31 Aralık 2009 Perşembe
Maranki'den domuz gribi tavsiyeleri
Hocam hedefimiz, hastalıklardan korunmak için bağışıklık sistemimizi güçlendirmek. Temel olarak ne yapmamız lazım?
En temel amaç vücutta oluşan toksinleri atmaktır. Dolayısıyla kanı temizlemektir. Bir insanın kanı temizlenirse, kanın içinde mikroplarla savaşan askerler tam olursa, o askerler bedeni korur. Yani kanınız tam olursa, içindeki muhafızlar tam olursa; ne saçınız dökülür, ne gözünüz görmemezlik yapar, ne tiroidiniz olur, ne kalbiniz tekler, hiçbir organınızda bir arıza olmaz. Eğer bunlar oluyorsa da, sebebi bağışıklık sisteminin düşmesidir.
Öyleyse konuşmaya oradan başlayalım mı? Bağışıklık sisteminin düşmesinin sebepleri neler?
Birinci sebep, serbest radikallere maruz kalmamızdandır. Serbest radikaller, bağışıklık sistemine saldıran moleküllerdir. Antioksidanlar da bu serbest radikallerin etkilerini nötralize eden; kanser, kalp hastalıkları ve erken yaşlanmaya neden olabilecek zincir reaksiyonları engelleyen moleküllerdir. Serbest radikal oluşumuna, sigara, pestisitler, çözücüler, petrokimya ürünleri, ilaçlar, güneş ışınları, hatta yiyeceklerde bulunan bazı bileşikler neden olur. Artı aldığımız besinlerin organik olmaması, suni olması, geni değiştirilmiş olması, yanlış gübrelemelerin olması, zamanında yenmeyen meyve-sebzeler, bunlar kurutulurken veya konsantre hale getirilirken kullanılan emilgatörler nedeniyle de serbest radikaller oluşur ve bu yüzden bedenimizin bağışıklık sistemi düşer. İkincisi de elektromanyetik dalgalar; cep telefonu, bilgisayar, televizyon, uydu yansıtıcıları, evimizdeki çamaşır makinesi, buzdolabı, saç kurutma makinesi. Bütün bunlar da bağışıklık sistemimizin düşmesinde etkilidir. Mesela şimdi uçaktan indik, büyük bir basınç yedik, iki gün kendimize gelemeyiz. İşte, bütün bunların yaydığı manyetik alanlar da bedenimizdeki hücrelerimizi bloke ediyor. Demin saydığımız olumsuzluklar da hücrelerimizi bloke ediyor.
gazete vatan
23 Aralık 2009 Çarşamba
BİR SANİYEDE SANAL KALP ANJİYOGRAFİSİ YAPILACAK
Sanal Kalp Anjiyografi’deki gelişmeleri yakından takip eden Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muşturay Karçaaltıncaba, bu yöntemin hem kansız bir şekilde hem de 1 saniye gibi çok kısa bir sürede tamamlanacağını belirtti.
Sanal Kalp Anjiyografi (kansız anjiyografi)’de 3 bin hastanın üzerinde yapılan çalışmanın sonuçlarını 30. Ulusal Radyoloji Kongresi’nde sunan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muşturay Karçaaltıncaba, bu yöntemin önceden sadece kalp hızı düşük hastalara (70 atım/dk) yapılabildiğini ancak günümüzde kalp hızı yüksek hastalara da uygulanabildiğini belirtti. Yoğun talep gören yöntemin bu zamana kadar Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde 10 bin hastaya yapıldığını kaydeden Doç. Dr. Karçaaltıncaba, kardiyologlar ve dahiliye uzmanlarının yönlendirmesi sonucunda düşük ve orta risk faktörü taşıyanların öncelikli grup içerisinde yer aldığını dile getirdi. Bu yöntem, normal anjiyo ile karşılaştırıldığında hem fiyat hem de hastanın kansız anjiyo sonrası eve hemen dönebilmesi bakımından çok avantajlıdır. Ayrıca bu yöntemle koroner kalp hastalığının erken tanısı ve tedavisi mümkün olabilmektedir” dedi. Ailelerinde kalp krizi geçirenler, sigara içenler ve kandaki lipit miktarında artış olduğu gözlenenlerin bu risk faktörü taşıyan gruba dahil olduğunu söyleyen Doç. Dr. Karçaaltıncaba, “Risk faktörleri düşük, orta ve yüksek olmak üzere üçe ayrılıyor. Kansız anjiyo için tercih edilenler genellikle düşük ve orta risk faktörü taşıyanlar oluyor. Çünkü yüksek risk grubu içinde olanların, kardiyologlar tarafından anjiyoya yönlendirilmesi gerekiyor. Yüksek risk grubunda olanların damarlarında önemli darlıklar olabiliyor.
“Kansız Anjiyografi ile Damar Duvarları da Görülebiliyor”
Sanal Kalp Anjiyografi işleminin yaklaşık 5 saniye sürdüğüne dikkat çeken Doç. Dr. Karçaaltıncaba, bu durumun hastalar açısından inanılmaz bir konfor sunduğunu bildirdi. Hastanın dirseğindeki toplar damara kateter yerleştirilerek ilaç verildiğini kaydeden Doç. Dr. Karçaaltıncaba, “Verilen ilaç kalbe geldiği zaman görüntülemeyi başlatıyoruz. Otomatik olarak cihaz işlemi yapabiliyor ve hastaların birçoğu tetkikin başlayıp bittiğini fark etmiyor bile. Bu yöntemin başka bir avantajı da normal anjiyoda saptanamayan rahatsızlıklar saptanabiliyor. Normal anjiyoda hiçbir risk taşımadığı söylenen hastaların bazıları evlerine döndüğünde kaybedilebiliyor. Bunun da nedeni normal anjiyo ile damar duvarının görülemiyor olmasıdır. Kalp hastalığını şöyle düşünebiliriz; damar sertleşmesi damarın duvarında oluyor ve bu sertleşme ani olarak damar tıkanmasına neden olabiliyor, dolayısıyla duvarın görülebileceği bir yöntem gerekiyor. Kansız anjiyografi yapılarak, damar duvarları da rahatlıkla görülebiliyor” şeklinde konuştu.
1 Saniyede Sanal Kalp Anjiyografisi Yapılabilecek
Türk radyologların tecrübeleri ile cihazların üretimlerine de yön verdiklerini vurgulayan Doç. Dr. Karçaaltıncaba, anjiyonun hem kansız bir şekilde hem de 1 saniye gibi çok kısa bir sürede tamamlanmasını sağlayan bir yöntemin bulunduğunu kaydetti. Doç. Dr. Karçaaltıncaba, hastaya nefes tutturarak işlemin yapıldığına değindi ve belki de ilerleyen dönemlerde buna gerek kalmayacağını söyledi. Ayrıca vücuttaki diğer damarlardaki tümörlerin görüntülenmesinin cerrahide çok önemli olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Karçaaltıncaba, “Damar tümörleri çok nadir görülen hastalıklar olsa da, bunları görebiliyoruz ve tanılarını koyarak, cerrahların ameliyat etmelerini sağlıyoruz” diye konuştu.
Sanal Kalp Anjiyografi (kansız anjiyografi)’de 3 bin hastanın üzerinde yapılan çalışmanın sonuçlarını 30. Ulusal Radyoloji Kongresi’nde sunan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muşturay Karçaaltıncaba, bu yöntemin önceden sadece kalp hızı düşük hastalara (70 atım/dk) yapılabildiğini ancak günümüzde kalp hızı yüksek hastalara da uygulanabildiğini belirtti. Yoğun talep gören yöntemin bu zamana kadar Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde 10 bin hastaya yapıldığını kaydeden Doç. Dr. Karçaaltıncaba, kardiyologlar ve dahiliye uzmanlarının yönlendirmesi sonucunda düşük ve orta risk faktörü taşıyanların öncelikli grup içerisinde yer aldığını dile getirdi. Bu yöntem, normal anjiyo ile karşılaştırıldığında hem fiyat hem de hastanın kansız anjiyo sonrası eve hemen dönebilmesi bakımından çok avantajlıdır. Ayrıca bu yöntemle koroner kalp hastalığının erken tanısı ve tedavisi mümkün olabilmektedir” dedi. Ailelerinde kalp krizi geçirenler, sigara içenler ve kandaki lipit miktarında artış olduğu gözlenenlerin bu risk faktörü taşıyan gruba dahil olduğunu söyleyen Doç. Dr. Karçaaltıncaba, “Risk faktörleri düşük, orta ve yüksek olmak üzere üçe ayrılıyor. Kansız anjiyo için tercih edilenler genellikle düşük ve orta risk faktörü taşıyanlar oluyor. Çünkü yüksek risk grubu içinde olanların, kardiyologlar tarafından anjiyoya yönlendirilmesi gerekiyor. Yüksek risk grubunda olanların damarlarında önemli darlıklar olabiliyor.
“Kansız Anjiyografi ile Damar Duvarları da Görülebiliyor”
Sanal Kalp Anjiyografi işleminin yaklaşık 5 saniye sürdüğüne dikkat çeken Doç. Dr. Karçaaltıncaba, bu durumun hastalar açısından inanılmaz bir konfor sunduğunu bildirdi. Hastanın dirseğindeki toplar damara kateter yerleştirilerek ilaç verildiğini kaydeden Doç. Dr. Karçaaltıncaba, “Verilen ilaç kalbe geldiği zaman görüntülemeyi başlatıyoruz. Otomatik olarak cihaz işlemi yapabiliyor ve hastaların birçoğu tetkikin başlayıp bittiğini fark etmiyor bile. Bu yöntemin başka bir avantajı da normal anjiyoda saptanamayan rahatsızlıklar saptanabiliyor. Normal anjiyoda hiçbir risk taşımadığı söylenen hastaların bazıları evlerine döndüğünde kaybedilebiliyor. Bunun da nedeni normal anjiyo ile damar duvarının görülemiyor olmasıdır. Kalp hastalığını şöyle düşünebiliriz; damar sertleşmesi damarın duvarında oluyor ve bu sertleşme ani olarak damar tıkanmasına neden olabiliyor, dolayısıyla duvarın görülebileceği bir yöntem gerekiyor. Kansız anjiyografi yapılarak, damar duvarları da rahatlıkla görülebiliyor” şeklinde konuştu.
1 Saniyede Sanal Kalp Anjiyografisi Yapılabilecek
Türk radyologların tecrübeleri ile cihazların üretimlerine de yön verdiklerini vurgulayan Doç. Dr. Karçaaltıncaba, anjiyonun hem kansız bir şekilde hem de 1 saniye gibi çok kısa bir sürede tamamlanmasını sağlayan bir yöntemin bulunduğunu kaydetti. Doç. Dr. Karçaaltıncaba, hastaya nefes tutturarak işlemin yapıldığına değindi ve belki de ilerleyen dönemlerde buna gerek kalmayacağını söyledi. Ayrıca vücuttaki diğer damarlardaki tümörlerin görüntülenmesinin cerrahide çok önemli olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Karçaaltıncaba, “Damar tümörleri çok nadir görülen hastalıklar olsa da, bunları görebiliyoruz ve tanılarını koyarak, cerrahların ameliyat etmelerini sağlıyoruz” diye konuştu.
21 Aralık 2009 Pazartesi
SAĞLIK SEKTÖRÜNDEKİ MALİ SORUNLAR
Sağlık Sektöründe Özel Kuruluşların Mali Sorunları isimli toplantıda medikal firmaların UBB, ihaleler ve ödemelerdeki sorunları masaya yatırıldı.
SAYED tarafından düzenlenen, “Sağlık 2009 Hastane Yönetimi ve Tam Gün Yasası Sempozyumu”nda “Sağlık Sektöründe Özel Kuruluşların Mali Sorunları” tartışıldı. Yapılan oturumun başkanlığını İstanbul İl Sağlık Müdürü Doç. Dr. Ali İhsan Dokucu gerçekleştirdi.
Sağlık Teknolojileri Değerlendirmesinin başladığı yerin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) olduğunu hatırlatan SGK İlaç ve Tıbbi Malzeme Mevzuat Daire Başkanı Dr. Hanefi Gök, tıbbi malzemede hedeflenen sistem hakkında şöyle konuştu: “Firmanın dosyası incelenerek uygunluğuna bakılıyor. İlaç Şube Müdürlüğü’nde değerlendirildikten sonra, sekretaryada ayıklanarak piyasada bulunan bir ürünün biyoeşdeğer ise ve onlardan daha ucuzsa 7. madde kapsamında bir haftada yayınlanıyor. Değilse tekrar ekonomik değerlendirme komisyona geliyor yine aynı şekilde prosedür işleniyor. İlaç tercih edilirken 3 önemli noktaya dikkat ediyoruz. Önceki tedaviye göre ne kadar etkin ne kadar güvenilir ve maliyet olarak nedir. Tıbbi malzemede ise bunun kriterleri oluşturuluyor, bu anlamda ilaç kriterleri daha avantajlı. Yaklaşık 12 bin tane ruhsatlı ilacımız var. Bunun tamamının ruhsatı ve biyoeşdeğerliği Sağlık Bakanlığı’ndan veriliyor. Bize hazır dosya geliyor. Medikalde böyle bir şansımız yok. Gelen ürün UBB’ye kayıtlı oluyor ve biz bunu değerlendirmek durumunda kalıyoruz. Medikal sektörde yaklaşık 1.5 milyona yaklaştı ürünler. Tıbbi malzemeleri grup olarak değerlendiriyoruz. Amacımız ilerde tek tek değerlendirmek. Komisyona gelen ürünler tek tek ayırtlanarak branş ve maliyet eş değerlerine göre karar oluşuyor ve sonra kurum ödemeye karar verdiği her hangi bir sağlık hizmetinin, tıbbi malzeme de sağlık hizmetine dahildir. Sağlık Bakanlığı’nın da onayı alınarak son karar veriliyor. Şu zamana kadar hiç olumsuz bir görüş almadık.”
Dr. Gök, maliyet azaltma yaklaşımlarını şöyle sıraladı:
• İskontolar: Bir ürün geri ödemeye standart yüzde 11 İSKONTO İLE GİREBİLİR. Fiyatı 3.96’nın altında olan ürünlerde bu oran yüzde 4’tür.
• Pazarlık: Dolaylı ( band vb) yada şifai olarak daha yüksek iskonto istenebilir. Pazarlık unsurunu pek çok ülke ciddi olarak kullanıyor.
• Reçetelenme Kuralı: İlacın reçetelenmesinin bazı kurallara bağlanması satışlarını azaltıyor.
• Risk Paylaşım ( Risk-sharing): Bazı ülkeler çok etkili olarak kullanıyorlar.
• Global Bütçeleme: Bütçe baştan sabitleniyor. Aşıldığında ödenmiyor.
• Kota: İlaçlar için belli kotalar konuyor. Kotası dolan daha fazla satamıyor.
• Zorunlu İndirimler: Bazı ülkelerde jenerik piyasaya girdiğinde orjinalin fiyatı yüzde 20 düşürülüyor.
• Referans Ülke Sayısının Artırılması: 10’un üzerinde referans fiyat isteyen ülkeler var.
• Kademeli Fiyatlandırma : Örneğin, ilk gelen jenerik orjinalin yüzde 80’ine kadar fiyat alabiliyor ise, bir sonraki jenerik bunun belli oranda altında ve sonraki her gelen belli oranda altında fiyat alabiliyor.
• “ Tedavi eşdeğerliği” Bu güne kadar alışılagelmiş olan farmakolojik olarak eşdeğerlik uygulanması. Bazı ülkeler “ kardeş “ molekülleri aynı eşdeğer gruba alabiliyor. ( PPI, Statinler, vb.)
“Medikal Sektör Parasını Ne Zaman Alacağını Bilmeli”
Kaliteli ve sürdürülebilir sağlık hizmetlerinde yapılması gerekenler hakkında konuşan TÜMDEF Genel Başkanı Mehmet Ali Özkan, “Hizmet sektörü ağır bir sektör, bu sağlık alanında olunca daha da ağırlaşıyor. Tıbbi cihaz ve malzeme teşhis ve tedavide çok önemli bir yere sahip. Tıbbi cihaz sektörünün bugünkü konumunu 3 ana başlık altında ele alırsak. Finansal yapı olarak çok kötü durumdayız. Çünkü; 30-40 tane firma bir ihaleye müracaat ediyor. Burada ihaleyi almak için fiyatlar düşürülüyor. İhaleyi alan firma malını teslim ettikten sonra parasını ne zaman alacağını bilmiyor. Şartnamelerde büyük sıkıntı yaşanıyor. Sağlık sektöründe özel hastane ve ilaç firmalarının parasını kaç günde alacağı belli. Ama teşhis ve tedavide önemli bir yere sahip olan tıbbi malzeme tedarikçilerinin parasını kaç günde alacağı belli değil. Bu adaletsizlik mutlaka giderilmeli. Bakanlığın gösterdiği iyi niyeti bazı hastanelerde göremiyoruz. 2 ayda parasını aldığımız hastane varken, 8 ayda parasını aldığımız hastane de var. Hastaneler aynı mevzuat aynı yönetmelik aynı şartlarda yönetiliyor. Bakanlığımızın titizliğini hastanelerde göremiyoruz. Ayrıca global kriz nedeniyle bankaların kredi vermemesi ve ek teminat istemesi ile her taraftan sıkışmış durumdayız. Malı satıyoruz tahsil edemiyoruz. Finansal kaynaklarımız tükenmiş durumda. Meslek standartları konusunda tıbbi cihaz satan firmaların meslek standartlarının olmaması usta çırak ilişkisini devamına saygı gösteriyoruz. SEİS ve TÜMDEF olarak, meslek yeterlilik kurumuyla anlaşma yaptık. Mesleğimizin standartlarının belirlenmesi konusunda protokol yaptık. Bundan sonra tıbbi cihaz işi ile ilgilenen kişilerin meslek standartları belirlenecek, bu işi kimlerin yapabileceği, hangi durumlarda yapabileceği belirlenecek.
“Laboratuar Tetkikleri Yapılmadan Hekim Karar Verebilir mi?”
Tıbbi cihaz sektöründe diğer bir sorunun da örgütlenme olduğunu söyleyen Özkan, “Üretici, ithalatçı ve bayilerin sistemin tamamını içine alacağı bir şekilde olacağız. Sonuca dayalı toplantılar yapamıyoruz. Sağlık Bakanlığı ile yazılı müracaatlarımız var, SGK ile de yapılmasını ümit ediyoruz. Maliye Bakanlığı ile diyaloglarımızda, herhangi bir sorun olduğu zaman Sağlık Bakanlığına yönlendiriliyoruz. Röntgen olmadan radyolog teşhis koyabilir mi? Laboratuvar tetkikleri yapılmadan hekim karar verebilir mi? İğneniz olmadan enjeksiyon yapabilir misiniz? O zaman bunun da öncelikli bir konu olduğunun farkına varılmalıdır” dedi.
Bir Ürünü Tarif Etmeden İhtiyaca Yönelik Şartnameler
Tahsilat sorunu, teknik şartnamelerin yanı sıra hastane yöneticilerinin isteklerini doğru sıralamalarının çok önemli olduğuna değinen Özkan, bir ürünü tarif etmeden daha çok ihtiyaca yönelik şekilde ihaleye katılımı teşvik edeceklerini ve çok iyi şartlarda yanıt alabileceklerini söyledi.
Çin malı merdiven altı üretiminin önüne geçebilmek için kaliteli mal ihtiyacının doğru belirlenmesi gerektiğine dikkat çeken Özkan, merdiven altı ürünlerin hastane kapısından giremeyeceğini ve şartnamelerin hazırlanmasına yönelik kılavuz başvurusunda bulunduklarını iletti.
