22 Ekim 2008 Çarşamba

LENFOMA ÜZERİNE

Lenfoma üzerine çalışmalarını sürdüren Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalın Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işınsu Kuzu, yaptığı çalışmaları Sağlık Dergisine anlattı.

1987 yılında asistan olarak başladığı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak görevini sürdüren Prof. Dr. Işınsu Kuzu 1991 yılında bir yıl Oxford Üniversitesinde Lenfomalar ve endotel hücreleri üzerine araştırmalar yaptı. İkinci yurt dışı deneyiminde 2001 yılında 4 ay süreyle Chicago Loyola üniversitesinde Moleküler patoloji teknikleri ile ilgili çalışmalar yapmak üzere bulundu. Prof. Dr. Kuzu 1997 yılından bu yana bölümünde hematopatoloji ile ilgili konsültan olarak çalışıyor. Bunun yanında Türkiye’deki hematopatologlarla birlikte oluşturdukları çalışma grubuyla lenfoma dağılımı ve tanı standardizasyonu amaçlı başlatılan çalışmaları bulunuyor. Bu kapsamda Türk Hematoloji Derneği destekli “Lenfoma konsültasyon zinciri” isimli projenin yöneticiliğini yapıyor. Bu projede ülkedeki tüm patologların kayıt olup tanı veya tiplendirme güçlüğü çektikleri lenfoma şüpheli olgularını konsülte edebildikleri ve sonuçlarını da web tabanlı bir sistem üzerinden ilettiklerini belirten Prof. Dr. Kuzu, bu sistemle aynı zamanda konsültasyon yanıtlarıyla da gönderen patologların eğitimine yardımcı olunduğunu belitti. Konsültasyon zinciri projesinde Ankara, İstanbul ve İzmir de oluşturulan deneyimli hematopatologlardan oluşan ekipler bir araya gelerek olguları değerlendirdiğini ifade eden Dr. Kuzu, Hematopatoloji çalışma grubu olarak belli aralıklarla çeşitli bölgelerde çalıştaylar düzenleyerek, gerek konsültasyon zincirine gönderilen olguları gerekse de lenfoma antitelerinin tanısal özelliklerini tartışarak eğitim yaptıklarını belirtti. Prof. Dr. Kuzu, Patolog eğitimi ile ilgili yaptıkları çalışmaların “Patoloji Dernekleri Federasyonu” ve “Türk Hematoloji Derneği” tarafından desteklendiğini belirterek, gelecek dönemlerde bu konuda rotasyonlar düzenlenmesi ve standizasyon için ülke çapına yayılabilecek uygulamaların düşünülmesinin mümkün olabileceğini kaydetti. Hematolojik hastalıkların tanısında kullanılan immunhistokimyasal ve moleküler testlerin pahalı yöntemler olduğunun altını çizen Kuzu, bunların her merkezde yapılamayabildiğini, eksiklikler ve bundan kaynaklanan test tekrarları ile tedavi değişikliklerinin hastaların sağ kalımını, tedaviye dayalı komplikasyonlardan dolayı sağlık harcamalarını arttırabildiğini dile getirdi. Ekipler halinde uluslararası kongrelere de katılarak burada edinilen gelişmeleri ülkemizdeki toplantılarda da patologlara iletmeye çalıştıklarını kaydeden Prof. Dr. Kuzu, Eylül ayının sonunda Avrupa Hematopatoloji kongresinde güncel lenfoma sınıflaması ile ilgili kongreye katılacağını belirtti.

Kuzu, tanısal patoloji dışında yaptığı araştırmaların kök hücreler ve hematolojik hastalıkların biyolojisi ile ilgili olduğunu belirtti. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işınsu Kuzu, 2000 yılında Türkiye Bilimler Akademisine (TUBA) Aday üye seçildi. 2001 yılından bu yana kök hücre ile ilgileniyor ve TUBA Kök hücre Komitesin de üyesi. Kuzu, erişkin hematopoetik ve mezankimal kök hücrelerin çeşitli doku hücrelerine farklılaştığının gösterilmesinde farklı yöntemleri kombine ederek doku kesitlerinde uyguladıklarını belirterek, bu şekilde transplant yapılan hastalarda karaciğer ve gastrointestinal kanal mukoza hücrelerinin verici kaynaklı hücrelere farklılaşmasını destekleyen erken dönemde deliller elde ettiklerini ancak bunun ilerleyen zaman içerisinde devam etmediğini gördüklerini söyledi. Kök hücre araştırmalarını sürdüren , Hematoloji , gastroenteroloji, beyin cerrahisi ekipleri ile birlikte deneysel çalışmaların devam ettiğini ifade eden Kuzu, bu çalışma sonuçları bilimsel dergilerde yayınlandıktan sonra klinik uygulama alanlarıyla ilgili olasılıkların tartışılmasının doğru olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Kuzu, kök hücre farklılaşmasıyla ilgili deneysel çalışmaların, tedavisi imkansız bazı hastalıklarda yitirilen doku ve hücrelerin kök hücrelerle yenilenebilmesi şeklinde tedavi yöntemlerinin geliştirilebileceğini gösterdiğini belirtti.
Lenfoma biyoloji ile ilgili çalışmaları içerinde Gluten alerjisi zemininde lenfoma gelişimi sürecinin takibi, Burrkitt lenfomaların ayırıcı tanısı, Folliküler lenfomalarda mikroçevreyi oluşturan hücrelerin özellikleri, deri lenfomalarında moleküler yöntemlerin tanısal değeri, ile ilgili araştırma projelerini tamamladıklarını belirten Prof. Dr. Kuzu, bu çalışmalarının TUBİTAK, Üniversite Araştırma Fonu ve Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji enstitüsü tarafından desteklendiğini belirtti. Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitünün araştırmalarda yüksek lisans öğrencilerinin yer almasıyla kalifiye teknik eleman yetiştirilmesini de sağladığına dikkat çeken Prof. Dr. Kuzu, “Bölümümüzde ki araştırma projelerinde 3 master öğrencisi ve 1 doktora öğrencisi biyolog çalışıyor” dedi.

Kuzu, Türkiye’de başlatılan “Gastrointestinal stromal tümörlerin mutasyon profilinin belirlenmesi ve tedavinin yönlendirilmesi”ni kapsayan projede de kendi bölümlerinin moleküler patoloji ayağını üstlendiğini ve bu çalışanın ülke çapında çok merkezli olarak devam ettiğini dile getirdi.

21 Ekim 2008 Salı

TÜBİTAK’TAN ÖDÜLLÜ ÇALIŞMA

Felç oluşum mekanizmaları ve reperfüzyon hasarı üzerine yaptığı çalışmalar ile TÜBİTAK Teşvik ödülü alan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yasemin Gürsoy Özdemir, ayrıca Harvard Üniversitesine bağlı Mass General Hospital “Neurovascular Regulation and stroke” laboratuarında migren üzerine yaptığı çalışmalar ile ilgili Sağlık Dergisine bilgi verdi.
1992 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Bölümünü kazanan Doç. Dr. Yasemin Gürsoy Özdemir, ihtisasından sonra Hacettepe Üniversitesi Temel Nörolojik Bilimler (Nöroscience) bölümünde doktora yaptı. Harvard Üniversitesine bağlı Mass General Hospital “Neurovascular Regulation and stroke” laboratuarında, Prof. Dr. Mike Moskowitz’in yanında doktora sonrası çalışmasını yapan Doç. Dr. Özdemir, halen Hacettepe Üniversitesinde hem Nörolojik Bilimler Enstitüsünde hem de Nöroloji Bölümünde görev yapmaktadır.

Nöroloji ihtisası yaparken felç mekanizmaları ile ilgilenen Doç. Dr. Özdemir, acile başvuran hastalar arasında inmeli vakaların en sık gelen vakalardan biri olduğunu ve tedavinin yok denecek kadar az olduğunu kaydetti. Son yıllara kadar felçli hasta geldiğinde müdahaleden çok tekrar felç getirmemesi doğrultusunda tedavi uygulandığını ifade eden Doç. Dr. Özdemir, doku trombolitik etkisi olan, “Plazminojen Aktivatörü” denilen bir maddenin piyasaya çıkması ile felç geçirdikten sonra ilk 3 saatte tıkalı damarın açılmasında faydalı olacak bir ilaç olarak akut tedavi için kullanıldığını belirtti. Felç denilen olayın beyne giden damarların tıkanması yada o damarda oluşan kanamadan kaynaklandığını ifade eden Doç. Dr. Özdemir, “Vücuttaki kan ve oksijeni en fazla kullanan dokulardan biri beyin dokusudur ve çok fazla enerji ihtiyacı vardır. Beyin damarları tıkandığında sinir hücreleri belli bir süre oksijensizliğe tahammül edebiliyor. Ancak daha sonrasında hücrelerin hasarlanmasına yönelik mekanizmalar başlıyor. Bu süre uzadıkça o hücreler geri dönüşümsüz olarak ölüyorlar. Tutulduğu yere göre felcin bölgesi değişiyor. Felç geçirdikten sonra hareketli hayata döndürmek, en büyük amacımız. Plazminojen aktivatörü sayesinde tıkalı beyin damarına ilk 3 saatte verildiğinde açılabileceğini ve oldukça faydalı, daha gecikmiş bir zamanda verildiğinde ise yeniden kan akımının sağlanması ile sırasında ortaya çıkan reperfüzyon hasarı gerçekleşerek iyileşme sürecini kısıtlıyor. Yapılan çalışmalarda ilk 6 saatte çalışmalar istenilen sonucu vermedi” dedi.


Felçte İlk 3 Saat Önemliİlk 3 saatten sonra damarlar açılsa da kan-beyin bariyeri denilen kan dokusundan beyine bazı istenmeyen maddelerin geçtiğini bildiren Doç. Dr. Özdemir, felçlerde ayrıca beyin kanaması olabildiğini bulduğunu dile getirdi. Doç. Dr. Özdemir, farelerde insanda da en sık karşılaşılan orta serebral arter (Arteria cerebra media) denilen damarın tıkanmasına dair bir iskemi modeli oluşturduklarını belirterek, bir süre tıkanan damar açıldıktan sonra ortaya çıkan reperfüzyon sırasında oluşan kan-beyin bariyeri bozukluğuna neden olan yapıları tespit ettiklerini kaydetti. Damar duvarında bulunan Nitrik oksit ile kandaki oksijenin etkileşime geçerek Süperoksit radikali oluşturduğunu hatırlatan Doç. Dr. Özdemir, bu iki bileşenden Peroksinitrit denilen reaktif radikal oluştuğunu, pek çok moleküle bağlanarak yapı ve fonksiyonlarını bozduğu bilgisini verdi. Peroksinitrit’in reperfüzyon hasarında çok önemli rolü olduğunu tespit ettiklerini ve Peroksinitrit yapımını ilaç tedavisiyle azaltıp engellenirse, gerçekten koruyucu bir önlem oluşturacağını ifade eden Doç. Dr. Özdemir, reperfüzyon hasarını azalttığını da tespit ederek, hangi hücreleri daha çok etkilediğine dair çalışmaların devam ettiğini anlattı.


