30 Eylül 2013 Pazartesi

KARACİĞER OLİMPİYATLARI TÜRKİYE'DE YAPILACAK

Dünyadan yaklaşık 6 bin bilim insanının katılacağı ve 12-15 Mart 2015'te İstanbul’da gerçekleştirilecek "Asya Pasifik Karaciğer Araştırma Derneği Kongresi'nin (APASL)" ilk Türk başkanı Prof. Dr. Abdülkadir Dökmeci olacak.

 KKTC'de düzenlenen 10. Ulusal Hepato Gastroenteroloji Kongresi'nde, Med-Index’e açıklama yapan Prof. Dr. Abdülkadir Dökmeci, Türkiye’de bu alanda söz sahibi çok sayıda hekimin, karaciğer hastalıklarıyla savaşta önemli başarılar elde ettiğini, uygulanan tedavi yaklaşımları ve elde edilen sonuçların dünya standartlarında olduğunu söyledi. 

10. Ulusal Hepato Gastroenteroloji Kongresi'nin yoğun katılımla gastroenteroloji ve hepatoloji alanında uzman isimlerin önemli birçok konuyu ele aldığını belirten Dökmeci, “Bu sene gastroenteroloji cerrahisinin de katılımıyla Türkiye’de de artık multi disipliner kongrelerin yapılabileceğinin çok güzel bir örneğinin olduğunu gösterdik. Kongrede, kabul edilen 250 abstract ve 20 sözel sunum var” dedi. 

Dökmeci, "Asya Pasifik Karaciğer Araştırma Derneği Yıllık Kongresi"nin, dünya genelinde alanda çalışan en fazla bilim insanının bir araya gelerek, önemli çalıştaylar düzenlediği ve yeni tedavi yaklaşımlarını bilimsel verilerle ortaya koydukları önemli bir kongre olduğunu söyledi. 

“APASL, Karaciğer Hastalıklarının En Kapsamlı Ele Alındığı Olimpiyatı”
APASL'ın, dünyada mevcut üç önemli karaciğer derneğinin ülke sayısı ve hasta potansiyeli açısından en büyüğü olduğunu belirten Dökmeci, şunları söyledi: “Bu nedenle Türkiye’de böyle bir toplantının yapılması, Türk hepatolojisinin gelişmesi açısından çok önemlidir. Bu kongre karaciğer hastalıklarının en kapsamlı ele alındığı olimpiyat özelliğindedir. Türkiye, karaciğer olimpiyatlarının ev sahipliğini üstlenecek. Kongrede Türk bilim insanları yapacakları araştırmaları uluslararası arenaya sunacak. Birçok Türk bilim insanı yapacağı sunumlar ve oturum başkanlıklarıyla isimlerini dünyaya duyurma imkanı bulacak. Bu sayede bilim insanlarımız, sadece Asya-Pasifik ülkeleri değil, aynı zamanda Ortadoğu, Türk Cumhuriyetleri, Avrupa ülkeleri ve ABD'den gelecek katılımcılarla ortak paylaşımlarda bulunacaktır.”

İstanbul’da 2015'te yapılacak kongrenin başkanlığını Prof. Dr. Abdülkadir Dökmeci, Bilimsel Komite Başkanlığını Prof. Dr. Necati Örmeci'nin, Sekreterliğini Prof. Dr. Hasan Özkan’ın, Finans Komite Başkanlığını da Selahattin Ünal'ın üstlenecek. Prof. Dr. Dökmeci, dünyanın saygın derneklerinden biri kabul edilen bir kurumun başkanlığına getirilmesinin hem kendisi hem de Türk bilim insanları adına gurur verici olduğunu, bunun, dünyanın Türk bilim insanına duyduğu güvenin göstergesi olduğunu söyledi. 

Med-Index

27 Eylül 2013 Cuma

TORBA YASA İLE ŞİDDETE KARŞI YENİ DÜZENLEME GELECEK

Torba Kanun içerisinde, sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlara, tutuklama yetkisini hakimlerimize verileceğini belirten Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “Şiddet bugün olup da tutuklanırsa 15 gün tutuklu kalırsa esas caydırılıcığı biz burada bekliyoruz. O nedenle tutukluluktaki faydayı cezanın artışından daha çok önemsiyorum” dedi.

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, medya kuruluşlarının Ankara temsilcileri ile Swissotel'de bir araya geldi.