“UBB’de Görüş Alışverişi Olmalı”
Türkiye’nin coğrafi olarak çok iyi bir konumda olduğunu Tıbbi malzemede çok önemli bir konumda olduğunu kaydeden Özkan, “Sanayi Bakanlığının, tıbbi cihaz sektörünün planlaması konusunda bir şeyler yapmalı. Türkiye de 4-5 tane enjektör üreten firma var ama bir tane bile iğne üreten firma yok. İğne stratejik bir üründür. İhtiyaca binaen tıbbi cihaz üretilmelidir” şeklinde konuştu. UBB’ye fiyat beyanına karşı olmadıklarını ancak SGK tarafından çok kısa sürede yürürlüğe girdiğini kaydeden Özkan, kayıt yapılmadığı takdirde ihalelere girilemeyeceği öğrendiklerini söyledi. Sektör temsilcileri toplanarak görüş alışverişinde bulunulduğu takdirde, sektörün kendini hazırlayacağını İfade eden Özkan, bu uygulama ilk yapıldığında kargaşa çıktığını, telefonlarının kilitlendiğini kaydetti. ,
“İthalatçıların Tüten Bacaları Yok”
“Türkiye’de yabancı sermaye olarak yer alan ticari firmaların tüten bir tane bacaları yoktur” diyen Özkan, sağlık sektörünün yüzde 60-70 gelirinden nema aldıklarını ve Luksenburg’da, Almanya da fabrikalarının olduğunu, Türkiye’de sadece paketleme fabrikalarını getirdiklerini belirtti. Özkan şöyle devam etti: “Yerli sanayimiz bu anlamda desteklenmelidir. Önerimiz, özellikle SGK’nın sağlık branşlarında önce insan sonra hekimler olan bir çalışma grubu oluşturulsun. Böylece hem üreten hem ithal eden firmalar ürünün performansını değerlendirebilmeli. Klinik araştırma ve puanlama yapılsın. Sağlık Bakanlığı ürünleri 1.2.3 sınıf olarak sınıflandırsın.”
“e-İhale Ocakta Yürürlüğe Giriyor”
Sağlık harcamaların artışının ana nedeninin kolay erişilebilir, kaliteli hizmet sunmayı hedef edinen hükümetin ‘Sağlıkta Dönüşümü Programı’yla beraber arttığını dile getiren SEİS Genel Başkanı Metin Demir, sağlığın da temizlik gibi periyodik ödemeler kapsamına alınması gerektiğini söyledi. Stok yönetimi ve ödemelerin 3 aya indirileceğinin söylendiğini hatırlatan Demir, “Ancak bu kadar kısa süreli stoklarla hastane yönetiminin zor olacağı söyleniyor. Çerçeve anlaşması ve ihalelerin gerçekleştirilmediği takdirde, hastanelerin doğrudan alıma gideceğini düşünüyoruz. Doğrudan temin de bizim sektör olarak tasvip etmediğimiz bir yöntem. Hastanelerin sarf malzeme alımlarında sorun yok. Tıbbi cihaz alımları zaten çerçeve yöntemine uygun değil. e-ihale projesi, Ocak ayında yürürlüğe girecek. Bunlar için de ciddi eğitimler gerekiyor” dedi.
“Özel Sektörün “Öteki” Olduğu Düşüncesinden Artık Kurtulmalı”
Özel sağlık kuruluşların mali durumları hakkında son yıllarda ülkemizde ortaya konulan sağlıkta dönüşüm projesinin destekçisi ve savunucusu olduklarını ifade eden Lokman Hekim Hastanesi Başhekimi Uzm.Dr. Mustafa Sarıoğlu, “Sağlıkta dönüşüm projesi ilk ortaya konulduğunda insanımızın hem devlet hem de özelden hizmet alabilmesi hizmet sunumunu ve kalitenin artmasını sağlayacağını düşündük. Hem özel hem de devlette kalite arttı. Halkımız uygulamadan memnun kaldı. Aksaklıklar yanlışlıklar oldu ama proje genel düşünüldüğünde sektörümüze katkısı göz ardı edilemez. Kurum olarak büyük özverilerle büyük yatırımlar yaptık. Ülkemizde sağlık hizmetinin yüzde 30-35’ini özel sağlık kuruluşları karşılamaktadır. Kardiyoloji, kardiyovasküler, yoğun bakım hizmetlerinde, onkolojide, organ naklinde bu rakamlar daha fazla oranlara çıkmaktadır. Fakat yıllar geçtikçe ciddi sorunlar ortaya çıktı. Kolay ulaşılabilir iyi kaliteli hizmet adına istihdam oluşturmak ve makul kazançlar sağlamak düşüncesi bugün ayakta kalmak ve kurumumuzu kapatmamak için ciddi efor sarf eder konuma getirdi. Motivasyonumuz ciddi anlamda yara aldı. Sağlık hizmeti sağlamada, özele destek verilmesi gerektiğini devletin fark etmesi, bizim en önemli sorunumuz. Özel sektörün “öteki” olduğu düşüncesinden artık kurtulmalı. Aynı safta daha iyi daha kaliteli hizmet verebiliriz” diye konuştu.
SAYED tarafından düzenlenen, “Sağlık 2009 Hastane Yönetimi ve Tam Gün Yasası Sempozyumu”nda “Sağlık Sektöründe Özel Kuruluşların Mali Sorunları” tartışıldı. Yapılan oturumun başkanlığını İstanbul İl Sağlık Müdürü Doç. Dr. Ali İhsan Dokucu gerçekleştirdi.
Sağlık Teknolojileri Değerlendirmesinin başladığı yerin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) olduğunu hatırlatan SGK İlaç ve Tıbbi Malzeme Mevzuat Daire Başkanı Dr. Hanefi Gök, tıbbi malzemede hedeflenen sistem hakkında şöyle konuştu: “Firmanın dosyası incelenerek uygunluğuna bakılıyor. İlaç Şube Müdürlüğü’nde değerlendirildikten sonra, sekretaryada ayıklanarak piyasada bulunan bir ürünün biyoeşdeğer ise ve onlardan daha ucuzsa 7. madde kapsamında bir haftada yayınlanıyor. Değilse tekrar ekonomik değerlendirme komisyona geliyor yine aynı şekilde prosedür işleniyor. İlaç tercih edilirken 3 önemli noktaya dikkat ediyoruz. Önceki tedaviye göre ne kadar etkin ne kadar güvenilir ve maliyet olarak nedir. Tıbbi malzemede ise bunun kriterleri oluşturuluyor, bu anlamda ilaç kriterleri daha avantajlı. Yaklaşık 12 bin tane ruhsatlı ilacımız var. Bunun tamamının ruhsatı ve biyoeşdeğerliği Sağlık Bakanlığı’ndan veriliyor. Bize hazır dosya geliyor. Medikalde böyle bir şansımız yok. Gelen ürün UBB’ye kayıtlı oluyor ve biz bunu değerlendirmek durumunda kalıyoruz. Medikal sektörde yaklaşık 1.5 milyona yaklaştı ürünler. Tıbbi malzemeleri grup olarak değerlendiriyoruz. Amacımız ilerde tek tek değerlendirmek. Komisyona gelen ürünler tek tek ayırtlanarak branş ve maliyet eş değerlerine göre karar oluşuyor ve sonra kurum ödemeye karar verdiği her hangi bir sağlık hizmetinin, tıbbi malzeme de sağlık hizmetine dahildir. Sağlık Bakanlığı’nın da onayı alınarak son karar veriliyor. Şu zamana kadar hiç olumsuz bir görüş almadık.”
Dr. Gök, maliyet azaltma yaklaşımlarını şöyle sıraladı:
• İskontolar: Bir ürün geri ödemeye standart yüzde 11 İSKONTO İLE GİREBİLİR. Fiyatı 3.96’nın altında olan ürünlerde bu oran yüzde 4’tür.
• Pazarlık: Dolaylı ( band vb) yada şifai olarak daha yüksek iskonto istenebilir. Pazarlık unsurunu pek çok ülke ciddi olarak kullanıyor.
• Reçetelenme Kuralı: İlacın reçetelenmesinin bazı kurallara bağlanması satışlarını azaltıyor.
• Risk Paylaşım ( Risk-sharing): Bazı ülkeler çok etkili olarak kullanıyorlar.
• Global Bütçeleme: Bütçe baştan sabitleniyor. Aşıldığında ödenmiyor.
• Kota: İlaçlar için belli kotalar konuyor. Kotası dolan daha fazla satamıyor.
• Zorunlu İndirimler: Bazı ülkelerde jenerik piyasaya girdiğinde orjinalin fiyatı yüzde 20 düşürülüyor.
• Referans Ülke Sayısının Artırılması: 10’un üzerinde referans fiyat isteyen ülkeler var.
• Kademeli Fiyatlandırma : Örneğin, ilk gelen jenerik orjinalin yüzde 80’ine kadar fiyat alabiliyor ise, bir sonraki jenerik bunun belli oranda altında ve sonraki her gelen belli oranda altında fiyat alabiliyor.
• “ Tedavi eşdeğerliği” Bu güne kadar alışılagelmiş olan farmakolojik olarak eşdeğerlik uygulanması. Bazı ülkeler “ kardeş “ molekülleri aynı eşdeğer gruba alabiliyor. ( PPI, Statinler, vb.)
“Medikal Sektör Parasını Ne Zaman Alacağını Bilmeli”
Kaliteli ve sürdürülebilir sağlık hizmetlerinde yapılması gerekenler hakkında konuşan TÜMDEF Genel Başkanı Mehmet Ali Özkan, “Hizmet sektörü ağır bir sektör, bu sağlık alanında olunca daha da ağırlaşıyor. Tıbbi cihaz ve malzeme teşhis ve tedavide çok önemli bir yere sahip. Tıbbi cihaz sektörünün bugünkü konumunu 3 ana başlık altında ele alırsak. Finansal yapı olarak çok kötü durumdayız. Çünkü; 30-40 tane firma bir ihaleye müracaat ediyor. Burada ihaleyi almak için fiyatlar düşürülüyor. İhaleyi alan firma malını teslim ettikten sonra parasını ne zaman alacağını bilmiyor. Şartnamelerde büyük sıkıntı yaşanıyor. Sağlık sektöründe özel hastane ve ilaç firmalarının parasını kaç günde alacağı belli. Ama teşhis ve tedavide önemli bir yere sahip olan tıbbi malzeme tedarikçilerinin parasını kaç günde alacağı belli değil. Bu adaletsizlik mutlaka giderilmeli. Bakanlığın gösterdiği iyi niyeti bazı hastanelerde göremiyoruz. 2 ayda parasını aldığımız hastane varken, 8 ayda parasını aldığımız hastane de var. Hastaneler aynı mevzuat aynı yönetmelik aynı şartlarda yönetiliyor. Bakanlığımızın titizliğini hastanelerde göremiyoruz. Ayrıca global kriz nedeniyle bankaların kredi vermemesi ve ek teminat istemesi ile her taraftan sıkışmış durumdayız. Malı satıyoruz tahsil edemiyoruz. Finansal kaynaklarımız tükenmiş durumda. Meslek standartları konusunda tıbbi cihaz satan firmaların meslek standartlarının olmaması usta çırak ilişkisini devamına saygı gösteriyoruz. SEİS ve TÜMDEF olarak, meslek yeterlilik kurumuyla anlaşma yaptık. Mesleğimizin standartlarının belirlenmesi konusunda protokol yaptık. Bundan sonra tıbbi cihaz işi ile ilgilenen kişilerin meslek standartları belirlenecek, bu işi kimlerin yapabileceği, hangi durumlarda yapabileceği belirlenecek.
“Laboratuar Tetkikleri Yapılmadan Hekim Karar Verebilir mi?”
Tıbbi cihaz sektöründe diğer bir sorunun da örgütlenme olduğunu söyleyen Özkan, “Üretici, ithalatçı ve bayilerin sistemin tamamını içine alacağı bir şekilde olacağız. Sonuca dayalı toplantılar yapamıyoruz. Sağlık Bakanlığı ile yazılı müracaatlarımız var, SGK ile de yapılmasını ümit ediyoruz. Maliye Bakanlığı ile diyaloglarımızda, herhangi bir sorun olduğu zaman Sağlık Bakanlığına yönlendiriliyoruz. Röntgen olmadan radyolog teşhis koyabilir mi? Laboratuvar tetkikleri yapılmadan hekim karar verebilir mi? İğneniz olmadan enjeksiyon yapabilir misiniz? O zaman bunun da öncelikli bir konu olduğunun farkına varılmalıdır” dedi.
Bir Ürünü Tarif Etmeden İhtiyaca Yönelik Şartnameler
Tahsilat sorunu, teknik şartnamelerin yanı sıra hastane yöneticilerinin isteklerini doğru sıralamalarının çok önemli olduğuna değinen Özkan, bir ürünü tarif etmeden daha çok ihtiyaca yönelik şekilde ihaleye katılımı teşvik edeceklerini ve çok iyi şartlarda yanıt alabileceklerini söyledi.
Çin malı merdiven altı üretiminin önüne geçebilmek için kaliteli mal ihtiyacının doğru belirlenmesi gerektiğine dikkat çeken Özkan, merdiven altı ürünlerin hastane kapısından giremeyeceğini ve şartnamelerin hazırlanmasına yönelik kılavuz başvurusunda bulunduklarını iletti.
“UBB’de Görüş Alışverişi Olmalı”
Türkiye’nin coğrafi olarak çok iyi bir konumda olduğunu Tıbbi malzemede çok önemli bir konumda olduğunu kaydeden Özkan, “Sanayi Bakanlığının, tıbbi cihaz sektörünün planlaması konusunda bir şeyler yapmalı. Türkiye de 4-5 tane enjektör üreten firma var ama bir tane bile iğne üreten firma yok. İğne stratejik bir üründür. İhtiyaca binaen tıbbi cihaz üretilmelidir” şeklinde konuştu. UBB’ye fiyat beyanına karşı olmadıklarını ancak SGK tarafından çok kısa sürede yürürlüğe girdiğini kaydeden Özkan, kayıt yapılmadığı takdirde ihalelere girilemeyeceği öğrendiklerini söyledi. Sektör temsilcileri toplanarak görüş alışverişinde bulunulduğu takdirde, sektörün kendini hazırlayacağını İfade eden Özkan, bu uygulama ilk yapıldığında kargaşa çıktığını, telefonlarının kilitlendiğini kaydetti. ,
“İthalatçıların Tüten Bacaları Yok”
“Türkiye’de yabancı sermaye olarak yer alan ticari firmaların tüten bir tane bacaları yoktur” diyen Özkan, sağlık sektörünün yüzde 60-70 gelirinden nema aldıklarını ve Luksenburg’da, Almanya da fabrikalarının olduğunu, Türkiye’de sadece paketleme fabrikalarını getirdiklerini belirtti. Özkan şöyle devam etti: “Yerli sanayimiz bu anlamda desteklenmelidir. Önerimiz, özellikle SGK’nın sağlık branşlarında önce insan sonra hekimler olan bir çalışma grubu oluşturulsun. Böylece hem üreten hem ithal eden firmalar ürünün performansını değerlendirebilmeli. Klinik araştırma ve puanlama yapılsın. Sağlık Bakanlığı ürünleri 1.2.3 sınıf olarak sınıflandırsın.”
“e-İhale Ocakta Yürürlüğe Giriyor”
Sağlık harcamaların artışının ana nedeninin kolay erişilebilir, kaliteli hizmet sunmayı hedef edinen hükümetin ‘Sağlıkta Dönüşümü Programı’yla beraber arttığını dile getiren SEİS Genel Başkanı Metin Demir, sağlığın da temizlik gibi periyodik ödemeler kapsamına alınması gerektiğini söyledi. Stok yönetimi ve ödemelerin 3 aya indirileceğinin söylendiğini hatırlatan Demir, “Ancak bu kadar kısa süreli stoklarla hastane yönetiminin zor olacağı söyleniyor. Çerçeve anlaşması ve ihalelerin gerçekleştirilmediği takdirde, hastanelerin doğrudan alıma gideceğini düşünüyoruz. Doğrudan temin de bizim sektör olarak tasvip etmediğimiz bir yöntem. Hastanelerin sarf malzeme alımlarında sorun yok. Tıbbi cihaz alımları zaten çerçeve yöntemine uygun değil. e-ihale projesi, Ocak ayında yürürlüğe girecek. Bunlar için de ciddi eğitimler gerekiyor” dedi.
“Özel Sektörün “Öteki” Olduğu Düşüncesinden Artık Kurtulmalı”
Özel sağlık kuruluşların mali durumları hakkında son yıllarda ülkemizde ortaya konulan sağlıkta dönüşüm projesinin destekçisi ve savunucusu olduklarını ifade eden Lokman Hekim Hastanesi Başhekimi Uzm.Dr. Mustafa Sarıoğlu, “Sağlıkta dönüşüm projesi ilk ortaya konulduğunda insanımızın hem devlet hem de özelden hizmet alabilmesi hizmet sunumunu ve kalitenin artmasını sağlayacağını düşündük. Hem özel hem de devlette kalite arttı. Halkımız uygulamadan memnun kaldı. Aksaklıklar yanlışlıklar oldu ama proje genel düşünüldüğünde sektörümüze katkısı göz ardı edilemez. Kurum olarak büyük özverilerle büyük yatırımlar yaptık. Ülkemizde sağlık hizmetinin yüzde 30-35’ini özel sağlık kuruluşları karşılamaktadır. Kardiyoloji, kardiyovasküler, yoğun bakım hizmetlerinde, onkolojide, organ naklinde bu rakamlar daha fazla oranlara çıkmaktadır. Fakat yıllar geçtikçe ciddi sorunlar ortaya çıktı. Kolay ulaşılabilir iyi kaliteli hizmet adına istihdam oluşturmak ve makul kazançlar sağlamak düşüncesi bugün ayakta kalmak ve kurumumuzu kapatmamak için ciddi efor sarf eder konuma getirdi. Motivasyonumuz ciddi anlamda yara aldı. Sağlık hizmeti sağlamada, özele destek verilmesi gerektiğini devletin fark etmesi, bizim en önemli sorunumuz. Özel sektörün “öteki” olduğu düşüncesinden artık kurtulmalı. Aynı safta daha iyi daha kaliteli hizmet verebiliriz” diye konuştu.
TIPTA UYGULAMA HATALARININ BEDELİ AĞIR OLABİLİYOR
Son yıllarda hekimlerin büyük sorun yaşadığı “Tıpta Uygulama Hataları” isimli konferansta hekimlerin nelere dikkat etmesi gerektiği üzerinde duruldu.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi Hasan Ali Yücel Konferans Salonunda düzenlenen “Tıpta Uygulama Hataları” konferansı büyük ilgi gördü. Konferansa Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ, Dekan Prof. Dr. İlker Ökten, Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Muharrem Gerçeker, İbn-i Sina Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. İbrahim Aşık ve hastane personeli katıldı.
“Tıpta Uygulama Hataları Ekonomik Kayıplara Neden Oluyor”
Konferansta konuşan Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ, doktorluğun uygulayarak, daha kolay ve daha sağlıklı öğrenilen bir meslek olduğunu belirterek, tıp mesleğinde makul, yapılabilir hataların olabileceğini söyledi. Ama tıbbi hata kavramının daha farklı incelenmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Taluğ, “Tıpta hata kavramı farklı olarak değerlendirilmelidir. Bu hataların bedeli bazen daha ağır olabilmektedir. Bazen sakatlıklara yol açarak bazen de ekonomik kayıplara neden olarak karşımıza çıkabilir. Hatalara bakışımızı doğru, makul, mantıklı bir zemine oturtmak gerekiyor. Yine hasta haklarını da bu zeminde değerlendirmek ve bu bağlamda her türlü tedbiri almak gerekiyor” dedi.