Migrende etkili olan kortikal yayılan depolarizasyon dalgalarının patofizyolojisine yönelik çalışmalarda yaptığını söyleyen Doç. Dr. Özdemir, “Auralı Migrenin, göz önünde şimşek çakmaları, uçuşmalar veya gözde perdelenmeyle birlikte başlayan beraberinde veya arkasından ağrı ile giden migren formu” olduğunu belirtti. Auranın ise kortikal yayılan depolarizasyon dalgasından kaynaklanabileceğini söyledi. Migrendeki ağrının kortikal yayılan depolarizasyon dalgalarından kaynakladığını insan verilerinden de tespit ettiklerini ifade eden Doç. Dr. Özdemir, Amerika’da yapılan insan üzerinde görüntüleme çalışmasında, hayvanda olan kortikal yayılan depolarizasyon dalgasının eş değerinin insanda da gösterildiğini belirtti. Migren dışında bu dalganın felçli dokunun etrafında da oluştuğunu vurgulayan Doç. Dr. Özdemir, nöronların eksi 60-70 mili volt gibi belli bir membran potansiyelleri belli bir de aktiviteleri olduğunu dile getirdi. Depolarizasyon dalgasının, nöronların belli bir süre sessiz kalmasına sebep olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Özdemir, depolarizasyon dalgasının beynin belli bir dokusundan başlayıp yayılma özelliği gösterdiğine dikkat çekti. Dalga sonrasında beyinde matriks proteazların aktive olduğunu ve bunların kan-beyin bariyerinin yıkıma neden olduğunu belirlediklerini söyleyen Doç. Dr. Özdemir, migren, felç, subaraknoid kanama gibi hastalıklarda kortikal yayılan depolarizasyon dalgalarının çevre dokuda nasıl bir hasara sebep olduğuna dair bulgular olduğunu kaydetti.

Kortikal Yayılan Depolarizasyon Dalgası Ölçüldü“Migrendeki kortikal yayılan depolarizasyon dalgasının etkilerini belirlemek için yapılan deneyde fareyi sterotoksik çerçeveye yerleştirip, anestezi altında kafatasında uyarmak istenilen yerler açılarak o bölgeye potasyum klorür, travma iğnesi veya elektriksel aktivite ile kortikal yayılan depolarizasyon dalgası oluşturarak, başka bir bölgeden de bunun yayıldığını inceledik. Elektro fizyolojik özelliklerini de kayıt altına alarak şiddetini ölçüyoruz” diyen Doç. Dr. Özdemir, belli sayıda depolarizasyon dalgasınını inceledikten sonra hayvanı belli süre yaşatıp, kan-beyin bariyerindeki hasarlanmayı tespit ettiklerini söyledi.

20 Ekim 2008 Pazartesi

AKREDİTASYONA DİKKAT

Hastanelerde biyomedikal cihazlara yapılacak kalibrasyon ile X ışını üreten sistemlere yapılacak Kalite Kontrol Test çalışmasının birbirine karıştırıldığına dikkat çeken KAL-TEST Kalite Kontrol Test Müdürü Ercan Güçlü, kavram kargaşasından kurtularak doğru kurum tercih etmenin yollarını anlattı.

Ülkemizde tıbbi ışınlamalar alanında X-ışını üreterek teşhis ve tedavide kullanılan görüntüleme cihazlarının KAL-TEST Kalite Kontrol Testlerini yapmakta olan Kalibrasyon Test Danışmanlık Ve Eğitim Hizmetleri A.Ş. ISO IEC 17020 standardına bağlı olarak A Tipi üçüncü taraf bağımsız bir kuruluş olarak akredite olmuştur. Firma, Mamografi Akreditasyon programına katılan mamografi merkezlerinin kalite kontrol testlerini yapıyor. KAL-TEST, Konvansiyonel Radyografi, Bilgisayarlı Radyografi Okuyucu (CR), Dijital Radyografi, Konvansiyonel Mamografi, Dijital Mamografi (FFDM ve CR), Floroskopi (Anjiyo, C Kollu, Mide Masası), Dental (Periapikal, Panoramik), Bilgisayarlı Tomografi ve Ultrason görüntüleme sistemlerinin kalite kontrol testlerini gerçekleştirmektedir. Muayene kuruluşu olan şirket, 2009 yılında Manyetik Rezonans (MR) ve nükleer tıp görüntüleme sistemlerine de kalite kontrol test hizmeti vermeyi de planlamaktadır.

Radyasyon ve insan sağlığı odaklı olan Kalite Kontrol Test çalışmasının Radyasyon Güvenliği Programında temel ve en kritik parçası olması sebebiyle bilimsel çalışmayı gerektirdiğini dile getiren Kalite Kontrol Test Müdürü Ercan Güçlü, “Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Radyasyon Güvenliği Yönetmeliğinde ve Avrupa Birliği 97/43/EURATOM direktifinde kalite kontrol testlerinin konu hakkında uzman medikal fizikçiler tarafından yapılması gerekliliği yasal olarak yer almaktadır. KAL-TEST bünyesinde çalışan personel medikal fizik alanında yüksek lisans yapmış fizik mühendisi ve uzman fizikçilerden oluşmaktadır” dedi.

Kalibrasyon İle X Işını Üreten Sistemler
Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan yönetmelik ve yönergeler ile devlet hastaneleri ve özel hastanelerde sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi, kaliteli ve verimli hizmet sunumunun sağlanması amaçlandığını belirten Medikal Fizik Uzmanı Güçlü, yönerge ve yönetmeliklerde görüntüleme cihazlarının kalite kontrolünün yapılıp yapılmadığının sorgulandığını ve hastanelerin de görüntüleme sistemlerinin kalite kontrol testlerini de yaptırdıklarını kaydetti. Hastanelerde biyomedikal cihazlara yapılacak kalibrasyon ile X ışını üreten sistemlere yapılacak Kalite Kontrol Test çalışmasının birbirine karıştırıldığına dikkat çeken Güçlü, ayrıca akreditasyon standardı konusunda da büyük bir karmaşa yaşanarak, hastanelerin yetkisi ve yetkinliği olmayan kalibrasyon firmalarından hizmet alarak zarar gördüklerini vurguladı.

Kalibrasyon ve Kalite Kontrol
“Önceden belirlenmiş şartlar altında, bir ölçü aletinin veya ölçme donanımının gösterdiği değerler ya da bir ölçüm sonucu bulunan değerler ile ölçülerin bunlara karşı gelen veya bilinen değerleri arasındaki ilişkiyi belirleyen işlemlerdir” şeklinde kalibrasyonu tanımlayan Güçlü, Hastanelere kalibrasyon hizmeti veren kuruluşların ISO IEC 17025 standardına bağlı olarak akreditasyona sahip olmaları gerektiğini işaret etti. Sistemlerin ölçülebilen ve kontrol edilebilen tüm performans karakteristiklerinin optimum seviyelerinde izlenmesi ve değerlendirilmesinin radyolojide kalite kontrolünü ifade ettiğini söyleyen Güçlü, hastanelere kalite kontrol hizmeti veren kuruluşların ISO IEC 17020 standardına bağlı olarak akreditasyona sahip olmaları gerektiğini ifade etti.

Akreditasyonun Bir Kapsam Dahilinde Geçerli
“Kavram karmaşasından dolayı hastanelerin alacağı ister kalibrasyon ister kalite kontrol hizmeti olsun, “Akreditasyon Standardı uygunluğu” ilk olarak değerlendirilmelidir. Akredite olan bir kuruluş “Akreditasyon Belgesi” ile birlikte akredite olduğu kapsamı ifade eden “Akreditasyon Kapsam Belgesi” almaktadır. Akreditasyon Kapsam Belgesi, kuruluş tarafından yürütülen faaliyetler arasında uluslar arası kriterlere göre yeterliliği onaylanmış faaliyetleri göstermektedir. Bir standarda göre Akredite olmuş bir kuruluş tarafından yürütülen her faaliyet akredite edilmiş değildir” diyen Güçlü, akreditasyonun bir kapsam dahilinde geçerli olduğunu ve kuruluşun her faaliyetini içermediğini kaydetti.

HEKİMLER KORUMA ALTINDA

Yeni hazırlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Kanun tasarı taslağı hakkında bilgi veren İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Kasım Özer, yeni düzenlemelerle sağlık çalışanlarının da bu değişikliklerden faydalanacağını ve iş yeri hekimliği sertifika alımında yeni düzenlemelerle ilgili Sağlık Dergisine konuştu.

1990 yılından bu yana İş Sağlığı Güvenliği Kanunu ile ilgili çalışmalar Bakanlık olarak sürmektedir. Mesleki sağlık güvenlik kanun tasarısı düşüncesi şeklinde ortaya çıkan çalışma, ilk olarak Vedat Reha Mert Bey tarafından başlatıldı. Daha önce Daire Başkanlığı olan Genel Müdürlüğümüz 2000 yılında İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü olurken, 2003 yılında kanunla tescil edildi. 2000 yılında V.Reha Mert’in başkanlığında 50 iş müfettişi, kanun taslağını hazırladıktan sonra AB uyum yasaları çalışmaları başladı. 35 yönetmelik yayınlanırken, 2005 yılında İLO’nun 155 sayılı sözleşmesi gereği Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi kuruldu. Bu konsey 2006 yılında kanun taslağı üzerinde çalışma yapılması yönünde karar aldı. Ancak sosyal taraflarca 1 yıl içerisinde kanun taslağı hazırlanamadığı için, Bakanlık 2007 yılı içerisinde bir taslak hazırladı ve taraflara göndererek, görüşleri alındı.

Kanun 10 Ekim’de Teslim Edilecek
Şubat 2008 tarihinde konsey yeniden toplanarak, kanun taslağı üzerinde görüştü. Sosyal tarafların kendi görüşlerinin yansıtılmadığının üzerinde durduklarını dile getiren İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Kasım Özer, bir alt komisyon kurularak taslak üzerinde son şeklin verilmesi çalışmalarının yapıldığını söyledi. Bu komisyonun 3 defa toplantı gerçekleştirildiğini ve son toplantıya TTB ve TMMMOB gibi meslek kuruluşlarının katılmadığını belirten Özer, “Beklediklerinin olmadığını düşündükleri için toplantılara katılmayacaklarını söylediler. Haziran ayında konsey toplanarak tasarının son şeklini verdi. Bakanlıkta yapılan toplantı ve görüşler çerçevesinde tasarı üzerinde çalışmamız devam etti. 9 Eylül tarihinde yapılan toplantıda yine iş sağlığı güvenliğinin 25 üyesinin yanında İşçi- İşveren, memur konfederasyonu, TOBB, TESK, TTBB, TMMMOB, Sağlık Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı olmak üzere 13 üye ile toplanıldı. Toplantıda TİSK yeni bir kanun tasarısı üzerinde çalıştığını ve 1 Ekim’de teslim edeceğini belirtmiştir. Diğer taraflar da taslağın son hali üzerinde beyanda bulunacaklarını söylemişlerdir. Sayın Bakanın başkanlığında 10 Ekim’de tasarının son şekli verilecek ve sosyal tarafların görüşleri alınmış şekilde Başbakanlığa gönderilecek. 60. hükümetin eylem planında AB uyum çerçevesinde taahhüt edilmiş bir takvime göre 2008’in 4. çeyreğinde her şey sonuçlanmış olacak. 14 Ekim’de Brüksel’de konuyla ilgili toplantı olacak ve bu görüşmede yapılan değişiklikler görüşülecek” dedi.

