30 Nisan 2010 Cuma

Sivilce problemine kökten çözüm


Ergenlik sivilcelerinden onları sıkarak kurtulamazsınız, bu sadece sivilcelerin suratınızda kalıcı izler bırakmasına sebep olur. Özellikle kaş hizası üzerindeki sivilceleri sıkmak sinirlere zarar verebileceğinden çok tehliklidir.

Birkaç Çözüm yolu (bunlar sadece öneridir, dermetoloğunuza danışmanız tavsiye edilir)

Papatya Suyu Ile

Gerekli Malzemeler: papatya, şahtere otu, badem yağı

Bir avuç papatyayı pırasanın sıkılmış suyuna atıp kaynatın. Sıkarak çıkardığınız papatya posasının içine bir tutam şahtere otu ilave edin ve krem kıvamına gelinceye kadar badem yağı ekleyerek yoğurun. Hazırladığınız kremi cildinizi temizledikten sonra sivilceli bölgeye sürün.

Nar Kabuğu ve Gül-Suyu İle

Gerekli Malzemeler: nar kabuğu. gül-suyu

Birkaç tane narın kabuklarını biraz sirkenin içine atıp kaynatın. Bu karışıma gül-suyu ilave edin, bu sıvıya batırdığınız temiz bir pamukla temizlenmiş ciltteki sivilceli bölgeye kompres yapın.

Gül yaprağı ile

Gerekli Malzemeler: gül yaprağı. papatya, şahtere otu, badem yağı

Bir avuç gül yaprağı, bir avuç şahtere otu ve bir avuç papatyayı sirkeli suda kaynatın. Sonra süzün ve elde ettiğiniz posaya dövülmüş nar kabuğu ve krem kıvamına gelecek kadar badem yağı katarak iyice yoğurup sivilceli bölgeye sürün.

Şahtere Otu İle
Gerekli Malzemeler: şahtere otu, badem yağı

Bir avuç şahtere otunu kaynar suda yarım saat bekletin. Daha sonra temiz bir tülbentten geçirerek süzün. Elde ettiğiniz sıvıya 10-15 damla badem yağı ilave ederek iyice karıştırın. Hazırladığınız karışıma batırdığınız temiz bir pamukla sivilceli bölgeye kompres yapın
internet haber

28 Nisan 2010 Çarşamba

Çörek Otu ile Zayıflama

Çörek otunun kendisini veya yağını kahvaltı ve yemeklerden bir saat önce bir çay kaşığı miktarında bir bardak su ile yutmalısınız. Çörekotu yağını %100 saf, ilk sıkım, soğuk sıkım olarak tercih edin. Çörek otu fazla kiloları olan kişilerin iştahını azaltabilir. Daha çabuk doyma hissi oluşturur. Bu şekilde zayıflamanıza yardımcı olur. Yemekten önce içilen bir bardak suyun da zayıflamaya etkisi vardır.

Resmi laboratuar kayıtlarına göre

Kahvaltı ve yemeklerden yarım saat önce, yani günde 3 kez 1 gram çörek otunu çiğneyerek yutmak zayıflatmaktadır. (1 gram ortalama 300 çörek otu tanesidir.)

Bir genç kıza bunu 1 ay önce söylemiştim. Geçen gün kendisi ile karşılaştım; 1 ayda 4 kilo vermiş olduğunu söyledi. Çörek otunu her yemekten yarım saat önce çiğneyerek tüketmelisiniz. Eğer bu kullanım şekli rahatsız ediyorsa, benim yaptığım gibi kahvaltı ve yemeklerden yarım saat önce yarım çay kaşığı kadar yağını biraz suyla yutmalısınız. Son 2 ay içerisinde pantolonlarım 2 beden küçüldü. Çiğnenmeden yutulan çörekotunun midede açılması, şişmesi ve tok tutması mümkün olmayabilir. Ve şunu da belirtmek gerekir ki, nasıl olsa corek otu beni zayıflatacak diye yemek miktarını arttırmamalısınız.

Çörekotunun anti-obezite ve müsil etkileri gösterdiğine dair bilimsel çalışmalar ve laboratuar verileri mevcuttur.

Kitaplarımda zayıflama için kahvaltı ve yemeklerden önce çeşitli müsil etkisi yapan bitki çaylarını önermekteyim. Yediklerimiz bağırsaklarımızdan 28 saatte geçmektedir. Müshil etkili bitkiler bağırsak duvarlarını kayganlaştırarak besinlerin daha hızlı geçmesini sağlamaktadır. Besinler sindirim sisteminden daha hızlı geçtiğinde ise, vücudun bu besinlerden yararlanma oranı azalmaktadır. İsal olduğumuzda kilo kaybının nedeni bu olabilir. Çörek otunu yemeklerden en az yarım saat önce 1 gr. tohum olarak veya 5 damla yağ olarak tüketmelisiniz. Deneyenler ayda 4 – 6 kilo verdiler.

Çörek otu ile Zayıflama

Önceki yazımda corek otunun anti-obezite ve müshil etkisinin bilimsel dokümanlarda belirtildiğini söylemiştim. Bu yöntemle kilo verebilen arkadaşlardan gelen haberlere sevindiğimi ifade etmeliyim.

Bilimsel dokümanlarda ise özet olarak şu bilgiler yer almaktadır.

1- Kahvaltı ve yemeklerden yarım saat önce 0,7 gr. (yaklaşık 200 adet tohum) yeni öğütülmüş veya çiğnenerek 1 bardak su ile birlikte yutulacak veya
2- Kahvaltı ve yemeklerden yarım saat önce 5 damla çörekotu yağı 1 bardak su ile yutulacak.

Çörek otunun zayıflatma etkisini şu şekilde gösterdiği düşünülmektedir.

1- İştahı kapatarak,
2- Karaciğeri temizleyerek sindirimi hızlandırarak,
3- Lubricant (yağlayıcı) özelliği ile bağırsakları kaygan hale getirerek, yani müshil etkisi göstererek, besinlerin daha hızlı geçmesini sağlayarak.

Çörekotu yağının ilk sıkım-soğuk sıkım olanını bulursanız, tanının daha güzel ve acı olmadığını görürsünüz. Ancak önceden de belirttiğim üzere, nasıl olsa çörek otu beni zayıflatıyor düşüncesiyle, yemeklerde kontrolü elden bırakmamak gerekmektedir.

Ömer Coşkun

19 Nisan 2010 Pazartesi

DOĞSAN 40. YAŞINI KUTLADI

Doğsan Cerrahi Dikiş Malzemeleri sağlık sektöründe 60.senesini ve ameliyat ipliğinde de 40. yaşını kutladı.

İstanbul Polat Renaissance Hotel’de, Opteamist tarafından düzenlenen organizasyonda Doğsan ailesi bir araya geldi. Firmanın üretim ve satış kadrosuyla, Türkiye’nin hemen hemen her ilinde ürünlerinin satışını gerçekleştiren bayileri, bazı önemli tedarikçileri, ihracat müşterileri ve sektörün temsilcileri ile birlikte 40. yaşını kutladı.

Doğsan’ın Öyküsü
Firmanın kurucusu Eczacı S. Salim Saruhan 1950’li yılların başında Trabzon’da Şifa Eczanesi’ni işletirken, 1959 yılında Doğu Ecza Deposu’nu kurarak, Karadeniz Bölgesi’nin ilk ilaç dağıtım deposunun bayrağı dalgalanmaya başladı. İlaç dağıtmanın yanında artık üretime geçme kararı alan Salim Saruhan, bölgenin doktor ve eczacıları ile bir araya gelerek; 1965 yılında Saba ilaç ile ilk ilaç üretimine başladı. 1970 yılında Türkiye’de cerrahi alandaki en önemli eksiklik Trabzon’da kurulan katgüt üretimi ile hayalden gerçeğe dönüştü. Kısıtlı imkanlar ile o zamanın en iyi teknolojisini kullanarak, Doğsan Ameliyat İpliği fabrikası üretime başladı. Doğsan bölgesine iş imkanı sunarken böylesine önemli, böylesine stratejik, hayati bir ürün üstünde Türk markası ile üretilerek, kolayca bulunabilir hale geldi. Ülke ekonomisine de katkı sağlanarak, o zamana kadar yalnızca ithal edilen cerrahi iplikler tekel olmaktan çıkıyor.
Bugün Türkiye’nin hemen hemen her hastanede güvenle kullanılan Doğsan Ameliyat İplikleri Dünya markası olma yolunda da azimle ilerliyor. Avrupa’da Almanya, İsviçre, Avusturya, İtalya’ya, Ortadoğu’da İran, Suudi Arabistan, Lübnan, Yemen’e ve tüm Türki Cumhuriyetlere ihracat gerçekleştiriyor.


Doğsan Belgeseli
Gecede gösterilen Doğsan’ın tarihçesinin anlatıldığı belgesel de ise Doğsan şöyle anlatılıyor; “Sıradanlığın dışına çıkarak, hayallerinin peşinden gidenler, yılmaz savaşçılar, mücadele ederken her şeyini ortaya koyanlar, işini gönülden sevenler, engelleri aşmayı alışkanlık haline getirenler, faydalı bir eser yaratmaya çalışanlar, olmazı olur yapanlar…”
Gece de konuşma yapan Doğsan firmasının Japon iş ortağı şunları söyledi: “Bizim firmamız da 53 yaşındadır, dünyanın 4 ülkesinde 6 fabrikası bulunan 2 bin kişilik çalışanı ile 120 ülkeye medikal malzeme ihraç eden global bir işletmeyiz. Doğsan, bizim uluslararası iş ortağımızdır. Bu nedenle siz bizim nezdimizde çok büyük bir öneme sahipsiniz. Ben sadece İstanbul’daki Ofisi değil, Trabzon’daki fabrikayı da ziyaret ettim. Orada Sayın Saruhan’ın her Doğsan üyesi tarafından çok fazla takdir edildiği ve saygı duyulduğunu gördüm. Doğsan çalışanları ve yönetimi arasındaki bu kuvvetli bağ, motivasyonu doğurur. Motivasyonda büyük gücü ortaya çıkartır.”
Doğsan firması ile yıllardır çalışan ve bu gece için İstanbul’a gelen Bay Lyon ise konuşmasında, Doğsan firmasının kuruluşundan bu yana yaşadığı zorlukları nasıl aştığını anlatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü: “İşletme biliminde başarının nasıl kazanılacağı ile ilgili çeşitli teoriler var. Benim teorime göre işi, binaların ve makinelerin yapamadığını ancak insanlar yapabilir. İyi insanlar kalıcı başarıyı getirirler. Doğsan’da kalite, iyi servis ve iyi arkadaş ortamında çalışan iyi insanlar var.”
Konuşmaların ardından Doğsan çalışanları toplu fotoğraf çektirdi. Doğsan çalışanları firmanın kurucu Salim Saruhan’ı anarak, şirketin Genel Müdürü Kamil Saruhan’a plaket verdiği gece sonunda Doğsan’ın bir üretici olarak önemi öne çıktı.

17 Nisan 2010 Cumartesi

ZEKAİ TAHİR BURAK EĞİTİM GÜNLERİ

Zekai Tahir Burak Eğitim Günleri’nde, alanında uzman akademisyenler tarafında güncel konular interaktif bir şekilde işleniyor.

Geleneksel hale gelen Zekai Tahir Burak Eğitim Günleri’nin bu yıl 10.su, Bilkent Otel’de gerçekleştirildi. Eğitim günleri çerçevesinde düzenlenen kurslar ve paneller vasıtasıyla jinekoloji ve obstetrideki son gelişmeler paylaşıldı.3 gün boyunca süren organizasyon yalnızca bilimsel bir paylaşım ortamı olmayıp, özellikle Türkiye’nin dört bir yanından gelen Zekai Tahir Burak Hastanesi mezunlarının bir araya geldiği özel bir buluşma niteliğindeydi.

