof. Van Dischoeck tarafından kurulan Avrupa Rinoloji Derneği'nin, 47 yıl içinde aralarında derneğin kurucuları Cottle ve Van Dischoeck'unda olduğu toplam 16 bilim insanının, dünya tıbbına yaptıkları bilimsel katkılardan dolayı “Onursal Üyelik” nişanına layık gördüğünü dile getirdi.


17. Onursal Üyelik Nişanı Verildi
23. Avrupa Rinoloji Derneği Kongresi'nin bu yıl İsviçre'nin Cenevre kentinde yapıldığını belirten Prof. Dr. Önerci, kongreye aralarında ABD, Brezilya, Arjantin, Çin, Kore ve Japonya'nın da bulunduğu 67 ülkeden toplam bin 200 civarında KBB hekiminin katıldığını söyledi. Prof. Dr. Önerci, 17. Onursal Üyelik nişanının verildiği açılış seremonisi sırasında dernek genel sekreteri Prof. Dr. Valerie Lund tarafından kendisinin öz geçmişinin sunulduğunu anlatarak, ardından “Onursal Üyeliğe” layık görülme nedenleri arasında, “Uluslararası yayınlarının”, “Yurt dışında basılan kitaplarının” ve “Dünya rinolojisine yaptığı katkılarının” vurgulandığını söyledi.

Prof. Dr. Metin Önerci, Ödülü Alan En Genç Bilim İnsanı
Kongrede, kendisine verilen ödülle hem Türkiye hem de Türk bilim insanları adına mutluluk duyduğunu ifade eden Prof. Dr. Önerci, “Emeğin, uluslararası arenada da takdir görmesi, daha hevesle çalışmamız, ülkemizi ve mesleğimizi daha nice başarılara taşımamız konusunda bizi cesaretlendiriyor. Bu ödül uzun süren çalışmanın ve emeğin ürünüdür. Bu ödül, Türk hekimlerinin ne kadar başarılı olduklarının göstergesidir” dedi.
Prof. Dr. Metin Önerci, aynı zamanda bu ödüle layık görülen en genç bilim insanı unvanını da taşıyor.


Prof. Dr. Metin Önerci Kimdir?
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra aynı üniversitenin KBB Anabilim Dalı'nda ihtisas ve akademik kariyer yapan Prof. Dr. Önerci'nin şu ana kadar 250'nin üzerinde makalesi yayımlandı.
Dünyada birçok kitaba bölüm yazarlığı yapan ve çok sayıda makalesi dünyadaki bilim insanlarınca referans gösterilen; Türkiye'de 15, yurt dışında ise 3 basılmış kitabı bulunan Prof. Dr. Önerci, Avrupa Rinoloji Derneği'nin ''Sinüs ve Burun Tümörleri Raporu''nun hazırlanması konusunda tüm dünyadan seçerek davet ettiği sınırlı sayıdaki bilim insanı içinde yer aldı.
Yurt dışında 300'ün üzerinde davetli katılımcı olarak konferans veren Prof. Dr. Önerci, yurt dışında çeşitli kurslarda da yine davetli öğretim üyesi olarak eğitim verdi.
Prof. Dr. Önerci, Almanya, Rusya ve diğer çeşitli ülkelerde düzenlenen kurslarda canlı cerrahi ile dünya cerrahlarının eğitimine katkıda bulundu.

Prof. Dr. Önerci, 2001-2004 tarihleri arasında Uluslararası Horlama ve Apne (Ronkopati) Derneği Başkanlığı'nı, 2004-2006 tarihleri arasında Avrupa Rinoloji Derneği Başkanlığı'nı, yine 2004-2005 yılları arasında Uluslararası Burun İnfeksiyon ve Allerjileri Derneği (International Symposium on Infection and Allergy of the Nose) Başkanlığı'nı yürüttü.
HÜ Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Önerci, halen Uluslararası Rinoloji Derneği'nin Genel Sekreterliğini yapıyor.

1 Ağustos 2010 Pazar

BODY WORLDS TÜRKİYE’DE

Dünyaca ünlü Gunther von Hagens’in BODY WORLDS Orijinal Vücut Dünyası Sergisi-Yaşam Döngüsü, İstanbul Antrepo 3’te açıldı.