Bazen Hekimler Hatalı Olmadığı Halde Suçlanabiliyor!
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Ökten, yapılan tıp hatalarına değinerek, bu tür hataların olmaması için çok dikkatli olunması gerektiğini söyledi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri gibi 3. basamak üniversite hastanelerinde çok önemli hastalıkların tedavisinin yapıldığını hatırlatan Prof. Dr. Ökten, bu yüzden tıp hatalarına karşı önlemlerin alınmasının önemine işaret etti. Bazen hekimlerin hiç bir hatasının olmamasına rağmen hata yaptıkları yönünde suçlanabildiğini de belirten Prof. Dr. Ökten, iyi bir hasta hekim iletişiminin oluşabilecek hataları azaltacağını vurguladı.
“Amacımız Hatalarımızı Görmek ve Çözüm Bulmaktır”
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Yaşar Bilge, tıpta uygulama hatalarının hasta ve hasta yakınları, çalışanlar açısından farklı etik boyutu olan bir konu olduğunu söyleyerek, sağlık çalışanları açısından bakıldığında daha önemli bir hale geldiğini belirtti. Düzenlenen sempozyumun bir hizmet içi eğitim olduğunu söyleyen Prof. Dr. Bilge, temel amacımız ilgili yasa çerçevesinde hatalarımızı görmek ve çözüm noktalarını tartışmak olduğunu söyledi.
“Cerrahi Alandan Yapılan Hataların Sonuçları Daha Ağır Oluyor”
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semih Baskan, hekimliğin gerçekten çok zor bir iş olduğunu, zor şartlar altında görev yaptıklarını söyledi. Tıpta uygulama hatalarının, sağlık çalışanları tarafından yapılabildiği gibi komplikasyonlardan da kaynaklanabildiğini vurguladı. Bu hataların tıbbi bilginin olmaması, tıbbi teknolojinin eksikliği ve beceri eksikliğinden kaynaklandığına dikkat çeken Prof. Dr. Baskan, tıp kurumlarında akreditasyon çalışmalarının yaygınlaştırılmasının bu açıdan oldukça önemli olduğunu belirtti. Cerrahi alandan yapılan hataların daha çok ve sonuçlarının daha ağır olduğunu söyleyen Prof. Dr. Baskan, bu tür konferansların, hataları anlama ve çözüm geliştirme açısından faydalı olduğunu vurguladı.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi Hasan Ali Yücel Konferans Salonunda düzenlenen “Tıpta Uygulama Hataları” konferansı büyük ilgi gördü. Konferansa Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ, Dekan Prof. Dr. İlker Ökten, Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Muharrem Gerçeker, İbn-i Sina Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. İbrahim Aşık ve hastane personeli katıldı.
“Tıpta Uygulama Hataları Ekonomik Kayıplara Neden Oluyor”
Konferansta konuşan Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ, doktorluğun uygulayarak, daha kolay ve daha sağlıklı öğrenilen bir meslek olduğunu belirterek, tıp mesleğinde makul, yapılabilir hataların olabileceğini söyledi. Ama tıbbi hata kavramının daha farklı incelenmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Taluğ, “Tıpta hata kavramı farklı olarak değerlendirilmelidir. Bu hataların bedeli bazen daha ağır olabilmektedir. Bazen sakatlıklara yol açarak bazen de ekonomik kayıplara neden olarak karşımıza çıkabilir. Hatalara bakışımızı doğru, makul, mantıklı bir zemine oturtmak gerekiyor. Yine hasta haklarını da bu zeminde değerlendirmek ve bu bağlamda her türlü tedbiri almak gerekiyor” dedi.
Bazen Hekimler Hatalı Olmadığı Halde Suçlanabiliyor!
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Ökten, yapılan tıp hatalarına değinerek, bu tür hataların olmaması için çok dikkatli olunması gerektiğini söyledi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri gibi 3. basamak üniversite hastanelerinde çok önemli hastalıkların tedavisinin yapıldığını hatırlatan Prof. Dr. Ökten, bu yüzden tıp hatalarına karşı önlemlerin alınmasının önemine işaret etti. Bazen hekimlerin hiç bir hatasının olmamasına rağmen hata yaptıkları yönünde suçlanabildiğini de belirten Prof. Dr. Ökten, iyi bir hasta hekim iletişiminin oluşabilecek hataları azaltacağını vurguladı.
“Amacımız Hatalarımızı Görmek ve Çözüm Bulmaktır”
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Yaşar Bilge, tıpta uygulama hatalarının hasta ve hasta yakınları, çalışanlar açısından farklı etik boyutu olan bir konu olduğunu söyleyerek, sağlık çalışanları açısından bakıldığında daha önemli bir hale geldiğini belirtti. Düzenlenen sempozyumun bir hizmet içi eğitim olduğunu söyleyen Prof. Dr. Bilge, temel amacımız ilgili yasa çerçevesinde hatalarımızı görmek ve çözüm noktalarını tartışmak olduğunu söyledi.
“Cerrahi Alandan Yapılan Hataların Sonuçları Daha Ağır Oluyor”
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semih Baskan, hekimliğin gerçekten çok zor bir iş olduğunu, zor şartlar altında görev yaptıklarını söyledi. Tıpta uygulama hatalarının, sağlık çalışanları tarafından yapılabildiği gibi komplikasyonlardan da kaynaklanabildiğini vurguladı. Bu hataların tıbbi bilginin olmaması, tıbbi teknolojinin eksikliği ve beceri eksikliğinden kaynaklandığına dikkat çeken Prof. Dr. Baskan, tıp kurumlarında akreditasyon çalışmalarının yaygınlaştırılmasının bu açıdan oldukça önemli olduğunu belirtti. Cerrahi alandan yapılan hataların daha çok ve sonuçlarının daha ağır olduğunu söyleyen Prof. Dr. Baskan, bu tür konferansların, hataları anlama ve çözüm geliştirme açısından faydalı olduğunu vurguladı.
20 Aralık 2009 Pazar
KONGRELERE RADYOLOJİ DAMGASINI VURDU
Bu yıl 30’ncusu gerçekleştirilen Ulusal Radyoloji Kongresi’nde radyologların sorunları tartışılırken, onkolojik radyoloji de tanı ve tedavi yöntemleri üzerinde duruldu. Diğer uzmanlık derneklerinden 4 kat daha fazla sunum yapıldığını belirten TRD Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Muzaffer Başak, Türk radyolojisinin dünya 7’ncisi olduğunu söyledi.
Türkiye Radyoloji Derneği’nin düzenlediği 30. Ulusal Radyoloji Kongresi; 4–9 Kasım tarihleri arasında TÜRKRAD 2009, Antalya Susesi Deluxe Otel’de düzenlendi. Avrupa Radyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ian Mc Call başta olmak üzere çok sayıda uluslararası ve ulusal bilim insanlarının katkıda bulunduğu kongreye katılan radyolog sayısı ise bin 600’ü aştı. Ana konusu “Onkolojik Radyoloji, Tanı / Tedavi / Takip” olarak belirlenen kongrenin alt başlığı ise “Radyoloji ve Tıp Bilişiminde Güncel Teknolojik Gelişmeler” oldu. Kongre çerçevesinde, çok sayıda konferanslar, interaktif oturumlar ve sunumlar, atölye çalışmaları, paneller, çalıştaylar, serbest bildiriler ve özel kurslar düzenlendi, 226’sı sözlü olmak üzere toplam bin 243 bildiri tartışıldı. Kongrede ayrıca, Türk radyolojisine büyük katkılarda bulunan, Prof. Dr. Erdem anısına onur konferansı düzenlenirken, Prof. Dr. Nülgün Yünten de, adına düzenlenen bir toplantı ile anıldı.
“Bin 357 Bildiri Bilimsel Kurula Başvurdu”
Kongrenin açılış konuşmasını yapan TRD Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Muzaffer Başak, “10 salonda eş zamanlı paralel oturumların yapılabildiği toplamı 140’ı geçen çok değerli uluslararası ve ulusal bilim insanlarının katkı vereceği kongremizde eğitim sürecinde bulunabileceğimiz genç meslektaşlarımıza yararlı olduğunu düşündüğümüz konularda çalıştaylar, interaktif oturumlar ve sözlü bildiriler programda yer almaktadır. Kongreye baş vuran bin 357 bildiriden bilimsel kurulun değerlendirmesi sonucu 114’ü elenmiş olup, 226’sı sözlü bildiri olmak üzere toplam bin 233 bildiri belirlendi. Bu sayılar Türk Radyolojisinin bilimsel üretkenliğinin bir göstergesidir. Başka uzmanlık derneklerinin yaptığı bildirilerle karşılaştırıldığında üyelerimizin kongremize bilimsel katılımının değeri çok daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum. 8 şubemiz aracılığıyla kurslar düzenleniyor, yılda toplam 25 kurs düzenleniyor. İzmir’de düzenlenecek Türk-Alman Radyoloji Günleri Derneğimizin uluslararası düzenleyeceği bir toplantı olacaktır” dedi.
Türkiye Radyoloji Derneği’nin düzenlediği 30. Ulusal Radyoloji Kongresi; 4–9 Kasım tarihleri arasında TÜRKRAD 2009, Antalya Susesi Deluxe Otel’de düzenlendi. Avrupa Radyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ian Mc Call başta olmak üzere çok sayıda uluslararası ve ulusal bilim insanlarının katkıda bulunduğu kongreye katılan radyolog sayısı ise bin 600’ü aştı. Ana konusu “Onkolojik Radyoloji, Tanı / Tedavi / Takip” olarak belirlenen kongrenin alt başlığı ise “Radyoloji ve Tıp Bilişiminde Güncel Teknolojik Gelişmeler” oldu. Kongre çerçevesinde, çok sayıda konferanslar, interaktif oturumlar ve sunumlar, atölye çalışmaları, paneller, çalıştaylar, serbest bildiriler ve özel kurslar düzenlendi, 226’sı sözlü olmak üzere toplam bin 243 bildiri tartışıldı. Kongrede ayrıca, Türk radyolojisine büyük katkılarda bulunan, Prof. Dr. Erdem anısına onur konferansı düzenlenirken, Prof. Dr. Nülgün Yünten de, adına düzenlenen bir toplantı ile anıldı.
“Bin 357 Bildiri Bilimsel Kurula Başvurdu”
Kongrenin açılış konuşmasını yapan TRD Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Muzaffer Başak, “10 salonda eş zamanlı paralel oturumların yapılabildiği toplamı 140’ı geçen çok değerli uluslararası ve ulusal bilim insanlarının katkı vereceği kongremizde eğitim sürecinde bulunabileceğimiz genç meslektaşlarımıza yararlı olduğunu düşündüğümüz konularda çalıştaylar, interaktif oturumlar ve sözlü bildiriler programda yer almaktadır. Kongreye baş vuran bin 357 bildiriden bilimsel kurulun değerlendirmesi sonucu 114’ü elenmiş olup, 226’sı sözlü bildiri olmak üzere toplam bin 233 bildiri belirlendi. Bu sayılar Türk Radyolojisinin bilimsel üretkenliğinin bir göstergesidir. Başka uzmanlık derneklerinin yaptığı bildirilerle karşılaştırıldığında üyelerimizin kongremize bilimsel katılımının değeri çok daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum. 8 şubemiz aracılığıyla kurslar düzenleniyor, yılda toplam 25 kurs düzenleniyor. İzmir’de düzenlenecek Türk-Alman Radyoloji Günleri Derneğimizin uluslararası düzenleyeceği bir toplantı olacaktır” dedi.
“Bilim Dışı 9 Saat Dayatılan Çalışma Süresi Geri Püskürtülmüştür”
Derneğin çalışmaları arasında radyoloji alanında sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi ve radyoloji hizmet ortamının standartlarının yükseltilmesi konusunda büyük çaba sarf ettiklerini kaydeden Doç. Dr. Başak konuşmasına şöyle devam etti: “Özlük haklarımızın yasal mücadelelerimizin sonucu, mesleki risklerimizi göz ardı eden, bilim dışı 9 saat dayatması geri püskürtülmüş, kabul edilebilir makul ve mantıklı 7 saat mesai uygulama noktasına gelinmiştir. Periferik anjiografi ve stent uygulamalarının nörologlar ve kardiyovasküler cerrahlar tarafından da yapılmasına ve faturalandırılmasına karşı çıkılmış. Bu işlemlerin sadece radyologlar tarafından yapılabileceği resmi kayıtlara girmiş bütün hastanelere bildirilmiştir. Radyoloji eğitiminde de sorunlarımız devam ediyor, Tıpta Uzmanlık Kurulunun 18 Temmuz 2009 tarihinde resmi gazetede yayınlanan yönetmeliği, bizler için 2 temel olumsuz etken içermektedir. Avrupa Birliği OİSD ülkelerinde de uygulanan derneğimizin girişimleri sonucunda 2002 yönetmeliğinde 3 yıldan 5 yıla çıkarılan uzmanlık eğitim süresi maalesef, ülke gerçekleri göz önüne alınarak radyolog isteklerinin çok olması gibi tartışmalı gerekçelerle TTB ile yaptığımız girişimlere karşı 4 yıla indirildi. Diğer olumsuz nokta ise, girişimsel radyoloji ve nöroradyoloji yandallarının kabul edilmemesi oldu. Bu konularda TTB öncülüğünde yönetmeliğin durdurulması ve ihtarı için Danıştay’a derneğimiz başvurmuştur. Editörler kurulu dergi çıkarılmasını, yeterlilik kurulu kuramsal ve pratik beceri sınavlarının düzenli olarak yapılması, ölçme değerlendirme kurslarının yapılması, eğiticiler üst kurulu oluşması faaliyetlerini aksatmaksızın sürdürmüşlerdir. Yönetim kurulumuz 2 yıllık süresinin sonuna gelmektedir. Görev yaptığımız dönemde derneğimizin güçlendirilmesi ve kurumsallaştırılması anlamında başarılı adımlar atılmıştır. 13 Aralık 2009 tarihinde Ankara’da merkez kurulumuzu gerçekleştireceğiz.”
“Diğer Uzmanlık Derneklerinden 4 Kat Daha Fazla Sunum Yapılıyor”
Doç. Dr. Başak, Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e yaptığı özel açıklamada şöyle konuştu: “Derneğimizde, Alman Radyoloji Kongresi’de 90. toplantısını gerçekleştirirken dünyadaki trendleri yakinen takip eden eş zamanlı gelişmeleri takip eden bir yapılanma söz konusu. Kongremizde diğer uzmanlık derneklerinden 4 kat daha fazla sunum yapılıyor. Bu bilimsel üretkenliğimizin göstergesidir. Radyoloji erken teşhiste, yayılımda ve tedavi takibinde önemli rol oynuyor. Erken teşhisin tedavi maliyetlerini çok düşüreceğini, teknolojinin akılcı kullanılacağı anlamında gereksiz tetkik yapılmasın anlamında yanlış tetkikler yapılmaması anlamında yoğun bilgilendirme yapılıyor. Hangi hastalıkta ne kullanılacağı ile ilgili bilgi veriyoruz. Geçen yıldan farklı olarak interaktif katılımların ve çalıştayların sayısını arttırdık. Vaka başında değerlendirmeler yapılıyor. Diğer yıllara göre nicelik olarak arttırıldı. Teleradyoloji, radyolojik sistemler, pacs sistemlerinin gelişmeleri arttırıldı. Cep telefonu ile görüntüler nakledilerek görüntüler yorumlanabiliyor. Teleradyoloji, radyolojik information sistemler konusunda ağırlık verildi. Yeni cihazlar hakkında bilgiler aktarılıyor. Bu yıl farklı olarak multi disipliner olarak yaklaşmaya başladık ve Nükleer Tıp Derneği’ni davet ettik. Görüntüleme alanında kardeş dernek ile ortak toplantılar yapma gibi bir çalışma başlatıyoruz. Tanıyı, olguyu tek bir disiplinin tek bir dal tümüyle yönetmesi mümkün değil. Gereksiz teknoloji kullanımı ve çok fazla yaygınlaşan teknolojinin, teknoloji çöplüğüne dönmesini önlemeye çalışıyoruz. Bu konu üzerine oturumumuz oldu, neler yapılmalı üzerinde duruldu. Sağlık Bakanlığında, SGK’da, TTB’de etkin rol oynamaya çalışıyoruz. Hedefimiz radyoloji alanında sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi.”
“Tam Günde Yüzde 80 Hasta Odaklı, Yüzde 20 Eğitim ve Araştırma”
Tam güne bu haliyle olumlu baktıklarını belirten Doç. Dr. Başak, vaad edilenleri gerçekçi bulmadıklarını, yeterli mali kaynak olmadığına dikkat çekti. Yasa da söz edilen çalışma saatleriyle cumartesi de dahil ayda 25 iş günü günde 14 buçuk saat çalışılacağını vurgulayan Doç. Dr. Başak, “Profesöre 18 bin TL, klinik şefine 14 bin TL gibi rakamların kesinlikle gerçekçi olmadığını, bu rakamların basın ve medya yoluyla kamu oyuna mal edildiğinde de hekimler aleyhinde yanlış bir kanı oluşuyor. Karşı çıkmaktaki en temel nedenimiz sağlık hizmetlerinin kalitesini ve niteliğini düşürecek. Eğitim ve araştırma hastanelerindeki yaklaşım, eğitim ve araştırmayı göz ardı eden, sadece ve sadece hizmet boyutuyla, niceliğe ve tetkike dayalı bir sistem. Yüzde 80 hasta odaklı çalışılıyor, yüzde 20 eğitim ve araştırma olarak planlanıyor. Performans değerlendirme sisteminin ölçüm yöntemlerinin büyük oranda nicelik yani sayıya dayandırılmasının doğru olmadığı artık tüm dünyada inanılan bir konudur. Performans değerlendirmesi verilen sağlık hizmetinin kalitesine göre yapılmakta, kriterler buna göre değerlendirilmekte ve kalite iyileştirme en önemli başarı kriteri olarak kabul edilir. Sayıya dayalı anlayışın sadece eğitimi, araştırmayı sorunu haline getirmeyecek. Ayrıca hasta güvenliğini tehdit eden sağlık hizmeti kalitesini düşüren, hekim hasta ilişkilerini zora sokan defansif tıp uygulamaları ve malpraktis kaygıları ile gereksiz ilaç kullanımına yol açarak sağlık harcamalarını arttırmak gibi olumsuz harcamalara yol açacağı kaygısını taşıyoruz. Bu kaygılarla Tam gün Yasa tasarısına karşı Türk Tabipler Birliği ile birlikte hareket eden 74 uzmanlık derneği arasında yer alıyoruz” şeklinde konuştu.
Klinik Uygulamalar Rehberi
MR’a sınırsız hasta gönderimi yapıldığını hatırlatan Doç. Dr. Başak, sıfır gün randevu ile çalışıldığını bunun bakanlığın belirlediği bir yaptırım olduğuna dikkat çekti. Kanada da acil olmayan BT’lere 30 güne, acil olmayan MR’lara 49 güne randevu verilirken bizim ülkemizde randevu diye bir şey olmadığını belirten Doç. Dr. Başak, “Randevular maksimum 15 iş günü içinde verilmek durumundayız. Defansif tıp uygulamaları ve hasta yoğunluğunun çokluğundan tetkike yöneliniyor ve malpraktis oranı yükselmesine neden olmasın diye tetkikler yetiştirilmeye çalışılıyor. Yılda 100 bin BT tetkiki yapılıyor. Tetkiklerin kalitesi düşüyor, endikasyonları istenmiyor. Yurt dışında klinik uygulamalar rehberi ve uygunluk kriterleri rehberi hazırlandı. Hizmet satın alma ile 200 MR raporu okunuyor ve SGK böylece ödeme yapabiliyor. Gerçekle bağdaşmayan şekilde fiyatlar düşebiliyor” açıklamasında bulundu.