Perinatoloji ve Jinekolojik Onkolojinin Üst İhtisası
Açılış konuşmasını yapan Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Dr. Leyla Mollamahmutoğlu şunları söyledi: “Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Türkiye’de kadın sağlığı alanında hem eğitim hem de hizmet yönüyle çıtasını devamlı yükselterek gelişimini sürdürmektedir. 85 yıllık bir geçmişi olan hastanemiz örnek bir eğitim ve hizmet hastanesi olma ve bunun devamlılığını sağlama gayreti içerisinde. Bu kongre yalnızca bir bilimsel paylaşım olmayıp, özellikle Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi mezunlarının bir buluşma zamanı olması bakımından da önem taşıyor. Perinatoloji ve jinekolojik onkolojinin üst ihtisas olarak belirlenmesiyle, hastanemizde zaten mevcut olan alt yapı organize edilerek, her iki dalda üst ihtisas verebilecek klinikler haline getirildi.”

“Toplantıyı İzleyen Hekim, Uzmanlık Sınavına Girebilecek Bilgiye Sahibi Oluyor”
Üreme Sağlığı ve IVF Klinik Şefi Prof. Dr. Sertaç Batıoğlu, “Hastane, kuruluşundan bu yana tek dal branş statüsü özelliği ile Türkiye’deki kadın uzmanlarının çok büyük bir kısmını yetiştirdi. Kadın doğum alanında eğitim veren en büyük eğitim ve araştırma hastanesi özelliği taşıyor. Dolayısıyla çok büyük bir kitleye hitap ediyor. Bu hitap etme sadece 4 yıllık ihtisas süresinde kalmamalı. Bütün çalışma hayatı boyunca devam etmeli felsefesiyle eğitim sürdürülüyor. Kongremiz interaktif olarak yapılıyor. Klasik kongre formatındaki konuşmacıya verilen süre doğrultusunda konuşmasını yapmasının dışında, dinleyicilerin pratik bilgiler alması ve kafalarındaki sorulara cevap bulmasını hedefliyoruz. Anlatılan konu ile ilgili tekrardan kaçılarak, güncel bilgiler veriliyor. Organizasyonda düzenlenen 12 panele 300 kişi katıldı. Bu toplantının tamamını izleyen bir hekim uzmanlık sınavına girebilecek kadar bilgi alıyor. Bilginin karşılıklı sorgulanması, yapılacak uygulamanın anlatılmasını sağlıyoruz” dedi.

16 Nisan 2010 Cuma

“YILIN DOKTORU”

Trabzon’da yapılan 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında “Yılın Doktoru” seçilen Kahramanmaraş Yenişehir Devlet Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Halil İbrahim Sun, başarı öyküsünü Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.

Kahramanmaraş Yenişehir Devlet Hastanesi'nde bir ilke imza atan Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Opr. Dr. Halil İbrahim Sun, Anevrizma Anterior Kominikan Arter Anevrizmasının sebep olduğu Subaraknoid Kanamalı beyin ameliyatını başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Hastaneye göreve geldiği günlerde bu tip ameliyatların yapılmadığını dile getiren Op. Dr. Halil İbrahim Sun, bu başarılı operasyonlarından dolayı “Yılın Doktoru” ünvanını aldı. Trabzon’da yapılan 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında “Yılın doktoru” seçilerek, ödülünü Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın elinden aldı.


“Kahramanmaraş Yenişehir Devlet Hastanesi’nde İlk Beyin Tümörü Ameliyatı”
Kahramanmaraş Yenişehir Devlet Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Halil İbrahim Sun, tarafından Subaraknoid Kanama (Beyin Kanaması) ve Servikal Disk ameliyatı (boyun fıtığı) başarılı operasyonlar sonucunda gerçekleştirildi. Boyun fıtığı ameliyatı için hazırlıkların tamamlanmasını ve gerekli ekibin oluşturulmasını sağlayan Op. Dr. Sun, hastane de ilk beyin tümörü ameliyatını da gerçekletirdi. Beyin damar anevrizması, yapılma aşamasını anlatan Op. Dr. Sun, hastanede anjio ünitesinin olmadığını söyledi. Op. Dr. Sun, Operayon yapılan hastayı Adana’da anjio işlemi yapılarak tekrar Kahramanmaraş’a getirdiklerini belirtti.
Hastayı ameliyat ettikten sonra hastanın kontrolü için tekrar Adana’da anjiyografisinin çekildiğini söyleyen Op. Dr. Sun, operasyondan başarılı bir sonuç aldıklarını ve geçtiğimiz günlerde benzer bir ameliyatı daha başarıyla tamamladıklarını ifade etti. Bu tip operasyonlarda mikrocerrahi aletlerinin gerektiğini ve hastane yönetiminin bu konuda çok destek olduğunu dile getiren Op. Dr. Sun, “Bir kısım mikro cerrahi cihazlarını İstanbul’dan getirdik. Beyin kanamsı geçiren hastaların, operasyonları artık Kahramanmaraş’ta yapılıyor. Bu zamana kadar 320 ameliyat yaptım, servikal disk ameliyatı yapılmayan bir hastanede 20. ameliyatımızı yaptık” dedi.

Op. Dr. Sun kimdir?
1977 yılında Gaziantep’te doğan Op. Dr. Sun, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Üniversiteden mezun olduktan sonra gönüllü olarak Adıyaman’da pratisyen hekimlik yapan Op. Dr. Sun, bu dönemde 10 köye birden hekimlik yaptı. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Beyin ve Sinir Cerrahisi üzerine eğitim aldığı sırada Op. Dr. Sun, 3 kez yurt dışında Çocuk Beyin Cerrahisi üzerine kursa giderek sertifika aldı. Kahramanmaraş Yenişehir Devlet Hastanesi’ne Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı olarak atanan Op. Dr. Halil İbrahim Sun, yaptığı başarılı operasyonlar sonucunda “Yılın Doktoru” seçildi.

15 Nisan 2010 Perşembe

TÜRKİYE BÖLGENİN “SAĞLIK ÜSSÜ”

İstanbul’da düzenlenen EXPOMED-LABTEK fuarını ziyaret eden Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, tıbbi cihaz alanında Türkiye’nin bölgede önderlik yapabilecek güce sahip olduğunu söyledi.

Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ EXPOMED-LABTEK fuarını ziyaret ederek sektör temsilcilerinin sorunlarını dinledi. Katılımcılar arasında memnuniyet yaratan ziyaret sonrası düzenlenen toplantıda açıklamalarda bulunan Akdağ, Türkiye’nin son yıllarda oldukça başarılı bir sağlık reformuna sahne olduğunu söyledi. Akdağ, “Başbakan’ımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, hepimiz sağlık konusuna çok büyük bir önem atfettik. Sağlık Dönüşümün etkili ve yapısal kısmı yüzde 75 oranında tamamlandı. 2014’ün sonuna doğru sağlık kampüslerinin tamamlanmasıyla dönüşümü tamamlamayı hedefliyoruz” açıklamasını yaptı.

İnsan Kaynağı Yetersiz
Sağlıkta dönüşüm programının insan kaynaklarının sayısal yetersizliği yönünden yetersiz kaldığını belirten Bakan Akdağ, 2023 yılına kadar bu yetersizliği de tamamlamayı öngördüklerini ifade etti. Bu hususta Yüksek Öğrenim Kurumu’na ve üniversitelere önemli görevler düştüğünün altını çizen Akdağ, “Doktor sayımız, uzman doktor sayımız, hemşire sayımız, fizyoterapist, klinik psikolog sayımız yetersizdir” dedi. Akdağ, “Meselenin meslek liseleri ile ilgili olarak da Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevleri var. Meselenin o kısmını da onlarla görüşerek halledeceğiz” diye konuştu.


Tıp Fakültesi Kontenjanları Yetersiz
Tükiye’de doktorların itibarlarının azaldığı yönündeki iddiaları kabul edemeyeceklerini kaydeden Akdağ, tıp fakültelerinin hala en çok tercih edilen bölümlerin başında geldiğine işaret etti. Akdağ, eğitim ihtiyacı olan pek çok genç varken yaşanan doktor sıkıntısını ise şöyle değerlendirdi, “Bazen meselemin bu tarafını bilmeyenler bize soruyorlar ‘Tıp fakültelerine veya diğer sağlık alanlarına yönelim neden azaldı? İnsanlar neden bu bölümleri tercih etmiyorlar?’ Tercih ediyorlar ama kontenjanlar azaldı. Tıp fakültelerinin puanları sürekli olarak artmıştır” değerlendirmesini yaptı.

Daha Çok Biyomedikal Mühendis Lazım
Biyomedikal mühendisliğin Türkiye’de yeterince gelişmiş olmadığını söyleyen Prof. Akdağ, insan kaynağı sıkıntısının bu alanda da yaşandığına dikkat çekti. Prof. Akdağ, “Piyasada yeterinde iyi yetişmiş biyomedikal mühendis olduğunu söyleyemeyiz. Sağlık bakanlığı biraz daha yoğun biyomedikal mühendis istihdam etmeye başlarsa firmalar şikâyet edecek ve fiyat yükselecek. Bu yüzden biyomedikal mühendisi ve tecrübeyi de yanına alan alt gruplar oluşturarak bu çalışmayı yaparak en kısa zamanda bitirmeliyiz” dedi.



En Az İşsiz Sağlık Alanında
Türkiye’de, sağlık sektörünün işsizliğin en az yaşandığı alan olduğunu ifade eden Prof. Akdağ, sağlık sektörünün kamuda ve özelde daha da büyüyerek geniş istihdam olanakları sunacağını belirtti. Prof. Akdağ, “Sağlıkta Dönüşüm programı, gerek özel gerekse kamu tarafından, genişleyen bir sağlık ortamı oluşturdu. Böylece çalışan kişiye olan ihtiyaç arttı. Özel sektörden hastanelerden bize şikâyet geliyor ‘Siz hemşire aldıkça biz hemşire bulamıyoruz’ diyorlar. Oysa Türkiye’de pek çok üniversite mezunu genç iş bulamıyor” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye Yalnız Değil
Türkiye’de çalışması yönünde kanun yaptıklarını belirten Prof. Akdağ, O dönemin cumhurbaşkanı tarafından o maddenin iptal edildiğini kaydetti. Akdağ, “Tabiî ki bir denklik sınavı ve Türkçe bilme şartı aranacaktır. Dolayısıyla sağlık turizmini geliştirmek açısından yurt dışından doktor ve diğer sağlık çalışanı getirtmemiz lazım” diye konuştu. Doktor yetersizliği açısından Türkiye’nin yalnız olmadığına değinen Prof. Akdağ, konuşmasına İngiltere örneğiyle devam etti. Prof. Akdağ, “İngiltere’de muhafazakâr bir sağlık sistemi vardır. Son 10 yıl içinde onlarda özel sağlık hizmet sunucularından hizmet alıyorlar. Hastanelere, ‘Doktorlarınızın yüzde 25’i yurtdışından olursa sizden hizmet alırız’ teklifini getiriyorlar. Oysa biz yasaklıyoruz. Bunu yasaklamanın bir manası yok. Çünkü yetersiz bir sektörden bahsediyoruz” değerlendirmesini yaptı.