Hekim, hemşire ve sağlık çalışanı gibi toplumu buluşturmadaki stratejik kararların, yönetim ile elde edilebilen önemli bir başarı ayağı olduğunu anlatan Müezzinoğlu, "Ama, asla yadsınamayacağımız, belki de en önemli başarı, hekimlerin, hemşirelerin ve diğer sağlık çalışanlarının bu mesleğe olan duyarlılıklarıdır. Sağlık hizmetlerine ilişkin memnuniyet oranı yüzde 75'in üstündedir. Bundaki en büyük pay sahibi sağlık çalışanlarıdır” dedi. 

“Hasta Eşine, Ailesine Söyleyemediğini En Yakını ile Paylaşamadığını Hekimi ve Hemşiresi ile Paylaşıyor”
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarını tepki ve üzüntü ile karşıladığını belirten Müezzinoğlu, şunları söyledi: “ ‘Acaba, evinde annesine, babasına, ailesine bu kadar şefkatle davranabiliyor mu’ diye düşünülen bu insanlara zaman zaman şiddet uygulanıyor olmasından rahatsızlık duyuyoruz. Bununla ilgili kamuoyu duyarlılığının artırılması gerekir. Kamuoyunun, sağlıkçıları sahiplenen, evladı gibi koruyan, kendisine gönülden hizmet eden bir yapı olarak görmesini istiyoruz. Bu nedenle kamuoyu duyarlılığı bizim için en önemli emniyet sibobu, en önemli güvenlik tedbirimizdir. Yoksa, hekim ile hasta arasına güvenlik güçlerini ya da kanunları koymak açıkcası çok mümkün değil, çok da doğru değil. Çünkü, hasta eşine, ailesine söyleyemediğini en yakını ile paylaşamadığını hekimi ve hemşiresi ile paylaşıyor. Buralara, üçüncü şahısların girmesini mesleğin saygınlığı ve devamlılığı açısından da çok arzu etmiyoruz. Meclis açılır açılmaz Torba Kanun içerisinde, bu anlamda sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlara, tutuklama yetkisini hakimlerimize vereceğiz.”

Günde bir milyon hastanın dahil olduğu bir sistemin söz konusu olduğunu söyleyen Müezzinoğlu, hastayla doktor arasında bir güvenlik duvarı bulunmasını doğru bulmadığını kaydetti. Hiç kimsenin hekime şiddet uygulamaya hakkı olmadığını vurgulayan . Müezzinoğlu, ailelerin hastayla ilgili bilgi edinme hakkı olduğunu ancak her hastayla ilgili bir muhatap bulunması gerektiğini dile getirdi.


“Bugün Olup da Tutuklanırsa 15 Gün Tutuklu Kalırsa Esas Caydırılıcığı Biz Burada Bekliyoruz”
Müezzinoğlu, şiddet konusunda şunları söyledi: “Mahkeme 6 ay-1 yıl sürmüş, 1 yıl yerine 5 yıl hapis cezası vermiş. Bir yıl sonra bunun caydırıcılığı noktasında, 1 yıl ya da 5 yıl olmasının bir anlamı yok. Ama olay bugün oldu ve tutuklandı. Bugün olup da tutuklanırsa 15 gün tutuklu kalırsa esas caydırılıcığı biz burada bekliyoruz. O nedenle tutukluluktaki faydayı cezanın artışından daha çok önemsiyorum."
Son 1 yılda alınan kararlarla ilgili hakimlere teşekkür eden Müezzinoğlu, "Cezalarda üst sınırı ya da kanunu uygulamadaki cesaretleri dolayısıyla caydırıcılığı yakalamaya başladık" dedi.

Tam Güne Yeni Düzenleme
Tam Gün Yasası ile ilgili Müezzinoğlu, "Ekim ayında, bayramdan önce çıkmasını bekliyoruz. Hiçbir konuda beklentileri yüzde yüz karşılamayacak ancak düzenlemenin yüzde 70-80 oranında beklentilere cevap vermesi bekliyoruz. Sürdürülebilir ve geliştirilebilir bir sistem kurulacak” dedi. 