Tüm Sağlık Çalışanları Kapsam Dahilinde
İş sağlığı ve güvenliğinin tamamen iş sağlığı şartlarını düzenleyen, teknik ve sağlık yönünden değerlendirilmesini getiren bir kanun olduğunu söyleyen Özer, yeni kanun tasarı taslağının hekimler gibi sağlık çalışanlarını da güvence altına aldığını ve böylece bütün çalışanları içine kapsadığını söyledi. Özer, istisnanın sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kanunları çerçevesinde yaptıkları çalışmalar, polislerin ve jandarmanın kolluk kuvvetlerinin kendilerine özgü operasyonlarının olduğuna dikkat çekti. Özer, kanunun hazırlanmasındaki amaçlarının İş Sağlığı ve Güvenliğinin Bağımsız bir kanun olması ve 89/391 sayılı AB direktifinin uyumlaştırılması olduğunu vurguladı.

50 Çalışan Sayısı Kalkıyor
İşyeri hekimi çalıştırma şartının 50 işçi sınırlaması varken artık bunun kaldırıldığını belirten Özer, “Bütün çalışanlara sağlık ve güvenlik hizmeti getirildi. 1 kişi de çalıştırılsa 3 kişi de çalıştırılsa çalışanlarına bu hizmet sunulacak. Çalışma ortamının sağlıklı olup olmadığı kontrol edilecek. İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin yaygınlaştırılması getirilirken bazı taraflar karşı çıkıyor. Ticari hale getirildiğine dair tepki veriyorlar. Ancak diğer ülkelerde de böyle bir uygulama yapılıyor. İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden kişisel maruziyete ve çalışma ortamına yönelik olarak gerekli kontrol, ölçüm, inceleme ve araştırmalar yapılmasını sağlamakla yükümlüdür” şeklinde konuştu. İş yerlerinin artık taşerona iş vermekle kurtulamayacağını söyleyen Özer, iş verenin taşeronu denetleme yükümlülüğü getirileceğini kaydetti.

İlkyardım, yangınla mücadele, kişilerin tahliyesi, ciddi ve yakın tehlike gibi durumlar için acil durum planları hazırlanacağını bildiren Özer, işverenin iş yerini sürekli kontrol ederek daha rahat çalışma ortamı sunacağını sözlerine ekledi. “Zamanla iş yerindeki risk değerlendirmesinin yapılması daha da çoğalacağı için bunun maliyeti düşecek” diyen Özer, bu konuda denetleyeceklerle ilgili yönetmeliğin hazırlandığını ve kanun çıkarıldıktan sonra usul ve esasları tamamlanacağını iletti.

İş Yeri Hekimliği Sertifikası
İş yeri hekimliği sertifikası vermek için Türk Tabipler Odasının, kendi kendini yetkili kıldığını belirten Özer, aslında bu yetkinin Çalışma Bakanlığına ait olduğunu hatırlatarak ”Bu yetkiyi artık İş Sağlığı ve Güvenliği Genel müdürlüğü verebilecek” dedi. Bu kanun ile birlikte 12 yenilik getirileceği müjdesini veren Özer, hastanelerin de bu denetim kapsamında olacağını söyledi.

Meslek Hastalığına Dikkat
Bir iş kazasının maliyetinin milyarlarla ölçüldüğünün altını çizen Özer, “Meslek hastalığının maliyetini ölçen yok. Kömür işletmelerinde çalışanlara ödenen tazminatlar milyarları, trilyonları buluyor.1970 lerde ölen bir kömür işçisinin akciğerini testere kesmediği söyleniyordu. Kayıtlara geçen meslek hastası sayısı 233, gerçekle bağdaşmıyor” şeklinde değerlendirdi. Sağlık Merkezlerinin kendilerine intikal eden iş kazası veya şüphesi/ teşhisi konan meslek hastalığı olduğunda 10 gün içerisinde Bakanlığa bildirmekle yükümlü olacaklarını dile getiren Özer, bildirilmediği takdirde cezai müeyyidesi olacağını belirtti.

Tuzla Sıkı Denetim Altında
Mart ayından bu yana Tuzla’da Genel Müdürlük uzmanlarının, ortam ölçümü yaptıklarını vurgulayan Özer, iş yerlerinin gaz, toz ve ağır metaller yönünden ölçümlerinin yapıldığını ve sonucun meslek hastalığı yönünden iç açıcı olmadığını söyledi. İnsan hayatının çok önemli olduğuna dikkat çeken Özer “Bu sebepten kanun taslağı için tarafları topladık, ne getiriyorsunuz, yanlış getirilen maddeler var. Bulunulan kuruma rant sağlanmaya çalışılıyor. Bu tasarı mükemmel değil, gelin bu tasarıyı mükemmele yaklaştıralım. Bakan bey sizin söylemediğiniz şeyler yazmak istemiyoruz diyor. Kimse özelini bu tasarıya sokmak istemesin” değerlendirmesini yapan Özer, meslek kuruluşları veya sivil toplum kuruluşları, kendine şahsi kurumuna pay çıkartmak için, telaş içine girmemeleri için uyardıklarını kaydetti.

1958 yılında Ankara doğumlu olan Kasım Özer, 1975 yılında ODTÜ Maden Mühendisliğini bitirdi. Maden kelimesine karşı olan ilgisinden dolayı tercih eden Özer, Kömür İşletmelerinde 2 yıl maden mühendisi olarak çalıştıktan sonra 1985 yılında İş Müfettiş Yardımcısı olarak Çalışma Bakanlığında göreve başladı. 25 Ocak 2008 tarihinde İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü görevine tayin oldu. İş müfettişi sıfatıyla 1991 yılında İngiltere’de Kamu yönetimi teknikleri ve AB konusunda 3 aylık seminere katılan Özer, ayrıca 1997 yılında Japonya’da iş yeri ortamının iyileştirilmesi seminerlerine katıldı.

19 Ekim 2008 Pazar

TÜRKİYE HALK SAĞLIĞI KURUMU, KÖŞK’TE

Türkiye Halk Sağlığı Kurumu heyeti 28 Temmuz 2008 tarihinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e 2009 Dünya Halk Sağlığı Kongresi ve yaptıkları çalışmaları anlattı.


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 28 Temmuz’da Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (T.HASAK) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hikmet Pekcan Başkanlığı’nda; Geçmiş Dönem Başkanı Prof. Dr. Zafer Öztek, Genel Sekreter Bekir Metin ve Yönetim Kurulu Üyeleri Prof. Dr. T. Haluk Çelik ve Barış Kahrıman’ dan oluşan heyeti Cumhurbaşkanlığı Köşkünde kabul etti.

Prof. Dr. Pekcan yapılan görüşmede, 2009 Dünya Halk Sağlığı Kongresi ve 1993 yılında kurulan, kamu yararına çalışan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun, ulusal ve uluslararası düzeyde yaptığı çalışmalar hakkında Cumhurbaşkanı Gül’e bilgi verdi. Koruyucu sağlık hizmetlerinin önemini ve sağlam insanın sağlığının korunmasının daha kolay ve az maliyetli olduğuna işaret eden Cumhurbaşkanı Gül, hasta insanın tedavisinin hem zor hem de pahalı olduğunu, insanların hastalanmadan önce sağlığının korunması gerektiğini vurguladı.

Dünya Halk Sağlığı Kongresi’ne, Cumhurbaşkanı Daveti

Dünya Halk Sağlığı Dernekleri Federasyonu (www.wfpha.org) tarafından, 1975 yılından bu yana her üç yılda bir gerçekleştiğini ifade eden Prof. Dr. Pekcan, 12. Dünya Halk Sağlığı Kongresinin,
27 Nisan–01 Mayıs 2009 tarihleri arasında İstanbul’ da yapılacağını belirtti. Dünya Kongresine 3500-4000 arasında katılım beklendiğini söyleyen Prof. Dr. Pekcan, “Uluslararası düzeyde; Dünya Sağlık Örgütüne üye 193 Devletin Sağlık Bakanlıkları ile 200’ e yakın Uluslararası resmi ve sivil toplum kuruluşu, Türkiye düzeyinde ise 350’nin üzerinde kurum ve kuruluşla çalışmalar sürüyor. Ayrıca, Dünya Halk Sağlığı Dernekleri Federasyonu ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Derneği olarak anılan Dünya Kongresine; Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, UNDP Başkanı, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü başta olmak üzere 10’ dan fazla Birleşmiş Milletler Kuruluşunun Genel Direktörleri davet edildi. Halk sağlığı alanında önemli yeri olan diğer uluslararası resmi ve sivil toplum kuruluşlarından da konuşmacı olarak katılımları bekleniyor” şeklinde konuştu. Prof. Dr. Pekcan, 2009 Dünya Halk Sağlığı Kongresi’ne Cumhurbaşkanlığı olarak dünya halk sağlığı kongresine gerekli desteği verilmesini talep etti.

Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun başarılı çalışmaları ve 2009 Dünya Halk Sağlığı Kongresi’nin Türkiye’ye aldırılmasından dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirerek, kendisinin çeşitli yöneticilik görevleri sırasında nasıl mücadele verildiğine şahit olduğunu ifade etti. Dünya Halk Sağlığı Kongresi’nin de Türkiye’ye alınması için çok çalışıldığını ve kendilerine intikal eden bilgi ve belgelerin uzmanlarca değerlendirildiğini kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, gerekli her türlü desteği vereceğini ve Dünya Halk Sağlığı Kongresi’nin açılış konuşmasını da programına alacağını dile getirdi.


Sağlığın sadece ülkemizde değil tüm dünya ülkelerinde de en önemli konuların başında yer aldığını hatırlatan Cumhurbaşkanı Gül, sağlıklı bir toplum yaratmanın koruyucu sağlık hizmetlerinden geçtiğini kaydetti. Sağlıklı insanı korumanın kolay ve ucuz olduğuna dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, hastalıkların tedavisi için çok harcama yapıldığını ve bunun ülke maliyesine ağır yükler getirdiğini dile getirdi. Sağlık konusunda, Dünya Kongresi’nin bir fırsat olduğunu ve muhakkak iyi değerlendirilmesi gerektiğini ayrıca, Dünya Halk Sağlığı Kongresi’nin yapılacağı ayın tamamıyla sağlık konularının işleneceği bir yapıya dönüştürmenin önemini vurguladı. Cumhurbaşkanı Gül, 2009 Dünya Halk Sağlığı Kongresi’nin Cumhurbaşkanlığı himayelerinde yapılması kararını aldığını ve gerekli çalışmaların başlatılması talimatını vereceğini söyledi.