İstanbul’da ilk kez açılan sergi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, Thepartners ile serginin bilimsel ve tıbbi danışmanlığını yapan İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle sunuluyor.
İnsan vücudunun zarif formunu keşfedip, stres altında ve hastalık zamanında nasıl kırılgan olduğunu ve sağlıklıyken de nasıl müthiş bir güce ulaştığını gösteren Body Worlds sergisi, ziyaretçilerin insan bedeninin iç alanlarını ve dış oluşumunu keşfetmesini sağlıyor.
Alman bilim adamı ve anatomist Dr. Gunther von Hagens tarafından “plastinasyon” denilen bir yöntem ile çürümez hale getirilen 200’den fazla insan bedeni parçasının sergilendiği BODY WORLDS’te kaslar, damarlar ve organlar, yaşayan vücudun içinde olduğu gibi, bozulmamış haliyle sunuluyor.

İnsan Yaşam Döngüsü ve Yaşlanmanın Özel Bir Sunumunu
Body Worlds & Yaşam Döngüsü, bedenin ızdırap, hastalık ve optimal sağlık hallerindeki anatomik çalışmaları yoluyla insan bedeninin karmaşıklığını, direncini ve savunmasızlığını gösteriyor. Sergi, insan yaşam döngüsü ve yaşlanmanın özel bir sunumunu kapsıyor. Doğum öncesi gelişim ve bebeklikten çocukluk ve ergenliğe, yetişkinliğe ve yaşlılığa kadar.
Bedeni hayat içinde yaşarken en parlak çağından, solduğu son ana kadar gösteren sergi yaşlanmayı, insanın yaşam döngüsü içerisinde, döllenmedeki yaşam kıvılcımından itibaren yaşanan yıllar boyunca oluşan doğal bir süreç olarak gösteriyor.


Body Worlds nedir?
Uluslararası platformda Body Worlds The Original Exhibition of Real Human Bodies (Beden Dünyaları: Gerçek İnsan Bedenleri Orijinal Sergisi) olarak bilinen BODY WORLDS sergileri, Plastinasyon adı verilen yöntem aracılığıyla korunmuş gerçek insan bedenlerini izlemek yoluyla ziyaretçilerin anatomi, fizyoloji ve sağlık hakkında bilgi edindikleri, türlerinin ilk örneği olan sergileniyor. Gunther von Hagens'in Body Worlds ve Yaşam Döngüsü sergisinde tüm beden plastinatları, organlar, organ yapılandırmaları ve saydam beden kesitleri dahil 200’ü aşkın gerçek insan örneği bulunuyor. Sergi aynı zamanda ziyaretçilerin hastalıkların uzun dönemde yaptıkları etkileri, tütün tüketiminin etkilerini ve diz ve kalça gibi yapay desteklerin mekaniğini anlamasına olanak veriyor. Günümüze dek Body Worlds sergileri dünyanın dört bir yanındaki 30 milyon insan tarafından gezildi.

Body Worlds başka nerelerde sergilendi?
Dünyada 30 milyonu aşkın insan tarafından ziyaret edilmiş altı Body WorldS sergisi var. Body Worlds sergileri Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’da sergilendi.

Aynı bilgiyi insan anatomisine dair kitaplar ve modellerden de edinebilir miyim?
Otantik örneklerin benzersiz kullanımının sunduğu hastalık, fizyoloji ve anatomiye yakından bakış, modeller, ders kitapları veya fotoğraflarla gösterilemez. Buna ek olarak sergi ziyaretçilerin her bedenin içinde dahi kendi benzersiz özelliklerine sahip olduğunu anlamasına olanak veriyor. Diğer kentlerdeki deneyimler, sergi ziyaretçilerinin gerçek örneklere karşı plastik modellerin öykünemeyeceği bir çekim duyduğunu açıkça gösteriyor.