Med-Index

26 Eylül 2013 Perşembe

İlac Katki Maddeleri ve Alerji

İlaç Katkı Maddeleri ve Alerji

Uzlaşı raporları ve klasik kitaplarda, ilaçlardaki koruyucuların ve katkı maddelerinin nadiren immunolojik ilaç reaksiyonlarına yol açtığı belirtilmektedir. Özellikle yapısal olarak birbiriyle ilişkisiz ilaçların kullanımının ardından ortaya çıkan aşırı duyarlılık reaksiyonlarında, söz konusu ilaçların ortak katkı maddesi içerip içermedikleri prospektüslerinden yararlanılarak dikkatlice incelenmelidir. Hastada daha evvel aşırı duyarlılık reaksiyonuna yol açan bir ilaç, farklı bir ticari isimde ya da formulasyonda kullanılırken tolere edilirse veya etken maddenin saf haliyle ya da farklı formuyla yapılan ilaç deri ve provokasyon testleri negatif sonuçlanırsa aşırı duyarlılık reaksiyonlarının ilaç içindeki katkı maddesi ya da koruyuculara bağlı gelişmiş olabileceği akılda tutulmalıdır.
Çocuklarda beta laktam alerjisi sıklığını araştıran bir çalışmada beta laktam grubu bir antibiyotik kullanımı sonrası aşırı duyarlılık reaksiyonu şüphesiyle başvuran olguların sadece %0.9’unda ilacın katkı maddesine karşı intolerans saptanmıştır. Öte yandan Avrupa’da çocuklarda en sık reçete edilen antibiyotik grubu olan amoksisilin klavulonat ile ilgili olarak yürütülen bir başka çalışmada ise amoksisilin klavulonatın süspansiyon formunun içinde koruyucu olarak bulunan sodyum benzoatın non immun yolla ilaç alerjisi benzeri reaksiyonlara yol açabildiği gösterilmiştir.

İlac Alerjisinde Carpraz Reaktivite

İlaç Alerjisinde Çarpraz Reaktivite

Çapraz reaktivite, bir ilaca karşı duyarlılığı olan kişinin benzer yapıdaki başka bir ilaca karşı da reaksiyon gösterebilmesi olarak ifade edilir. Bu konu özellikle beta laktam grubu antibiyotikler için önemlidir. Bu grup antibiyotikler, yan zincirlerinde farklılıklar taşıyabilmelerine rağmen ortak bir beta laktam halkasına sahiptirler ve bu nedenle aralarında değişik derecelerde çapraz reaktivite söz konusudur.
Genelde benzilpenisiline duyarlı olan kişiler ampisilin, amoksisilin ve kloksasiline karşı da reaksiyon verirler. Bir grup kişide ise benzilpenisiline duyarlılık olmadığı halde amoksisiline karşı duyarlılık saptanmış ve bu durum amoksisiline karşı selektif yanıt olarak ifade edilmiştir. Bu durum amoksisilinin yan zicirine karşı spesifik yanıtla açıklanmaktadır.
Beta laktam grubu ilaçlar arasındaki çapraz reaktivite eş oranlarda değildir. Penisiline duyarlı olan kişiler aynı oranda sefalosporinlere ya da sefalosporinlere duyarlı olan kişiler aynı derecede penisilinlere duyarlı değillerdir. Yan zincir spesifik Ig E antikorları gösterildiğinden beri sadece penisilin ya da sadece sefalosporin grupları içinde, penisilin ile sefalosporin grupları arasında ve sefalosporinlerle monobaktamlar gibi daha uzak gruplar arasında (aztreonam ve seftazidim gibi) selektif yanıtlılık ve çapraz reaktivite durumları dikkate alınmalıdır.
Sefalosporinler değerlendirildiğinde, penisilinlere karşı daha benzer yapısal özellikler taşıdıkları için 1. kuşak sefalosporinlerin tamamının çapraz reaktivite potansiyelini taşıdıkları oysa 2. ve 3. kuşak sefalosporinlerin yapılarındaki farklılıktan dolayı penisilinlere karşı çapraz reaktiviteyle büyük oranda ilişkisiz oldukları görülmektedir.
Sefalosporinlerin kendi aralarındaki çapraz reaktivite durumuna bakıldığında R1 pozisyonlarında eş yan zinciri paylaşan seftriakson, sefotaksim ve sefepim arasında önemli çapraz reaktivite saptanmıştır. Bu üç sefalosporinle, seftazidim ve sefuroksim arasında da R1 yan zincirleri birbirlerine benzer olduğu için çapraz reaktvite oranı yüksektir. Bunla beraber bazı hastalarda da farklı yan zincire sahip sefalosporinler arasında çapraz reakivite görülmektedir. Bu durum bu sefalosporinlerin ortak kimyasal yapılarına karşı antikorların yönlenmesiyle açıklanır.
Diğer beta laktamlarla penisilin arasındaki çapraz reaktiviteye bakıldığında penisilin alerjisi olan çocuk ve erişkinlerde meropeneme karşı duyarlılık oranı %0.9 olarak bulunmuştur (88,89). Penisilin alerjisi olanlarda aztreonamın iyi tolere edildiği ancak aztreonamla benzer yan zincir taşıyan seftazidim arasında çapraz reaktivite görülebildiği gösterilmiştir.