Ultrasonografi Eğitimi
Ultrasonografi için diğer branştan hekimlere eğitim verilmesinden yana olduklarını kaydeden Doç. Dr. Başak, ancak Bakanlık tarafından 2 günde bunun öğrenileceği üzerinde durulduğunu ifade etti. Doç. Dr. Başak, “Biz bu uygulamayı Danıştay’a başvurarak durdurduk. Multidisipliner bir merkezde en az 6 ay gibi bir sürede nöbet tutarak, belirli standartlar gerçekleştirilerek yapanlar, sertifika verilmesinden yanayız. Yurt dışından 2 günde belge alarak geliyorlar. Bu uygulamanın yanlış olduğunu biz hekimler biliyoruz, halk bu durumdan bir haberler” diye konuştu.
TRD: Cumhuriyet Kurulduktan Sonra Kurulan İlk Dernek
Aynı zamanda Yeterlilik Kurulu Sınav Komisyonu Başkanlığı görevini de yürüten Kongre Bilimsel Program Kurul Başkanı Prof. Dr. Yüksel Pabuşcu, kongre ile ilgili yaptığı açıklamada şöyle konuştu: “672 sayfalık bildiri kitabı ve 360 sayfalık kurs kitabı çıkarıldı. Asistanlar için 5 tane oturum düzenlendi. Kongremizde 3 onur oturumu ve bir ödül töreni ile TRD Oturumu yer almaktadır. Bu oturumlar sırasında başka hiçbir salonda porgram bulunmamaktadır. Ayrıca Seçilmiş Bildirilerin sağlıklı değerlendirilebilmesi ve katılımın fazla olmasını sağlamak üzere bu oturum sırasında da başka bir oturum konulmamıştır. Bu yıl ilk kez çok sayıda interaktif oturum yapılmış olup 300 kişilik bir salon her gün interaktif oturumlar için ayrılmıştır. İnteraktif oturmlara katılım ve ilgi büyük olmuş, katılanlar sunulara aktif olarak değerlendirmelerde yapmışlardır. Bu uygulama hem katılımcılarımızı konu ile ilgili düşünmeye, yargıda bulunmaya ve karar verme süreçleri içinde yer almalarını sağlayarak sunuya aktif bir katılımcı olarak katılmalarını sağlamaktadır. Bu yıl yeterlilik sınavının hem kuramsal hem de beceri aşamalarını başarı ile geçen 15 tane hekimimiz var, kongre ödül töreninde bu meslektaşlarımıza “Yeterlik Belgeleri” verildi. Bu sınavın akademik kariyer düşünenler için büyük katkı sağlayacak olması yanında özel sektörde de iş başvurularında önemli bir yardımcı olacağına inanıyorum. Kongre sonrasında 21 Kasım 2009 tarihinde Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere üç merkezde sınavın 6. Kuramsal aşaması gerçekleştirildi. Benim şu ana kadar yapabildiğim araştırmaların sonucuna göre Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kurulan ilk meslek derneğiz. Derneğimizin kuruluş yılı 1924’tür. Bu nedenle 29 Ekim Cumhuriyet balosuna ithafen kongre tarihlerimizi buna göre ayarlamaya çalışırız. Bu yıl da önceki yıllarda olduğu gibi başarılı ve verimli bir kongre geçirdik.”
Türk Radyolojisi Dünya 7’ncisi
Türk Radyoloji Derneği (TRD) yönetimi, düzenledikleri basın toplantısıyla, kongrede ele alınan konuları ve gelişmeler ile Türk radyolojisinin geldiği noktayı değerlendirdiler. “Türk Radyoloji Derneği’nin 3 binin üzerinde üyesi olan bir çatı örgütü olduğunu” vurgulayan TRD Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Muzaffer Başak; özellikle onkolojik tanı ve tedavi takibinde radyolojinin önemine dikkat çekerek, alanlarında tüm dünya ile eş seviyede bulunduklarını belirtti.
Türk Biliminin Yüz Akı: Radyoloji
“Akademik yayınlar baz alındığında, bilimde Türkiye'nin dünyada 22'inci sırada olduğunu da hatırlatan Doç. Dr. Başak, aynı kriterler çerçevesinde Türk radyolojisinin ise dünyada 7’nci sırada bulunduğunu belirtti. Toplantıda ayrıca, gelecekte en hızlı gelişme yaşanacak alanların; sağlık ve iletişim olarak belirtildiğine de dikkat çekilerek, radyolojinin ise bu her iki alanın bileşkesi olduğu belirtildi. Kısa süre öncesine kadar, sadece röntgen olarak bilinen radyolojinin, şimdi ise teknolojinin sağlık alanında en çok kullanıldığı alan olduğu kaydedildi. Buna paralel olarak, günümüzde radyoloji ana bilim dalının, tıpta uzmanlık sınavında en çok tercih edilen bölümler arasında yer aldığı da vurgulandı. Bugün gelinen noktada; Türkiye’den yapılan canlı yayınlar ve uluslararası konferanslara katkılarla dünya genelinde radyologların eğitimlerine katkıda bulunulduğuna dikkat çekildi. Türkiye’nin radyoloji teknolojisini üreten bir ülke olmadığı halde bu alanda geldiği üst seviyeye de dikkat çekilirken, bu gelişmede özellikle alanlarında uzmanlaşan bilim insanlarını çok önemli olduğu belirtildi.
Ünlü Radyolog, Türkiye’yi Tercih Etti
Radyoloji alanında dünyaca tanınmış bir isim olan ABD New York University of Rochester Medical Center öğretim üyesi Prof. Dr. Vikram S. Dogra da, Türk radyolojisinin geldiği önemli seviyenin altını çizdi. “Sabbatical (ücretsiz izin ile başka bir ülkede alanında çalışmak)” uygulamasında Türkiye’yi tercih ederek, Hacettepe Üniversitesi’nde çalışmalar yürüten Dogra, “Türkiye’de çok gelişmiş görüntüleme sistemleri, imkânları bulunuyor. Dicle Üniversitesi'nde dahi ABD'deki cihazlar kullanılıyor. Geçmişte gezdiğim çok sayıda ülkelerdeki tecrübelerime de dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; çok iyi standartlarda, çok kaliteli eğitmenler var. Ayrıca, işbirliği için de oldukça gönüllüler. Türkiye – Hacettepe Üniversitesi, çalışmak isteyebileceğim en mükemmel yer” dedi. Tercih sebeplerini sıralarken, Türk radyolojisinin dünyada geldiği önemli noktaya da dikkat çeken Prof. Dr. Dogra, bu gelişmedeki katkılarından dolayı Türkiye Radyoloji Derneği’nin de alkışı hak ettiğini söyledi.
ABD’li Radyologlar Türkiye’de Eğitilecek
Hacettepe Üniversitesi ve ABD ile gerçekleştirdikleri bir çalışma ile kurs başlatacaklarını da belirten Dogra, “Çok sayıda ABD’li radyolog, Türkiye’ye gelerek kurs alacak. Radyoloji alanında önemli bir sağlık turizmi başlatılıyor. Sağlık turizmi, Hindistan’a 8 milyon dolarlık bir katkı sağlıyor. Türkiye ise gerek komşu ülke çokluğu ve gerekse çevre coğrafyaların radyoloji alanındaki durumları nedeniyle çok daha şanslı durumda. Türkiye’nin bölgedeki tıp bilim insanlarını eğitmek için özel çalışmalar yürütmesi gerekiyor” şeklinde konuştu.
“Kanser Çok Daha Erken Teşhis Edilebilecek”
Toplantıda ayrıca, Kanserin erken aşamada yakalanabilmesine olanak sağlayan PET ve MR’ın birlikte kullanıldığı bir hibrit görüntüleme sisteminin geliştirildiği belirtilirken, “lezyonları en erken aşamada görüntüleyebilen PET’e, MR’ın hücresel, hatta proton düzeyine inen görüntüleme hassaslığı eklenecek” denildi.
“En düşük dozajda, maksimum görüntüleme”
Radyasyon kaynaklı cihazlarla çalışıldığı ve bu nedenle halk sağlığı açısından oldukça önemli olan Radyoloji alanında, artık dozajların en alt seviyede verilerek, maksimum görüntüleme elde etme yönünde çalışmalar yürütüldüğü de söylendi.
“Sağlıkta ABD’den daha verimliyiz”
Toplantıda ayrıca ABD’de kişi başına yapılan 4 bin – 5 bin dolarlık sağlık harcamasına karşın, Türkiye’de bu rakamın 2 bin dolar civarında olduğu, ancak daha az para harcanmasına karşın, çok daha yüksek oranda kişi memnuniyeti yaratıldığı belirtildi. Bunun da Türkiye’nin sağlık alanında ABD’den çok daha verimli bir ülke olduğunu işaret ettiği vurgusu yapıldı.
ABD’de 4 bin dolar, Türkiye’de 75 TL
ABD’deki bir omuz MR’ının 4 bin dolara çekildiğini, Türkiye’de ise kişinin 75 TL ödediğine dikkat çeken Prof. Dr. Dogra, “ABD’de sosyal güvenlik / sigorta konusunda kapitalist bir sistem hâkim. Bu da diğer sosyal sistemlere göre doğal olarak daha kötü bir sistem. Bu aradaki büyük farkın bir nedeni de Türkiye’de radyologların emeğinin ucuzlatılmasıdır” şeklinde konuştu. .
18 Aralık 2009 Cuma
ANKARA TIP GÖĞÜS HASTALIKLARI 60. YILINI KUTLADI
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nın 60. kuruluş yılı kutlamaları hem geçmişteki hocaları bir araya getirdi hem de bilimsel içeriğiyle güncel konular tartışıldı.
Prof. Dr. Nusret Karasu tarafından 1949 yılında Verem Savaş Dispanseri Derneğinin bir uzantısı olarak Fizyoloji kürsüsü adı altında kuruldu. Sonrasında ayrılarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı olarak isim değiştirdi. 1971 yılında şu anki binasına taşınan klinik 60 yıldır faaliyette ve bu binada halen hizmet verilmektedir. Ankara’da birçok göğüs hastalıkları anabilim dalında görev yapan çok sayıda öğretim üyesinin toplantıya katıldığını belirten Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Demet Karnak, “Toplantıda bölümün kuruluş hikayesi anlatılarak yaşanan eski imkansızlıklarla ilgili anekdotlar paylaşıldı. Eski problemlere değinildi ve bugüne nasıl gelinildiği üzerinde duruldu. Bilimsel programla da desteklenen kutlama da; uyku, obstrüktif uyku apne sendromu, akciğer kanseri, pulmoner emboli, göğüs hastalıklarında yoğun bakım, geçmişten günümüze astım konuları işlendi. Göğüs hastalıklarının nerede olduğu değerlendirildi” dedi.
Günümüzde hastalara yaklaşım daha çok cihazlarla oluyor
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nın bugün kü ekibinin geçmişten aldığı görevi, yeni nesile başarıyla aktardığını kaydeden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Savaş, “Toplantıda bayrak yarışı misali eskiye ait anılar konuşuldu. Geçmişte gelişmiş teknoloji olmadığı için, hocalarımız klinik muayeneleri ve gözlemleri daha ön planda tutuyorlardı ve tanılarını buna göre koyuyorlardı, şimdi teknoloji gelişti. Günümüzde hastalıklara yaklaşım daha çok hocalarımızdan öğrendiğimiz klinik deneyimlerimiz ve teknolojik olarak gelişmiş cihazların yardımıyla olmaktadır. 1950 yıllarında verem hastalığının çok yaygın olması nedeniyle, soruna çözüm bulmak amacıyla bölüm kurulmuş, ancak gelişen bilgi birikimi nedeniyle göğüs hastalıkları anabilim dalı kurulma ihtiyacı ortaya çıkmıştır ” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Nusret Karasu tarafından 1949 yılında Verem Savaş Dispanseri Derneğinin bir uzantısı olarak Fizyoloji kürsüsü adı altında kuruldu. Sonrasında ayrılarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı olarak isim değiştirdi. 1971 yılında şu anki binasına taşınan klinik 60 yıldır faaliyette ve bu binada halen hizmet verilmektedir. Ankara’da birçok göğüs hastalıkları anabilim dalında görev yapan çok sayıda öğretim üyesinin toplantıya katıldığını belirten Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Demet Karnak, “Toplantıda bölümün kuruluş hikayesi anlatılarak yaşanan eski imkansızlıklarla ilgili anekdotlar paylaşıldı. Eski problemlere değinildi ve bugüne nasıl gelinildiği üzerinde duruldu. Bilimsel programla da desteklenen kutlama da; uyku, obstrüktif uyku apne sendromu, akciğer kanseri, pulmoner emboli, göğüs hastalıklarında yoğun bakım, geçmişten günümüze astım konuları işlendi. Göğüs hastalıklarının nerede olduğu değerlendirildi” dedi.
Günümüzde hastalara yaklaşım daha çok cihazlarla oluyor
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nın bugün kü ekibinin geçmişten aldığı görevi, yeni nesile başarıyla aktardığını kaydeden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Savaş, “Toplantıda bayrak yarışı misali eskiye ait anılar konuşuldu. Geçmişte gelişmiş teknoloji olmadığı için, hocalarımız klinik muayeneleri ve gözlemleri daha ön planda tutuyorlardı ve tanılarını buna göre koyuyorlardı, şimdi teknoloji gelişti. Günümüzde hastalıklara yaklaşım daha çok hocalarımızdan öğrendiğimiz klinik deneyimlerimiz ve teknolojik olarak gelişmiş cihazların yardımıyla olmaktadır. 1950 yıllarında verem hastalığının çok yaygın olması nedeniyle, soruna çözüm bulmak amacıyla bölüm kurulmuş, ancak gelişen bilgi birikimi nedeniyle göğüs hastalıkları anabilim dalı kurulma ihtiyacı ortaya çıkmıştır ” şeklinde konuştu.
Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım
Akciğer hastalıklarının araştırılarak tedavi yöntemi bulunması için, göğüs hastalıkları kliniğinin kurulmasının gerekli olduğu tespit edildiğini hatırlatan Prof. Dr. Savaş, 60 yıldır süren çalışmaların istenilen boyuta ulaştığını, dünya ile paralel şekilde başarıyla yapıldığını belirtti. Geçen sürede yaklaşımın farklılaştığını hastanın hem yaşam süresinin uzadığını hem de tetkiklerin istenilen boyuta ulaştığını kaydeden Prof. Dr. Savaş şunları söyledi: “Örneğin önceden akciğer damar tıkanıklığında tanı konulması zor ve zaman alıcıyken, şimdi bu hastalıkta tanı teknolojinin katkısıyla çok kolaylaştı. Teknolojiyle birlikte yeni hastalıklar da ortaya çıkıyor. Uyku Apne Sendromu buna örnek verilebilir. Yoğun bakım hizmetleri son 20 yılda çok önem kazanmaya başladı. Yurt dışında branşın ismi ‘Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım’ oldu. Bizde de artık bu yönde ilerlemeler başladı ve üst ihtisas yapılabiliyor. “
“KOAH Hastalığı Kliniğimizde Ayrıcalıklı Bir Yer Tutmaktadır”
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nın ilk ‘Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’ olma özelliği taşıdığını kaydeden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Prof. Dr. Oya Kayacan, “Düzenlediğimiz toplantıya tüm hocalarımız ve uzmanlığını almış meslektaşlarımızı davet ettik. Anabilim Dalımız 2 alt bilimden oluşuyor bunlar; Göğüs Hastalıkları ve Alerji’dir. Göğüs hastalıklarının içinde de 11 tane alt birim ve laboratuarları var. Bölümümüzde 20 öğretim üyesi ve 20 tane de asistan kadromuz var. Ancak şu an için 7 asistan kadromuz boş durumda. Kliniğimizde Dünya’da ve Türkiye de yapılan ne varsa tümünün eğitimini verebiliyoruz. Örneğin KOAH hastalığı kliniğimizde ayrıcalıklı bir yer tutmaktadır. Yatan hastanın yanı sıra bu hastaları ayaktan da takip edebiliyoruz ve sadece bu hastalarımız için takip kliniğimiz var. Benzer durum astım ve akciğer kanseri için takip ve tedavi yapan hocalarımız var. Uyku hastalıkları ve bronkoskopi laboratuarı Türkiye’deki ilk laboratuar olma özelliğini taşıyor.”
17 Aralık 2009 Perşembe
ZEKAİ TAHİR BURAK’TA AYAKTAN KEMOTERAPİ MERKEZİ KURULDU
Kadın hastalıkları ve doğum alanında birçok yeniliğe imza attıklarını hatırlatan Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Op. Dr. Leyla Mollamahmutoğlu, ayaktan kemoterapi merkezi hizmetini sunmaya başladıklarını ve bunun kamu hastanelerinde ilk olma özelliği taşıdığını belirtti.
Büyük Doğumevi olarak 1925 yılında kurulan, Türkiye’nin kadın doğum uzmanlarının 3’te birinin yetiştiği hastane pek çok konuda ilklere imza atıyor. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Leyla Mollamahmutoğlu, hastanenin uluslararası eğitim merkezi olarak kabul gördüğünü kaydederek, geçen sene yurt dışından sekiz yüz sağlık personelinin eğitim amaçlı kendilerine başvurduğunu belirtti. Yılda 50 binin üzerinde kadın doğum hastası ve yenidoğan hastasına yataklı hizmet verildiğini ifade eden Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “Kamuda İlk kalite belgesi alan özelliğine sahibiz ve kamuya bağlı en büyük genetik merkezi ile hizmet vermekteyiz. Kadın doğum dışında yeni doğan üst ihtisas eğitim kliniği ve anestezi uzmanlığı olmak üzere 2 branşta da eğitim kliniğine sahibiz. Sırada perinatoloji ve jinekolojik onkoloji eğitimi verilmesi için yapılandırma hazırlıkları sürüyor. Kadın doğumda 119 asistan, anestezide 4 asistan ve yeni doğan üst ihtisasında 19 üst ihtisas çocuk uzmanı var” dedi.
Ayaktan Kemoterapi Merkezi
Ayaktan Kemoterapi Merkezi’nin, üniversite ve özel hastaneler dışında kadın doğum hastanelerinde ilk olma özelliği taşıdığını belirten Op. Dr. Mollamahmutoğlu, şöyle konuştu: “Hastalar televizyon izleyerek, kendi yakınları ile sohbet etme imkanı yakalayarak, çay ikramıyla birlikte hizmet alabiliyorlar. Hastaların kendini ev ortamında hissetmesi, bazı yan etkilerin ortadan kaldırılması için etkili oluyor. Psikolog gözetiminde hastalar tedavi görüyorlar.”
Gençlik Merkezi Hizmetleri
Gençlik Merkezinin 10-24 yaş arası adolesanlığa adım atan ve bir takım sorunları olan gençlere hizmet verildiğine dikkat çeken Op. Dr. Mollamahmutoğlu, bazı konularda bilinçli olmaları konusunda eğitildiklerini ve bu yaş grubu hastalar için koruyucu olmanın hedeflendiğini kaydetti. Hormonal bir takım rahatsızlıklar yaşayan gençlere, ilaç tedavisine eşlik eden epilasyon da uygulandığını belirten Op. Dr. Mollamahmutoğlu, merkezde diyetisyen, psikolog ve dermatoloğun hizmet verdiğini dile getirdi. Op. Dr. Mollamahmutoğlu, evlilik öncesi danışmanlık hizmeti verdiklerini söyleyerek, seksüel temasla geçen hastalıklar merkezinin, jinekoloji polikliniklerinde ön tanı alan hastaların eşleri ile birlikte tedavi gördüklerinin altını çizdi.