Meslek Örgütleri Yanlış Yönlendiriyor
Meslek örgütlerinin son yıllardaki direncinin ve yanlış yönlendirmesinin kısmen bilgi eksikliği, kısmen de ‘ayı fazlalaşırsa bu meslekle ilgili üretilen hizmetin değeri azalır’ şeklindeki endişelerden kaynakladığını söyleyen Prof. Akdağ, bu tür kaygıların toplumsal açıdan doğru almadığını ifade etti. Amaçlarının bir meslek grubunu enflasyona uğratarak mağdur etmek olmadığının altını çizen Prof. Akdağ, “Yaptığımız hesaplara göre 2023’e kadar Türkiye’de hem doktor hem hemşire sayısını arttırmak böyle bir sonuca yol açmayacaktır. O kişiler yine iş bulabilecekler. Sadece kamu ve özel sektör tarafındaki ihtiyaç giderilecektir” dedi.



Sağlık Daha İşlevsel Hale Getirildi
Sağlık Dönüşüm Programı çerçevesinde alınan tedbirlerle sektörde yaşanan daralmanın aşıldığını söyleyen Prof. Akdağ, pek çok özel hastane ve tıp merkezinin kapanma noktasından geri döndüğünü ifade etti. Hastanelerin malzemeden yoksun, organizasyon açısından yetersiz, klasik devletçi zihniyetinde bürokrasinin ağır yükü altında ezilen konumdan kurtarılarak işlevsel hale getirildiğini anlatan Prof. Akdağ, yapılan açılımlarla satın alma ve memur çalıştırma zihniyetinin aşıldığını söyledi. Prof. Akdağ sözlerine şöyle devam etti, “Bu sürecin en büyük sıkıntısı da vatandaşa çıkıyordu. Ambulans istese kendisinden para istenir, Acilin kapısına gidilir para istenir, yoğun bakım yatağı yok. Şimdiki gibi hava ambulansı hizmeti bir yana böyle bir şeyler hayal bile edilemezdi.”

Tıbbi Cihaz Kayır Sistemi’ne “İyi Uygulama” Taktir Belgesi
Tıbbi Cihazlar için oluşturulan ulusal bilgi bankasının sektörün tüm dernekleriyle ortak çalışarak daha da geliştirilmesi gerektiğini dile getiren Prof. Akdağ, sisteme bu güne kadar 1.5 milyon kayıt yapılmasının çalışmanın başarının göstergesi olduğuna işaret etti. Akdağ, “Şimdi bunları nasıl başlıklar halinde kodlarız bunun üzerinde hep beraber çalışmalıyız. Ben bu işle ilgili daireye, genel müdürlüğe ve müsteşar yardımcısına bu anlamda çalışma yapılması talimat vereceğim” dedi. Kendisinin hastanede satın alma bölümünde çalıştığını ve yaşanan sıkıntıları bildiğini aktaran Prof. Akdağ, standartların yerinde olmaması durumunda düzgün ürün almada son derece ciddi zorluklarla karşılaşılacağını dile getirdi. Sistemin serbest rekabet sağlanacak duruma getirilmesi gerektiğinin altını çizen Prof. Akdağ, “Sektörü de içine alan alt çalışma grupları oluşturmalıyız. Bu alt çalışma grupları ciddi bir biçimde çalışlara bu bölümlendirmeyi yapmalı. O zaman ‘Acaba ihaleyi yapan hastane bir yönlendirmemi yapıyor?’ gibi sıkıntılar da ortadan kalkar” değerlendirmesini yaptı. Akdağ, uygulamanın başarısını “Tıbbi Cihaz Kayır Sistemi, Uluslararası Sosyal Güvenlik Birliği’nden de ‘İyi Uygulama’ olarak taktir belgesi ile ödüllendirilmiştir” sözleriyle dile getirdi.


Ortak Çalışmalıyız
Müteşebbislerin başarılarından duydukları memnuniyeti dile getiren Prof. Akdağ, 2003 yılından günümüze yaşanan ekonomik gelişmeleri şöyle anlattı, “2003 yılından bu yana bu anlamda da çok ciddi değişiklikler oldu. Ülkemiz cihaz bakımından ortalama yüzde 80 ithalata bağımlı durumdadır. Bu yüzde 20’lik kısma da son 6 yılda ulaştık. Önceden bu oran yüzde 5 civarındaydı.” Yapılacak ortak çalışmalarla önümüzdeki 5 yılda başarı çıtasının daha da yükseklere çıkarılabileceğini ifade eden Prof. Akdağ, Sanayi Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanlığı ve sektörün diğer temsilcilerinin beraber çalışarak çok daha büyük başarılara ulaşabileceklerinin altını çizdi.

100’ün Üzerinde Ülkeye Tıbbi Cihaz Satıyoruz
Üretimde başarıda Ar-Ge’nin önemine dikkat çeken Prof. Akdağ, hükümet olarak kendilerinin bu konuya büyük önem verdiklerini ve aynı hassasiyeti özel sektörden de beklediklerini ifade etti. Akdağ, TÜBİTAK ve SANTEZ’le ortak çalışma yapmanın mümkün olduğunu kaydetti. 2003 yılına kadar medikal sektörün özel bir alan olarak düzenlenmediğini ve ilgili olduğu üretim alanının regülâsyonlarına tabi olduğunu belirten Prof. Akdağ, 2003 yılından itibaren tıbbi cihaz yönetmeliklerini yayınladık. CE sertifikasını zorunlu hale getirdik. O dönem sektörden arkadaşlarla katıldığım bir toplantıda sektör bundan şikâyetçiydi. Şimdi şikâyet eden kalmadı. Çünkü bunun lehimize olduğunu anladık. Bu belgeyle sadece yurt içine değil yurt dışına da cihaz satışı yapmak mümkün. Dünya pazarlarına çıkmak mümkün. Şu anda 100’ün üzerinde ülkeye tıbbi cihaz satılıyor. 5-6 yıl içerinde ihracatımız dörde katlandı. Bu ciddi bir gelişmedir” bilgilerini aktardı.


“5” Milyon Dolarlık İş Hacmi
Sektör üreticilerinin de gördüğü üretme azminden duyduğu memnuniyeti dile getiren Prof. Akdağ, “Sadece Türkiye’de değil yurt dışına da satış yapmak istiyorlar. Şunu da kabul etmek lazım ki sektörün Türkiye’deki hacminin gelişmesi yurt dışına satış yapmak noktasında da işimizi kolaylaştırır. Sektör son 5 yıl içinde yaklaşık iki kat büyüyerek 5 milyon dolara yakın bir hacme ulaştı” diye konuştu.

Bölgesel Güç “Türkiye”
Bölge ülkelere yaptıkları ziyaretlerden Türkiye’nin tıbbi cihaz alanında bölgede önderlik yapabilecek güce sahip olduğunu izlenimini elde ettiklerini kaydeden Prof. Akdağ, “Bu sadece üretim açısından değil, alıp satma açısından da böyle. Biliyorsunuz birçok ülke bu alıp satma işini ticarette çok başarılı bir şekilde kullanıyor. Bize gelen uluslararası ilaç, aşı ve diğer medikal firmaların da böyle talepleri var. Türkiye bu alanda bölge üssü olsun diyorlar. Çünkü onlar da biliyorlar ki böyle bir liderlik, dünyadaki birçok ilaç firmasının işini kolaylaştırır. Türkiye lojistik destek oluşturmakta gerçekten artık çok başarılı bir ülke haline geldi” değerlendirmelerinde bulundu. Prof. Akdağ, üreten, satan veya aracılık yapan işadamlarının başarılarına olan inancını dile getirerek bu anlamda fuara atfettiği önemi vurguladı.

14 Nisan 2010 Çarşamba

TTB KAMU HASTANE BİRLİKLERİNE KARŞI

Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Dr. Eriş Bilaloğlu yaptığı basın toplantısında, TBMM Plan Bütçe Komisyonu'ndan geçen Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısının, TEKEL ve diğer özelleştirmelerden daha can yakıcı olduğunu söyledi.

Sağlık meslek örgütlerinin katılımıyla, Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı ile ilgili olarak düzenlenen basın toplantısının Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nde gerçekleştirildi. Kamu Hastane Birlikleri’nin Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın bir parçası olduğunu belirten TTB Genel Sekreteri Dr. Eriş Bilaloğlu, hastanelerin önce özerkleştirilip işletme haline getirileceğini, ardından sağlık tekellerine satılacağını kaydetti. Dr. Bilaloğlu, sağlık meslek örgütleri temsilcileriyle yaptığı ortak basın toplantısında, Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısıyla ilgili bir sunum yaparak, devletin elini sağlıktan çektiğini belirtti.

“Kamu Hastaneleri Sağlık Tekellerine Satılacak”
Kamu hastanelerinin önce özerkleştirilip işletme haline getirileceğini, ardından parça parça ya da bütün olarak sağlık tekellerine satılacağını söyleyen Dr. Bilaloğlu, “Vatandaş piyasanın kuralları ile baş başa bırakılacak. Hastanelerden ancak prim ve ek ücret ödeyebilenler yararlanabilecek. Ayrıca, kamu hastanelerinin finansmanını kendisi sağlayan, sağlık hizmeti satan, diğer sağlık kuruluşları ile rekabet eden bir sağlık işletmesi haline gelecek. Hastaneler A, B, C, D ve E şeklinde sınıflandırılacak. C ve üzeri Birlik haline dönüştürülecek” dedi.


“5 Bine Yakın Yönetici Pozisyonunu Kaybedecek”
Birliklerin Yönetim Kurulunun, Sağlık Bakanlığı'ndan 2'si hekim 3 kişi, Vali, İl Genel Meclisi'nden 2 kişi, Ticaret Odasından 1 kişiden oluşacağını belirten Dr. Bilaloğlu, “Finans-bankacılık alanında çalışmış, yatırım- işletme deneyimli kişilerden oluşacak. Yönetim Kurulu, hastane kapatma-birleştirme, kayıtlı taşınmazları satma, kiralama-devretme-takas etme, kiraya verme, taşınmaz satın alma gibi görev ve yetkileri olacak. Bakanlığın E sınıfına düşen, D'ye düşünce C ve üzerine geçemeyen Birlik Yönetim Kurulunun görevine son verebilecek.
5 bine yakın yönetici pozisyonunu kaybedecek. Yönetim Kurulu uygun görürse sözleşmeli çalışabilecekler, uygun görmezse il dışına sürgün edilebilecek” şeklinde konuştu.

5-9 Nisan'da Referandum Sandıkları Kurulacak
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Genel Başkanı Bedriye Yorgun ise, önümüzdeki günlerde kamuoyunun bilgilenmesi ve tutum alması için ortak çaba sarf edeceklerini belirterek, siyasi parti, konfederasyon, emek-meslek örgütleri, hasta hakları derneklerini ziyaret edeceklerini dile getirdi. Yorgun , Nisan'da belirlenen bölgelerde bilgi veren toplantılar düzenleneceğini, 5-9 Nisan'da yasa tasarısıyla ilgili hastanelerde ve merkezi yerlerde "referandum" sandıkları kuracaklarını bildirerek tasarının geri çekilmesi için grev tarihi değerlendirileceğini, ancak yasa tasarısının TBMM Genel Kurulu'na belirlenen tarihten önce gelmesi durumunda grev dahil her türlü meşru etkinlik yapılacağını dile getirdi.

“Tasarıyla Hastaneler Değil Halk Sınıflandırılıyor”
Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısıyla ilgili halkın bilgilendirilmesi anlamında neler yapacakları ile ilgili bir gazetecinin sorusu üzerine Bedriye Yorgun, tasarıyla hastanelerin değil halkın sınıflandırıldığını herkesin bildiğini dile getirdi. Yorgun şunları söyledi: "Acil hastaların hastanelerde kabul edilmediği bir süreci yaşadık ve yaşıyoruz. Ağrı'da bir bebek acile başvuruyor. Bebeğin, yeni doğum ünitesine alınması gerekiyor, ancak iller aranıyor ve yer bulunamıyor. Sendikamızın devreye girmesiyle Ağrı merkezde bebek üniteye alınıyor ancak bebek yaşamını yitirdi."
Bilaloğlu ise, Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısının TEKEL ve diğer özelleştirmelerden bile daha can yakıcı olduğunu belirtti.