Multipl İlac Asiri Duyarlilik Sendromu

Multipl İlaç Aşırı Duyarlılık Sendromu

Multipl ilaç aşırı duyarlılık sendromu, çeşitli ilaçlara bağlı olarak ortaya çıkan farklı formlardaki yan etkileri tanımlamak için kullanılmaktadır. Bazen multipl ilaç intoleransı olan hastalar için kullanılsa da çoğunlukla aralarında yapısal ilişki olmayan ilaçlara karşı gelişen, tekrarlayıcı özellikteki immun aracılı reaksiyonları tanımlamak için kullanılır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere çapraz reaktivite bu durumların dışında tutulmaktadır.
 Etkin bir şekilde dökümente edilmiş ilaç alerjisi olan hastaların yaklaşık %10’unda multipl ilaç alerjisi vardır. Farklı ilaçlarla ortaya çıkan reaksiyonlar arasında yıllar olabilir ve yine klinik bulgular farklılık gösterebilir. Ayrıca reaksiyonların immun mekanizmaları da farklı olabilir (Ig E aracılı ya da T hücre aracılı). Multipl ilaç aşırı duyarlılık sendromu olan hastaların çoğunda ilaçlardan en az birine karşı daha ağır reaksiyonlar gelişmektedir.
Bu sendromun altta yatan patomekanizması bilinmese de bu hastalarda küçük moleküler bileşiklere karşı tolerans mekanizmasının başarısız olduğu düşünülmektedir.

İlac Provokasyon Testi Nedir

İlaç Provokasyon Testi (İlaç Alerji Testi) Nedir

İlaç provokasyon testleri, ilaç aşırı duyarlılık reaksiyonu tanısının konulması amacıyla bir ilacın kontrollü şekilde tıbbi gözetim altında uygulanmasıdır. Bu ilaç, şüpheli ilacın kendisi, farklı içerikte bir alternatifi ya da farmakolojik veya yapısal olarak benzeri olabilir (79). Bazı kaynaklarda İPT yerine ilaç challenge (sınama), kontrollü challenge, test dozu, kademeli challenge gibi terimler de kullanılmaktadır.
İlaç provokasyon testi, ilaç alerjisi tanısında altın standart olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar özellikle erken tip beta laktam alerjisi tanısında deri testleri bir ölçüde tek başlarına tanı koymaya yardımcı olsalar da özellikle T hücre aracılı reaksiyonlardaki düşük duyarlılıkları, İPT’lerin önemini arttırmaktadır.
Endikasyonları: Hikayesi ilaç aşırı duyarlılık reaksiyonunu düşündürmeyen ya da tutarsız olan hastalarda bu tanıyı elemek, hasta için alternatif ve güvenli bir ilacı bulabilmek, her biri test edilmesi gereken çeşitli ilaçların varlığında reaksiyondan sorumlu olma ihtimali en düşük olanla başlamak, ilişkili bir ilaçla çapraz reaktiviteyi değerlendirmek, kesin bir tanı oluşturmak
Kontrendikasyonları: a) İlaca bağlı kontrendikasyonlar: Kullanımda olmayan ya da zayıf etkinliği olan ilaçlarda doğru bir testin garantisi olmadığı için İPT yapılmaz.
Hastaya bağlı kontrendikasyonlar: Hastanın onam formunu imzalamaması, İPT nin potansiyel risklerinin ilacın yol açtığı patolojiye göre daha ciddi sonuçlar doğurabilmesi, kontrol altında olmayan diabetes mellitus gibi özel durumların varlığı, hipertansiyon, hipertroidi, aritmi gibi adrenalin kullanımının kontrendike olabileceği hastalıkların olması, çocuk ya da ebeveynlerindeki psikolojik değişiklikler.
 Önceki ilaç reaksiyonuna bağlı kontrendikasyonlar: Generalize büllöz fiks ilaç erupsiyonları, Akut Generalize Egzantematöz Püstülozis, Stevens Johnson Sendromu, Toksik Epidermal Nekrozis, Ağır Anafilaksi, ‘Drug Rush With Eosinophila and Systemic Symptoms’, sistemik vaskülit, spesifik organ tutulumları ( kanda sitopeni, hepatit, pnömoni, nefrit) ve ilaca bağlı gelişen oto immun hastalıklar (Sistemik lupus eritematozus, büllöz pemfigoid, pemfigus vulgaris) (İlaç ve gıdalarla provokasyon testi).
Hastada ateş, kusma, kronik ürtiker ya da kontrol altında olmayan astım varlığında test ertelenebilir.
İlaç provokasyon testi öncesinde yapılması gerekenler: Test öncesi hastadan ve/veya ebeveynlerinden mutlaka yazılı bilgilendirilmiş onam formu alınmalıdır. Bu yasal bir sorumluluktur. Bu formda testin neden gerekli olduğu ve test sırasında ortaya çıkabilecek reaksiyonlar hakkındaki bilgilerin eksiksiz belirtilmiş olması gerekmektedir.
Îlacın ya da alternatiflerinin hasta için gerekliliği, özellikle kronik hastalığı olanlarda ilacın kesilmesi ya da alternatif ilaç uygulanmasıyla altta yatan hastalıkta herhangi bir kötüleşme olup olmayacağı değerlendirilmelidir.
Test yapılacak kişi sağlıklı bir gününde olmalı ve o gün için herhangi bir başka ilaç kullanmamalıdır. Kesin ispatlanmış olmamakla beraber kısa etkili antihistaminikler 3 gün, uzun etkili antihistaminikler 14 gün önceden kesilmelidir. Üç haftadan uzun süre kortikosteroid kullanılmışsa testle arasında en az bir haftalık zaman aralığı olmalıdır. Bunun dışındaki kortikosteroidlerin ise 3 gün önceden kesilmesi yeterlidir. Test NSAÎÎ ile astım arasında ilişkili ise montelukastın 3 gün önceden kesilmesi gerekir (82). Özellikle pediatrik yaş grubunda sık kullanılan öksürük şurubu ya da ateş düşürücülerinin de karışıklık yaratmamaları için testten 3 gün önce kesilmeleri gerekir. Test deneyimli bir personel tarafından (doktor ya da hemşire) hastane koşullarında yapılmalıdır.