“Yıllık Yaklaşık 5 Bin Bebeğe Hizmet Veriliyor”
Yeni doğan bölümünün başka hastanelerin ile iletişime geçerek hem hizmet hem de bilgi paylaşımında bulunduğunu kaydeden Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “Türkiye’nin en büyük yeni doğan kliniğine sahip hastanemizde, yıllık yaklaşık 5 bin bebeğe hizmet veriliyor. Yeni doğan bebeklerin ilk 6 aylık dönemlerinde takiplerini yapan ünitelerimiz var. Yatan hastaların parmak izleri alınarak bebeklerin karışma problemi de ortadan kaldırılıyor. Doğum salonuna psikolog görevlendiren ve hasta yakınını da doğuma alarak hizmet veren ilk hastanelerden biriyiz. Kamuda böyle hizmet veren başka hastane yok. Bebek dostu olan hastanemizde hamilelere kapsamlı eğitimler veriliyor. Gebelere; gebelik bakımı, tansiyonun önemi, kontroller, beslenme ve doğum ile ilgili eğitimler veriliyor. Hastanemizde sezaryen oranları artışıyla ilgili ciddi bir mücadele veriliyor. Bu konuda anne adayları, sağlık personeli ve uzman doktor eğitimi devam ediyor” şeklinde konuştu.
Eğitim Sekreteryası
“Eğitim ve Yayın Odası” adı altında eğitim ve yayın düzenlemeleri yapan özel bir grubun çalıştığı eğitim hastanesi olma özelliğini taşıdıklarına da değinen Op. Dr. Mollamahmutoğlu şöyle konuştu: “Personeller ikiye ayrıldı, eğitim sekreteryası bölümünde yayınları toparlayarak, asistanlar başta olmak üzere bütün eğitim kadrosunun eğitim faaliyetleri burada değerlendiriliyor. Tez başvuruları, EPK ile ilgili değerlendirilmelerin hepsi kayıt altına alınıyor. Bu konular diğer hastanelerde idare altında yer alırken bizim hastanemizde bu konu ile ilgilenen ayrı bir bölüm var ve farklı bir mantalite ile ele alınıyor.”
Avrupa’nın En Büyük Referans Hastanesi
Yılda ortalama 25 bin doğum, 45 bin ameliyat, 450 bin poliklinik sayısı ve ortalama 4 bin 500 yeni doğanın yatarak takip ve tedavi edildiği Türkiye’nin ve Avrupa’nın Kadın Doğum ve Yeni doğan alanında en büyük eğitim, hizmet ve referans hastanesi olma özelliği taşıdığını belirten Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “129 kadın doğum asistanı ve 15 yenidoğan yan dal asistanı olmak üzere toplam 144 asistan doktor ile ülkemizin alanındaki en büyük eğitim hastanesiyiz. 150’si yenidoğan yatağı olmak üzere, gebe hastalarımızın ortalama yüzde 40’ını yüksek riskli gebeler oluşturmakta olup, ülkemizin en büyük yüksek riskli hasta grubunun takip ve tedavi edildiği merkeyiz. Yılda ortalama bin 200 girişimin yapıldığı ülkemizin kamudaki en büyük tüp bebek merkezi ve en fazla hormon testinin çalışıldığı hastane olma özelliğini de taşıyoruz” diye konuştu.
“Amaç: Kadın Doğumla İlgili Her Hastanın Tedavisinin Eksiksiz Yapılması”
540 yataklı hastanede günlük ortalama bin 500-2000 günlük poliklinik yapıldığını kaydeden Op. Dr. Mollamahmutoğlu, 2008 yılı itibariyle 42 bin 296 yatan hastaya yüzde 87,6 doluluk oranıyla, 1.500 personel ile hizmet sunduklarını ifade etti. Her hekime bir poliklinik uygulamasına geçtiklerini ve toplam 107 poliklinik ile hizmet sunduklarını belirten Op. Dr. Mollamahmutoğlu, 245 tek kişilik oda ile hizmet verdiklerini ilerleyen zamanda bu sayıyı arttırmayı hedeflediklerini vurguladı. Prensip olarak Zekai Tahir Burak Eğitim Araştırma Hastanesi’nde kadın doğumla ilgili her hastanın tedavisinin eksiksiz yapılmasının amaçlandığının altını çizen Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “Hekim açığımız kadın doğum branşı ile ilgili olarak ve çocuk uzmanı olarak bulunmamaktadır. Ancak yenidoğan bölümünde 4 yenidoğan uzmanımız bulunmaktadır. Arzu ettiğimiz rakam 20’dir. Yüksek riskli gebelikler merkezi olması dolayısıyla bu merkezimizde yatan gebe hastalarımızın kardiyoloji, endokrin ve hematolojik bozuklukları sıklıkla karşımıza çıkmakta olup, bu branşta hizmet veren doktor açığımız vardır. Bunların haricinde dâhiliye uzmanı, nörolog, psikiyatrist, onkolojik cerrah, gastroenterolojik cerrah, göz hastalıkları uzmanı, patolog ve radyolog açığımız var” dedi.
Son Teknoloji ile Donatıldı
İhalelerde özel malzemelerde konunun uzmanı doktorlardan teknik rapor düzenlenmek suretiyle tercih yapabildiklerini kaydeden Op. Dr. Mollamahmutoğlu hastanenin teknolojisi hakkında şunları söyledi: “Hastanemiz kadın doğum ve yenidoğan alanında en son teknolojilerle donatılmış tıbbi ekipmanı kullanmaktadır. Bu bağlamda hastanemizde teknolojisi eskimiş sistemler bulunmamaktadır. 12 yıldan beri yaptığımız kalite çalışmalarımızın bize sağladığı en büyük artılardan birisi tüm cihazların bakım ve kalibrasyon periyotlarını eksiksiz olarak yerine getirmemizdir. Bu nedenle tüm teknik alt yapımız sürekli olarak kontrol edilmekte, bakım ve kalibrasyonları akredite kuruluşlar tarafından yapılmaktadır.”
Hasta Hakları Önemseniyor
Eylül 2003’te kurulan Hasta hakları biriminde şikâyetlerin bizzat birime başvurularak, Sağlık Bakanlığı Web Sitesi üzerinden veya Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezinin (SABİM) 184 numaralı telefonundan yapılabildiğinin bilgisini veren Op. Dr. Mollamahmutoğlu, yazılı şikâyetlerde şikâyetten sonra en geç 15 gün içinde dosyanın sonuçlandırıldığını kaydetti. 1994 yılında kurulan temizlik komitesinin 2002 yılında tümüyle revize edilerek Enfeksiyon Kontrol Komitesi olarak yapılandırıldığını söyleyen Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “Enfeksiyon Kontrol Komitesi hastanenin tüm birimlerinde laboratuara dayalı aktif sürveyans çalışması yapmaktadır. Hastane infeksiyon oranlarımız gelişmiş ülkelerin infeksiyon oranları ile aynıdır. Sterilizasyon-Dezenfeksiyon işlemleri Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından yürütülmekte olup tüm sterilizasyon-dezenfeksiyon işlemleri için yeterli alt yapı oluşturulmuştur” şeklinde konuştu.
Büyük Doğumevi olarak 1925 yılında kurulan, Türkiye’nin kadın doğum uzmanlarının 3’te birinin yetiştiği hastane pek çok konuda ilklere imza atıyor. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Leyla Mollamahmutoğlu, hastanenin uluslararası eğitim merkezi olarak kabul gördüğünü kaydederek, geçen sene yurt dışından sekiz yüz sağlık personelinin eğitim amaçlı kendilerine başvurduğunu belirtti. Yılda 50 binin üzerinde kadın doğum hastası ve yenidoğan hastasına yataklı hizmet verildiğini ifade eden Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “Kamuda İlk kalite belgesi alan özelliğine sahibiz ve kamuya bağlı en büyük genetik merkezi ile hizmet vermekteyiz. Kadın doğum dışında yeni doğan üst ihtisas eğitim kliniği ve anestezi uzmanlığı olmak üzere 2 branşta da eğitim kliniğine sahibiz. Sırada perinatoloji ve jinekolojik onkoloji eğitimi verilmesi için yapılandırma hazırlıkları sürüyor. Kadın doğumda 119 asistan, anestezide 4 asistan ve yeni doğan üst ihtisasında 19 üst ihtisas çocuk uzmanı var” dedi.
Ayaktan Kemoterapi Merkezi
Ayaktan Kemoterapi Merkezi’nin, üniversite ve özel hastaneler dışında kadın doğum hastanelerinde ilk olma özelliği taşıdığını belirten Op. Dr. Mollamahmutoğlu, şöyle konuştu: “Hastalar televizyon izleyerek, kendi yakınları ile sohbet etme imkanı yakalayarak, çay ikramıyla birlikte hizmet alabiliyorlar. Hastaların kendini ev ortamında hissetmesi, bazı yan etkilerin ortadan kaldırılması için etkili oluyor. Psikolog gözetiminde hastalar tedavi görüyorlar.”
Gençlik Merkezi Hizmetleri
Gençlik Merkezinin 10-24 yaş arası adolesanlığa adım atan ve bir takım sorunları olan gençlere hizmet verildiğine dikkat çeken Op. Dr. Mollamahmutoğlu, bazı konularda bilinçli olmaları konusunda eğitildiklerini ve bu yaş grubu hastalar için koruyucu olmanın hedeflendiğini kaydetti. Hormonal bir takım rahatsızlıklar yaşayan gençlere, ilaç tedavisine eşlik eden epilasyon da uygulandığını belirten Op. Dr. Mollamahmutoğlu, merkezde diyetisyen, psikolog ve dermatoloğun hizmet verdiğini dile getirdi. Op. Dr. Mollamahmutoğlu, evlilik öncesi danışmanlık hizmeti verdiklerini söyleyerek, seksüel temasla geçen hastalıklar merkezinin, jinekoloji polikliniklerinde ön tanı alan hastaların eşleri ile birlikte tedavi gördüklerinin altını çizdi.
“Yıllık Yaklaşık 5 Bin Bebeğe Hizmet Veriliyor”
Yeni doğan bölümünün başka hastanelerin ile iletişime geçerek hem hizmet hem de bilgi paylaşımında bulunduğunu kaydeden Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “Türkiye’nin en büyük yeni doğan kliniğine sahip hastanemizde, yıllık yaklaşık 5 bin bebeğe hizmet veriliyor. Yeni doğan bebeklerin ilk 6 aylık dönemlerinde takiplerini yapan ünitelerimiz var. Yatan hastaların parmak izleri alınarak bebeklerin karışma problemi de ortadan kaldırılıyor. Doğum salonuna psikolog görevlendiren ve hasta yakınını da doğuma alarak hizmet veren ilk hastanelerden biriyiz. Kamuda böyle hizmet veren başka hastane yok. Bebek dostu olan hastanemizde hamilelere kapsamlı eğitimler veriliyor. Gebelere; gebelik bakımı, tansiyonun önemi, kontroller, beslenme ve doğum ile ilgili eğitimler veriliyor. Hastanemizde sezaryen oranları artışıyla ilgili ciddi bir mücadele veriliyor. Bu konuda anne adayları, sağlık personeli ve uzman doktor eğitimi devam ediyor” şeklinde konuştu.
Eğitim Sekreteryası
“Eğitim ve Yayın Odası” adı altında eğitim ve yayın düzenlemeleri yapan özel bir grubun çalıştığı eğitim hastanesi olma özelliğini taşıdıklarına da değinen Op. Dr. Mollamahmutoğlu şöyle konuştu: “Personeller ikiye ayrıldı, eğitim sekreteryası bölümünde yayınları toparlayarak, asistanlar başta olmak üzere bütün eğitim kadrosunun eğitim faaliyetleri burada değerlendiriliyor. Tez başvuruları, EPK ile ilgili değerlendirilmelerin hepsi kayıt altına alınıyor. Bu konular diğer hastanelerde idare altında yer alırken bizim hastanemizde bu konu ile ilgilenen ayrı bir bölüm var ve farklı bir mantalite ile ele alınıyor.”
Avrupa’nın En Büyük Referans Hastanesi
Yılda ortalama 25 bin doğum, 45 bin ameliyat, 450 bin poliklinik sayısı ve ortalama 4 bin 500 yeni doğanın yatarak takip ve tedavi edildiği Türkiye’nin ve Avrupa’nın Kadın Doğum ve Yeni doğan alanında en büyük eğitim, hizmet ve referans hastanesi olma özelliği taşıdığını belirten Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “129 kadın doğum asistanı ve 15 yenidoğan yan dal asistanı olmak üzere toplam 144 asistan doktor ile ülkemizin alanındaki en büyük eğitim hastanesiyiz. 150’si yenidoğan yatağı olmak üzere, gebe hastalarımızın ortalama yüzde 40’ını yüksek riskli gebeler oluşturmakta olup, ülkemizin en büyük yüksek riskli hasta grubunun takip ve tedavi edildiği merkeyiz. Yılda ortalama bin 200 girişimin yapıldığı ülkemizin kamudaki en büyük tüp bebek merkezi ve en fazla hormon testinin çalışıldığı hastane olma özelliğini de taşıyoruz” diye konuştu.
“Amaç: Kadın Doğumla İlgili Her Hastanın Tedavisinin Eksiksiz Yapılması”
540 yataklı hastanede günlük ortalama bin 500-2000 günlük poliklinik yapıldığını kaydeden Op. Dr. Mollamahmutoğlu, 2008 yılı itibariyle 42 bin 296 yatan hastaya yüzde 87,6 doluluk oranıyla, 1.500 personel ile hizmet sunduklarını ifade etti. Her hekime bir poliklinik uygulamasına geçtiklerini ve toplam 107 poliklinik ile hizmet sunduklarını belirten Op. Dr. Mollamahmutoğlu, 245 tek kişilik oda ile hizmet verdiklerini ilerleyen zamanda bu sayıyı arttırmayı hedeflediklerini vurguladı. Prensip olarak Zekai Tahir Burak Eğitim Araştırma Hastanesi’nde kadın doğumla ilgili her hastanın tedavisinin eksiksiz yapılmasının amaçlandığının altını çizen Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “Hekim açığımız kadın doğum branşı ile ilgili olarak ve çocuk uzmanı olarak bulunmamaktadır. Ancak yenidoğan bölümünde 4 yenidoğan uzmanımız bulunmaktadır. Arzu ettiğimiz rakam 20’dir. Yüksek riskli gebelikler merkezi olması dolayısıyla bu merkezimizde yatan gebe hastalarımızın kardiyoloji, endokrin ve hematolojik bozuklukları sıklıkla karşımıza çıkmakta olup, bu branşta hizmet veren doktor açığımız vardır. Bunların haricinde dâhiliye uzmanı, nörolog, psikiyatrist, onkolojik cerrah, gastroenterolojik cerrah, göz hastalıkları uzmanı, patolog ve radyolog açığımız var” dedi.
Son Teknoloji ile Donatıldı
İhalelerde özel malzemelerde konunun uzmanı doktorlardan teknik rapor düzenlenmek suretiyle tercih yapabildiklerini kaydeden Op. Dr. Mollamahmutoğlu hastanenin teknolojisi hakkında şunları söyledi: “Hastanemiz kadın doğum ve yenidoğan alanında en son teknolojilerle donatılmış tıbbi ekipmanı kullanmaktadır. Bu bağlamda hastanemizde teknolojisi eskimiş sistemler bulunmamaktadır. 12 yıldan beri yaptığımız kalite çalışmalarımızın bize sağladığı en büyük artılardan birisi tüm cihazların bakım ve kalibrasyon periyotlarını eksiksiz olarak yerine getirmemizdir. Bu nedenle tüm teknik alt yapımız sürekli olarak kontrol edilmekte, bakım ve kalibrasyonları akredite kuruluşlar tarafından yapılmaktadır.”
Hasta Hakları Önemseniyor
Eylül 2003’te kurulan Hasta hakları biriminde şikâyetlerin bizzat birime başvurularak, Sağlık Bakanlığı Web Sitesi üzerinden veya Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezinin (SABİM) 184 numaralı telefonundan yapılabildiğinin bilgisini veren Op. Dr. Mollamahmutoğlu, yazılı şikâyetlerde şikâyetten sonra en geç 15 gün içinde dosyanın sonuçlandırıldığını kaydetti. 1994 yılında kurulan temizlik komitesinin 2002 yılında tümüyle revize edilerek Enfeksiyon Kontrol Komitesi olarak yapılandırıldığını söyleyen Op. Dr. Mollamahmutoğlu, “Enfeksiyon Kontrol Komitesi hastanenin tüm birimlerinde laboratuara dayalı aktif sürveyans çalışması yapmaktadır. Hastane infeksiyon oranlarımız gelişmiş ülkelerin infeksiyon oranları ile aynıdır. Sterilizasyon-Dezenfeksiyon işlemleri Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından yürütülmekte olup tüm sterilizasyon-dezenfeksiyon işlemleri için yeterli alt yapı oluşturulmuştur” şeklinde konuştu.
DERMATOLOGLAR ANKARA’DA BULUŞTU
XIX. Prof. Dr. A. Lütfü Tat Simpozyumu 11-15 Kasım tarihinde Ankara Sheraton Hotel’de yapıldı.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı ile Ankara Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği tarafından düzenlenen XIX. Prof. Dr. A. Lütfü Tat Simpozyumu 11-15 Kasım tarihleri arasında Ankara Sheraton Hotel’de gerçekleştirildi. Türkiye’nin her tarafından 950’den fazla katılımcının olduğu simpozyumun açılış konuşmasını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Ökten, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Aynur Akyol, Ankara Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği Başkanı ve Simpozyum Başkanı Prof. Dr. Nihal Kundakcı yaptılar. Simpozyum kapsamında gerçekleştirilen konferans ve panellerde, Kutanöz lenfomalar, Alerjik deri hastalıkları, Behçet hastalığı, kutanöz vaskülitler, otoimmün büllöz hastalıklar, Cinsel yolla bulaşan hastalıklar, Akne, Dermatolojide aşılar, Dermatolojide tanı yöntemleri fototerapi,laser ve kosmetoloji gibi konular ele alındı. Ayrıca alerji, dermatoskopi ve dermatopatoloji kurslarına da büyük bir ilgi vardı.
Ödüller Sahiplerini Buldu
Her yıl geleneksel hale gelen ödüller bu yıl da sahiplerini buldu. Sonuçlar şöyle:
*Dr. Feriha Tat Prof. Dr. A.Lütfü Tat Ödülü “More Experiences With The Tzanck Smear Test” isimli yayınları ile Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adana Hastanesi’nden Dr. Murat Durdu, Dr. Mete Baba ve Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Deniz Seçkin’in oldu.
*Sözel Bildiri 1. ‘lik ödülü; “Yara İyileşmesinde İsotretinoinin Mast Hücreleri Üzerine Etkisi ‘’ isimli çalışmaları ile Celal Bayar Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Gülsüm Gençoğlan, Afyon Kocatepe Üniversitesi Histoloji ve Embiryoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Murat Tosun ve Manisa Devlet Hastanesi’nden Dr. Öner Gençoğlan’ın oldu.
*Sözel Bildiri 2. ‘lik ödülünü; “Sklerodermoid Graft-Versus-Host Hastalığında Tırnak Kıvrımı Kapilleroskopisi’’ isimli çalışmaları ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Bengü Nisa Akay, Dr. Hatice Şanlı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı’ndan Dr. Pervin Topçuoğlu, Dr. Mutlu Arat, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Aynur Akyol aldı.