13 Nisan 2010 Salı

TRABZON’DA ÇOŞKULU TIP BAYRAMI KUTLAMASI

Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ'ın Trabzon'da düzenlenen ''Yılın Doktorları Ödül Töreni''nden telekonferans yoluyla katıldığı New York Türkevi'ndeki programda, ABD'de üstün başarı gösteren ve kıdemli Türk tıp doktorlarına, diş hekimlerine ve sağlık çalışanlarına, Sağlık Bakanlığı tarafından plaket ve takdir belgeleri verildi.

Tıp Bayramı kutlamalarına katılmak üzere Ankara'dan Trabzon'a giden Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, Tıp Bayramı'nı Ankara ve İstanbul dışında ilk defa Trabzon'da kutlanacağını hatırlattı. Bakan Akdağ, Tıp Bayramı törenine katılmak için geldiği Trabzon'da valilik, belediye ve Trabzonspor Kulübü’nü ziyaret etti
Bakan Akdağ, Tıp Bayramı törenine katılmak için geldiği Trabzon'da belediyeyi ziyaret etti. Burada belediye özel defterini imzalayan Akdağ, belediye başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'nun, eski Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olduğunu hatırlatarak, ''Benim kararıma kalsaydı, Sağlık Bakanlığından ayrılmanıza razı olmazdım'' dedi.


Dizilerde Sağlık Mesajları Verilecek
Sağlık Bakanı Akdağ, dizilerde verilecek sağlık mesajlarıyla ilgili yapımcılar ve senaristlerle gerçekleştirdiği toplantı konusundaki bir soru üzerine bu toplantının ana amacının dizilerde bir takım yanlışları vurgulamaktan öte, sağlığın geliştirilmesi çabalarına destek istemek olduğunu söyledi. Bu isteklerinin olumlu karşılandığını bildiren Akdağ, bireysel sağlığın korunmasında önem taşıyan şişmanlık, sigara, hareketli yaşam, şişmanlıktan korunma, doğru beslenme, alkolden korunma ve el yıkama gibi konularda sağlık promosyonu çalışmaları yaptıklarını hatırlatan Akdağ, bu amaçla bakanlıkta bir de daire başkanlığı kurduklarını söyledi.


“Boğazındaki Solunum Tüpü Çıkar Çıkmaz, Hasta Yürümeye Başlıyor..”
Sağlığın geliştirilmesi için televizyon dizilerinin, filmlerin toplumların etkilenmesi açısından önemine işaret eden Akdağ, Türk toplumu dizileri çok fazla izlediği için bu konuda ustalıkla verilecek mesajların toplum sağlığının geliştirilmesine yararı olacağını vurguladı. Toplantıda bakanlık yetkilileriyle senarist ve yapımcıların doğrudan irtibat kurabileceği bir internet blogu oluşturma kararı da alındığını bildiren Akdağ, bakanlık uzmanlarının yapımcı ve senaristlerden gelecek soruları bu sayede anında yanıtlayabileceklerini anlattı. Dizi senaryosu yazılmasının hız gerektirdiğini ve bu nedenle böyle bir yolun tercih edildiğini ifade eden Akdağ, böylece bürokrasiye takılmadan hızlı bir şekilde bu danışmanlık hizmetinin verilebileceğini belirtti. Toplantıda, tv dizileri ve filmlerdeki tıbbi hataların da gündeme geldiğini açıklayan Akdağ, ''Mesela boğazında bir solunum tüpü olan bir hastanın, bu çıkar çıkmaz, yürümeye başlaması gibi garip şeyler olabiliyor. Veya acilin kapısına gelen bir ambulansa içeriden herkesin koşturması gibi bir usul yoktur. Buna benzer küçük, büyük yanlışlar da olabiliyor. Ama bu yanlışlardan ziyade, Sağlık Bakanlığı Sağlığı Geliştirme Dairesi ile senaristler arasında işbirliği gündeme gelmiş oldu. Zannediyorum bu Türkiye'de bir ilktir. Bir sosyal sorumluluk projesi olarak bir bakanlıkla senaristlerin çalışmasına örnek olabilecek bir ilkti bu'' diye konuştu.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Türk hekimlerinin nerede çalışırsa çalışsın gönülden görev yaptıklarını belirterek, “Dünyanın her yerinde hizmet veren bütün Türk hekimlerine insanlık adına şükranlarımızı sunuyoruz” dedi.


ABD’deki Türk Doktorlara ve Sağlık Personeline Sağlık Bakanlığı Takdir Belgesi Verildi
Tıp Bayramı 7. Geleneksel Ödül Töreni, Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’ın da katılımıyla Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Osman Turan Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Törenin başlangıcında ABD’nin New York kentiyle uydu bağlantısı kurulurken, Sağlık Bakanlığı Sağlık Eğitimi Genel Müdürü Prof. Dr. Safa Kapıcıoğlu, ABD’de şu anda görev yapan ve emekli olan Türk doktorlara ve sağlık personeline Sağlık Bakanlığı Takdir Belgesi verdi. ABD’nin önde gelen üniversitelerinde önemli pozisyonlarda görev yapan hekimler canlı bağlantı ile duygularını anlattı. Canlı bağlantı ile ABD’deki Türk hekimlerine hitap eden Bakan Akdağ şunları söyledi: “ABD’de insanlığa hizmet eden hekimlerimize selamlarımızı iletiyoruz. Hekimlik büyük ölçüde gönül adamı, gönül kadını, gönül insanı olmayı gerektirir. Türk hekimlerini nerede çalışırlarsa çalışsınlar bu vasıflarıyla tanıyoruz. Dünyanın her yerinde hizmet veren bütün Türk hekimlerine insanlık adına şükranlarımızı sunuyoruz. Ta buradan değerli arkadaşlarımızın gönüllerinin sıcaklığını hep birlikte hissettik. Gülen gözlerinde memlekete ve insanlığa karşı sevgilerini bir kez daha fark ettik. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın insanı böyle bir gönül zenginliğine eriştirdiğini görmüş olduk. Bütün dünyaya kendilerini kabul ettirmiş bu insanlarımız bir kez daha Trabzon’dan tebrik ediyoruz ve yürekten alkışlıyoruz.”


“Bütün Dünyanın Örnek Aldığı Bir Türk Sağlık Sistemi Var”
Türkiye’de sağlık sisteminin çok değiştiğini vurgulayan Bakan Akdağ, “Bütün dünyanın örnek aldığı bir Türk sağlık sistemi var. Biz köylü kentli zengin fakir ayırmaksızın ‘herkes için sağlık’ prensibini artık uygulayabiliyoruz. Bütün acil, yoğun bakım hizmetleri, organ nakilleri, kanser tedavilerini, kalple ilgili tedaviler, el cerrahisi gibi hizmetlerde özel hastanelere dahi müracaat etseniz hiçbir ücret ödemezsiniz. Ülke insanı gerek koruyucu sağlık hizmetleri, gerek tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetleri açısından birçok ülkenin gıpta edeceği sağlık hizmetini almaya başladı. Oluşturduğumuz programın çok iyi olması önemlidir. Ama size Türkiye’den şunu özellikle ifade etmek istiyorum ki, beyaz önlüklüler olmasa bunu asla başaramazdık. Amerika’dan da onlar için sizden bir alkış bekliyorum. Türkiye’de artık kızamıktan çocuklar ölmüyor. Sıtma ve tifonun endemik görüldüğü bir ülke değiliz. Raşitizm yok olacak seviyeye indi. En ücra köyden bir vatandaşımız beş kuruş ödemeden helikopter ambulansla iyi merkezlere ulaşabiliyor. İyi ve başarılı bir dönüşüm gerçekleştirdik. Darısı ABD’nin başına diyorum. İşiniz orada çok kolay değil” diye konuştu.


“ABD Tıbbında Tecrübeli Meslektaşlarla Köprüleri Kuvvetlendirmek İstiyoruz”
ABD’deki doktorlardan iki istekte bulunan Bakan Akdağ, “Türkiye’den gelen meslektaşlara büyük katkılarınız oldu. Bu katkıları daha da geliştirmek üzere sizlerle Türkiye’de geniş katılımlı bir çalıştay, yapmak istiyoruz. ABD tıbbında tecrübesi yüksek olan değerli meslektaşlarla köprüleri kuvvetlendirmek istiyoruz. Belki bunun bir tekrarını da orada yapabiliriz. Türkiye’nin elçileri olarak orada bulunmaya devam edecek bilim adamları olacak. Ama artık içinizden önemli bir grubu da Türkiye’ye geri istiyoruz. Altyapımız hazır. İmkanları oluşturmuş durumdayız. Gerçekten önemli bölümünüzü Türkiye’ye geri istiyoruz. Sizlerle iftihar ediyoruz. İyi ki varsınız” dedi.


ABD’deki Hekimler Ülkelerine Her Zaman Her Konuda Yardımcı Olmaya Hazır
ABD'de görev yapan Türk doktorları, Sağlık Bakanlığının bu ödüllerine layık görüldükleri için çok mutlu ve gururlu olduklarını, bu takdir belgelerinin kendilerine büyük motivasyon verdiğini belirttiler. Türkiye'nin kendilerine verdiklerini bir şekilde ülkeye geri vermek istediklerini, Türkiye'den gelen hastaları iyileştirmenin, onlara yardımcı olmanın ve ayrıca tıp alanında genç tıp doktorları yetiştirmenin görevleri olduğunu ifade eden başarılı doktorlar, ülkelerine her zaman her konuda yardımcı olmaya hazır olduklarını söylediler. Ayrıca Prof. Dr. Selim Arcasoy, Türkiye'nin akciğer hastalıkları konusundaki çalışmalarına katkıda bulunmaktan memnuniyet duyacağını, Türkiye'de kapalı yerlerde sigara içmeme kuralına son derece güzel bir şekilde uyan Türk toplumunu bu büyük başarısından dolayı tebrik etmek istediğini bildirdi. Prof. Dr. Kerim Münir de Bakan Akdağ'ı, Türkiye'deki otizm konusunda Sağlık Bakanlığının çalışmaları dolayısıyla kutladı.

“Üniversite Hastanelerini Desteklemeye Mecburuz”
Tam Gün Yasası’sı ve hekim açığı ile ilgili Bakan Akdağ, şöyle konuştu: “Tam Gün Yasası hekimlerin büyük ekseriyetinin hüsnü kabulünü görmüş durumdadır. Tam Gün Yasası, ömürlerinin bir dönemini adeta hastanelerde geçiren ama yeterince nöbet parası alamayan asistanlara bugünkünün 3 misli nöbet parası ödeyebilmek demektir. Hekimlerin sabit gelirlerinin yüzde 40-60 oranında artmış olması demektir. Çalışma saatlerinin indirilmesi, mesleki zorunluluk sigortasının getirilmesi demektir. Ben Sağlık Bakanı olarak daha fazlasını arzu ederim ama ülkenin imkanlarını dikkate almamız gerekir. Asgari ücret 600 lira. Bundan 7 sene önce 200 lira civarındaydı. Ülke zenginleşiyor. Benim gücüm olduğu müddetçe ülkenin zenginliğine paralel biçimde sizlerin imkanlarını artırmaya gayret edeceğiz. Eksiklerimiz birlikte tamamlayacağız. Özgüvenimiz ziyadesiyle artmıştır. Türk sağlık çalışanları olarak çok daha iyisini başarabileceğimize inanıyoruz. Belki sayıca yeterli değiliz. Eğitimimiz insan sevgimiz fedakarlığımız yeterli olabilir ama sayımız az. Geçmişte ciddi yanlış yapıldı. Neden hemşire sayısı nüfusa kıyasla Avrupa ortalamasının beşte biri kadardır. Bunu telafi etmek için gerekli tedbirleri almış durumdayız ama en az 10 yıla ihtiyacımız var. Neden Türk hekimlerinin sayısı nüfusa oranla Avrupa’ya göre yarı yarıyadır. Bir hekimin karşısına günde 80 kişi çıkabiliyor. Bununla bir hekim nasıl baş eder? Bize çok haksızlık yapıldı. Bir hekimin karşısına bu kadar hasta çıkarmak yanlıştır. Türkiye doğru yoldadır. Üniversiteler 7 bin 500 kontenjanla öğrenci alıyorlar. Bu durum yük bindiriyor üniversitelere ama yeni tıp fakülteleri kurmaya, mevcutların kontenjanlarını artırmaya, üniversite hastanelerini desteklemeye mecburuz.”