Plastinasyon nedir?
Plastinasyon, Dr. Gunther von Hagens tarafından örneklerin tıp eğitimi amacıyla korunması için icat edilen, benzersiz bir işlem. Bu işlemde örneklerdeki beden sıvıları ve çözülebilir yağlar, vakumlandıktan sonra sertleştirilen sıvı plastiklerle değiştirilir. Bedenler canlıyı andıran pozlarda sabitlendikten sonra gaz, ısı veya ışıkla sertleştiriliyor. Plastinatlar bedenlerimizin yaşamdaki hareketlere ve atletik etkinliklere içten nasıl tepki verdiğini gösteriyor.


Sergilenmekte olan örnekler nereden geldi? Plastinatların kim olduğunu veya nasıl öldüklerini bilecek miyiz?
Body Worlds sergileri beden bağışçılarının, yani ölümlerinden sonra bedenlerinin sergide eğitim amacıyla kullanılabileceğini vasiyet eden bireylerin cömertliğine dayanıyor. Beden plastinatlarının tümü ve örneklerin çoğunluğu bu beden bağışçılarından geliyor. Olağandışı hastalıkları gösteren kimi belirli örnekler eski anatomik koleksiyonlardan ve morfoloji enstitülerinden geliyor. Beden bağışçılarının da rıza gösterdiği üzere, kimlikleri ve ölüm nedenleri açıklanmıyor. Sergi kişisel bilgilerin açıklanmasına değil, bedenlerimizin doğasına odaklanıyor.

Plastinatlara hali hazırdaki pozları neden verilmiştir?
Plastinatların pozları dikkatle düşünüldü ve eğitsel amaçlara hizmet ediyor. Her plastinata farklı anatomik özellikleri sergilemek üzere poz verdirildi. Örneğin atletik pozlar spor yaparken kas sistemlerinin kullanımını gösteriyor. Pozlar belirli anatomik özellikleri vurgulamak ve ziyaretçinin plastinat ile kendi bedeni arasında ilişki kurmasına olanak vermek üzere seçildi.


Plastinatlardan herhangi birine dokunabilecek miyim?
Plastinatlara yaklaşabilecek olmanıza rağmen, bir kural olarak ziyaretçilerin plastinatlara dokunmasına izin verilmiyor. Ancak serginin belirli bir alanında ziyaretçiler, hem insan anatomisini hem de Plastinasyon prosesini daha iyi anlamak üzere, seçilmiş bir grup plastine edilmiş organa dokunma imkanına sahip.

Bu sergiyle ilgili etik sorular çözüme ulaştırıldı mı?
Body Worlds’ün Kuzey Amerika’daki açılışından önce, din bilimciler, etik uzmanları, akademisyenler ve önde gelen tıp uzmanlarından oluşan, seçkin bir kurul tarafından bağımsız bir etik değerlendirmesi yürütüldü. Body Worlds’deki bedenlerin kökeni hakkındaki Etik Değerlendirmesi California Bilim Merkezi tarafından yapılan internet sitemizden yüklenebilir.


Dr. Gunther von Hagens hakkında
Anatomist, plastinasyonun mucidi, bilim adamı ve BODY WORLDS sergilerinin yaratıcısı Gunther von Hagens, 1945 yılında eski Doğu Almanya’nın Alt-Skalden/Posen şehrinde doğdu. 1965 yılında Friedrich Schiller Üniversitesi’nde tıp eğitimine başlayan von Hagens, eğitimini 1973 yılında Lübeck Üniversitesi’nde tamamladı. Gunther von Hagens, tıp diplomasını aldıktan bir yıl sonra, Heidelberg Üniversitesi Anestezi ve İlk Yardım Bölümü’ne katıldı. Üniversitenin Patoloji ve Anatomi Enstitüsü’ndeki on sekiz yıllık meslek yaşamının başlangıcında, 1977’de stajyer ve öğretim görevlisi olarak görev yaparken gerçekleştirdiği çeşitli çalışmalar sonucunda plastinasyon yöntemini keşfetti. Gunther von Hagens, 1993 yılında Plastinasyon Enstitüsü’nü (Insitute for Plastination) kurdu.

Sergiyle ilgili detaylı bilgi için: www.bodyworlds-istanbul.com