Kongre Programı

Dünya Halk Sağlığı Kongresi’ nde toplam 77 oturumda 308 sunum yapılacak. 27 Nisan 2009 Pazartesi günü Dünya’nın çeşitli ülkelerinde tıp eğitimi alan öğrenciler ile halk sağlığı master ve doktora eğitim alan öğrenciler için bir günlük bir çalıştay düzenlenecek. 27 Nisan 2009 Pazartesi günü öğle arası Boğaz Köprüsü üzerinde Asya-Avrupa arası bir halk yürüyüşü gerçekleştirilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir.

18 Ekim 2008 Cumartesi

HACETTEPE’NİN İLK MOLEKÜLER PATOLOJİ LABORATUARI

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinin gayretleri ile kurulan Moleküler Patoloji Laboratuarı, deneysel amaçlı araştırmalardan öteye giderek rutin tetkikler için de kapılarını açtı.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı içinde kurulan Moleküler Patoloji Laboratuarı Hacettepe Üniversitesi’nin desteği ile 3 yıl sonunda kuruldu. Kısıtlı fiziksel ve mali imkanlar en iyi şekilde değerlendirilmeye çalışılarak yapılan revizyon ile eski asistan odaları laboratuara dönüştürüldükten sonra cihaz alımları tamamlandı. İki yıl boyunca moleküler patoloji laboratuarında çalışacak biyologlara eğitim verilerek ilk önce yurt dışı bağlantılı araştırma projeleri ile çalışmalara başlandı. Bu uzun hazırlık sürecinden sonra dokularda tanı ve prognozu belirleyen moleküllere yönelik testlerin yapılmasına başlandı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Arzu Sungur laboratuarla ilgili şöyle konuştu: “Moleküler yöntemleri patolojide rutin kullanıma geçiren belli başlı hastanelerden bir tanesiyiz. Moleküler yöntemlerin patolojide rutin kullanımı hastalıkların gerek ayırıcı tanısında gerekse prognoz ve hatta tedavilerinin belirlenmesinde önemli bir işlev görecektir.”

Patolojinin hastalıkların tanısını doğru vermeye çalışan bir bilim dalı olduğunu söyleyen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gaye Güler Tezel, klasik morfolojiden faydalanıldığı gibi moleküler biyoloji tekniklerinin de rahatlıkla kullanılabileceğini belirtti. Doç. Dr. Tezel, “Yaklaşık bir yıldır laboratuarda, moleküler testlerin optimizasyonunu sağlamaya yönelik çalışmalar hızlanarak sürdü, Eylül ayı itibariyle rutinde moleküler testleri kullanmak için gerekli girişimlerde bulunduk. Tümörlerde moleküler biyoloji tekniklerinin kullanılması sadece tanıda değil, aynı zamanda prognostik faktörleri belirlemede, tedaviyi yönlendirmede önemli yer tutuyor. Bunlar içerisinde başlıca lenfomaların tanı ve ayırıcı tanıları, yumuşak doku tömürleri, tiroid kanserleri ve beyin tümörleri yer almakta. Amacımız çok daha geniş alanda, daha farklı tümörlerde de bu testleri rutin kullanabilmek” dedi.

Türkiye’nin ilk Moleküler Patoloğu
1998 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında araştırma görevlisiyken 1 yıl süreyle Japonya’ya Nagoya Üniversitesine giden Doç. Dr. Tezel, ülkemize dönüp araştırma görevliliğini tamamladıktan sonra Nagoya Üniversitesine giderek moleküler patoloji doktorasını tamamladı. Tüm bilgisini bu laboratuarın açılmasında kullanan Doç. Dr. Tezel, “Laboratuarda DNA izolasyonu, RNA izolasyonu, PCR, Multiplex PCR, RT-PCR ve protein ekstraksiyonları yapılabiliyor” şeklinde konuştu. Bu moleküler patoloji laboratuarının işler halde tutulmasının Patoloji Anabilim Dalında verilen rutin tanıların güvenilirliğini arttıracağını ve ayrıca bilimsel araştırmalara da katkı sağlayacağını dile getirdi.

Tiroid Karsinomu
Tiroidin solid nodülleri ile klinikte oldukça sık karşılaşıldığını ve bu solid nodüllerin sıklıkla folliküler adenom, papiller karsinom ve folliküler karsinom olarak tanı aldığını vurgulayan Doç. Dr. Tezel, klasik olgularda tanı güçlüğü çekilmezken özellikle papiller karsinoma özgü nükleer değişiklikleri gösteren folliküler adenom olgularında folliküler adenom ile papiller karsinom tanıları arasında cerrahi patolojide önemli bir tanı güçlüğü yaşandığına dikkat çekti.

Doç. Dr. Tezel, bu konu ile ilgili olarak Ret protoonkogeninin, germ-line mutasyon ve gen reaaranjmanı ile onkojenik aktivasyonunun ve BRAF mutasyonlarının tiroidin en sık görülen tümörü olan papiller karsinomların karsinogenezinde sorumlu tutulan en önemli genetik değişikliklerden olduğunu dile getirerek; bu mutasyonların saptanması ile tanı güçlüğü çekilen olgularda ayırıcı tanının sağlıklı bir şekilde yapılabileceğini ifade etti.

Moleküler patoloji laboratuarlarında ayrıca HPV genotiplemesini yaptıklarını da dile getiren Doç. Dr. Tezel, serviks kanser etiyolojisinde önemli bir yeri olan insan papilloma virüs (HPV) varlığının tespiti ve tiplerinin belirlenmesini gerçekleştirerek, merkezlerine başvuran hastalardaki HPV varlığı insidansı ve sık görülen HPV tiplerini bulmaya yönelik de bir çalışma yaptıklarını bildirdi.

Meme Karsinogenezi Üzerinde Amerika Birleşik Devletleri ile ortak NIH destekli Araştırma
İlk kez 2001 yılında İngiltere’de 6 ay süre ile moleküler patoloji eğitimi alan Doç. Dr. Gülnur Güler, Amerika’da Thomas Jefferson Üniversitesine giderek bir yıl süre ile eğitimine devam etti. Meme karsinogenezi üzerine çalışma yapan Doç. Dr. Güler, moleküler patolojinin çok hızlı gelişen bir bilim dalı olduğunu kaydetti. Doç. Dr. Güler, “ Özellikle böyle bir laboratuarı ilk kez kurarken ciddi bir desteğe ve cesarete ihtiyaç duyuyorsunuz. Bizlere bu anlamda yurtdışında yanlarında eğitim aldığımız hocalarımız çok yardımcı oldu. Benim şu an Ohio State Üniversitesinde görev yapan ve daha önce yanında eğitim aldığım Prof. Dr. Huebner ile meme karsinogenezi üzerine çalıştığımız ortak bir NIH fonum var. Laboratuardaki ilk moleküler deneylerin çok önemli bir kısmına bu proje kapsamında başladık. Bu başlangıç bizlere ve teknik ekibimize tanısal testleri yapmaya hazırlarken önemli bir deneyim fırsatı yarattı. Bu ortak proje hala devam ediyor. Bunun yanı sıra meme ve tiroid karsinogenezi, mezotelyomalar, tükrük bezi tümörleri ve ülkemizdeki jinekolojik malignensiler ve öncül lezyonlarındaki HPV insidansı ve tipleri hakkında bölümümüzden ve diğer anabilim dalı öğretim üyeleriyle çalıştığımız araştırma projelerimiz var. Moleküler patoloji laboratuarında tanısal testler yanı sıra, araştırma projeleri de devam edecek. Hem yurtdışındaki hem de ülkemizdeki bilim insanları ile yakın işbirliği içinde, gerek tanısal testlerde gerekse araştırma projelerinde sürekli kendimizi yenilemek ve imkanlarımızı sonuna dek kullanmayı hedefliyoruz’ dedi.

17 Ekim 2008 Cuma

40 YILDIR BAŞARININ ADRESİ

Yurt dışından gelen Sağlık Bakanları, Ertunç Özcan firmasını ziyaret ediyor. Ürün yelpazesindeki çeşitlerle medikal sistemde yer aldıklarını ifade eden firma Genel Müdür Yardımcısı Gökhun Özcan, “Yurt dışında yapmış olduğumuz anahtar teslim hastane projelerinde Türk markası tercih ediyoruz” dedi.

40. yılını kutlayan ithalat ve ihracat devi Ertunç Özcan firması, 1968 yılından bu yana kalitesinden ödün vermeden yoluna devam ediyor. Kurulduğundan bu yana yoğun bakım cihazları, sterilizasyon cihazları, anahtar teslim hastane projeleri ve bunların içerisindeki her türlü cihaz temini sağlayan şirket, 20 firmanın exclusive tek mümessili olarak ülkemize hizmet veriyor. Ülke çapında 25 bayii ve üretim hattının yanı sıra Ortadoğu, Afrika ve eski balkan ülkeleri başta olmak üzere yurt dışında 10 temsilciği bulunuyor. 170 çalışanı bulunan şirket, TMS firması ile ortak alarak anestezi cihazı da üretiyor. 30 yıldır sterilizasyon cihazını Trans markasıyla üreten Ertunç Özcan, 10 yılı aşkın bir süredir de bebek küvözleri imalatı yapıyor. Güvenilirliğini kanıtlamış olan marka bu yılda medikal tekstil üretimine Etekspro şirketiyle beraber başladı. Ayrıca firma son 10 yılda 7 kez vergi rekortmenleri arasında yer aldı.

Afrika’da yapılan çalışmalarda, bayilerinin sürdürdüğü bazı projeleri olduğunu vurgulayan Ertunç Özcan Genel Müdür Yardımcısı Gökhun Özcan, komple hastane işlerinde, Türk ürünleri vermek için başvuruları olduğunu ve Yemen Sağlık Bakanına cihazları ve fabrikayı gezdirdiklerini dile getirdi. Türk cihazlarını satılabilecek olan ortak dayanışma içerisinde tanıtmaya çalıştıklarını ifade eden Özcan, tek cihaz yapmaktansa bilinen ve güvenilen firmalarla ortak çalışmaları tercih ettiklerini ve yerli üreticilerin birbirine destek sağlamasının öneminin üzerinde durdu.

KİK Kontrolü Sağlanmalı
Türkiye’de sağlık politikasını olumlu bulduğunu kaydeden Özcan, özellikle sağlık cihazlarının kayda alınması için hazırlanan Ulusal Bilgi Bankası Kayıt Sisteminin (UBB) çok faydalı olduğuna dikkat çekti. Amerika’daki tıbbi cihaz kayıt sistemi olan IFT gibi bir sistemin ülkemizde de başladığında cihaz ve cihaz satan firmaların takibinin çok kolay olacağını belirten Özcan, “Hastane ihaleye çıkarken ödeme yapılacak tarihler bildirilmesi gerekiyor yoksa, firmalar süreklilik gösteremez. Kamu İhale Kurumunun (KİK) faydasının yanı sıra zararı şöyle oluyor, rakip firma eğer işi veremeyecekse, ihaleyi uzatma yoluna gidiyor. Hastanenin ürünü 3 ay sonra almasına sebep olabiliyor. KİK başvurularının daha farklı düzeyde yapılması gerekiyor. Mesela ihale bedeli üstünden belli bir oranda para yatırılabilir. Sistem alıcı ve satıcının menfaatlerini koruyacak şekilde kontrol altına alınmalı” dedi.