Başarılı Doktorlar Tıp Bayramında Ödüllendirildi
Adana İl Sağlık Müdürlüğü tarafından yılın doktoru seçilen Dr. Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nde görevli Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Fahrettin Över, plaketini Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’dan aldı. 2006 yılında geçirdiği bir trafik kazası nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkum olduğunu kaydeden Dr. Över, salonun en arka bölümünde tekerlekli sandalyesiyle töreni izlediği bölümden yaptığı konuşmada, “Ben burada olan hekimlerin değil, hastanelerde görev başında olan hekim arkadaşlarımızın Tıp Bayramı’nı kutluyorum” diyerek duygularını dile getirdi. Ödül töreninde Bakan Akdağ ilk olarak yürüme engelli Dr. Mehmet Fahrettin Över başta olmak üzere 81 ilde ‘Yılın Hekimi’ seçilen doktorlara plaket ve takdirnamelerini verirken, fotoğraf çektirildi.


Üniversite Hastanelerindeki Fiyatlandırma Politikası
Törende konuşan Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu da Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı döneminde sağlık alanında yapılan çalışmaları anlattı. Gümrükçüoğlu, sağlıkta bugün gelinen noktada doktorlar, eczacılar ve ilaç üreticilerinin de katkısı olduğunu vurguladı. Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özen ise son yıllarda sağlık alanında önemli gelişmeler yaşandığını, bununla birlikte üniversite hastanelerinin bazı sorunları bulunduğunu bildirdi. Özellikle üniversite hastanelerindeki fiyatlandırma politikasını eleştiren Prof. Dr. Özen, ilgili fiyatlandırma komisyonunda üniversite temsilcilerinin de yer alması ve 4B'li personelin ücretlerinin bütçeye aktarılması gerektiğini sözlerine ekledi.

12 Nisan 2010 Pazartesi

HEKİMLERE ''OPTİK, REFRAKSİYON VE REHABİLİTASYON” KURSU

‘Prof. Dr. Esat Işık Paşa’ anısına yapılan 30. Ulusal Oftalmoloji Kursu’nda bu yıl ''Optik, Refraksiyon ve Rehabilitasyon'' teması işlendi.

Türk Oftalmoloji Derneği Ankara Şubesi tarafından düzenlenen 30. Ulusal Oftalmoloji Kursu’nda bu yıl kırma kusurlarının tedavisinde güncel yaklaşımlar ele alındı. ‘Prof. Dr. Esat Işık Paşa’’ anısına yapılan toplantıda Prof. Dr. Kadircan Keskinbora’nın yazdığı ‘Esat Işık’ isimli kitap toplantıya katılanlara dağıtıldı. Ülkemizde çağdaş anlamda ilk göz kliniğinin kurucusu olan Prof. Dr. Esat Paşa’nın hayatı ve çalışmalarını içeriyor. ''Optik, Refraksiyon ve Rehabilitasyon'' temasının işlendiği, bin 300 dolayında göz hekiminin katıldığı toplantıda, optik, refraksiyon, rehabilitasyon, kontakt lens birimlerince düzenlenen uygulamalı kurslar verildi. Kornea ve şaşılık birimlerince interaktif olgu sunumlarının da yapıldığı toplantıda, gözün kırma kusurları, görme kalitesinin değerlendirilmesi, objektif ve subjektif muayene yöntemleri, presbiyopi muayene ve rehabilitasyonu, cerrahi yöntemleri, miyopi, hipermetropi, astigmatizma, gözlük camları ve gözlük çerçevelerinin özellikleri, gözlük tashihinin görme kalitesine etkileri, az görenler ve rehabilitasyon, az gören çocuklara yaklaşım, , kontakt lensler ve görme kalitesi gibi konular üzerinde sunumlar yapıldı.


“Çocuk Hekimleri Aileleri Göz Muayenesi İçin Bilinçlendirmeli”
Göz alanındaki hastalıkların teknolojik gelişmelerle paralel olarak tedavisinin de önemli ivme kazandığını kaydeden Türk Oftalmoloji Derneği Ankara Şube Başkanı Dr. Firdevs Örnek, “Toplantıda tedavide son gelişmeler anlatıldı. Optik konusunda muayene aletleri ve sistemlerinde gelişmeler oldu. Bunun içerisinde çok sayıda parametreler var. Eskiden sadece uzaktan görme muayene edilirken, artık renk görmesi ve görme gücü gibi farklı parametrelere bakılıyor. Toplum artık bu konuda bilinçlendi. Aileler çocuklarını daha küçük yaşta muayeneye getiriyor. Göz tembelleşmesi konusunda çocuk hekimleri aileleri erken muayene konusunda uyarmalı ki, erken yaşta bebeklere çözüm bulunabilsin” diye konuştu.


“Lazerde Göz İçi Merceğinin Kalınlığı Önem Taşıyor”
Refraksiyon’un kırma gücü anlamına geldiğinin altını çizen Dr. Örnek, bunun miyopi, hipermetropi ve astigmatizma gibi kırma kusurlarının gözün görmesini engelleyen durumlarının incelendiğini dile getirdi. Dr. Örnek, “Toplantıda göz kusurunun nasıl düzelteceğinin gözlük camları ve çerçevelerinin özellikleri, gözlük tashihinin görme kalitesine etkileri, az görenler ve rehabilitasyon, az gören çocuklara yaklaşım, presbiyopi cerrahisi, kontakt lensler ve görme kalitesi üzerinde duruyoruz. Toplantıda lazerin etkileri ve sakıncaları üzerinde duruyoruz. Her hastaya refraktif cerrahi uygulayamazsınız. Excimer lazer cerrahisi geçirmiş gözlerde katarakt gelişmesi durumunda göz içi merceğinin derecesini ölçmek için farklı formüller kullanıyoruz. Bu tip vakalarda en büyük sıkıntımız, hastanın refraktif cerrahi geçirmeden önceki değerlerine ulaşmakta sıkıntı yaşıyor olmamız. Stromal kalınlık ve ablasyon miktarı ile ilgili bilgiler lens gücünü hesaplamada çok önem taşıyor.


“Refraktif Cerrahide Regresyon Görülebilir”
Refraktif cerrahi yapılmış hastaların katarakt ameliyatı olabildiğini belirten Dr. Örnek, Refraktif cerrahi geçiren gözlerde regresyon görülme ihtimalinin olduğunu, özellikle de hipermetrop gözlerde bu geri dönüşlerin daha hızlı yaşandığını iletti. Kornea stroma tabakasını belli mikronun altına indirmemek gerektiğine dikkat çeken Dr. Örnek, “Belli bir orandan sonrası gözün kaybı demektir. 18 yaş altında bu lazeri yapmamak gerekiyor. 18 yaş üzerinde de eğer her sene gözlük numarası artıyorsa bu tip hastalara, lazer yapmamak gerekiyor. Hastalık yoktur hasta vardır. Her hastaya ayrı özen göstermek gerekir” şeklinde konuştu.

11 Nisan 2010 Pazar

KANSER TEDAVİSİNDE ‘SİHİRLİ MERMİ’

Hedefe yönelik radyonüklid tedavi sayesinde zararlı ışınlara maruz kalmadan kanser hastalarının tedavi edildiğini belirten Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Uğur, bu yöntemin tiroid, lenfoma ve karaciğer kanseri hastalarında büyük oranda başarı sağladığını kaydetti. Prof. Dr. Uğur, tiroid kanserinde de ‘Sihirli Mermi’ yöntemi ile tek doz ile tam tedavinin mümkün olduğunu söyledi.

‘Eksternal Işınlama’ yöntemi ile şua tedavisinin, normal dokulara da hasar verdiğini belirten Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Uğur, bu zarardan dolayı yüksek doz ışınlamanın her zaman verilemediğini söyledi. Eksternal Radyoterapi tedavisinin radyasyon hasarı nedeniyle yan etkilerinin ciddi olabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Uğur, “Radyonüklid tedavi ile hedefe yönelik verilen ilaçlar, kanser dokusunun metabolizmasına özgüdür. Örneğin Tiroid kanserinde, tümörde iyot metabolizması fazladır. Tedavi için verdiğimiz radyoaktif iyotun tamama yakını tümör hücresi tarafından tutulur normal dokular çok az radyasyona maruz kalır” dedi.


“Tiroid Kanserine Sihirli Mermi”
Nükleer tıpta verilen tedavinin hasta için uygun tedavi olup olmadığının da önceden belirlenebildiğini dile getiren Prof. Dr. Uğur, “Hastalığın tedaviye cevap verebileceği dozu önceden belirleyebiliyoruz. İyot tedavisi hastada yararlı olacaksa uygulama yapılır. Tiroid kanserli hastaya iyot kapsülü ağızdan verilir ve hastayı özel bir odda dinlenmeye alırız. Radyoaktif iyot mideden emilerek vücutta tiroid kanseri olan organlara doğru hedefine gider. Bu nedenle bu ilaçlara ‘Sihirli mermi’ adı verilir. Verdiğimiz radyoaktif ilaç vücutta kanserin yerini bularak tedavi eder. İyotu vücutta başka doku kullanmadığı için özgül bir tedavidir ve yan etkisi yok denecek kadar azdır. Tedavi sonrası hastayı belli aralıklarla kontrol ederiz. Tiroid kanserinde yaygın metastaz olsa bile tedavi edebiliyoruz. Tiroid kanseri yüzde 90 tam tedavi edilebiliyor. Nükleer Tıp’taki tedavileri hastaya özeldir, her hastayı ayrı ayrı değerlendirip tedavi yanıtını önceden öngörüp ve vereceğimiz dozu ayarlıyabiliyoruz. Bu farklılık Nükleer Tıp tedavisini kemoterapi, radyoterapi gibi diğer kanser tedavilerinden ayırt eden en önemli özelliktir.


Karaciğer Tümörü ve Lenfoma da sihirli mermiler ile Tedavi Edilebiliyor
Tiroid kanseri dışında birkaç tümörde daha hedefe yönelik radyonüklid tedavi uygulanabildiğini belirten Prof. Dr. Uğur şu bilgileri verdi: “Bunlar arasında lenfoma ve karaciğer kanseri tedavileri yer alıyor. Karaciğer kanserinde tümörü besleyen damara, kasıktan kateter yardımıyla ulaşıp radyoaktif ilacı veriyoruz. Karaciğer tümörlerinde tedavi amacıyla saç telinden daha küçük boyutarda radyoaktif küçük küreler kullanıyoruz. Lenfomada radyoaktif ilacımızı koldaki damardan vererek tedavimizi gerçekleştiriyoruz. Lenfoma tümörüne karşı direk etki eden CD 20 antijenlerine karşı geliştirilen radyonüklid işaretli antikorlar ile tümörün yok edilmesi hedefleniyor. Radyoaktif işaretli antikorlar,lenfoma tümörüne yapışıyor ve radyasyon vererek yok ediyor.”