“Sözel Bildiri 3.’ lük ödülünü; “Psoriazis Vulgaris Hastalarının Doku Örneklerinde Crh-R1’in Araştırılması” isimli çalışmaları ile Sağlık Bakanlığı Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniği’nden Dr. Bengü Çevirgen Cemil, Dr. Filiz Canpolat Dr. Demet Yılmazer, Dr. Fatma Eskioğlu, Sağlık Bakanlığı Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3.Patoloji Kliniği’nden Dr. Murat Alper’in oldu.
*İntendis Klinik araştırma poster 1.’lik ödülünü; “Psoriazisde serum adiponektin düzeyleri ile diğer kardiovasküler hastalık risk faktörlerinin belirlenmesi” isimli çalışmaları ile Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’nden Dr. Eylem Yılmaz, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Neslihan Şendur, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı’ndan Dr. Didem Kozacı,, Dr. Meltem Uslu, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Göksun Karaman, Dr. Ekin Şavk aldı.
*İntendis Klinik araştırma poster 2.’lik ödülünü; “Liken planus lezyonlarında dermatoskopik kriterlerin histopatolojik korelasyonu” isimli çalışmaları ile Ondokuz Mayıs Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Esra Arısoy, Dr. Nilgün Şentürk, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Levent Yıldız, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Fatma Aydın, Müge Güler Özden Dr. Tayyar Cantürk, Dr. Ahmet Yaşar Turanlı’nın oldu.
*İntendis Klinik araştırma poster 3.’lük ödülünü; “Benign ve malign deri tümörlerinin klinikopatolojik korelasyonu: retrospektif bir çalışma” isimli çalışmaları ile Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Aylin Türel Ermertcan, Dr.Ferdi Öztürk, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı’ndan Dr.Gülsüm Gençoğlan, Dr.Görkem Eskiizmir, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Peyker Temiz, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan Dr. Gönül Dinç Horasan aldı.
*İntendis Deneysel araştırma poster 1.’lik ödülünü; “Sıçan derisinde lokal kortikosteroid ve pimekrolimus krem uygulamalarının enflamatuvar yanıta etkilerinin immunohistokimyasal yöntemle karşılaştırılmasI” isimli çalışmaları ile Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Serap Öztürkcan, Celal Bayar Üniversitesi Histoloji Ve Embriyoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Sevinç İnan, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Mustafa Turhan Şahin , Aylin Türel Ermertcan , Celal Bayar Üniversitesi Histoloji Ve Embriyoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Kemal Özbilgin, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı’ndan Dr. Ece Onur, Celal Bayar Üniversitesi Histoloji Ve Embriyoloji Anabilim Dalı’ndan Can Köse aldı.
*İntendis Deneysel araştırma poster 2.’lik ödülünü; “Vitiligolu hastalarda emme bülü oluşturularak cmv varlığının araştırılması” isimli çalışmaları ile Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Necibe Yıldız, Dr.Berna Şanlı Erdoğan ,Dr.Ebru Çevik, Dr. Melek Demir, Dr.Şeniz Ergin, Dr.Nida Kaçar ,Dr.Levent Taşlı’nın oldu.
*İntendis Deneysel araştırma poster 3.’lik ödülüne değer araştırma seçilemedi
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı ile Ankara Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği tarafından düzenlenen XIX. Prof. Dr. A. Lütfü Tat Simpozyumu 11-15 Kasım tarihleri arasında Ankara Sheraton Hotel’de gerçekleştirildi. Türkiye’nin her tarafından 950’den fazla katılımcının olduğu simpozyumun açılış konuşmasını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Ökten, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Aynur Akyol, Ankara Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği Başkanı ve Simpozyum Başkanı Prof. Dr. Nihal Kundakcı yaptılar. Simpozyum kapsamında gerçekleştirilen konferans ve panellerde, Kutanöz lenfomalar, Alerjik deri hastalıkları, Behçet hastalığı, kutanöz vaskülitler, otoimmün büllöz hastalıklar, Cinsel yolla bulaşan hastalıklar, Akne, Dermatolojide aşılar, Dermatolojide tanı yöntemleri fototerapi,laser ve kosmetoloji gibi konular ele alındı. Ayrıca alerji, dermatoskopi ve dermatopatoloji kurslarına da büyük bir ilgi vardı.
Ödüller Sahiplerini Buldu
Her yıl geleneksel hale gelen ödüller bu yıl da sahiplerini buldu. Sonuçlar şöyle:
*Dr. Feriha Tat Prof. Dr. A.Lütfü Tat Ödülü “More Experiences With The Tzanck Smear Test” isimli yayınları ile Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adana Hastanesi’nden Dr. Murat Durdu, Dr. Mete Baba ve Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Deniz Seçkin’in oldu.
*Sözel Bildiri 1. ‘lik ödülü; “Yara İyileşmesinde İsotretinoinin Mast Hücreleri Üzerine Etkisi ‘’ isimli çalışmaları ile Celal Bayar Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Gülsüm Gençoğlan, Afyon Kocatepe Üniversitesi Histoloji ve Embiryoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Murat Tosun ve Manisa Devlet Hastanesi’nden Dr. Öner Gençoğlan’ın oldu.
*Sözel Bildiri 2. ‘lik ödülünü; “Sklerodermoid Graft-Versus-Host Hastalığında Tırnak Kıvrımı Kapilleroskopisi’’ isimli çalışmaları ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Bengü Nisa Akay, Dr. Hatice Şanlı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı’ndan Dr. Pervin Topçuoğlu, Dr. Mutlu Arat, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Aynur Akyol aldı.
“Sözel Bildiri 3.’ lük ödülünü; “Psoriazis Vulgaris Hastalarının Doku Örneklerinde Crh-R1’in Araştırılması” isimli çalışmaları ile Sağlık Bakanlığı Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniği’nden Dr. Bengü Çevirgen Cemil, Dr. Filiz Canpolat Dr. Demet Yılmazer, Dr. Fatma Eskioğlu, Sağlık Bakanlığı Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3.Patoloji Kliniği’nden Dr. Murat Alper’in oldu.
*İntendis Klinik araştırma poster 1.’lik ödülünü; “Psoriazisde serum adiponektin düzeyleri ile diğer kardiovasküler hastalık risk faktörlerinin belirlenmesi” isimli çalışmaları ile Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’nden Dr. Eylem Yılmaz, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Neslihan Şendur, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı’ndan Dr. Didem Kozacı,, Dr. Meltem Uslu, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Göksun Karaman, Dr. Ekin Şavk aldı.
*İntendis Klinik araştırma poster 2.’lik ödülünü; “Liken planus lezyonlarında dermatoskopik kriterlerin histopatolojik korelasyonu” isimli çalışmaları ile Ondokuz Mayıs Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Esra Arısoy, Dr. Nilgün Şentürk, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Levent Yıldız, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Fatma Aydın, Müge Güler Özden Dr. Tayyar Cantürk, Dr. Ahmet Yaşar Turanlı’nın oldu.
*İntendis Klinik araştırma poster 3.’lük ödülünü; “Benign ve malign deri tümörlerinin klinikopatolojik korelasyonu: retrospektif bir çalışma” isimli çalışmaları ile Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Aylin Türel Ermertcan, Dr.Ferdi Öztürk, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi KBB Anabilim Dalı’ndan Dr.Gülsüm Gençoğlan, Dr.Görkem Eskiizmir, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Peyker Temiz, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan Dr. Gönül Dinç Horasan aldı.
*İntendis Deneysel araştırma poster 1.’lik ödülünü; “Sıçan derisinde lokal kortikosteroid ve pimekrolimus krem uygulamalarının enflamatuvar yanıta etkilerinin immunohistokimyasal yöntemle karşılaştırılmasI” isimli çalışmaları ile Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Serap Öztürkcan, Celal Bayar Üniversitesi Histoloji Ve Embriyoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Sevinç İnan, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Mustafa Turhan Şahin , Aylin Türel Ermertcan , Celal Bayar Üniversitesi Histoloji Ve Embriyoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Kemal Özbilgin, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı’ndan Dr. Ece Onur, Celal Bayar Üniversitesi Histoloji Ve Embriyoloji Anabilim Dalı’ndan Can Köse aldı.
*İntendis Deneysel araştırma poster 2.’lik ödülünü; “Vitiligolu hastalarda emme bülü oluşturularak cmv varlığının araştırılması” isimli çalışmaları ile Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’ndan Dr. Necibe Yıldız, Dr.Berna Şanlı Erdoğan ,Dr.Ebru Çevik, Dr. Melek Demir, Dr.Şeniz Ergin, Dr.Nida Kaçar ,Dr.Levent Taşlı’nın oldu.
*İntendis Deneysel araştırma poster 3.’lik ödülüne değer araştırma seçilemedi
15 Aralık 2009 Salı
DÜNYADA DÖRDÜNCÜ ÖLÜM NEDENİ KOAH
Dünyada ölüm nedenleri içerisinde 4. sırada KOAH’ın yer aldığını belirten Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, hastaların çoğunun KOAH olduğunu bilmeden yaşamını kaybettiğine dikkat çekti.
Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, Dünya KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) Günü nedeniyle Sağlık Bakanlığı’nda basın toplantısı düzenledi. KOAH'ın sürekli olarak nefes alma zorluğuna yol açan ve ölüme sebebiyet verebilen ciddi bir hastalık olduğunu belirten Bakan Akdağ, KOAH'ın dünyada ölüm nedenleri içerisinde 4. sırada olduğunu ve kişinin yaşam kalitesini ciddi derecede bozduğunu ifade etti. Bakan Akdağ, “Aynı zamanda insanların yaşam kalitesini de düşüren KOAH, belirli bir seviyeye ulaşıncaya kadar insanlar farkına bile varmıyor. Kişiler, akciğerlerinin yüzde 50 fonksiyon kaybına uğraması ile hastalığı fark ediyor. 40 yaş sonrasında nefes darlığı çeken kişilerin zaman kaybetmeden hekime başvurması ve gerekli testlerin yapılması gerekiyor. Sigara kullanımı, kötü çevre şartları ve uzun süre odun-kömür gibi bazı yakıtların dumanına maruz kalındığında hastalığa yakalanma riski artırıyor. Türkiye'de ilk defa Bakanlık ile bir dernek işbirliği yaparak “Nefesiniz Daralıyorsa Çaresiz Değilsiniz” temasını içeren bir program hazırlandı. Programın Dünya Sağlık Örgütü'nün öngördüğü şekilde ve bilim çevreleriyle birlikte yapıldı” dedi.
KOAH hastalarının da dünya genelinde görülen Pandemik A H1N1'e karşı risk altında olduğuna dikkat çeken Bakan Akdağ, “Grip salgını sırasında KOAH'lı hastalar, en önemli risk grubu içerisindedir. Bu hastalar, zaman geçirmeden aşılarını yaptırmalıdır. Griple ilgili en ufak bir belirti gören KOAH hastaları, vakit geçirmeden doktora başvurmalıdır” şeklinde konuştu.
“2010 Yılında 40 Bin Kişi Bu Hastalıktan Ölecek”
Dünya genelinde KOAH hastalarının yüzde 80'den fazlasının hastalıklarını bilmeden yaşamlarını yitirdiğini belirten Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Kocabaş, “Hekimler, sağlık görevlileri ve kamuoyu hastalığın tanı ve tedavisi hakkında yeterli bilgi ve duyarlılığa sahip değil. Bu nedenle boşu boşuna milyonlarca insan ölüyor. 2030 yılında KOAH’ın, dünyada ölüm nedenleri arasında 3. sıraya çıkacağı tahmin ediliyor. Bu hastalık, dünyada her yıl 2,7 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açıyor. Ülkemizde 5 milyon kişinin bu hastalıktan etkilendiği, hastalığın 3. ölüm nedeni olduğu ve 2010 yılında 40 bin kişi, 2020 yılında 60 bin kişinin bu hastalıktan öleceği tahmin edilmektedir. Türkiye'de Adana ilinde, KOAH 40 yaş üstü her 5 yetişkinden birini etkilemektedir” diye konuştu.
KOAH'a basit bir solunum testi ile tanı konulabileceğini belirten Prof. Dr. Kocabaş, bir basın mensubuna de test yaptı.
Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, Dünya KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) Günü nedeniyle Sağlık Bakanlığı’nda basın toplantısı düzenledi. KOAH'ın sürekli olarak nefes alma zorluğuna yol açan ve ölüme sebebiyet verebilen ciddi bir hastalık olduğunu belirten Bakan Akdağ, KOAH'ın dünyada ölüm nedenleri içerisinde 4. sırada olduğunu ve kişinin yaşam kalitesini ciddi derecede bozduğunu ifade etti. Bakan Akdağ, “Aynı zamanda insanların yaşam kalitesini de düşüren KOAH, belirli bir seviyeye ulaşıncaya kadar insanlar farkına bile varmıyor. Kişiler, akciğerlerinin yüzde 50 fonksiyon kaybına uğraması ile hastalığı fark ediyor. 40 yaş sonrasında nefes darlığı çeken kişilerin zaman kaybetmeden hekime başvurması ve gerekli testlerin yapılması gerekiyor. Sigara kullanımı, kötü çevre şartları ve uzun süre odun-kömür gibi bazı yakıtların dumanına maruz kalındığında hastalığa yakalanma riski artırıyor. Türkiye'de ilk defa Bakanlık ile bir dernek işbirliği yaparak “Nefesiniz Daralıyorsa Çaresiz Değilsiniz” temasını içeren bir program hazırlandı. Programın Dünya Sağlık Örgütü'nün öngördüğü şekilde ve bilim çevreleriyle birlikte yapıldı” dedi.
KOAH hastalarının da dünya genelinde görülen Pandemik A H1N1'e karşı risk altında olduğuna dikkat çeken Bakan Akdağ, “Grip salgını sırasında KOAH'lı hastalar, en önemli risk grubu içerisindedir. Bu hastalar, zaman geçirmeden aşılarını yaptırmalıdır. Griple ilgili en ufak bir belirti gören KOAH hastaları, vakit geçirmeden doktora başvurmalıdır” şeklinde konuştu.
“2010 Yılında 40 Bin Kişi Bu Hastalıktan Ölecek”
Dünya genelinde KOAH hastalarının yüzde 80'den fazlasının hastalıklarını bilmeden yaşamlarını yitirdiğini belirten Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Kocabaş, “Hekimler, sağlık görevlileri ve kamuoyu hastalığın tanı ve tedavisi hakkında yeterli bilgi ve duyarlılığa sahip değil. Bu nedenle boşu boşuna milyonlarca insan ölüyor. 2030 yılında KOAH’ın, dünyada ölüm nedenleri arasında 3. sıraya çıkacağı tahmin ediliyor. Bu hastalık, dünyada her yıl 2,7 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açıyor. Ülkemizde 5 milyon kişinin bu hastalıktan etkilendiği, hastalığın 3. ölüm nedeni olduğu ve 2010 yılında 40 bin kişi, 2020 yılında 60 bin kişinin bu hastalıktan öleceği tahmin edilmektedir. Türkiye'de Adana ilinde, KOAH 40 yaş üstü her 5 yetişkinden birini etkilemektedir” diye konuştu.
KOAH'a basit bir solunum testi ile tanı konulabileceğini belirten Prof. Dr. Kocabaş, bir basın mensubuna de test yaptı.
14 Aralık 2009 Pazartesi
GAZİ e-HASTANE OLUYOR
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı ve yenilikleri hakkında Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e konuşan Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. E. Turgut Talı, anabilim dallarında ve hastanelerinde yeniliklerin hızla sürdüğünü ve yakın zamanda e-Hastane hizmeti vermeye başlayacaklarını söyledi.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nın endosonografi, MR mammografi, elastografi gibi Türkiye’de birçok ilki gerçekleştiren anabilim dalı olduklarını belirten Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. E. Turgut Talı, hizmet satın alma işlemini de ilk uygulayan hastaneler arasında olduklarını kaydetti. Ana bilim dalında sürekli yenilenme ve iyileştirmelerin devam ettiğini belirterek iki yeni anjiografi cihazının satın alındığını ve içerisinde tedavi edilen hastaların gözlem altına alınabileceği, modern, güncel bir anjiografi-girişimsel radyoloji ünitesinin yapımına başlanacağını ifade etti. “Tüm ultrason cihazlarını yeniledik, hatta üniversite hastanelerinde gene bir ilk olan elastografi de yapabilen cihazı hizmete soktuk” diyen Prof. Dr. E. Turgut Talı, Aralık ayı sonunda da acil serviste son sistem ve 24 saat hizmet verecek bilgisayarlı tomografi ve 3 Tesla MR üniteleri için hizmet alımı ihalesine çıkacaklarını dile getirdi.
PACS sistemi konusunda çok farklı uygulamalar olduğunu, sürekli değiştiğini ve çok pahalıya mal olduğunu belirten Prof. Dr. Talı, “Biz hastane işletim sistemini değiştiriyoruz ve e-hastane sistemine geçmeye çalışıyoruz. Bu sistemin içerisine de görüntüyü ekleme, saklama ve değerlendirme modüllerini yerleştirmeyi planlıyoruz. Tabii ki sadece yetkililerin her yerden erişebileceği ve güvenli bir sistem oluşturulacak” dedi.
“Türkiye’de MR’da En Kısa Sürede Randevu İle Çalışan Biziz”
Radyoloji Anabilim Dalı’nda kadro sayısının yetersiz olduğunu kaydeden Prof. Dr. Talı, 30 asistan ve 14 öğretim üyesi ile günlük binin üzerinde hastaya hizmet verdiklerini dile getirdi. Prof. Dr. Talı, 24 saat MR ve bilgisayarlı tomografi hizmetinin verildiğini belirtti. Ultrasonda da 6-7 ay sonrasına gün verebildiklerini, çünkü, ultrasonun artık bir muayene yöntemi olarak kabul edilmeye başlandığını ve neredeyse her hastadan istenir hale geldiğini belirten Prof. Dr. Talı şöyle konuştu: “Neredeyse meslektaşlarımız hastayı daha muayene etmeden ultrason istiyorlar. Bu kadar yoğun talebe ne cihaz ne de ultrason tetkikini olması gerektiği şekilde yapan uzman açısından cevap verebilmek mümkündür. MR randevuları bir-bir buçuk aya kadar veriliyor. Türkiye’de üniversite hastaneleri içerisinde MR’da en kısa süreye randevu veren biziz. Radyolojik tetkikler istenirken elbette ki meslektaşlarımızın seçici davranmasını bekliyoruz, ama bunun muayene ile kesin tanı koyulmasını beklemek anlamına gelmemesi gerekir. Malpraktis tartışmalarının gittikçe yoğunlaşmaya başladığı günümüzde başağrısı ile gelen her hastaya MR çekiliyor tartışmaları yapılmakta hatta Sosyal Güvenlik Kurumu, MR ödemelerinde çeşitli kısıtlamalara gitmekte. Ancak, sadece başağrısı tanısıyla gelipte tümör çıkan o kadar çok hasta var ki. Hasta sizin yakınınız olsa nasıl davranırsınız?”
“Hastanemiz, Ankara’da En Çok Acil Yapan Hastanelerin Başında Geliyor”
Araştırma ve uygulama hastanesinde de önemli yenilikler yapıldığını söyleyen Prof. Dr. Talı, hasta tuvalet ve banyolarının yenilendiğini, sürekli hasta sahipleri ile tartışmalara yol açan servislerin kapılarını otomatik hale getirildiğini dile getirdi. Servislerde iyileştirme ve yenileştirmelerin planlandığını, radyoterapi merkezinin son sistem cihazlar ile donatıldığını, cihazların test kontrollerinden geçtiğini ve diğer üniversite hastanelerinde yapılamayan bir çok tedavinin yapılmaya başlandığını kaydeden Prof. Dr. Talı, acil servisten hasta çevirmediklerini ve Ankara’da en çok acil yapan hastanelerin başında geldiklerini belirtti.