Türkiye’deki pazar payları üzerinde ürünlerinde değişiklik gösterdiğini söyleyen Özcan, sterilizasyonda yüzde 70, küvözde yüzde 60, anestezilerde yüzde 30 oranında yer aldıklarını belirtti. Şu anda verilen tüm istatiki sonuçların net olmadığını ancak UBB ile bütün sonuçların netlik kazanacağını vurgulayan Özcan, UBB sisteminde de evraklarıyla sorun yaşandığını, kodlamalarda zorlanılsa da bir şekilde çözüleceğine dikkat çekti. Bu sistemle cihaz bazında sıkıntı yaşanmayacağını kaydeden Özcan, her cihazın seri numarası olduğunu ve bunu tespit ettikten sonra, yurt dışına bildirilerek komisyonun alınacağını söyledi.

Vergi Rekortmeninden Öneri
SSK’ların devlet hastaneleriyle birleştirilmesini çok doğru bulduğunu kaydeden Özcan, 2007-2008 yıllarında yeni hastanelerin açılmasıyla sistemin bir şekilde devam ettiğini dile getirdi. Ancak en büyük sıkıntının ödemelerin gecikmesi olduğunu ifade eden Özcan, gecikme olunca da ihalelere teklif bile verilemediğine dikkat çekti. Özcan, “Ekonomide genel anlamda durgunluk var, bu da her şeye yansıyor. Kontrol sistemi sayesinde, belli başlı firmalar daha çok cihazlarının arkasında durabilecek. Kötü bir çöplüğe dönerken, Türkiye’nin kurtulma şansı olacak. Dünyadaki en küçük tecrübesiz üretici bile Türkiye pazarına rahatlıkla gelebiliyor. Bunu yapan firmaların bazıları da 1-2 yılda kapanıyor ve cihazların servisi de yapılamadığından alıcı çok zor durumda kalıyorlar” şeklinde konuştu.

Ülkemizde işçi vergi oranlarının biraz daha makul seviyelere çekilerek işsizlik oranlarının daha da azalacağını dile getiren Özcan, “İş devam ederken vergi sorun değil ama işte durgunluk olunca sorun yaşanıyor” dedi. Özcan, yurt dışında Kazakistan, Dubai, Arnavutluk ve Suriye fuarlarına katıldıklarını Almanya’ya katılmamaya karar verdiklerini söyledi.

16 Ekim 2008 Perşembe

İLK PORTATİF LAZER CİHAZI

Ülkemize yeni getirilen ve lazer ile parmaktan kan alınmasını sağlayan Doktor Lazer hakkında bilgi veren Doğa-Tek Teknik Endüstri firması Genel Müdürü Atıl Ünal, cihazın kullanım kolaylığı sebebiyle sağlık personeli ve son kullanıcılar, tarafından tercih edileceğini söyledi.

2002 yılında kurulan Doğa-Tek Teknik Endüstri firması, laboratuar cihaz ve ekipmanları, radyoloji cihaz ve donanımları ile sarf malzemelerine ek olarak kan bankalarına yönelik kan ürünleri alanlarında da hizmet sunuyor.
Ülkemize yeni getirilen Doktor Lazer, iğnesiz olarak parmaktan kan almayı mümkün kılıyor. Lansete alternatif olan bu cihaz sayesinde tıbbi atık sorunu tamamen ortadan kalkıyor. Doktor Lazer özellikle çocuk ve yetişkin diyabet hastalarında şeker ölçümünün yanı sıra, hemoglobin ölçümü, kan grubu tayini, pediatri alanında rahatlıkla hematokrit ve diyabet gebelikleri gibi parmaktan kan alınmasını gereken tüm işlemler için rahatlıkla kullanılabiliyor. Cep telefonu büyüklüğündeki ve tamamen dijital olan cihaz, iki bölümden oluşuyor. Bunlar lazer bölümü ve şeker ölçüm bölümüdür. Lazer ışını nokta atışı yaparak parmakta delme işlemini gerçekleştiriyor. Lazer kısmına takılan lens cover sarf malzemesi her birey için tek kullanımlık oluyor. Strip takılan bölümden de şeker ölçümü gerçekleştirilebiliyor. Lazer ışınının seviyesi ayarlanabilen cihaz, şarjlı pil ile çalışıyor ve bir kez şarj edildiğinde 50-60 kez kullanılabiliyor.

Diyabet Hastaları Tercih Edecek
Bazı merkezlerde cihazı tanıttıklarını, özellikle çocukların ve diabet hastalarının çok ilgi gösterdiğini dile getiren Doğa-Tek Teknik Endüstri firması Genel Müdürü Atıl Ünal, özellikle diabet hastalarında bireysel kullanım için çok fazla talep olduğunu söyledi. Kore’den ithal edilen cihazın Türkiye’de ilk ve tek olma özelliği taşıdığını belirten Ünal, bu cihazın tüm Dünya ile aynı zamanda Türkiye’de kullanılmaya başlandığını; akut tedavi merkezlerinde, koruyucu sağlık hizmetlerinde, tıbbi laboratuarlarda, özel hekim muayenehanelerinde ve sağlık taramalarında tercih edileceğini kaydetti.

Diyabet cihazlarının ülkemizde çok yaygın olduğunu ve fiyatlarının çok yüksek olduğunu belirten Ünal,lazer teknolojisine sahip bu cihazın fiyatının son kullanıcıya 460 $ civarında ulaşacağını ve yanında 50 kullanımlık lens cover ve strip verdiklerini vurguladı. Ayrıca lens cover ve şeker ölçüm stripinden oluşan bir setin son kullanıcıya 37 $ gibi bir fiyatla ulaşacağını, bunun da diğer cihazlarda kullanılan stripler ile eşdeğer fiyatta olduğunu ayrıca kullanım yoğunluğunun fiyatları daha aşağı çekebileceğini belirtti. Sarf malzemesinin ücretinin makul bir fiyat olduğuna dikkat çeken Ünal, “Şeker hastalığı ömür boyunca süren bir hastalık. Bu sebepten dolayı uzun süre kullanılabilecek ve kaliteli cihazımızı uygun fiyatla piyasaya sunduk. 1 yıl garantili olan cihazın, lazer ünitesi kısmı ithal ettiğimiz firma tarafından sürekli kullanımda 2000 yıl ömürlü olduğu söylendi” dedi.

Kan Almayı Kolaylaştıracak
Ünal, ER:YAG tipi lazer kullanıldığını, tüm test ve kalite kontrollerinden geçirilerek insan sağlığına hiçbir zararının olmadığının kanıtlandığını belirterek, lazerin parmak delme sırasında bir zarar vermediğini, bununda özellikle diyabet hastalarında ve diyabet gebelerde yarayı çok çabuk iyileştirmesi açısından çok önem arz ettiğinin altını çizdi. Sağlık çalışanlarının korunması anlamında da çok büyük katkı sağladığını ileten Ünal, özellikle hastadan kan alırken yaşanan kazaların önüne geçmede yardımcı olacağına dikkat çekti.

Gümrükte sıkıntı yaşamadıklarını, tüm izin ve kalite belgelerinin bulunduğunu ifade eden Ünal, resmi kurum ve kuruluşlara da bu cihazı kullandırmayı hedeflediklerini ancak hedeflerinin perakendeye ve son kullanıcıya hitap edeceğini kaydetti. Türk-Moğol Kan bankasını 2008 Mayıs ayında anahtar teslim kurduklarını belirten Ünal, yurt dışında anahtar teslim projeler yaptıklarını vurguladı. 2007 ve 2008 yıllarında yurt dışında 5 proje bitirdiklerini kaydeden Ünal, 2009 yılı hedefleri içerisinde yeni ve en son teknolojilere yönelik farklı ürünlerle beraber daha fazla ihracatlarının olacağını ve yakında projelerini açıklayacaklarını söyledi.

15 Ekim 2008 Çarşamba

MEDİKAL SORUNLARA IŞIK TUTULDU

TÜDER üyeleri ile Çalışma Bakanı Faruk Çelik, medikal sorunlar ve çözüm önerileri üzerine Bakanlıkta toplantı gerçekleştirildi.

Çalışma Bakanı Faruk Çelik, 2 Eylül tarihinde TÜDER üyelerini makamında kabul etti. Toplantıya, TÜDER Başkanı Mustafa Daşcı, Tasarımmed Genel Müdürü Kadir Sadi, TST Genel Müdürü Ahmet Fethi Polat ve Tokra Genel Müdürü Mehmet Tuğrul’un katılımlarıyla gerçekleştirildi.

TÜDER üyelerinin personel çalıştıran ve vatandaşlık görevlerini en iyi şekilde yapan, ticari firmalar olduğunu belirten TÜDER Başkanı Mustafa Daşcı, SGK borcu, maliyeye vergi borcu olmayan şirket olmalarının yanında üreterek ülkemize katkıda bulunduklarını söyledi. Önceden 12 bin dolar olan protezin şimdi üretiminin yapılmasıyla birlikte 3 bin dolara kadar düştüğüne dikkat çeken Daşcı, “1200 dolarlık bir çivi şimdi 300 dolara düştü. Ancak bir sorunumuz var. 3. dünya ülkelerinden gelen ürünler şu anda üretimlerimizi ciddi bir şekilde olumsuz olarak etkilemeye başladı. Bu durumun son bulmasını istiyoruz. Devletimizin verdiği desteği yadsımıyoruz ancak, bizde hem teknik-teknolojik üretimle katkıda bulunurken hem de yüksek fiyatla satılan ürünleri bugün çok düşük fiyatlara çekilmesini sağladık” dedi.

SGK Ödemeleri
Tasarımmed Genel Müdürü Kadir Sadi, 40 yıldır bu sektörde ortopedik implantlar ürettiğini ifade ederek, “Dışarıdan ithal ürünler muhteşem fiyatlarla geldi, önce ithalat mı yapılsa dendi ancak, zamanla bizde üretmeye başladık. Üretime başlayınca fiyatlarda düşüş yaşandı. CE belgesine ve İngiltere’nin kalite belgesine sahibiz. Ancak bizi sıkıntıya sokan konu ödemeler, ürünü sattığımızda paramızı alamıyoruz, bizden peşin vergiler isteniyor. SGK’dan alacaklarım var, eğer peşin vergiyi ödemezsem, ihaleye giremiyorum. Borcu yoktur yazısı alamıyorum” şeklinde konuştu. Uzak doğudan ürünler geldiğini ve ülkemizdeki birçok büyük firmanın bu sebepten battığını belirten Sadi, Türk firmalarının batmasıyla düşen fiyatların tekrar yükseleceğini kaydetti. Teknik olarak yurtdışından gelen ürünlerin denetlenmesi gerekliliğinin üzerinde duran Sadi, “Devletten bu konuda destek bekliyoruz. Uzak Doğu’dan getirtilen ürünler ihaleye bizim verdiğimiz fiyatın yarısını veriyorlar. İhaleyi onlar kazanıyor ancak Türkiye’nin büyük firmaları batıyor” değerlendirmesini yaptı.