“Her 20 Kişiden Biri Hepatit B”
İki tip karaciğer tümörü olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Uğur şunları söyledi: “Biri karaciğerden kaynaklanan primer karaciğer tümörü de dediğimiz Hepatosellüler kanser. Diğeri de karaciğer metastaz yapmış tümörlerdir. Hepatosellüler kanser hepatit B ve C virüsü taşıyıcılarında daha sık görülür . Türkiye’de her 20 kişiden birisinin Hepatit B virüsü taşıyıcısı olması nedeniyle bu tip karaciğer tümörünü sık görmekteyiz. Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesinde son 2 yılda 40 primer ve metastatik karaciğer kanserli hastaya bu yöntemle tedavi uyguladık. Tedavi başarısı çoğu hastada kısmi yanıt ya da hastalık ilerlemesinde durma şeklinde oldu. Daha nadir olmak üzere tedavi sonrası tam yanıt sağlanan hastalarımız da oldu. Hepatosellüler kanserde malesef cerrahi dışında etkili bir tedavi yok. Cerrahi şansı olmayan hastalarda ortalama yaşam süresi 9 ay iken, bu tedaviyi verdiğimiz hastalarda bu süre 2-3 yıla kadar uzayabiliyor.”

10 Nisan 2010 Cumartesi

“DAHA ÇOK ÜRETMELİYİZ” ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU

SEİS tarafından geleneksel hale gelen “Daha Çok Üretmeliyiz” Ulusal Tıbbi Cihaz Proje Yarışması ödül töreni Ekspomed- Labtek 2010 fuarında gerçekleştirildi.

Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası (SEİS) tarafından geleneksel hale gelen “Daha Çok Üretmeliyiz” Ulusal Tıbbi Cihaz Proje Yarışması’nın 4.’sü gerçekleştirildi. Ekspomed- Labtek 2010 fuarında yapılan ödül törenine çok sayıda davetli katıldı. TÜYAP Proje Grup Başkanı Ömür İnce, “17. kez hazırlanan fuara bu yıl 40 ülkeden bin 246 firma ve firma temsilcisi katılmış ve yurtiçi ve dışından her yıl olduğu gibi sağlık kuruluş yetkilileri davet edilmiştir” dedi.
TÜYAP Genel Müdürü Serdar Yalçın, katılımcıların istatistiki görüşlerini aldıklarını belirterek, iki yıl sonra fuarda yüzde 20 büyümenin olduğunu belirtti. TÜMDEF Başkanı Mehmet Ali Özkan ve Milletvekili Prof. Dr. Muzaffer Gülyurt konuşmalar yaptı.


Ödül Alanlar
SEİS Başkanı Metin Demir ödül alanları açıkladı. Nevzat G. Gençer ve ekip arkadaşlarının yaptığı “Az Maliyetli ve Verimli Bir Beyin-Bilgisayar Ara yüzü Sisteminin Tasarımı ve Prototip Uygulaması” projesinin birincilik ödülünün sahibi oldu. İkincilik ödülü Hakan Gürsu ve ekibi “Self Smear Test Kit” projesinin ikincilik ödülünü Sağlık Bakanlığı İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Dr. A. Sait Septioğlu’nun elinden aldı. Rıfat Uğurlutan ve Serdar Öztürk’ün “Robotik Elektro-Pnömatik Bası Giysisi” projede üçüncülük ödülünü aldı.

9 Nisan 2010 Cuma

Sağlıkta Performans Ve Kalite Kongresi GENİŞ KATILIMLA GERÇEKLEŞECEK


II. Uluslararası Sağlıkta Performans ve Kalite Kongresi, 28 Nisan – 1 Mayıs 2010 tarihleri arasında bürokrat ve akademisyenlerin katılımıyla Antalya Starlight Convention Center/Manavgat’ta yapılacak.

II. Uluslararası Sağlıkta Performans ve Kalite Kongresi, 28 Nisan – 1 Mayıs 2010 tarihleri arasında Antalya Starlight Convention Center/Manavgat’ta yapılacak. Kongrenin bu yıl ki teması “Hastanelerin Teşviki ve Güvenliği” olarak belirlendi. Birçok ilkin yaşanacağı toplantıda hastaneler birçok anlamda başarılarını sergileme imkanı bulacak. Hastaneler için düzenlenen yarışmaların sonuçları açıklanacağı toplantıda, ödül töreni gerçekleştirilecek.
Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ ile TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Cevdet Erdöl’ün katılacağı kongrede, “Hastanelerin Teşviki ve Güvenliği” ile ilgili ulusal ve uluslararası konuşmacılar da yer alacak.

Kongrede Türk ve Yabancı Akademisyenler Yer Alacak
Katılımcılar arasında, Türkiye’den İstanbul Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sabahattin Aydın’ın yanı sıra, Hacettepe, Marmara, Başkent Üniversitesi gibi birçok üniversiteden akademisyenle birlikte uluslararası akademik camiadan Montréal Üniversitesi’nden François Champagne, London School of Economics’ten Doç. Dr. Didem Ünsal Aktaş da yer alacak.

Bürokratlar Oturum Başkanı Olacak
Akademik camianın yanı sıra ulusal kurumlardan TBMM Adana Milletvekili Prof. Dr. Necdet Ünüvar, OHSAD’dan Uz. Dr. Reşat Bahat, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan Uz. Dr. Hasan Çağıl, Hekim Hakları Derneği Başkanı Prof. Dr. Selami Albayrak, TODAİE’den Prof. Dr. Kamil Ufuk Bilgin gibi önemli isimler de katılımcılara bilgi ve deneyimlerini aktaracaklar. Sağlık Bakanlığı Müşaviri Dr.Mehmet Demir de “Tam Gün Yasası, Yönetici Performans Modeli, Hizmet Kalite Standartları ve Özel Hastanelerin Değerlendirilme Süreci” konulu konferansı ile katılımcıların merak ettiği birçok soruyu cevaplayacak.

Uluslararası Katılım Dikkat Çekici
Uluslararası birçok kurum ve kuruluştan da katılımcılar şöyle : Dünya Sağlık Örgütü’nden Enis Barış ve Ann-Lise Guisse ile birlikte Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Eski Direktörü Nata Menabde ; Dünya Bankası Türkiye Ekibi Eski Lideri Sarbani Chakraborty ; NICE’tan Steve Parks ; İngiltere’den Stephan McKenney ; Amerika’dan Rush Üniversitesi’nden Prof. Dr. Robert Mcnutt ; Polonya ESQH Başkanı Basia Kurtuba http://www.sagliktaperformanskalite.org/program.pdf

8 Nisan 2010 Perşembe

DİYABET İLAÇLARINA ENDOKRİNOLOG ŞARTI

Yeni SUT’taki diyabet ilaçlarıyla ilgili düzenleme konusunda Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e değerlendirmede bulunan MSD İlaçları Dış İlişkiler Direktörü Dr. Murat Aşık, “Bu uygulama ile bazı diyabet ilaçları endokrinoloji uzman hekimlerince ve sadece 3. basamak hastanelerdeki İç Hastalıkları Uzmanlarınca reçete edilecek. Endokrinolog ya da 3. basamak hastane olmayan illerde yaşayan ve bu tür ilaçları kullanmak zorunda olan hastalar, ilaç raporu için kilometrelerce yol katetmek zorunda kalacaklar” dedi.

SUT’un 1 Nisan 2010’da yürürlüğe giren, “Diyabet Tedavisinde İlaç Kullanım İlkeleri” ile ilgili hükmünde, diyabet tedavisinde kullanılan ilaçların 4 ana başlık altında ele alındı. Bu düzenleme şöyle:
1-Metformin, sülfonilüreler, akarboz ve insan insülinleri tüm hekimler tarafından,
2-Repaglinid ve nateglinid; endokrinoloji, iç hastalıkları, kardiyoloji ve aile hekimliği uzman hekimlerince veya bu hekimlerce düzenlenen uzman hekim raporuna dayanılarak tüm hekimlerce,
3-Analog insülinler, rosiglitazon ve pioglitazon; endokrinoloji, iç hastalıkları ve kardiyoloji uzman hekimlerince veya bu hekimlerce düzenlenen uzman hekim raporuna dayanılarak tüm hekimlerce, rosiglitazon ve pioglitazon insülin ile kombine olarak yalnızca endokrinoloji uzman hekimlerince,
4-DPP-4 antagonistleri (sitagliptin) ve oral antidiyabetiklerin kombine preparatları; endokrinoloji uzman hekimlerince ya da bu uzman hekim raporu ile tüm hekimlerce; üniversite ve eğitim ve araştırma hastanelerinde ise iç hastalıkları uzman hekimlerince ya da bu uzman hekim raporu ile tüm hekimlerce reçete edilebilecek.

“Diyabetli hastaların hedef HbA1c ölçümü6-6,5 olması gerekirken, Türkiye’de 10,5”
Yeni SUT’taki diyabet ilaçlarıyla ilgili düzenleme konusunda değerlendirmede bulunan MSD İlaçları Dış İlişkiler Direktörü Dr. Murat Aşık, Türkiye’de yaklaşık 6 milyon diyabet hastası olduğunu belirtti. Dr. Aşık, bu yeni uygulama öncesinde diyabet ilaçlarının, tüm hekimler tarafından reçete edilebildiğini işaret etti. Diyabet hastalarının tedavisi için 3 milyar TL harcandığını, bu tutarın yalnızca %10-15'inin ilaçlara diğer kısmının ise komplikasyonların tedavisine kaydeden Dr. Aşık, “Diyabetli hastaların hedef HbA1c ölçümünün 6-6,5 olması gerekirken, Türkiye’de diyabet hastalarının ortalaması 10,5’tur. Türkiye’deki diyabet hastalarının yüzde 65’i kontrol altında değil” şeklinde konuştu.

“Türkiye’de 400 Endokrinologtan, 230’u Aktif”
Türkiye’de sadece 400 endokrinolog olduğunu, bunların da sadece 230’nun aktif olarak hizmet verdiğini belirten Dr. Aşık, DPP-4 antagonistlerin (sitagliptin), yan etkisi az ve yenilikçi ilaçlar, oral antidiyabetiklerin kombine preparatlarının ise farklı etkilere sahip birden fazla ilacı içeren ürünler olduğuna dikkat çekti.

“Diyabete Yılda 3 Milyar TL Harcanıyor”
Endokrinolog ve 3. basamak hastane olmayan illerde yaşayan ve bu tür ilaçları kullanmak zorunda olan hastaların ilaç raporu için kilometrelerce yol katetmek zorunda kalacaklarına dikkati çeken Dr. Aşık, “Yol ve refakat giderleri Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’ndan alınacağı için aslında hem bütçeye hem de hastalara ekstra bir yük getirilmiş oluyor. Diyabete yılda 3 milyar TL, bunun da en fazla yüzde 15’inin ilaca harcandığı düşünülürse, diyabetli hastaların hedeflerine ulaşmaları için yenilikçi tedavilere erişebilmesinin önemi daha iyi ortaya çıkıyor. ” şeklinde konuştu.


“Akılcı İlaç Kullanım Prensipleri”
SGK’nın, son yıllarda MEDULA sistemiyle sağlıktaki verileri çok daha iyi takip edebilir hale geldiğini dile getiren Dr. Aşık, bu sistemin kullanılmasının desteklenmesi ve bu şekilde rasyonel ilaç kullanımı sağlanması gereğine dikkat çekti. Dr. Aşık, “SGK’nın elindeki muazzam elektronik altyapı kullanılarak, bu tarz kısıtlamalar yerine akılcı ilaç kullanımı prensiplerinin oturtulması daha yerinde olacaktır. Bu bağlamda diyabet hastalarının ihtiyacı olan ilaçlara erişiminin sağlanması, sağlık giderlerinin akılcı dağıtılması bakımından da önemlidir” ifadesini kullandı.