İlac Alerjisi Laboratuar Testleri

İlaç Alerjisi Laboratuar Testleri

Rutin laboratuar testlerinin ilaç alerjisi tanısında katkısı çok sınırlı olup daha çok sistemik ya da organ spesifik tutulum varlığında başvurulmalıdır. Îlaç alerjisi şüphesi olan tüm hastalara uygulanmalarına gerek yoktur.
Erken tip aşırı duyarlılık reaksiyonlardan anafilaksiye klinik olarak tanı konulsa da; reaksiyonun 1-4. saatinde alınan kan örneğindeki total triptaz seviyesinin yüksek oluşu ve reaksiyondan en az 2 gün sonra kontrol değerinin bazal seviyelere düştüğünün gösterilmesi tanıda yardımcı olabilir.
Geç tip reaksiyonlarda ise laboratuar testleri, reaksiyonun şiddeti ya da iç organ tutulumu hakkında bilgi verebilir. Kan sayımında eozinofili olması immun aracılı bir aşırı duyarlılık reaksiyonunu desteklerken, hipertransaminazemi varlığı karaciğer tutulumuna işaret eder. Atipik cilt lezyonlarında biyopsi yol göstericidir. Nadir olarak karşılaşılan Ig G aracılı Tip 2 ya da Tip 3 reaksiyonlarda coombs testi immun hemolitik anemi tanısında yardımcı olur. Benzer şekilde Serum hastalığı sendromunda kompleman seviyeleri (C3,4,CH50) ve immun komplekslerin değerlendirilmesinden tanıda yararlanılır. Ancak negatif sonuçlar hastalığı ekarte ettirmez.

İlac Alerjisinin Tanisi

İlaç Alerjisinin Tanısı
İlaç alerjisi tanısında öykü, fizik muayene, non spesifik laboratuar testleri, deri testleri ve ilaç provokasyon testlerinden (İPT) faydalanılmaktadır.