Sadi, SGK’dan alacaklarının olduğunu ve 2007 yılı Ekim-Kasım aylarından alımın gerçekleşmesinin kendilerini çok zor durumda bıraktığına bildirdi. Yaşananların çok kötü bir durum olduğunu dile getiren Bakan Çelik, bununla ilgili tedbirlerin alınacağını söyledi. KMedikal sektörün işlerini düzene koymanın yolunun devletten tahsil edecekleri alacaklarına bağlı olduğunu kaydeden Bakan Çelik, “Tıbbi cihazların tam olarak denetlenmediği kanaatindeyim. Ancak bunun üzerinde duracağız” dedi.

Uzak Doğu Ürünleri Revize Edilmiyor
Her ürüne tek fiyat verilmesi gerektiğini ifade eden TST Genel Müdürü Ahmet Fethi Polat, ürünleri hastaneye sattıklarını, hastanede SGK’dan parayı alarak kendilerine verdiklerini, ancak bu durumun uzun vadede gerçekleşmesinden duydukları sıkıntıyı dile getirdi. Uzak Doğu’dan getirilen ürünlerin kısa vadeli olduğunu ancak, kendilerinin ülkemizde üretim yaptığına işaret eden Polat, “Bu ülkede silah kadar ortopedik implantalarında olması gerekir. Çin’e, Güney Asya’ya karşı korunmalıyız. AB ülkeleri Çin’den mal alıp kullanmıyor çünkü bu konuda tedbirlerini almışlar. Çin’den ithalat yapan firmalara da belli yasalar uygulanmalı. Ürünün CE belgesinin olup olmaması tartışılabilir. Ayrıca ülkemizde yetkilisi olmadığından bir kez kullanılan implant bir daha bulunamıyor. İmplant sökülmek istendiği zaman hekim o implantın çekme, çıkartma setini bulamıyor. Revizyon için yedek implantını bulamıyor. Çin’den ithalat yapıldığında 5 yıl boyunca bu ürünün getirtileceğine dair teminat verilmeli. Çin’den gelen ürünlerin yedeği bulunmuyor. Ama bize her zaman ulaşılabilir” şeklinde konuştu.

Denetim Getirilecek
Yetkili kişinin bulunmamasının hem hastaya hem de devlete çifte zarar verdiğini dile getiren Sadi, Bakanlık düzeyinde bir heyet oluşturulması durumunda, derneklerinden de bir kişinin katılımıyla destek verebileceklerini, çünkü firmaların ve ürünlerin denetlenmesinin şart olduğunu söyledi.

Dünya piyasa şartları içerisinde rekabetin önemli bir yeri olduğunu belirten Bakan Çelik, rekabet aşamasın da tedbir alınmamasını da doğru bulmadığını kaydetti. Makro düzeyde ekonomi ile ilgili olduğunu ifade eden Çelik, bu durumun hükümet düzeyinde bir kez daha ele alınacağını ve neler yapılacağının üzerinde durulacağını söyledi.

Konu Ele Alınacak
3. Dünya ülkelerinin AB ürünü gibi ülkemize giren Çin mallarının, Gümrük müsteşarlığı ve Dış ticaret müsteşarlığı ile koordineli çalışılması gerektiğini dile getiren Gümrük müşaviri Tokra Genel Müdürü Mehmet Tuğrul ise, “Çin’den mal alıyorlar, etiketini değiştirip vergisini ödeyerek, ülkemize getiriyorlar. Dolaşıma giren Uzak Doğu ürünleri AB üretimi gibi getiriliyor.Bunun önüne geçilmeli” dedi.

Bakanlıklar arasında yapılan değişikliklerin tüm kurumlarda görüldüğünü belirten Çelik, artık gümrüklerde bu sistemin oluşturulduğunu ve nelerin ülkeye girdiğinin gösterileceğini kaydetti. Bakan Çelik, denetim açısından da birlikte çalışmayı istediklerini dile getirdi.

13 Ekim 2008 Pazartesi

YETERSİZ KOŞULLARDA YETERLİ HİZMET

Fiziki şartlar eksik olduğu için sadece 7 branşta hizmet vermek durumunda kaldıklarını anlatan Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç Dr. Murat Polat, ‘Sağlık Kampüsü’ projesi ile bu sorunların ortadan kalkacağını söyledi.

5 yıldır görev yaptığı hastanede 4 yıldır Başhekim olarak çalışan Doç Dr. Murat Polat, 264 yatak kapasitesine sahip olan hastanenin, 300’ü acil olmak üzere toplam poliklinik sayısının günlük 1200-1300 civarında, yatak doluluk oranlarının ise yüzde 90’ın üzerinde olduğunu belirtti. Personel sayısının 515’i memur, 300’ü ise hizmet alımı kapsamında çalışan olmak üzere 800’ün üzerinde olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Polat, hastanelerinde çoğu branşın olmadığını, bu nedenle ciddi sıkıntı yaşadıklarını kaydetti. Şu anda 7 branşta hizmet verdiklerini ancak, yeni branşların açılması için Bakanlıkla görüştüklerini vurgulayan Doç. Dr. Polat, yatak ihtiyacı olmayan veya mevcut yatakları kullanma olanakları olan 3 branşta daha hizmet vermek için talepte bulunduklarını söyledi. Eğitim hastanesi oldukları için Çanakkale’nin Anadolu yakasının yanı sıra Kütahya, Balıkesir, Yalova ve Bilecik’ten de gelen hastalara hizmet verdiklerini söyledi. Başarı oranlarının yüksek olduğunu ve eğitim veren 7 branşta bölgede referans hastane olarak görüldüklerini ifade eden Doç. Dr. Polat, hekim seçme hakkını başasistan ve uzman sayısının yetersizliği nedeniyle hastanelerinde henüz uygulayamadıklarını, bu durumun da bakanlığa bildirildiğini belirtti. Hasta odalarının çoğunluğunun çift kişilik, bir kısmının ise tek kişilik olduğunu ifade eden Doç. Dr. Polat, 38 yoğun bakım yatağının bulunduğu hastanelerinde kamera sistemiyle yoğun bakım hastalarının yakınlarının, hastalarını izleyebildiklerini ve şuuru açık hastalarla aynı anda telefonla konuşabildiklerini ifade etti.



Tüm Branşlar Olmadığından Hastalar Mağdur Durumda
Otomasyonda düzenleme yaparak randevu sistemine geçtiklerini, bu sayede aynı sayıda hastaya yığılma ve gereksiz bekleme olmadan daha iyi hizmet sunduklarını kaydeden Doç. Dr. Polat, ayrıca görüntü kirliliği oluşturan eski prefabrik binaların enkazının kaldırılarak bu alanların yeşil alan ve otopark olarak düzenlendiğini belirtti. Acil servisi yenilediklerini, eskisine göre fiziki alanını 2 kat artırdıklarını, böylece acil serviste hizmet verilen hasta sayısının da 3 kart arttığını ifade eden Doç. Dr. Polat, laboratuarlar 4 ayrı yerde bulunurken hepsini tek yere toplayarak modern bir merkez laboratuarı kurduklarını dile getirdi. Başta son sistem bir anjiyo cihazı olmak üzere çeşitli cihazlar alarak hastanenin teknolojik altyapısının geliştirildiğini Doç. Dr. Polat, malzeme yönünden yeterli durumda olduklarını ve görüntüleme hizmetlerini hizmet alımı şeklinde yürüttüklerini kaydetti. Doç. Dr. Polat, hasta odalarını yenilediklerini ve odaların çoğunda klima, buzdolabı ve televizyon bulunduğunu belirtti. Hastane dış duvarlarında bulunan klima ünitelerinin görüntü kirliliği oluşturduğunu ancak merkezi havalandırmaya geçmek için kapsamlı bir tadilat yapılması gerekeceğini ifade eden Doç. Dr. Polat, Sağlık Bakanı’nın bizzat gelerek hastanelerini incelediğini ve binanın yeterli olmadığını tespit ederek, uygun kamu arazisi bulununca ‘Sağlık Kampüsü’ projesi çerçevesinde hastanenin taşınacağını ifade ettiğini sözlerine ekledi. Bu beklenti içerisinde olunduğu ve birkaç yıl içinde taşınılması öngörüldüğü için ek binaya da kapsamlı tadilat yapılmadığını dile getiren Doç. Dr. Polat, hastanenin genel mali yapısının iyi olduğunu ve ödeme sıkıntısı yaşamadıklarını vurguladı. Ayrıca genel cerrahi, üroloji, kardiyoloji, kalp damar cerrahisi, kulak burun boğaz, ortopedi ve dahiliye branşlarında eğitim verdiklerini kaydeden Doç. Dr. Polat, anestezi ve reanimasyon, 2. kalp damar cerrahisi ve nefroloji kliniklerinin yıl sonuna kadar faaliyete geçeceği bilgisini verdi.

12 Ekim 2008 Pazar

ANTİOKSİDAN ÇEŞNİ BAHAR

Halk Çeşni Bahar Ekmeğini formüle eden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlker Durak, antioksidan doğal gıdaların sağlığımız üzerine olan etkileri konusunda yaptıkları araştırmaları Sağlık Dergisine anlattı.

20 yıldır hastalıkların oluşmasında vücudun oksidan/antioksidan dengesini aydınlatmak amacı ile çalışmalar yapan Prof. Dr. İlker Durak, bazı hastalıkların oluşmasında oksidan stresin ve kontrolsüz oksidasyon reaksiyonlarının önemli rolü olduğunu söyledi. Antioksidanlar ile bazı hastalıkların engellenebileceği veya hastalık ortaya çıkmış ise hastaların tıbbi tedavilerine destek olunabileceğini ifade eden Prof. Dr. Durak, bu amaçla antioksidan karakterli E ve C vitaminlerinin etkilerini uzun bir süredir deneysel olarak çalıştıklarını kaydetti. Prof. Dr. Durak, antioksidan içeriği zengin bazı gıdaların benzer etkilerinin olduğunu, deneysel çalışmalar ile ortaya çıkardıklarını ve bu karakterdeki gıdaların bazı hastalıkların önlenmesinde ve tedavisinde ciddi katkılarının olabileceğini gördüklerini söyledi. Ankara Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalında beslenme, hastalık oluşumu ve tedavisi üzerine yapılan çalışmaların halen devam ettiğini belirten Prof. Dr. Durak, bu konular üzerine uluslararası tıp dergilerinde 200’e yakın bilimsel çalışmalarının yayınlandığını ve bu çalışmalara 1500 civarında atıf yapıldığını ifade etti.