Hangi illerde Endokrinolog Yok
Dr. Aşık, toplam 12 milyona yakın nüfusun yaşadığı söz konusu 37 ilde, 1 milyon diyabetli hastanın yaşadığının tahmin edildiğini vurguladı.
Şu illerde bazı diyabet ilaçları raporu çıkarılması için gerekli olan endokrinoloji uzmanı, eğitim ve araştırma hastanesi ya da üniversite hastanesinden hiçbiri bulunmuyor: “Ağrı, Aksaray, Amasya, Ardahan, Artvin, Bartın, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Burdur, Çankırı, Çorum, Erzincan, Giresun, Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırklareli, Kırşehir, Kilis, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Siirt, Sinop, Şırnak, Tekirdağ, Tunceli, Uşak ve Yozgat.”

7 Nisan 2010 Çarşamba

BU KONGREDE HASTALAR BAŞROLDE

Her yıl 12 milyon kişinin Kansere yakalanması ile ilgili mücadele verildiğini belirten Prof. Dr. Tezer Kutluk, bu savaş, mağdurun yani başrol oyuncusunun üzerine kurgulandığını ancak, başrol oyuncusunun filmde yer almadığını söyledi. Tüm kanserlerin yüzde 43 oranında engellenebileceğine dikkati çeken Kutluk, hastalığın önlenmesi konusunda vatandaşların sahip olduğu bilgileri davranış değişikliğine dönüştürmesi gerektiğini belirtti.

5. Ulusal Kanserli Hastalar Kongresi, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği tarafından Uluslararası Kanser Savaş Örgütü’nün (UICC) işbirliği ile yapıldı. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk, Avrupa Kanser Cemiyetleri Direktörü Wendy Yared, Uluslararası Kanser Savaş Örgütü Başkanı Prof. Dr. David Hill ve Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği(TKASKD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Şuayib Yalçın katıldı. Kongre, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği, hasta ve hasta yakınlarının, hekim ve hemşirelerin ve diğer sağlık çalışanları ve uluslararası örgüt temsilcilerinin katılımlarıyla gerçekleştirildi.

“Kanser Savaşında Hastalar Başrolde”
Kanser ile ilgili yapılan toplantılarda her yıl 12 milyon kişinin bu hastalığa yakalanması ile ilgili mücadele verildiğini belirten Prof. Dr. Kutluk, bu savaş içerisinde mağdurun yani başrol oyuncusunun üzerine kurgulandığını ancak, başrol oyuncusunun filmde yer almadığını söyledi. Kanser savaşında hastaların başrolde yer aldığını ifade eden Prof. Dr. Kutluk şunları söyledi: "Kanser 5 yıl sonra dünyada bir numaralı ölüm nedeni olacak. Tütün, kanserlerin yüzde 30'undan sorumlu. Türkiye'de kansere bağlı ölümlerin erkeklerde yüzde 40'ının, kadınlarda ise yüzde 8'inin akciğer kanseri nedeniyle meydana geldiği biliniyor. Yemek borusu, bronş ve akciğer kanserlerinin yüzde 71'inin, gırtlak kanserlerinin yüzde 59'unun, üst solunum ya da sindirim yolları kanserlerinin yüzde 59'unun, idrar torbası kanserlerinin yüzde 27'sinin sebebinin tütün kullanımı olduğu kanıtlandı. 2030 yılında her sene dünyada 26 milyon kanser vakası görülecek. 17 milyon kişi kansere bağlı olarak hayatını kaybedecek. "

Psikososyal Destek
Türkiye’de psikososyal etkinlik anlamında eksiklikler olduğunu dile getiren Prof. Dr. Kutluk, bu eksikliğin giderilmesinde tüm tarafların bu kongrede bilinçlendirildiğini, kanser hastalarının hizmete ulaşımı ile bireysel anlamda destek sağlanması gerektiğini kaydetti.



“Siz Ailenizi Kanserden Yüzde 43 Korumak İstiyor Musunuz?”
“Siz, ailenizi kanserden yüzde 43 korumak istiyor musunuz?” sorusunu vurgulayan Prof. Dr. Kutluk, tüm kanserlerin yüzde 43’nün önlenebilir olduğuna dikkat çekti. Obezite ve fiziksel aktivite konusunda ise farkındalık düzeyinin oldukça geri olduğunu belirten Prof. Dr. Kutluk, “Hala kişi başına 18 gram tuz tüketen bir ülkeyiz. Bu da mide kanserine rastlanma oranını yükseltiyor. Buna rağmen tuzluk sallamaya devam ediyoruz. Tuzluk sallamayın diyoruz. Haftada üç defa fiziksel aktivite yapmak gerek. Fiziksel aktivite yapmanın yolu pahalı spor salonlarından geçmiyor. Hava kötüyse evde kalmak istiyorsanız, ister yarım saat dans edin, ister folklor oynayın ya da evin camlarını silin” bilgisini verdi.

“Her Yıl 200 Bin Kişi Kansere Yakalanıyor”
Türkiye’de her yıl 200 bin kişinin kansere yakalandığını belirten Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği(TKASKD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Şuayib Yalçın, sık görülen kanser türlerini şu şekilde sıraladı: “Erkeklerde sırasıyla akciğer, mide, mesane(idrar torbası), kalın barsak, gırtlak ve prostat, kadınlarda ise meme, bağırsak, mide, yumurtalık ve akciğer kanserleri sık görülmektedir. Dünyada her yıl yarım milyon kadının rahim ağzı kanserine yakalandığını her iki dakikada bir kadının bu yüzden hayatını kaybettiği bildirilmektedir.”


“Türkiye’de Tütün Kullanım Oranı: Erkeklerde Yüzde 54, Kadınlarda Yüzde 20”
Kanserle mücadelede işbirliğinin şart olduğunu vurgulayan Dünya Kanser Örgütü (UICC) Başkanı Prof. Dr. David Hill, yaptıkları araştırmada Türkiye’de tütün kullanım oranının erkeklerde yüzde 54, kadınlarda yüzde 20 olduğunu ve en fazla 30–44 yaşları arasında tüketildiğinin ortaya çıktığını bildirdi. Prof. Dr. Hill tüm kanserlerin yüzde 43'ünden korunmanın mümkün olduğunu belirterek, tütün ve tütün mamullerinin kullanılmamasını, sağlıklı ve düzenli beslenilmesini ve fiziksel aktivite yapılmasını önerdi.

Avrupa Kansere Karşı Haftası
Avrupa'da kanserle mücadele konusunda devlet kurumlarının temsilcilerinin, hasta yakınlarının ve hastaların katılımıyla ''Avrupa Kanser İnisiyatifi'' oluşturulmasının planlandığını belirten Avrupa Kanser Cemiyetleri Direktörü Wendy Yared , AB Komisyonu'nun, Avrupa Kanser Ligi'nden kanserden korunma, kanser araştırmaları, sağlık ve bakım ile bilgilendirme konularından birini yönetmesini istediğini söyledi. Avrupa Kanser Ligi'nin kanserden korunma programını yürütmeyi tercih ettiğini kaydeden Yared, 2011'den itibaren Mayıs ayının son haftasının, “Avrupa Kansere Karşı Haftası” olarak kabul edileceğini ve çeşitli etkinlikler yapılacağını açıkladı.

Kanserde Ağrı ve Morfin Kullanımı
Bir gazetecinin, morfin kullanım oranları ile ilgili sorusu üzerine, Prof. Dr. Hill, kanserde ağrının en önemli tedavi ilacı olan narkotik ilaçların değişik nedenlerle kullanılamadığını dile getirdi. Dünyada afyon ve morfinin kanunsuz kullanımı nedeniyle tıbbi kullanımı konusunda sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken Pof. Dr. Hill, bunların kanunsuz kullanımının engellenmesi, tıbbi kullanımının önünün açılması için uluslararası anlaşmalar yapılması yönünde çabalar olduğunu kaydetti.


“Psikolojik Destek Hastaların Tedavi Sürecinde Çok Önemli”
Kanserli hastalara verilecek psikolojik desteğin hastaların tedavi sürecinde çok önemli rol oynadığını belirten TKASKD Hasta Destek Grubu üyesi Emrah Ertüzün, kanserli hastaların hasta olduklarını öğrendiklerinde bunu kimseyle paylaşmak istemediklerinin gözlemlendiğini söyledi. "Hastaların gerek ailesi gerekse sosyal çevresi tarafından hem duygusal destek hem de hastane işlemleri gibi konularda yardımcı olunması gerekmektedir "diyen Ertüzün, “Anne, baba, eş, kardeş ya da arkadaş tarafından verilecek moral ve destek tedaviyi yapan hekimin yanı sıra profesyonel uzmanlarca da verilebilir. Profesyonel desteğe ihtiyaç duyan hasta, merkezde uygun birimin olması halinde buradan ya da imkanları ölçüsünde özel kurumlarda hizmet veren bir hekimden destek alabilir. Uzman hekimin gerek görmesi halinde ilaç tedavisi de uygulanabilir. Bu tür imkânlara sahip olmayan hastalar da hekimlerine her türlü soruyu sorabilmeli, iç huzursuzluğunu çekinmeden anlatabilmeli ve hekimiyle birlikte ortak bir çıkış yolu bulmalıdır. Çünkü paylaşmanın psikolojik stresi azaltacağı unutulmamalıdır. Moralin kanseri yenmede tıbbi tedaviye doğrudan bir etkisi olmadığı, ancak hastanın yaşama tutunmasında çok önemli bir yer tuttuğu unutulmamalıdır” dedi.

“Karaciğer, Pankreas ve Akciğer Kanserlerinde Yüz Güldürücü Sonuçlar Henüz Yok”
Kanser Tedavilerinde teknolojinin yerinede değinen Prof. Kutluk, radyoterapi cihazlarının, görüntüleme cihazlarının, CT ve MR teknolojisinin çok geliştiğini, kemoterapik ilaçlarda ilerlemeler kaydedildiğini belirtti. Prof. Kutluk, “Moleküler yöntemler değiştikçe hedeflenmiş tedaviler dediğimiz hedefe yönelik tedaviler, laboratuarlarda geliştirilen ilaçlar artık kanser tedavisinde kullanılır hale gelmeye başladı. Bugün hala sayıları çok değil ama bunun kullanılıyor olması önemli. Gelecekte daha çok kullanılacak. CT, MR teknolojisi, görüntüleme teknolojisi çok ilerledi. Girişimsel radyoloji çok ilerledi, destek tedavileri çok ilerledi. Teknoloji tıp uygulamasını değiştiriyor buda güzel bir şey. 1940’lara 50’lere giderseniz, kanserde iyileşme oranı yüzde 40’larda, şuan ise yüzde 66’larda. Yüzde 66 iç karartıcı olmasın. Bir çok kanser türüne baktığınız zaman yüzde 66 gibi görünen rakam aslında meme kanserinde yüzde 90, testis kanserinde yüzde 100’lere, prostatta yüzde 100’lere çıkıveriyor. Karaciğer, pankreas, akciğer kanserlerinde çok yüz güldürücü sonuçlar henüz yok. Çocuk kanserlerinde yüzde 80’lere ulaştı tedavi başarı oranı. Hala çok sayıda görülüyor, çok öldürüyor. Ama akıllı olup korunmayı, erken teşhisi, taramayı, etkin tedaviyi, rehabilitasyonu düzgün kullanırsak kanseri yok etmek içten bile değil” şeklinde konuştu.

Kongreye bu yıl yurt içi ve yurt dışından yaklaşık 500 kişi katıldı. Kongrede, “Kanser tedavisindeki son gelişmeler”, “Kanserden korunma” ''Kanser hakkında genel bilgiler'', ''Kanserde kök hücre Uygulamaları'', ''Alternatif tedaviler'', ''Kök hücre tedavileri'', ''Tütün mücadelesinde son durum'' ve ''Kanserle beslenme'' gibi konular ele alındı.