Öykü
Günlük pratikte ilaç alerjisi tanısını koymak bazı zorluklar taşır. Klinik bulguların değişkenlik göstermesi, bazı ilaç alerjisi reaksiyonlarının altta yatan immunopatolojik mekanizmaların yeteri kadar aydınlatılamamaları, klasik Gell ve Coombs sınıflamasına uymamaları ve daha sonra anlatılacak olan ilaç testlerinin belli kısıtlamaları oluşu ve bazı ilaçlar için standardize olmamaları bu zorluklardan bazılarıdır. Bu nedenle tanıda ayrıntılı bir öykü alma önem taşır.
Öyküde sorulması gereken sorularla ilgili olarak ‘European Network of Drug Allergy’ tarafından bir rehber yayınlanmıştır ve kullanımı konusunda yaygın kabul görmüştür (58). Bu sorular öncelikle semptomatolojiye hitap eder. Şikayetlerin ilaç alerjisi ile uyumlu olup olmadığı sorgulanır. Ardından daha önce sorumlu ilacın kullanılıp kullanılmadığı, son dozla şikayetlerin başlangıcı arasında geçen süre, tedavinin sonlandırılmasıyla semptomların gerileyip gerilemediği gibi semptomların kronolojisi ile ilgili sorular yer alır. Bu sorularla reaksiyonun gerçekten sorumlu tutulan ilaçla ilişkili olup olmadığı araştırılır ve altta yatan olası immun mekanizma aydınltılmaya çalışılır. Daha sonra çapraz reaktif ya da yapısal olarak farklı ilaçların kullanımıyla benzer şikayetlerin oluşup oluşmadığını belirlemek için gerek reaksiyon anında kullanılan diğer ilaçlar gerekse aynı gruptan herhangi bir ilacın hiç uygulanıp uygulanmadığı sorulmalıdır. Hastada ya da ebeveynlerinde ilaçla ilişkili olsun ya da olmasın alerjiyi düşündüren hastalıkların olup olmadığı da hastanın ilaç alerjisi için riskini belirlemek adına sorulacak sorular arasında olmalıdır.
Fizik Muayene
Olası ilaç alerjisi reaksiyonundan yakınarak klinisyene başvuran hastalar ya akut dönemde ya da çoğunlukla bulguların tamamen gerilediği geç dönemde değerlendirilmektedir. Geç dönemde başvuran hastaların fizik muayenesinde ilaç alerjisinde görülebilecek fizik muayene bulgularından daha çok hastada olabilecek ek hastalıklara (astım, atopik dermatit, kistik fibrozis, immun yetmezlik) yönelik bulgular gözlenir. Geç dönemde başvuran hastalara reaksiyonun akut dönemi sırasında lezyonlarının fotoğraflarını çekmeleri önerilmelidir.
Akut dönemde başvuran olgularda ise deri ve mukozaları içine alacak şekilde sistemik ayrıntılı muayene yapılmalı ve lezyonlar ayrıntılı bir şekilde not edilmelidir. Ateş, lenfadenopati gibi sistemik bulguların varlığı değerlendirilmelidir. Ek organ tutulumu açısından solunum sistemi ve batın muayenesi yapılarak pozitif bulgular (stridor, akciğere ait ral ya da ronküs, hepatomegali) kaydedilmelidir. Ancak saptanacak hiç bir bulgunun ilaç alerjisine özgü olmadığı gözönünde tutulmalıdır.

İlac Alerjisi Risk Faktorleri

İlaç Alerjisi Risk Faktörleri

İlaç alerjisinin klinik olarak ortaya çıkmasında çeşitli faktörler rol oynamaktadır. Bunlar, ilacın kendisine ait faktörler, tedavi rejimine ait faktörler ve konağa ait faktörler olarak sınflandırılırlar.
İlaca Ait Faktörler
Günümüzde çok sayıda değişik ilaçlar kullanılsa da; alerjik reaksiyonlardan sorumlu olanlar daha küçük bir gruptur (46). Antibiyotikler, antiepileptikler, anti HIV ilaçlar, genel ve lokal anestetikler ilaç alerjisi reaksiyonlarının büyük kısmından sorumludurlar. Non steroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ) ve radyokontrast maddeler de ilaç alerjisi benzeri reaksiyonlara yol açabilirler. Ancak her iki ilaç da genelde non immunolojik yolla etkilerini gösterdiği için onları daha genel bir tanım olan ilaç aşırı duyarlılık reaksiyonları içinde sınıflamak daha doğru olacaktırİlacın yapısı gereği reaktif olması (hapten hipotezini destekler şekilde) immun reaksiyonu uyarmasını kolaylaştırır. Beta laktam grubu antibiyotikler bu konudaki en önemli örneklerdir. İlacın sık kullanımı duyarlılaşmayı arttıran başka bir etkendir (48). İlaç yapısında makromoleküler kontaminant kalıntıların ya da yardımcı maddelerin olması eriyebilirliği arttırarak ilaç alerjisi oluşumuna katkıda bulunur (49). Çapraz epitoplara maruziyet de ilaç alerjisi için risk faktörlerindendir.
Tedavi Rejimine Ait Faktörler
İlacın aralıklı ve tekrarlayıcı şekilde kullanılması aralıksız tedaviye göre duyarılaştırmayı daha çok arttırır gibi görünmektedir (50). Elde yeteri kadar kanıtlanmış veri olmasa da parenteral yolun oral yola göre daha immunojenik olduğu düşünülmektedir. İlacın cilde topikal uygulanması da önemli bir duyarlılaşma yoludur.
Konağa Ait Faktörler
Hastanın kistik fibrozis ya da immun yetmezlik gibi uzun süre ya da sık ilaç kullanmasını gerektirecek hastalığa sahip olması ya da enfeksiyoz mononükleoz ve AIDS gibi hastalıklar sırasında sırasıyla aminopenisilin veya sulfonamid grubu ilaçlar kullanması ilaç alerjisi reaksiyonuna maruz kalma riskini arttırır. Atopi ilaç alerjisi riskini arttırmaz ancak atopisi olan bireyler ağır ve fatal penisilin anafilaksisi için risk taşırlar (54). Hastanın önceden aynı ya da çapraz reaktif bir ilaçla reaksiyon geçirmiş olması ya da antibiyotik duyarlı bir ebeveyne sahip olması ilaç alerjisi riskini arttırır. Bunun yanısıra hastanın multipl ilaç alerjisi olması ya da yapısal olarak ilişkisiz bir ilaçla dahi reaksiyon geçirmiş olmasının da ilaç alerjisinde risk faktörü olabileceği belirtilmiştir. Bazı ilaç alerjilerinde ise genetik yatkınlığın rol oynadığı saptanmıştır (HLA-B*5701 Abacavir duyarlılığı).