Sarımsağın Ateroskleroza Etkisi
Kalp damar hastalıklarının başta gelen nedenlerinden olan aterosklerozun oluşmasında oksidan stresin önemli payı olduğunu belirten Prof. Dr. Durak, yüksek kolesterole ek olarak, LDL’nin oksitlenmesiyle modifiye kolesterolün oluştuğunu ve bunun da ateroskleroz oluşumunda anahtar rol oynadığını ifade etti. “Oksitlenmiş LDL damar çeperine (endotel arasına) nüfuz ederek burada birikiyor ve damar yapısını bozuyor. Buna bağlı olarak damar içerisinde daralma ve plak oluşmasıyla tıkanma oluşuyor. Ateroskleroz denilen hastalığın temel oluşum mekanizması böyle oluşuyor, bu durum daha da ilerlerse kalp damarlarının tıkanmasıyla sonuçlanabiliyor ve kalp krizi oluşabiliyor” diyen Prof. Dr. Durak, yaptıkları bazı çalışmalarda antioksidan özelliği yüksek olan sarımsağın aterosklerozlu ve yüksek tansiyonlu hastalar üzerindeki etkilerini araştırdıklarını söyledi. Daha önce yaptıkları bir çalışmada bir grup tavşana 4 ay süre ile yüksek kolesterol yedirilirken bir diğer gruba da yüksek kolesterol ile birlikte sarımsak ekstresi verdiklerini bildiren Prof. Dr. Durak, 4 ay sonunda sarımsak ekstresi verilen grupta ciddi bir plak yapısı oluşmazken, diğer grupta damarların büyük oranda tıkandığını ifade etti. Elde edilen deney sonucunda başka bir çalışma daha yaptıklarını ve bu defa tavşanların tıkanan damarlarının sarımsak ekstresi verilerek izlendiğini kaydeden Prof. Dr. Durak, tıkanıklıkta önemli ölçüde gerileme görüldüğünü ve bu plakların geri dönüşümlü olabildiğini belirtti. Aterosklerozun oluşmasında oksidan stresin önemli rol oynadığını dile getiren Prof. Dr. Durak, “Sarımsak ekstresi oksidan stresi azaltarak ateroskleroz oluşumunu engelleyebilmektedir. Ayrıca, sarımsak ekstresi tüketimi kan lipit düzeylerini düzenlemekte, kan basıncını düşürmekte ve vücudun antioksidan gücünü arttırmaktadır. Düzenli kullanıldığında iyi huylu prostat büyümesinde ve prostat kanserinde de faydalı sonuçlar vermektedir” şeklinde konuştu.

Bazı İlaçlar Böbrekte Oksidasyona Yol Açıyor
Tedavide kullanılan siklosporin, sisplatin, metotreksat gibi ilaçların böbrek dokusunda oksidan reaksiyonları hızlandırarak böbrekler için zararlı olabildiğini belirten Prof. Dr. Durak, bu ilaçlarla birlikte antioksidan özelliklere sahip oldukları bilinen domates ve siyah üzüm tüketilmesinin, ilacın bu zararlı etkilerini kısmen engellediğini tespit ettiklerini kaydetti. Prof. Dr. Durak, “Siklosporin, Adriamisin gibi ilaçların yan etki olarak böbrek, karaciğer ve kalp toksisitesi yaptığını gördük. Oluşum mekanizmasında ise bunun oksidasyonla oluştuğunu ve buna karşılık yağda çözünen bir vitamin olan E vitaminin ve suda çözünen vitamin olan, C vitaminin kısmen koruyucu özellik gösterdiğini tespit ettik” dedi.

Çeşni Bahar İle Kalp Hastalarına Takviye
Çeşni bahar, tam buğday ununun kullanılması ile yapılan doğal bir ekmek. Yapısında tam buğday ununa ilaveten soya proteini, çavdar, arpa, yulaf ve antioksidan muhtevası yüksek baharat ve bitki türleri var. Temel amacın kan kolesterolünü düşürmek, antioksidan güç sayesinde damar yapılarını oksidasyona karşı korumak ve damar cidarında oksitlenmiş birikintiler ve plaklar oluşmuşsa bu durumu durdurmak veya geriletmek olduğunu belirten Prof. Dr. Durak, “Bu ekmek, lifli yapısından dolayı bağırsakları hareketlendiriyor, kolesterol emilimini engelleyebiliyor” dedi. Yapısında bulunan soya unu (proteini) zengin bir amino asit, mineral ve B kompleksi vitaminleri kaynağı. Arpa, çavdar, yulaf unlarının özellikle kepek kısımlarında bulunan bir takım bileşenler hem bağırsaktan kolesterol emilimini engelliyor hem de kolesterol metabolizmasını hızlandırabiliyor. Prof. Dr. Durak, “Hem kan kolesterol düzeyinin düşmesi hem de antioksidan katkısından dolayı bu ekmeğin tüketilmesinin damar yapılarında düzelme meydana getirebileceğini ve bu sebeple hastaların tıbbi tedavilerine destek olabileceğini ” söyledi. Bazı baharatların sahip oldukları yüksek antioksidan güç ile oksitlenmiş lipid yapılarını indirgeyebileceğini kaydeden Prof. Dr. Durak, oksidan stres sebebiyle meydana gelen modifiye LDL oluşumunun çeşni bahar ekmeğindeki bazı bileşenlerde olduğu gibi antioksidan muhtevası yüksek gıdaların tüketimi ile kısmen engellenebileceğini ifade etti. Prof. Dr. Durak, “Oksitlenmiş LDL damarlarda plak oluşumundan sorumlu tutulan temel faktörlerden birisidir. Çeşni Bahar Ekmeği posalı yapısından dolayı bağırsak hareketlerini hızlandırdığı için kabızlığı da iyi geliyor. Toplumun neredeyse yarısı kalp ve damar hastası olmaya meyilli. Genetik yapımıza ilave olarak beslenme alışkanlığımızın düzgün olmaması, günlük tüketilen gıdaların hormonlu, ilaçlı, aşırı derecede gübrelenmiş ve bazılarının genetiğiyle oynanmış olması ciddi problemlere sebep olmaktadır. Bunlara bir de hareketsiz hayat tarzımız eklenince metabolizmamız iyice hantallaşıyor” dedi. Kalp ve damar hastaları başta olmak üzere bütün hastaların hekimlerin tavsiyelerine uymaları gerektiğini ve hiçbir şekilde tıbbi tedavilerini aksatmamaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Durak, gıdaların sadece tıbbi tedaviye destek olabileceğini, tıbbı tedavi olmadan gıdaların veya bu kategoride yer alan doğal ürünlerin tek başına tedavi edici güçlerinin fazla anlamlı olamayacağını vurguladı.

Uluslararası Kitap
Doç. Dr. Erdinç Devrim, Doç Dr. İmge Ergüder, Doç. Dr. Aslıhan Avcı ve Dr. Mehmet Altuğ’un katkılarıyla hazırlanan kitabın editörlüğünü Prof. Dr. İlker Durak yaptı. Uluslararası alanda, İngilizce yayınlanan kitap, çeşitli başlıklardan oluşuyor. Kardiyovasküler Hastalıklar, Kanser ve Hemoroid’in ana konuları ve bu hastalıklarda doğal ürünlerin ve besinsel moleküllerin etkilerine yönelik araştırma sonuçları yer alıyor. Ayrıca elma, sarımsak, üzüm ve domatesin kardiyovasküler hastalıklarda koruyucu özelliği anlatılıyor. Kanserde nutrasötiklerin etkisi, üriner sistem rahatsızlıklarında sarımsağın koruyucu rolü, domates ve kanser, ısırgan otu ile prostat hastalıkları, son olarakta hemoroidde flavonoid kullanımının etkilerini içeren kitap güncel literatürle desteklenmiş bulunuyor.

11 Ekim 2008 Cumartesi

BİLECİK’E YENİ YATIRIMLAR YOLDA

3 senedir görev yaptığı Bilecik’e yenilikler getiren İl Sağlık Müdürü Dr. M. Ali Fidan, 2008 yılının Aile Hekimliği yılı olacağını söyledi.

2005 yılından bu yana İl Sağlık Müdürü olarak görev yapan Dr. M. Ali Fidan, tıp eğitimini tamamladıktan sonra, 1996 yılında mecburi hizmet için Bilecik’e geldi. Geldiği günden bu yana hizmet veren Dr. Fidan 2007 yılında İşletme alanında Sakarya Üniversitesi İİBF’de yüksek lisansını tamamladı. Dr. Fidan, Bilecik’te 3 devlet hastanesi, 3 ilçe hastanesinin yanı sıra 2 ağız diş sağlığı merkezinin olduğunu dile getirerek, Bilecik ve Bozüyük Devlet Hastanelerinde, hasta yoğunluğunun olduğunu ifade etti. Dr. Fidan, 82 pratisyen hekim, 67 uzman hekimlerinin olduğunu söyleyerek “Nisan, Mayıs, Haziran aylarının istatistik verileri, Bozüyük Devlet hastanesinin 48 bin 167, Bilecik Devlet Hastanesinin 68 bin 232 poliklinik sayısına sahip olduğunu, ayrıca Ağız Ve Diş Sağlığı Merkezi’miz özel klinik gibi hizmet vermekte olup ; her hekimin bir muayene odası vardır” bilgisini verdi.

2008’de İki Yeni İnşaat
2007 yılını bakım onarım yılı olarak değerlendiren Dr. Fidan, birçok sağlık ocağı, sağlık evi ve hastaneleri bakım onarımdan geçirerek modernize ettiklerini söyledi. Dr. Fidan, Bilecik Devlet Hastanesine yeni ek bina olarak planlanan Bilecik Sağlık Meslek Lisesi binasının 3 katının bakım onarımı tamamlanarak hizmet vermeye başlayacağını kaydetti. Yeni sağlık ocağı çalışmalarının başladığının müjdesini veren Dr. Fidan, Bilecik merkeze yapılan sağlık ocağının Eylül ayının sonu gibi teslim edileceğini ve Ekim ayı gibi hizmete başlayacağını söyledi. 2008 senesinin Aile Hekimliği yılı olacağını dile getiren Dr. Fidan, çalışmaların sürdüğünü, pratisyen ve uzman hekim eğitimlerinin Ağustos ayında tamamlandığını ve aile hekimliğine geçmek için Sağlık Bakanlığı’ndan talimat beklediklerini söyledi. 2008 yılı projeleri içerisinde, Ağustos ayında ihalesi yapılan Osmaneli İlçe Hastanesinin yanı sıra , İnhisar Merkez ve Bozüyük Merkez Sağlık Ocaklarının yapılacağını belirten Dr. Fidan, “Hazırlıklar ve projeleri tamamlandı, Bayındırlık Müdürlüğü tarafından yaklaşık maliyet çalışmaları yapılıyor. Bu sene ihalelerini yaparak en kısa süre içerisinde hizmete açmaya çalışacağız” dedi.