6 Nisan 2010 Salı

GİRNE’DE JİNEKOPATOLOJİ TARTIŞILACAK

Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından bu yıl ikincisi gerçekleştirilecek olan ‘Zekai Tahir Burak Geleneksel Jinekopatoloji Kongresi’ Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi işbirliği ile 17-20 Haziran 2010'da gerçekleştirilecek.

Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, kaliteli ve başarılı hizmet anlayışıyla Jinekopatoloji alanındaki son bilimsel gelişmeleri takip etmek amacıyla ‘Zekai Tahir Burak Geleneksel Jinekopatoloji Kongresi’ düzenliyor. Bu yıl 2’ncisini K.K.T.C. Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi işbirliğinde, Yeni Doğan, Perinatoloji ve Patoloji Ünitelerinin katılımlarıyla, 17-20 Haziran 2010'da Yeşil Ada Kıbrıs Girne'de gerçekleştirilecek.

Jinekolojinin Patolojisi Ele Alınacak
Kongre Başkanı Doç. Dr. Sema Zergeroğlu kongrede işlenecek konular hakkında şu bilgileri verdi:”Yeni doğan post mortem klinik ve patolojik korelasyon, yeni doğan iskelet displazilerinde radyolojik ve patolojik korelasyon, Serviks'in malign ve premalign lezyonlarına genel yaklaşım, HPV aşısı klinik uygulamaları, sosyal ve etikboyut, Overneoplazileri, Borderlıne lezyonlar, epitelyal tümörlerde tuzak olgular, ovülasyon indüksiyonu ve indüksiyon sonrası gelişen komplikasyonlar, çoğul gebelikler ve komplikasyonlarlarına klinik ve patolojik yaklaşımlar, asiste reprodüktif teknoloji uygulamalarında yaş faktörü ve Plasentapatolojileri, endometrium patolojileri konuları ele alınacak. Yan paneller olarak; Vaginismus, suda doğum, ağrısız doğum, epidural anestezi ve hastaya yaklaşım, antıagıng, HRT ve osteoporozda akılcı yaklaşım, Malpraktis, klinik araştırmalarda iyi klinik uygulamalar, elektromanyetik dalgaların, baz istasyonları ve cep telefonlarının insan sağlığı ve gebeler üzerine etkisi konuları ele alınacak. Ayrıca fetal invaziv girişimler kursu ve fetal ekokardiyografi ve genetik değerlendirme kursları verilecek. Gençlerin çalışmlarını teşvik etmek amacıyla, bilimsel jüri tarafından seçilecek en iyi sözlü bildiri ödülü verilecek.”

"Dr. Perran Möröy En İyi Araştırma Ödülü"
Birçok ilke imza atan geleneksel kongrenin her yıl düzenli olarak yapılmaktayken bu yıl ilk olarak Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Ankara Kadın ve Çocuk Sağlığı Derneği katkılarıyla patoloji yan dal bilimi alanında çalışmaların tartışılacağını belirten Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Leyla Mollamahmutoğlu, “Genç araştırmacılarımızın sunumları ile bilimsel içeriğin destekleneceği kongremizde en iyi araştırma konulu 3 poster sunumuna "Dr. Perran Möröy En İyi Araştırma Ödülü" verilecek” dedi. Yakın Doğu Üniversitesi (Lefkoşa- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gamze Mocan Kuzey, yapılacak kongreyi desteklediklerini kaydetti.
Kongre ile ilgili web sitesi: www.jinekopatoloji.org/

5 Nisan 2010 Pazartesi

İŞİTME TARAMA PROGRAMI & KOKLEAR İMPLANT

Her sene ülkemizde 4 bin bebeğin işitme kaybıyla doğduğunun tahmin edildiğini belirten Ulusal Yeni Doğan İşitme Taraması Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Ali Özdek, yapılan tarama programı ve koklear implantlar sayesinde işitmenin bir kusur olmaktan çıktığını dile getirdi.

Türkiye’de yeni doğan her bin bebekten 3’ünde işitme kaybı olduğu düşünülüyor. İşitme kaybının erken tanınması dil ve lisan gelişimini direk etkiliyor. İki yaşına kadar olan dönemin bebeklerin dil gelişimi dönemi olduğunu kaydeden Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniği Şef Yardımcısı Doç. Dr. Ali Özdek, “Yeni doğan bebekler duyduğu sesleri algılayarak 2 yaşına kadar konuşmaya başlıyor. Bebek duymazsa konuşmayı da öğrenemiyor. Yapılan istatistiki çalışmalar gösteriyor ki her sene ortalama 4 bin bebek işitme kaybıyla doğuyor. Erken tanı konduğunda bu bebeklerin yüzde 90’ı tedavi edilebilir” bilgisini verdi.


“180 İşitme Tarama Merkezi, 1 Yılda 500 Bin Bebek Taradı”
Erken tanı için Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı Genel Müdürlüğü’nün ‘Ulusal Yeni Doğan İşitme Taraması Programı’nı yürüttüğünü kaydeden Doç. Dr. Özdek, “Ana Çocuk Sağlığı Genel Müdürlüğü’nün önderliğinde son 3 yıldır yurt genelinde yeni doğan bebeklere işitme taraması yapılmaktadır. Oto akustik emisyon ve otomatik ABR adı verilen 2 tane özel cihaz ile tarama işini yapıyoruz. Bebeğin kulağına yerleştirilen küçük bir kulaklık ile verilen sesin iç kulaktaki yansıması aynı cihazla toplanarak bebeğin duyup duymadığı tespit ediliyor. Türkiye’de her ilde tarama merkezlerimiz var. Toplam 180 tarama merkezimiz var. Tarama birkaç dakika sürüyor. Tarama sonucunda işitme kaybı tespit edilen bebeklere daha detaylı tetkikler yapılıyor. 2009 yılında yaklaşık 1 milyon 300 bin bebek doğdu ve bunların 500 bininde işitme taraması yapıldı. Yıllık doğum sayısı bini geçen hastanelerin hepsinde bir işitme taraması ünitesi olması hedefleniyor. Bu üniteler Üniversite ve Sağlık Bakanlığı hastanelerinde açılıyor. Özel hastaneler isterlerse gönüllü olarak bu programa katılıyorlar. Oradaki personel eğitimini üstleniyoruz. Ankara’daki tüm hastanelerde tarama programı yürütülüyor. Hiç bir ücret alınmıyor. Şu anda ülke genelinde her ilde en az bir tane işitme taraması yapan merkezimiz var” diye konuştu.


Yeni doğanlarda İşitme Kaybı Nasıl Oluşur?
Doğuştan işitme kaybının genellikle genetik sebeplerle meydana geldiğini kaydeden Doç . Dr. Ali Özdek, “Annenin hamileyken kullandığı bazı ilaçlar, annenin hamile iken geçirdiği bazı rahatsızlıklar, toksoplazma, kızamıkçık gibi bazı enfeksiyonlar doğuştan işitme kaybı ile doğumda etkili. Bebeğin düşük ağırlıklı veya prematüre doğması, bebeğin yoğun bakım gerektirecek bir rahatsızlığının olması işitme kaybı için risk faktörü. Menenjit, kan değişimini gerektirecek düzeyde sarılık geçirmesi, yüksek ateşli bir hastalık veya havale geçirmesi, iç kulağa zararlı bir takım ilaçlarla tedavi görmesi, ailede doğuştan işitme kaybı olan bireylerin varlığı diğer risk faktörlerini oluşturmakta. Bu bebeklerin işitmelerinin 3 yaşına kadar 6 ayda bir kontrol edilmesi gerekiyor. Ayrıca Sağlıklı bebeklerinde dil ve lisan gelişmelerinin kontrol edilmesi lazım” dedi.


İşitme Testi Olumsuz Çıkarsa?
İşitme testi sonucunun olumsuz çıktığı hallerde neler yapıldığı ile ilgili Doç. Dr. Özdek şu bilgileri veri: “Bu bebeklerin ileri test yapılan merkezlere gönderilmesi gerekiyor. Gazi Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara numune Eğitim araştırma Hastanesi, Dışkapı Eğitim Araştırma Hastanesi, Marmara Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Dicle Üniversitesi ve İnönü Üniversitesi’nde ileri testlerin yapıldığı merkezler yer alıyor. Bu merkezlerde tanı kesinleştiriliyor.”


Koklear implant Doğuştan İşitme Kaybı Olanlara Umut Veriyor
Yapılan muayeneler sonucunda işitme kaybı belirlenen bebeklerde izlenen yol ile ilgili Doç. Dr. Özdek, “Kayıp belirlenmişse, işitme cihazı ile birlikte çocuğa eğitim verilmesine paralel olarak gelişim takip ediliyor. Çocukta hastalık belirlenmişse, halk arasında biyonik kulak adı verilen Koklear implant programına alınıyor. Genellikle 1 yaşında bu implant takılıyor. Yeni doğan işitme taramasının amacı ilk bir ay içerisinde tarama programını yapmış olmak. Tarama testinde tespit edilen işitme kaybı şüphesi olan bebeklerin üst merkezlere yönlendirilerek ilk 6 aylık dönemde tanılarını kesinleştirmiş olmak. Yeni doğanların 6. ayında tedavilerine başlamış olmak. Bebekler tamamen sağır bile olsalar, erken tanı konulup gerekli müdahaleler yapıldığında 6 yaşına geldiklerinde yaşıtlarıyla aynı derecede konuşan ve ilkokula başlayan sağlıklı çocuklar haline geliyorlar. İşitme kaybı neredeyse özür olmaktan çıkmış durumda. Yeter ki erken teşhis yapılabilsin. Bizim için kritik yaş 2. dört yaşından sonra doğuştan olan sağırlıklarda başarı şansı azalıyor. Bu nedenle yeni doğan bebeklere işitme taraması yapılması gerekiyor. Dışkapı Eğitim Araştırma Hastanesi olarak on yılı aşkın süredir Koklear İmplant ameliyatlarını başarıyla gerçekleştirmekteyiz. Türkiye’nin en büyük odyoloji merkezlerinden birine sahibiz. Şu ana kadar 800ün üzerinde Koklear implant ameliyatı gerçekleştirdik. Yeni doğan bebeklere implant uygulandığı gibi, işitmesini sonradan kaybeden kişilerede uygulanabiliyor. İşitme kaybından ameliyata kadar geçen süre uzadıkça başarı şansı azalıyor” dedi.


Koklear İmplant Ameliyatı Nasıl Yapılıyor?
Koklear İmplant ameliyatlarının belirli kriterleri sağlayan işitme kaybı olan herkese uygulanabildiğini belirten Doç. Dr. Özdek, birçok hasta için başarılı sonuçlar elde etmenin mümkün olduğunu kaydetti. Koklear İmplant ameliyatını yapacak kişinin çok iyi bir eğitimden geçmesi gerektiğini ve bunun bir ekip gerektirdiğini vurgulayan Doç. Dr. Özdek, hasta seçim kriterlerinin de önemli olduğuna dikkat çekti. İmplant denilen aygıtın iki parçadan oluştuğunu dile getiren Doç. Dr. Özdek, “ İç parça denilen bölüm iç kulağa yerleştiriliyor. Kulak kepçesinin arkasındaki kemiğe gövdesi için bir yer açıyoruz. Bundan çıkan elektrotu da iç kulaktaki koklea’ya yerleştiriyoruz. Ameliyat bölgesi yaklaşık 1 ay sonra iyileşiyor. Bundan sonra dış bölge cihazı takılıyor. Bu da işitme cihazı gibi, iç bölge ile temas halinde olarak işitme sağlanıyor” şeklinde konuştu.