“Uzaktan Eğitim Alıp Vermeye Başlayacağız”
Bu yeniliklerin sadece hizmetle sınırlı kalmadığını, Tıp Fakültesinin alt yapısını yenilemeye başladıklarını söyleyen Prof. Dr. Talı, sınıfları ses izolasyonu ve iyi bir akustiğe sahip, öğrencilerin rahat edebileceği, dersleri en yüksek verimle dinleyebilecekleri şekilde, uzaktan eğitim alıp verebilecek yazılım-donanıma sahip bir hale getirmeye başladıklarını belitti. İnternet aracılığı ile yurt dışından bir hocanın dersinin sınıftaki öğrenciler tarafından interaktif olarak katılabileceğini dile getiren Prof. Dr. Talı, gerektiğinde karşılıklı soru-cevap alışverişi yapılarak izlenebileceğini dile getirdi. Prof. Dr. Talı, “Hocalarımızın verdikleri derslerin diğer fakültelerde veya yurt dışında anında, aynı şekilde interaktif olarak izlenmesinin sağlanıyor. Gelecek yaz geri kalan sınıflar ile laboratuarlarımızı yenilemeyi planlıyoruz. Ayrıca öğrencilerimizin rahatça ders çalışabileceği, çeşitli etkinlikleri gerçekleştirebileceği ortamlar hazırladık. Bu yıl başladığımız İngilizce Tıp Programı da başarılı bir şekilde devam ediyor. Tüm bunların yanı sıra, çeşitli anabilim dallarımızda rotasyon yapmak üzere yurt dışından öğrenci ve asistanlarda gelmeye başladı” dedi.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nın endosonografi, MR mammografi, elastografi gibi Türkiye’de birçok ilki gerçekleştiren anabilim dalı olduklarını belirten Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. E. Turgut Talı, hizmet satın alma işlemini de ilk uygulayan hastaneler arasında olduklarını kaydetti. Ana bilim dalında sürekli yenilenme ve iyileştirmelerin devam ettiğini belirterek iki yeni anjiografi cihazının satın alındığını ve içerisinde tedavi edilen hastaların gözlem altına alınabileceği, modern, güncel bir anjiografi-girişimsel radyoloji ünitesinin yapımına başlanacağını ifade etti. “Tüm ultrason cihazlarını yeniledik, hatta üniversite hastanelerinde gene bir ilk olan elastografi de yapabilen cihazı hizmete soktuk” diyen Prof. Dr. E. Turgut Talı, Aralık ayı sonunda da acil serviste son sistem ve 24 saat hizmet verecek bilgisayarlı tomografi ve 3 Tesla MR üniteleri için hizmet alımı ihalesine çıkacaklarını dile getirdi.
PACS sistemi konusunda çok farklı uygulamalar olduğunu, sürekli değiştiğini ve çok pahalıya mal olduğunu belirten Prof. Dr. Talı, “Biz hastane işletim sistemini değiştiriyoruz ve e-hastane sistemine geçmeye çalışıyoruz. Bu sistemin içerisine de görüntüyü ekleme, saklama ve değerlendirme modüllerini yerleştirmeyi planlıyoruz. Tabii ki sadece yetkililerin her yerden erişebileceği ve güvenli bir sistem oluşturulacak” dedi.
“Türkiye’de MR’da En Kısa Sürede Randevu İle Çalışan Biziz”
Radyoloji Anabilim Dalı’nda kadro sayısının yetersiz olduğunu kaydeden Prof. Dr. Talı, 30 asistan ve 14 öğretim üyesi ile günlük binin üzerinde hastaya hizmet verdiklerini dile getirdi. Prof. Dr. Talı, 24 saat MR ve bilgisayarlı tomografi hizmetinin verildiğini belirtti. Ultrasonda da 6-7 ay sonrasına gün verebildiklerini, çünkü, ultrasonun artık bir muayene yöntemi olarak kabul edilmeye başlandığını ve neredeyse her hastadan istenir hale geldiğini belirten Prof. Dr. Talı şöyle konuştu: “Neredeyse meslektaşlarımız hastayı daha muayene etmeden ultrason istiyorlar. Bu kadar yoğun talebe ne cihaz ne de ultrason tetkikini olması gerektiği şekilde yapan uzman açısından cevap verebilmek mümkündür. MR randevuları bir-bir buçuk aya kadar veriliyor. Türkiye’de üniversite hastaneleri içerisinde MR’da en kısa süreye randevu veren biziz. Radyolojik tetkikler istenirken elbette ki meslektaşlarımızın seçici davranmasını bekliyoruz, ama bunun muayene ile kesin tanı koyulmasını beklemek anlamına gelmemesi gerekir. Malpraktis tartışmalarının gittikçe yoğunlaşmaya başladığı günümüzde başağrısı ile gelen her hastaya MR çekiliyor tartışmaları yapılmakta hatta Sosyal Güvenlik Kurumu, MR ödemelerinde çeşitli kısıtlamalara gitmekte. Ancak, sadece başağrısı tanısıyla gelipte tümör çıkan o kadar çok hasta var ki. Hasta sizin yakınınız olsa nasıl davranırsınız?”
“Hastanemiz, Ankara’da En Çok Acil Yapan Hastanelerin Başında Geliyor”
Araştırma ve uygulama hastanesinde de önemli yenilikler yapıldığını söyleyen Prof. Dr. Talı, hasta tuvalet ve banyolarının yenilendiğini, sürekli hasta sahipleri ile tartışmalara yol açan servislerin kapılarını otomatik hale getirildiğini dile getirdi. Servislerde iyileştirme ve yenileştirmelerin planlandığını, radyoterapi merkezinin son sistem cihazlar ile donatıldığını, cihazların test kontrollerinden geçtiğini ve diğer üniversite hastanelerinde yapılamayan bir çok tedavinin yapılmaya başlandığını kaydeden Prof. Dr. Talı, acil servisten hasta çevirmediklerini ve Ankara’da en çok acil yapan hastanelerin başında geldiklerini belirtti.
“Uzaktan Eğitim Alıp Vermeye Başlayacağız”
Bu yeniliklerin sadece hizmetle sınırlı kalmadığını, Tıp Fakültesinin alt yapısını yenilemeye başladıklarını söyleyen Prof. Dr. Talı, sınıfları ses izolasyonu ve iyi bir akustiğe sahip, öğrencilerin rahat edebileceği, dersleri en yüksek verimle dinleyebilecekleri şekilde, uzaktan eğitim alıp verebilecek yazılım-donanıma sahip bir hale getirmeye başladıklarını belitti. İnternet aracılığı ile yurt dışından bir hocanın dersinin sınıftaki öğrenciler tarafından interaktif olarak katılabileceğini dile getiren Prof. Dr. Talı, gerektiğinde karşılıklı soru-cevap alışverişi yapılarak izlenebileceğini dile getirdi. Prof. Dr. Talı, “Hocalarımızın verdikleri derslerin diğer fakültelerde veya yurt dışında anında, aynı şekilde interaktif olarak izlenmesinin sağlanıyor. Gelecek yaz geri kalan sınıflar ile laboratuarlarımızı yenilemeyi planlıyoruz. Ayrıca öğrencilerimizin rahatça ders çalışabileceği, çeşitli etkinlikleri gerçekleştirebileceği ortamlar hazırladık. Bu yıl başladığımız İngilizce Tıp Programı da başarılı bir şekilde devam ediyor. Tüm bunların yanı sıra, çeşitli anabilim dallarımızda rotasyon yapmak üzere yurt dışından öğrenci ve asistanlarda gelmeye başladı” dedi.
13 Aralık 2009 Pazar
PERİANAL VE ANAL PATOLOJİLERDE ULTRASONOGRAFİK İNCELEME TERCİH EDİLMELİ
Endoanal ultrasonografi üzerine araştırmalar yapan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Mihmanlı, kendilerine endoanal tetkik için gönderilen hastaların yarısından fazlasının önceden opere edilmiş ancak yeterince başarı elde edilmemiş hastalar olduğunu söyledi.
Endoanal ultrasonografi çalışmalarının günümüzde özellikle ülkemizde radyologların rutin pratiğine girmediğini belirten İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Mihmanlı, “Anorektal hastalıkların tedavilerinin planlanmasında görüntüleme yöntemleri gün geçtikçe önem kazanıyor. İlk radyolojik tetkikler fistülografi ve baryumlu çalışmalar ile sınırlı iken, son zamanlardaki teknolojik gelişmelerle ultrasonografik (US) görüntülemede büyük ilerlemeler oldu. US’de geliştirilen prob ve yazılımlar, yöntemin kullanılabilirliğini, görüntünün kalitesini ve etkinliğini artırıyor” dedi. Endoanal ultrasonografi yönteminin bilinmeyişinin temel nedeninin 360 derece görüş açılı ultrasonografi probunun radyoloji departmanlarındaki her cihaza uyumlu olmayışından kaynaklandığını ve işlemin bu yönteme özel cihaz tarafından yapılabilmesinden dolayı, bu inceleme için ayrı bir cihaz almak gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Mihmanlı, “Bu yöntem başta rektum tümör evrelemesi olmak üzere, perianal fistüllerin varlığı ve komplikasyonlarının tespitinde, dışkı tutamama (anal sfinkterlerin durumunu göstermek için) ya da kabızlık (invajinasyon, prolapsus, enterosel vs.) durumunda hem tanı koymada başarılı hem de tedaviyi planlayan hekime yol gösterici olabiliyor. Klinik hekimleri arasında, görüntüleme yöntemine başvurmadan, sadece muayene ile tedaviye başlayanlar var. Ancak, hasta yapılan cerrahi müdahaleler sonucunda çözüm bulamamışsa ve bu tetkikin yararlarını bilen hekimlere gitmişse bize tanı amacıyla gönderiliyor. Biz hastadaki problemin anatomik veya fonksiyonel boyutunu tespit ediyoruz. Oysa, hastaya hiçbir müdahale yapılmadan önce endoanal ultrasonografi ile problemin boyutları tespit edildiğinde, hastalığın nüksetme şansı daha az oluyor” dedi.
“Endorektal Ultrasonografi Yöntemi Sayesinde 360 Derecelik Görüş Açısı Sağlanıyor”
360 derece görüş açısına sahip perianal bölgenin incelendiği endoanal ultrasonografi probunun, iç genital organların (prostat, uterus, over vs.) incelenebildiği endorektal problardan farklı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mihmanlı, “Endoanal ultrasonografi sayesinde 360 derecelik görüş açısı sağlanıyor. Ultrasonografiden başarılı sonuç alabilmek için endikasyonların iyi bilinmesi gerekiyor. Söz gelişi görüntüleme yöntemi olmaksızın sadece muayene ile anorektal patolojiler doğru bir şekilde tespit edilemez. Örneğin; fistüllerin boyutu, seyri, tam olarak bilinmeden ki, apse de eşlik ediyor olabilir, bu durumda tedaviden tam başarı beklenemez. Aynı şekilde, dışkısını tutamayanlarda anal kanaldaki sfinkter kasları yırtılmış olabiliyor. Yırtığın şiddeti endoanal ultrasonografi ile tespit edildiğinde tedavi daha güvenli olarak yapılabilmektedir. Rektumun tümörlerinde de aynı şey söz konusudur; tümör barsak duvarının dış katmanına taşmışsa tedavi yöntemi değişebilir; bu endoanal ultrasonografi ile doğru bir şekilde tanınmaktadır. Bütün bu durumlarda endoanal ultrasonografinin kullanılmayışı hastaların revizyonuna yol açabiliyor” şeklinde konuştu.
Endoanal ultrasonografi çalışmalarının günümüzde özellikle ülkemizde radyologların rutin pratiğine girmediğini belirten İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Mihmanlı, “Anorektal hastalıkların tedavilerinin planlanmasında görüntüleme yöntemleri gün geçtikçe önem kazanıyor. İlk radyolojik tetkikler fistülografi ve baryumlu çalışmalar ile sınırlı iken, son zamanlardaki teknolojik gelişmelerle ultrasonografik (US) görüntülemede büyük ilerlemeler oldu. US’de geliştirilen prob ve yazılımlar, yöntemin kullanılabilirliğini, görüntünün kalitesini ve etkinliğini artırıyor” dedi. Endoanal ultrasonografi yönteminin bilinmeyişinin temel nedeninin 360 derece görüş açılı ultrasonografi probunun radyoloji departmanlarındaki her cihaza uyumlu olmayışından kaynaklandığını ve işlemin bu yönteme özel cihaz tarafından yapılabilmesinden dolayı, bu inceleme için ayrı bir cihaz almak gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Mihmanlı, “Bu yöntem başta rektum tümör evrelemesi olmak üzere, perianal fistüllerin varlığı ve komplikasyonlarının tespitinde, dışkı tutamama (anal sfinkterlerin durumunu göstermek için) ya da kabızlık (invajinasyon, prolapsus, enterosel vs.) durumunda hem tanı koymada başarılı hem de tedaviyi planlayan hekime yol gösterici olabiliyor. Klinik hekimleri arasında, görüntüleme yöntemine başvurmadan, sadece muayene ile tedaviye başlayanlar var. Ancak, hasta yapılan cerrahi müdahaleler sonucunda çözüm bulamamışsa ve bu tetkikin yararlarını bilen hekimlere gitmişse bize tanı amacıyla gönderiliyor. Biz hastadaki problemin anatomik veya fonksiyonel boyutunu tespit ediyoruz. Oysa, hastaya hiçbir müdahale yapılmadan önce endoanal ultrasonografi ile problemin boyutları tespit edildiğinde, hastalığın nüksetme şansı daha az oluyor” dedi.
“Endorektal Ultrasonografi Yöntemi Sayesinde 360 Derecelik Görüş Açısı Sağlanıyor”
360 derece görüş açısına sahip perianal bölgenin incelendiği endoanal ultrasonografi probunun, iç genital organların (prostat, uterus, over vs.) incelenebildiği endorektal problardan farklı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mihmanlı, “Endoanal ultrasonografi sayesinde 360 derecelik görüş açısı sağlanıyor. Ultrasonografiden başarılı sonuç alabilmek için endikasyonların iyi bilinmesi gerekiyor. Söz gelişi görüntüleme yöntemi olmaksızın sadece muayene ile anorektal patolojiler doğru bir şekilde tespit edilemez. Örneğin; fistüllerin boyutu, seyri, tam olarak bilinmeden ki, apse de eşlik ediyor olabilir, bu durumda tedaviden tam başarı beklenemez. Aynı şekilde, dışkısını tutamayanlarda anal kanaldaki sfinkter kasları yırtılmış olabiliyor. Yırtığın şiddeti endoanal ultrasonografi ile tespit edildiğinde tedavi daha güvenli olarak yapılabilmektedir. Rektumun tümörlerinde de aynı şey söz konusudur; tümör barsak duvarının dış katmanına taşmışsa tedavi yöntemi değişebilir; bu endoanal ultrasonografi ile doğru bir şekilde tanınmaktadır. Bütün bu durumlarda endoanal ultrasonografinin kullanılmayışı hastaların revizyonuna yol açabiliyor” şeklinde konuştu.
12 Aralık 2009 Cumartesi
HASTA DEĞİLİM, YARDIMA İHTİYACIM YOK
Şizofreni tedavisinde hastaya nasıl yaklaşılması gerektiği üzerine uzun yıllar araştırma yapan Prof. Dr. Xavier Amador, şizofren hastası olan abisi ile olan anılarını ve şizofren hastalarına nasıl yaklaşılması gerektiğini “Hasta Değilim, Yardıma İhtiyacım Yok” isimli kitapta anlattı.
Bilim dünyasına önemli katkıları olan Psikiyatrist Prof. Dr. Xavier Amador, Ankara’da düzenlenen 45. Ulusal Psikiyatri Kongresi kapsamında Janssen Cilag desteği ile gerçekleştirilen “Hasta Değilim, Yardıma İhtiyacım Yok” konulu sempozyuma konuşmacı olarak katıldı. Prof. Dr. Xavier Amador, hem hekim hem de bir hasta yakını olarak şizofreni konusundaki deneyimlerini paylaştı.
Katılımcıların Anket Sonuçları
Prof. Dr. Xavier Amador’un sunumundan önce Ankara Numune Hastanesi 2. Psikiyatri Klinik Şefi Doç. Dr. Nesrin Dilbaz, katılımcılara bazı sorular yöneltti. Bu sorular arasında: “Görüşme sırasında bir şizofreni hastasına ortalama ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz? Şeklindeki soruya bakıldığında katılımcıların yüzde 18’i 5 dakika, yüzde 43’ü 15 dakika, yüzde 35’i 30, yüzde 5’i ise 60 dakika yanıtını verdi. ‘Eğer yakınlarınızdan biri şizofreni hastası ise o zaman hekimin ona ne kadar zaman ayırmasını istersiniz?’ sorusuna ise neredeyse, katılımcıların yüzde 90’ı hatta daha fazlası 30 dakika ve üzerinde zaman ayrılması gerektiği cevabını verdi. ‘Sizce şizofreni hastalarının yüzde kaçı hastalıkları ile ilgili içgörü sahibidirler?’ sorusunun yönetilmesi üzerine yüzde 90 katılımcıların hastaların sadece yarısının içgörü sahibi olduğunu, yarısının ise içgörü sahibi olmadığını düşündüğü ortaya çıktı. ‘Şizofreni hastalarınızın yüzde kaçında ilk iki yıl içinde relaps görülüyor?’ sorusuna da yüzde 50’den fazla hastasının iki yıl içinde relaps yaptığını, yine yüzde 35 ile birlikte toparlarsak, yaklaşık yüzde 87 katılımcı aslında hastalarımızın yüzde 30’u ile 50 üzerindekinin relaps yaptığı konusunda görüş bildirdi. Ancak literatürde iki yıl içindeki relaps oranına bakıldığında çok daha yüksek olduğu görülüyor.
Bilim dünyasına önemli katkıları olan Psikiyatrist Prof. Dr. Xavier Amador, Ankara’da düzenlenen 45. Ulusal Psikiyatri Kongresi kapsamında Janssen Cilag desteği ile gerçekleştirilen “Hasta Değilim, Yardıma İhtiyacım Yok” konulu sempozyuma konuşmacı olarak katıldı. Prof. Dr. Xavier Amador, hem hekim hem de bir hasta yakını olarak şizofreni konusundaki deneyimlerini paylaştı.
Katılımcıların Anket Sonuçları
Prof. Dr. Xavier Amador’un sunumundan önce Ankara Numune Hastanesi 2. Psikiyatri Klinik Şefi Doç. Dr. Nesrin Dilbaz, katılımcılara bazı sorular yöneltti. Bu sorular arasında: “Görüşme sırasında bir şizofreni hastasına ortalama ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz? Şeklindeki soruya bakıldığında katılımcıların yüzde 18’i 5 dakika, yüzde 43’ü 15 dakika, yüzde 35’i 30, yüzde 5’i ise 60 dakika yanıtını verdi. ‘Eğer yakınlarınızdan biri şizofreni hastası ise o zaman hekimin ona ne kadar zaman ayırmasını istersiniz?’ sorusuna ise neredeyse, katılımcıların yüzde 90’ı hatta daha fazlası 30 dakika ve üzerinde zaman ayrılması gerektiği cevabını verdi. ‘Sizce şizofreni hastalarının yüzde kaçı hastalıkları ile ilgili içgörü sahibidirler?’ sorusunun yönetilmesi üzerine yüzde 90 katılımcıların hastaların sadece yarısının içgörü sahibi olduğunu, yarısının ise içgörü sahibi olmadığını düşündüğü ortaya çıktı. ‘Şizofreni hastalarınızın yüzde kaçında ilk iki yıl içinde relaps görülüyor?’ sorusuna da yüzde 50’den fazla hastasının iki yıl içinde relaps yaptığını, yine yüzde 35 ile birlikte toparlarsak, yaklaşık yüzde 87 katılımcı aslında hastalarımızın yüzde 30’u ile 50 üzerindekinin relaps yaptığı konusunda görüş bildirdi. Ancak literatürde iki yıl içindeki relaps oranına bakıldığında çok daha yüksek olduğu görülüyor.