İlaç Alerjisinin Siniflandirilmasi

İlaç Alerjisinin Sınıflandırılması

Îlaç alerjileri, altta yatan immun reaksiyonların tipine ve reaksiyonun ortaya çıkma süresine göre sınıflandırılabilir.
İlaç Alerjilerinin İmmun Reaksiyonun Tipine Göre Sınıflandırılması
Îmmun sistem başlangıçta hangi mekanizma ile aktive olursa olsun, ilaç immun sistem tarafından tanındıktan sonra farklı tipte bir çok alerjik reaksiyon başlatılabilir. Gell ve Coombs’un gerek ilaç aşırı duyarlılık reaksiyonlarını, gerekse diğer immun reaksiyonları sınıflandırdığı reaksiyonlar uzun süredir bilinmektedir. Bu sınıflama Ig E antikorlarının oluşumuna, antikor-kompleman fiksasyonuna ve inflamasyonun farklı formlarını yöneten T hücre reaksiyonlarına dayanmaktadır. Bu sayılan farklı hücreler ve antikorlar arasında yakın birliktelik olduğu unutulmamalıdır.
Bu sınıflamanın ilk kez yapıldığı yıllarda T hücrelerin fonksiyonel heterojenitesi hakkında bilinenler çok azdı. Günümüzde immun sistemin spesifitesi dışında bir çeşit hafızasının olduğu ve karşılaştığı yabancı moleküllerin özelliklerine göre farklı adaptasyonlar geliştirdiği görülmüştür. Bu fark gözetmenin değişik T hücre grupları tarafından sağlandığı görülmektedir. Bu yeni bilgiler ışığında klasik Gell-Coombs sınıflaması revize edilmiştir (35). Bu modifiye ve geniş sınıflamanın hastalık ağırlığını derecelendirmede, tedavide, diğer yapısal olarak ilişkili ilaçlarla çapraz reaktiviteyi belirlemede, doğal gidiş ve prognozu anlamada katkıları vardır. Benzer şekilde altta yatan immun mekanizmalar hakkında bilgi sağlamakta ve bu mekanizmaların hangi farklı hastalıklara yol açtığını göstermektedir. Öte yandan bu sınıflandırmanın in vivo ortamda gerçekleşen kompleks eylemlerin basitleştirilmiş bir gösterimi olduğu unutulmamalıdır. Îmmun sistem genelde dış etmenlere karşı savunmada farklı yaklaşımları kombine eder. Îmmun yanıt ne kadar kompleks olsa da çoğu aşırı duyarlılık hastalığında belli bir immun yanıtın eylemi domine ettiği görülmektedir.
Aşırı duyarlılık reaksiyonları kabaca incelendiğinde Tip 1, 2 ve 3 reaksiyonların antikor aracılı immun reaksiyonlar; Tip 4 alt gruplarının ise T hücre aracılı immun reaksiyonlar olduğu görülecektir.
Tip 1 aşırı duyarlılık reaksiyonlarının Ig E antikorları antijenik uyarı sonrası mast hücreleri ve bazofillerde degranülasyona yolaçarlar. Penisiline bağlı gelişen anafilaksi örnek olarak verilebilir.
Tip 2 reaksiyonlar sitolitik reaksiyonlardır. Hücre yüzeyindeki antijenlere karşı Ig G ve nadiren Ig M yanıtı vardır. Fagosit ve NK hücreleri gibi FcR+ hücreler efektör hücre olarak yer alırlar. Kinidine bağlı hemolitik anemi bu tip reaksiyonla oluşur.
Tip 3 reaksiyonlarda yine Ig G, immun reaktandır. Komplemanın katılımıyla ilaç spesifik immun kompleksler meydana gelerek serum hastalığı (sefaleksine bağlı), vaskülit ve ilaç ateşi gibi hastalıklara yol açarlar.