Sağlık Çalışanları Toplantısı
Bilecik’in Talasemi riskli illerden biri olduğunu söyleyen Dr. Fidan, Talasemi Tanı Merkezi kurduklarını ve evlenecek çiftlere tarama yapılarak, bilgilendirdiklerine dikkat çekti. Bilecik’ten Eskişehir, Bursa ve Adapazarı’na hasta sevki olduğunu söyleyen Dr. Fidan, il dışındaki eğitimlere personellerini göndermelerinin yanı sıra kendileri de bazı konferans ve paneller düzenlediklerini dile getirdi. Dr. Fidan, ayda bir defa hastane başhekimleri, sağlık grup başkanları ve hastane müdürlerinin katılımıyla farklı bir ilçede değerlendirme toplantıları yaptıklarını ifade ederek, “Böylece her ilçenin çalışmasını yerinde görmüş oluyoruz. Hem de bir araya gelip sorunlarımızı masaya yatırarak çözüm sunmaya çalışıyoruz. Sağlık yöneticilerinin birimleriyle ilgili sorunları ve ihtiyaçları, aynı durumdaki tüm çalışanlarla değerlendiriliyor” şeklinde konuştu. Sağlık Bakanlığı, ‘Sağlıkta Dönüşüm’ projesiyle çok fazla yeniliklere imza attığını dile getiren Dr. Fidan, “Bakanımızın da ifade ettiği üzere ülkemizde yeterli sayıda hekimimiz olmasa da, son 5 yılda verilen hizmet kalitesi kat kat arttı. Hasta ve çalışan memnuniyet anketleri bu başarıyı gözler önüne sermektedir. Ancak vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerinde beklentileri arttı, bu doğrultuda sağlıkta dönüşüm, Bakanımızın önderliğinde bütün hızıyla, globalleşen dünyaya uygun bir şekilde devam edecek” dedi.

10 Ekim 2008 Cuma

ÇORUM, EĞİTİM HASTANESİ YOLUNDA

Çorum Devlet Hastanesi, ildeki 3 hastanenin birleşmesiyle birlikte gücüne güç katarak yoluna devam ediyor. Hastanenin çalışmaları hakkında Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e bilgi veren Başhekim Op. Dr. Arslan Erkan hastaneyi eğitim ve araştırma hastanesi standartlarına taşımayı hedeflediklerini dile getirdi.

Çorum Devlet Hastanesi, ildeki 3 hastanenin birleşmesiyle birlikte yeniliklerinin süreceğini dile getiren Başhekim Op. Dr. Arslan Erkan, yataklı servislerin kapasitesinin 850 yatağa ulaştığını söyledi. Yatak doluluk oranının yüzde 75 olduğunu belirten Dr. Erkan, “Son derece konforlu halde hizmet veren hasta odalarımızın çoğunda TV, telefon, buzdolabı, tuvalet ve banyo bulunmaktadır. Yataklı servisimizin yeni açılan 250 yataklı bölümünde ameliyathaneler ve yoğun bakımlarda merkezi oksijen ve gaz sistemi mevcuttur. Hastanede, 1020’si kadrolu, 520’si de hizmet alımıyla istihdam edilen toplam 1570 personel bulunmaktadır. 125 uzman hekim ve 22 pratisyen hekim ile hizmet verilirken bazı branşlardaki uzman hekim eksiğimizin giderilmesi için Bakanlık nezdinde girişimlerde bulunduk” şeklinde konuştu.

Polikliniğe müracaat eden günlük hasta sayısının 4 bin olduğunu bildiren Dr. Erkan, 2007 yılında polikliniklerden hizmet alan hasta sayısının 654 bin, yatan hasta sayısının 19 bin ve ameliyat sayısının 12 bin 500 olduğunu bildirdi. 12 yataklı birinci basamak ve 9 yataklı ikinci basamak yoğun bakım ünitesinin yanında 16 yataklı koroner yoğun bakım ünitesi ve 30 yataklı yeni doğan ünitesi bulunduğunu kaydeden Dr. Erkan, “İlimiz ve çevresine özellikle travmatoloji alanında acil hizmeti ve yoğun bakım hizmeti veren tek hastane konumundayız. İlimizdeki Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı ile ilgili hizmetler de sadece hastanemizde yürütülmektedir” dedi.


Her Yenilikte İlk Olan Hastane
“Hasta Hakları Birimi, Yaşlı Polikliniği ve Kanser Erken Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) kurulan ilk hastanelerdeniz” hastanede yapılan yenilikler hakkında bilgi veren Dr. Erkan, 2004 yılında hastanelerinde Diş Tabibi tedavi merkezini modernize ettiklerini dile getirerek, “Sürekli geliştirilen ve iyileştirilen merkez artık müstakil bir hastane olarak bünyemizden ayrıldı. 2005 yılında Hekim Seçme Hakkı uygulamasını başlatarak her uzman hekimimize bir muayene odası tahsis ettik. Böylece hastalarımız istediği hekime muayene olma imkânı buldu. Görüntüleme hizmetlerinde çağın teknolojilerini kullanmak amacıyla 2005 yılında, hizmet alımı yoluyla MR ve Nükleer Tıp birimlerini hizmete açtık. Kan merkezimizde yapılan iyileştirmeler ile kan ürünlerini ayrıştırır hale geldik” şeklinde konuştu.

Hastane Çorum ve civarına hizmet veren en kapsamlı merkez özelliğin taşıdığına dikkat çeken Dr. Erkan, son teknoloji cihazları, eğitimli ve deneyimli personeli ile sürekli iyileştirme anlayışının göstergesi olarak 2006 yılının sonunda ISO 9001 2000 Kalite Yönetim Sistemi belgesini aldıklarını belirtti. Büyük yatırımlarla yeniledikleri ve modern cihazlarla donatılan ameliyathane, yoğun bakım ve yanık üniteleri 2008 yılının ilk aylarında hizmete girdiğini kaydeden Dr. Erkan, “Hastanemizde, bilgisayar tabanlı Hastane Bilgi Yönetim Sistemi yaygın olarak kullanılmaktadır. Radyoloji görüntüleme hizmetlerinin konvansiyonel halden dijital hale dönüştürülmesi işlemleri sözleşme aşamasındadır. Son derece modern bir yapıda planladığımız mutfak ve radyoloji görüntüleme hizmet birimlerinin projeleri hazırlandı. İhale sürecinin çok kısa sürede sonuçlanması için gayret gösteriyoruz. Hastanelerin birleşmesi ile iş yükü çok artan Acil Servis’in alt yapı ve cihaz takviyeleri devam etmektedir. Zira Acil Servisimiz ilimiz ve çevresine hizmet veren en büyük servistir. Hastanemizde yapılan laboratuar tetkik sonuçlarına Internet aracılığı ile web sitemizden ulaşılmasını sağladık. Organ bağışı çalışmalarımızdaki yoğun gayretimizin sonucu, 2007 yılında doku ve organ nakline döner sağlayan kuruluşlar içerisinde dördüncü sırada yer aldık” dedi.

Borcu Yok Nakdi Var
İyileştirme çalışmalarının büyük bir kısmını kendi imkânları ile başardıklarını ifade eden Dr Erkan hastanelerinin borcunun olmadığını, hatta bankada bir miktar paralarının olduğunu ve 2007 yılında ameliyathane, yoğun bakım ve merkezi sterilizasyon ünitesi için yaklaşık 6 milyon dolar harcadıklarını söyledi. Ayrıca, Birleşme sonucunda artan yükü karşılamak için gerekli tıbbi ve idari hizmet birimlerinin tamir ve tadilatlarını kendi imkânları ile yaptıklarını belirten Dr. Erkan, bu harcamalarda kamu menfaatine ve mevzuatlar uygunluğa çok dikkat ettiklerini ifade etti. Dr. Erkan, 2003 yılından bu yana Kamu İhale Kurumu tarafından iptal edilen ihale sayısının 3 olduğuna dikkat çekerek, 2009 yılı hedeflerini de şöyle açıkladı: “Yeni Doğan Yoğun Bakım Ünitesi ve Kadın Doğum Ameliyathanesi bulunan ek bina yapmak. Hastanemizde özellikle hamileler için olmak üzere, bütün hasta yakınları için otelcilik hizmeti sunmak. Kanser hastalarının planlanmış kemoterapilerinin yapılacağı üniteyi kurmak.”

BİLECİK DEVLET’E EK BİNA

Bilecik Devlet Hastanesine ek binanın açıldığı dile getiren Hastane Başhekimi Op. Dr. Mehmet Karataş, hastaneyi daha da genişletmeyi hedeflediklerini söyledi.

17 yıldır çalıştığı hastanede, 5 yıldır başhekimlik yapan Başhekim Op. Dr. Mehmet Karataş, 155 yataklı hastanenin Haziran ayı poliklinik sayısı 23 bin 640 olduğunu dile getirdi. Günlük yatan hasta sayısının 60 olduğunu ancak aylara göre bu sayının değiştiğini vurgulayan Op. Dr. Karataş, 260 personel ve 130 hizmet alımı yoluyla çalışanın olduğu hastanede 32 uzman, 13 pratisyen hekimle hizmet verdiklerini belirtti. Özellikle Göz, KBB ve kadın doğum branşlarında açığın olduğunu dile getiren Op. Dr. Karataş, Tam Gün Yasası ile açığın artabileceğini belirtti.

Op. Dr. Karataş, 1954 yılında 50 yataklı olarak kurulan hastanenin, zamanla geliştiğini kaydetti. Ek binalarının bakım ve onarımı yapılan binada özel hastane konforunda hizmet vereceklerini söyleyen Op. Dr. Karataş, her hekime bir poliklinik sistemine geçtiklerini, ek bina ile toplam 32 poliklinik sayısına ulaştıklarını dile getirdi. Odaların bir ya da iki kişilik banyolu olduğunu vurgulayan Op. Dr. Karataş, refakatçi koltuğu aldıklarını ancak odaların küçük olduğu için yerleştiremediklerine dikkat çekti.

Hizmet Alımı ile MR
2 radyoloji uzmanı bulunan hastanede bu yıl hizmet alımı ile MR hizmeti vereceklerini dile getiren Op. Dr. Karataş, “Aciller için tomografi daha önemli MR ameliyatlar için önem arz ediyor. Dopler, Kemik dansitometresi, ilaçlı film ve tomografi hastanemizde bulunuyor, yakın zamanda da MR hizmeti vereceğiz” dedi. Hastanelerinde yeni doğan yoğun bakımı olmadığını ifade eden Op. Dr. Karataş, tüm yoğun bakımlarda 24 saat doktor bulunması gerektiğini söyledi. Op. Dr. Karataş, “Doktor bulunduramadığımız için ünitemiz var ancak verimli çalışamıyoruz. Ventilatörlerimiz ve gerekli cihazlarımızın hepsi mevcut. Acilde ve 122’de 3 hekim her gün bulunduruyoruz, yoğun bakım içinde hekim bulundurmamız gerekiyor” dedi.

Yeni dönem de ek binanın üst katını da alıp, Dahiliye kliniklerini taşımayı hedeflediklerini ifade eden Op. Dr. Karataş, yatak sayısını arttırmaktan öte daha çok odaların daha kaliteli hizmet sunabilecek şekle dönüştürmeyi hedeflediklerini söyledi. Yeni bir hastaneye ihtiyaç duyulduğunu hatırlatan Op. Dr. Karataş, “Bilecik bugün 45 bin nüfuslu bir şehir ve daha da büyüyecek.3 organize sanayi bölgesinin dışında yeni üniversite kuruldu. Şuan ki şartların yetersiz olduğu konumdayken ilerde daha da yetersiz hale gelecek. Bu durum için yeni binaya taşınmak çok daha güzel hizmet vermemizi sağlayacak” şeklinde değerlendirme yaptı.