“Tedaviyi Reddetme Önemli Bir Sorun”
Şizofreni hastalarında tedaviyi yarım bırakma ve tedavi olmayı reddetme sorunlarının önemine değinen Prof. Dr. Amador, bir hastanın tedavi olmayı kabul etmesi için hasta olduğunu kabul etmesi gerektiğini söyledi. Bu kapsamda şizofreni hastalarının hasta olduklarını kabul etmediklerini ve kendi gerçeklerinin toplum gerçekleriyle örtüşmediğini söyleyen Prof. Dr. Amador, şizofreni hastaları ile iletişimin önemini vurguladı. Motivasyonel iletişim teknikleri ile önce hastaların savlarını dinlemenin ve onlara karşı empati göstermenin önemini vurgulayan Prof. Dr. Amador, hastaların tedaviye kendi tercihleri doğrultusunda başlamalarının olumlu etkisinin altını çizdi.
Kendi tercihleri ile tedaviye başlayan hastalarda tedavide sürekliliğin ve başarının yükseldiğini söyleyen Prof. Dr. Amador, şizofreni tedavisinde etkili olan motivasyonel iletişim tekniklerinin hayatın her safhasında kullanabileceğini de söyledi. Hasta yakını – hasta, karı-koca, anne-çocuk ilişkilerinde de yaşanan fikir ayrılıklarında karşı tarafı dinlemenin ve önce anlamaya çalışmanın sağlıklı iletişimin ilk kuralı olduğunu belirten Prof. Dr. Amador, “Aynı fikri paylaşmak zorunda olmadan da karşı tarafın fikirlerini anlayabiliriz” dedi. Sloganın “iddialarının gücüyle değil, ilişkinin gücüyle kazanırsın” olarak belirlemek gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Amador, “Bu yaklaşımla her tür fikir ayrılığında bir uzlaşmaya varmak mümkün” dedi.
LEAP Tekniği
Prof. Dr. Amador, motivasyonel iletişim tekniklerini uyguladığı, LEAP (Listen-Empathise-Agree-Partner) tekniği ile şizofreni hastası olan abisinin tedavisini gerçekleştirdiğini anlattı. Şizofreni alanında geliştirilen yeni tedavi seçenekleri ile hastalığın tedavisinde ve hastanın tedaviye uyumunda daha etkin yöntemlere ulaşıldığını vurgulayan Prof. Dr. Amador, motivasyonel iletişim teknikleri ve güvene dayalı bir ilişki ile şizofreni tedavisinde en büyük engel olan “tedavi olmayı reddetme” sorununun aşılabildiğini belirtti. Prof. Dr. Amador, hastanın tedaviye uyum sorununun giderilmesinden sonra güncel ve yenilikçi tedavi seçenekleri ile hastanın hayata katılması yani işlevselliğini geri kazanması konusunda çok etkin sonuçlar alındığının altını çizdi.
11 Aralık 2009 Cuma
ANTİBİYOTİK GRİPTE KULLANILMAZ
Çok önemli ve değerli olan antibiyotiklerin yerli yerinde kullanılmasının önemine işaret eden Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, bu ilaçların dünyada salgına yol açan domuz gribi gibi virüslerin tedavisinde etkili olmadığını bildirdi.
''Avrupa Antibiyotik Farkındalık Günü'' nedeniyle düzenlenen toplantıda konuşan Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, antibiyotiklerin keşfinden önce insanların basit hastalıklardan hayatını kaybettiğini, bugün ise zatürre gibi birçok hastalığın tedavisinin antibiyotik ile mümkün olduğuna dikkat çekti. Ancak bakterilerin mutasyona uğrayarak, bu ilaçlara karşı direnç geliştirerek varlıklarını sürdürdüklerini anlatan Bakan Akdağ, bu nedenle dirençli mikroorganizmaların tedavisinde güçlük çekildiğini kaydetti. Bakan Akdağ, şunları söyledi: “Antibiyotikler bizim için çok önemli, çok değerli, ama onları biraz kıskanarak, yerli yerinde kullanmalıyız. Aslında içinde bulunduğumuz, bir grip salgının yaşandığı günler bu açıdan da önemi artıyor. Hem vatandaşlarımız, ateşli durumlar için doktorlarını 'antibiyotik verin' diye zorlamamalılar hem de kendi başlarına antibiyotik asla kullanmamalılar. Doktorlar da bilgilerini tazeleyerek farkındalıklarını artırarak antibiyotiği nerede kullanacakları ile ilgili en doğru kararı vermeliler. İçinde bulunduğumuz günlerdeki bu grip virüsü antibiyotiklerle tedavi edilemez.”
Grip ve nezle gibi hastalıklarda antibiyotiklerin ikincil bir enfeksiyon gelişmesi durumunda kullanıldığını, onun dışında kullanmamak gerektiğini vurgulayan Bakan Akdağ, aksi takdirde istenmeyen yan etkilerle direnç ortaya çıkabileceğini ve ekonomik kayıp olacağını söyledi.
Antibiyotik direncinin farklı ülkelerde farklı seviyelerde olduğunu belirten Bakan Akdağ, bu ilaçları hoyratça kullanan ülkelerde direncin daha fazla geliştiğine dikkati çekti.
“Türkiye Antibiyotik Direnci Avrupa'daki En Yüksek Ülkelerden”
Antibiyotiklerin dünyada gereksiz yere kullanılan ilaçların başında geldiğini söyleyen Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Başkanı Prof. Dr. Erdal Akalın, ABD'de hastane dışında 150 milyon reçeteden 50 milyonunun gereksiz yazıldığının tespit edildiğini belirtti. Bunun bakteriyel direnç gelişimiyle direkt ilgili olduğunu ve halk sağlığını yakından ilgilendirdiğini vurgulayan Prof. Dr. Akalın, “Türkiye'de ilaç harcamalarının yüzde 14.9'unu antibiyotikler oluşturuyor. Türkiye'deki antibiyotik direnci Avrupa'daki en yüksek ülkelerden biri durumunda yer alıyor. Özellikle hastanede gelişen enfeksiyonların tedavisi zorlaştı. Bunun çözümü için hastane dışında uygun antibiyotik kullanımı büyük önem taşıyor. Bu konuda hem hekimlerin hem de halkın bilinçlendirilmesi gerekiyor. Gelişen direnç tüm toplumu etkilediği için gereksiz antibiyotik kullanımı hem hastaya hem de topluma zarar veriyor” dedi.
Grip veya Nezle iseniz, Antibiyotik Kullanmayın
Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Antibiyotik Testlerinin Standardizasyonu Grubu’ndan Prof. Dr. Deniz Gür de antibiyotik kullanımının duyarlılık testleri doğrultusunda olmasının yerinde olacağını söyledi.
Antibiyotiklerin bir ateş düşürücü olmadığını, viral bir hastalık olan domuz gribi ve diğer griplerle soğuk algınlığının bu ilaçlarla tedavi edilemeyeceğini hatırlatan KLİMİK Derneği'nden Prof. Dr. Firdevs Aktaş, halkın eczanelerden kolaylıkla antibiyotiklere ulaşmasının önemli bir problem olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Aktaş, “Bu ilaçların korunma amaçlı kullanılması da yanlış. Ama Türkiye'de bu duruma çok rastlıyoruz. Bunun belirli kurallar dahilinde yapılması gerekiyor” şeklinde konuştu.
Türkiye Milli Pediatri Derneği'nden Doç. Dr. Ateş Kara da çocukluk çağında antibiyotiklerin ya gereksiz ya da gereğinden fazla kullanıldığını kaydederek, direnç geliştiği için antibiyotik alan çocukların çevredeki çocukları da olumsuz etkilediklerine işaret etti.
Türkiye'deki antibiyotik kullanımının gelişmiş ülkelere oranla çok yüksek olduğunu ifade eden Türk Eczacıları Birliği 2. Başkanı Hilmi Şener, vatandaşlardaki kendi kendine tedavi kaygısının eczacıların sorumluluğunu artırdığını söyledi. Şener, antibiyotiklerin sadece bakteriyel enfeksiyonlarda hekim tavsiyesine göre ve eczacı danışmanlığında, gerektiği kadar kullanılmasının önemine dikkati çekti.
''Avrupa Antibiyotik Farkındalık Günü'' nedeniyle düzenlenen toplantıda konuşan Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, antibiyotiklerin keşfinden önce insanların basit hastalıklardan hayatını kaybettiğini, bugün ise zatürre gibi birçok hastalığın tedavisinin antibiyotik ile mümkün olduğuna dikkat çekti. Ancak bakterilerin mutasyona uğrayarak, bu ilaçlara karşı direnç geliştirerek varlıklarını sürdürdüklerini anlatan Bakan Akdağ, bu nedenle dirençli mikroorganizmaların tedavisinde güçlük çekildiğini kaydetti. Bakan Akdağ, şunları söyledi: “Antibiyotikler bizim için çok önemli, çok değerli, ama onları biraz kıskanarak, yerli yerinde kullanmalıyız. Aslında içinde bulunduğumuz, bir grip salgının yaşandığı günler bu açıdan da önemi artıyor. Hem vatandaşlarımız, ateşli durumlar için doktorlarını 'antibiyotik verin' diye zorlamamalılar hem de kendi başlarına antibiyotik asla kullanmamalılar. Doktorlar da bilgilerini tazeleyerek farkındalıklarını artırarak antibiyotiği nerede kullanacakları ile ilgili en doğru kararı vermeliler. İçinde bulunduğumuz günlerdeki bu grip virüsü antibiyotiklerle tedavi edilemez.”
Grip ve nezle gibi hastalıklarda antibiyotiklerin ikincil bir enfeksiyon gelişmesi durumunda kullanıldığını, onun dışında kullanmamak gerektiğini vurgulayan Bakan Akdağ, aksi takdirde istenmeyen yan etkilerle direnç ortaya çıkabileceğini ve ekonomik kayıp olacağını söyledi.
Antibiyotik direncinin farklı ülkelerde farklı seviyelerde olduğunu belirten Bakan Akdağ, bu ilaçları hoyratça kullanan ülkelerde direncin daha fazla geliştiğine dikkati çekti.
“Türkiye Antibiyotik Direnci Avrupa'daki En Yüksek Ülkelerden”
Antibiyotiklerin dünyada gereksiz yere kullanılan ilaçların başında geldiğini söyleyen Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Başkanı Prof. Dr. Erdal Akalın, ABD'de hastane dışında 150 milyon reçeteden 50 milyonunun gereksiz yazıldığının tespit edildiğini belirtti. Bunun bakteriyel direnç gelişimiyle direkt ilgili olduğunu ve halk sağlığını yakından ilgilendirdiğini vurgulayan Prof. Dr. Akalın, “Türkiye'de ilaç harcamalarının yüzde 14.9'unu antibiyotikler oluşturuyor. Türkiye'deki antibiyotik direnci Avrupa'daki en yüksek ülkelerden biri durumunda yer alıyor. Özellikle hastanede gelişen enfeksiyonların tedavisi zorlaştı. Bunun çözümü için hastane dışında uygun antibiyotik kullanımı büyük önem taşıyor. Bu konuda hem hekimlerin hem de halkın bilinçlendirilmesi gerekiyor. Gelişen direnç tüm toplumu etkilediği için gereksiz antibiyotik kullanımı hem hastaya hem de topluma zarar veriyor” dedi.
Grip veya Nezle iseniz, Antibiyotik Kullanmayın
Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Antibiyotik Testlerinin Standardizasyonu Grubu’ndan Prof. Dr. Deniz Gür de antibiyotik kullanımının duyarlılık testleri doğrultusunda olmasının yerinde olacağını söyledi.
Antibiyotiklerin bir ateş düşürücü olmadığını, viral bir hastalık olan domuz gribi ve diğer griplerle soğuk algınlığının bu ilaçlarla tedavi edilemeyeceğini hatırlatan KLİMİK Derneği'nden Prof. Dr. Firdevs Aktaş, halkın eczanelerden kolaylıkla antibiyotiklere ulaşmasının önemli bir problem olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Aktaş, “Bu ilaçların korunma amaçlı kullanılması da yanlış. Ama Türkiye'de bu duruma çok rastlıyoruz. Bunun belirli kurallar dahilinde yapılması gerekiyor” şeklinde konuştu.
Türkiye Milli Pediatri Derneği'nden Doç. Dr. Ateş Kara da çocukluk çağında antibiyotiklerin ya gereksiz ya da gereğinden fazla kullanıldığını kaydederek, direnç geliştiği için antibiyotik alan çocukların çevredeki çocukları da olumsuz etkilediklerine işaret etti.
Türkiye'deki antibiyotik kullanımının gelişmiş ülkelere oranla çok yüksek olduğunu ifade eden Türk Eczacıları Birliği 2. Başkanı Hilmi Şener, vatandaşlardaki kendi kendine tedavi kaygısının eczacıların sorumluluğunu artırdığını söyledi. Şener, antibiyotiklerin sadece bakteriyel enfeksiyonlarda hekim tavsiyesine göre ve eczacı danışmanlığında, gerektiği kadar kullanılmasının önemine dikkati çekti.
9 Aralık 2009 Çarşamba
GASTROENTEROLOJİ’DE 50. YILA YAKIŞAN KUTLAMA
Gastroenteroloji’nin 50. kuruluş yılı etkinlikleri Ankara’da gerçekleştirildi. Dünya Gastroenteroloji Derneği Başkanın toplantıya katılmasının yanı sıra önemli araştırmalar sunuldu.
Gastroenteroloji 50. kuruluş yılı etkinlikleri ve 26. Ulusal Gastroenteroloji Haftası, Ankara Sheraton otelde gerçekleştirildi. 486 tane bildiriden, 82 tanesi sözlü geri kalanları da poster olarak sunuldu. Türkiye’deki Gastroenterolojide cevap arayan sorunlar, Helicobacter Pylori, Gastroenterelojik kanamalar, kalınbağırsak kanserleri gibi konular üzerinde duruldu. 910 katılımcının hazır bulunduğu toplantıda, 36 stand ve 90 firma yer aldı. Gastroenterologlar başta olmak üzere genel cerrahlar, dahiliye uzmanları ve pratisyen hekimler gibi birçok branştan katılım olduğunu dile getiren Türk Gastroenteroloji Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ömer Özütemiz, Dünya Gastroenteroloji Derneği Başkanın da toplantıda yer aldığını vurguladı. Prof. Dr. Özütemiz toplantı hakkında şöyle konuştu: “Gastroenteroloji Başkanı’nın seçtikleri oturumda 6 tane çok önemli bildiriler sunuldu. Bunlar; Endoskopik sedasyon: Ülke çapında yapılan değerlendirme sonuçları, Türkiye’de dispepsi hastalarının endoskopik bulgularının çok merkezli prospektif değerlendirilmesi (dipsen): ilk veriler varis-dışı üst gastrointestinal sistemi. Kanamalarda güncel tedavi stratejilerinin klinik sonuçları: Avrupa araştırması Türkiye sonuçları, Gastrointestinal premalign ve malign lezyonlarda endoskopik submukozal diseksiyon: Türkiye’den tek merkezin sonuçları, Kronik delta hepatiti’ne bağlı ileri evre karaciğer hastalarında pegile interferon bazlı tedavi: Sirotik olmayan hastalarla karşılaştırma, kronik pankreatitli hastalarda endoskopik tedavi başlıklı konular sunuldu.”
Notes Tekniği Türkiye’de İlk Kez Yapıldı
Yeditepe Üniversitesinden Doç. Dr. Cengiz Pata ve arkadaşlarının Notes Tekniği’nin ilk kez domuzlarda yapılmasının büyük bir başarı olduğunu belirten Prof. Dr. Özütemiz, bunun Türkiye’de ilk defa yapılan bir ameliyat olduğuna dikkat çekti. Helicobacter Pylori tedavisine yönelik diyetler ile ilgili çok farklı çalışmalar olduğunu ileten Prof. Dr. Özütemiz, “Antibiyotikler denenerek tedavi şansı yüzde 80-90 oranında başarılı olmaya başladı. Mide kanamalarında ortak çalışmalar bir araya gelmiş durumda, pankreas hastalıklarında endoskopik olarak tedaviler var. Ayrıca kongremizde ‘XX Kromozomu ve Gastroenteroloji’ isimli toplantıda kadın doktorların sorunları tartışıldı” dedi.
Gastroenteroloji 50. kuruluş yılı etkinlikleri ve 26. Ulusal Gastroenteroloji Haftası, Ankara Sheraton otelde gerçekleştirildi. 486 tane bildiriden, 82 tanesi sözlü geri kalanları da poster olarak sunuldu. Türkiye’deki Gastroenterolojide cevap arayan sorunlar, Helicobacter Pylori, Gastroenterelojik kanamalar, kalınbağırsak kanserleri gibi konular üzerinde duruldu. 910 katılımcının hazır bulunduğu toplantıda, 36 stand ve 90 firma yer aldı. Gastroenterologlar başta olmak üzere genel cerrahlar, dahiliye uzmanları ve pratisyen hekimler gibi birçok branştan katılım olduğunu dile getiren Türk Gastroenteroloji Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ömer Özütemiz, Dünya Gastroenteroloji Derneği Başkanın da toplantıda yer aldığını vurguladı. Prof. Dr. Özütemiz toplantı hakkında şöyle konuştu: “Gastroenteroloji Başkanı’nın seçtikleri oturumda 6 tane çok önemli bildiriler sunuldu. Bunlar; Endoskopik sedasyon: Ülke çapında yapılan değerlendirme sonuçları, Türkiye’de dispepsi hastalarının endoskopik bulgularının çok merkezli prospektif değerlendirilmesi (dipsen): ilk veriler varis-dışı üst gastrointestinal sistemi. Kanamalarda güncel tedavi stratejilerinin klinik sonuçları: Avrupa araştırması Türkiye sonuçları, Gastrointestinal premalign ve malign lezyonlarda endoskopik submukozal diseksiyon: Türkiye’den tek merkezin sonuçları, Kronik delta hepatiti’ne bağlı ileri evre karaciğer hastalarında pegile interferon bazlı tedavi: Sirotik olmayan hastalarla karşılaştırma, kronik pankreatitli hastalarda endoskopik tedavi başlıklı konular sunuldu.”
Notes Tekniği Türkiye’de İlk Kez Yapıldı
Yeditepe Üniversitesinden Doç. Dr. Cengiz Pata ve arkadaşlarının Notes Tekniği’nin ilk kez domuzlarda yapılmasının büyük bir başarı olduğunu belirten Prof. Dr. Özütemiz, bunun Türkiye’de ilk defa yapılan bir ameliyat olduğuna dikkat çekti. Helicobacter Pylori tedavisine yönelik diyetler ile ilgili çok farklı çalışmalar olduğunu ileten Prof. Dr. Özütemiz, “Antibiyotikler denenerek tedavi şansı yüzde 80-90 oranında başarılı olmaya başladı. Mide kanamalarında ortak çalışmalar bir araya gelmiş durumda, pankreas hastalıklarında endoskopik olarak tedaviler var. Ayrıca kongremizde ‘XX Kromozomu ve Gastroenteroloji’ isimli toplantıda kadın doktorların sorunları tartışıldı” dedi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)