Tip 4a’da hücreler tarafından antijenin sunulmasıyla ya da direkt uyarıyla Th1 hücreler Interferon gama ve TNF alfa adlı sitokinleri üreterek makrofajları aktive ederler. Tüberkülin reaksiyonu ve (Tip 4c ile beraber) kontak dermatit bu grupta yer alırlar (35).
Tip 4b’de Th2 hücreler Tip 4a’dakine benzer antijen uyarsıyla IL-5, 4/13 salgılayarak eozinofilleri uyarırlar. Eozinofili ile beraber seyreden makülopapüler egzanteme bu tip reaksiyonlar yol açar (35).

İlac Alerjisi Nedir

İlaç Alerjisi Nedir
İlaca bağlı aşırı duyarlılık reaksiyonunun Immunglobulin (Ig) E ya da T hücre aracılı kesin, gösterilmiş bir immunolojik mekanizmayla meydana gelmesi ilaç alerjisi olarak tanımlanır (20). Çocukluk yaş grubunda ilaç alerjisi sıklığı ile ilgili kesin bir rakam vermek zordur. Geniş popülasyonda yapılan çalışmalarda hastaların kendi beyanları doğrultusunda bir rakama ulaşılsa da; bu hastalarda gerçek ilaç alerjisi sıklığını belirlemek için gerekli testler yapılmadığından net bir sonuç vermek mümkün değildir. Bunla beraber ilaç alerjisi reaksiyonlarının tüm TIR’ların %10’undan daha azını oluşturduğu söylenebilir.
İlaçların İmmun Sistem Tarafından Tanınması
Teröpatik ajanların nasıl immun sistemi aktive edebildikleri hala cevaplanması gereken bir sorudur (22). Antijenin immunopatolojik mekanizmaları aktive edebilmesi için stabil ve tercihen multivalan bir formda sunulması gerektiği daha 1940’lı yıllarda öne sürülmüştür (23). Büyük moleküler ağırlıklı ve çeşitli epitoplar içeren bazı ilaçlar bunu sağlayabilir. Yine az sayıdaki ilaçlar, tek epitopun multipl tekrarı sonucu efektör fazda IgE’nin çapraz bağlanmasını direkt gerçekleştirebilir. Bu konuda en iyi çalışılmış örnekler süksinil kolin ve nöromüsküler bloke edici ilaçların yapısına giren dört parçalı amonyum epitoplarıdır (24-26). Çoğu ilaç ise görece küçük yapıları nedeniyle tek başlarına bir immun yanıtı başlatamazlar. Bu ilaçların tam bir multivalan antijen olarak davranabilmeleri için öncelikle serumda ya da dokuda yer alan daha büyük yapıdaki taşıyıcı proteinlerine kovalant bağla bağlanmaları gerekir. Bu işleme haptenizasyon denir ve ilaçlar da hapten olarak davranırlar. Ağırlıkları 1000 Daltonun altında olan penisilinler haptenlere iyi bir örnektir. Bu işlemin sonrasında ortaya çıkan immun yanıt hümoral (spesifik antikorların üretimi ile), hücresel (spesifik T hücrelerin gelişimi ile) ya da her ikisi şeklinde olabilir. Küçük moleküler ağırlıktaki bazı ilaçların doğal hallerinde reaktif olmadıkları için enzimatik olarak ya da spontan parçalanmayla reaktif ara ürünlerine dönüştürülmeleri gerektiği ve ancak bu şekilde proteinlere bağlanabilecekleri gösterilmiştir. Bu konuda öne sürülen hipoteze prohapten hipotezi denmiş ve klasik hapten hipoteziyle bir ortak yol bulunması amaçlanmıştır (29-32). Bu hipoteze örnek olarak sulfametaksazol verilebilir. Bu arada oluşan ara ürünlerin tam kimliklerinin sıklıkla bilinmediği ve bunun da ilaç alerjisi tanısında doğru tanısal testlerin gelişmesini zorlaştırdığı gözönünde tutulmalıdır.
Bu konuda bir diğer mekanizma immun reseptörlerle farmakolojik etkileşmeyi ele alacak şekilde yakın zamanda tanımlanmıştır ve kısaca p-i konsept olarak ifade edilmektedir. Îlaç alerjisi gelişimi konusunda hapten hipotezinden faklılık taşımaktadır. Bu yaklaşım, ara ürünlerin oluşmasını ya da haptenizasyonu gerektirmemektedir. Îlaç T hücre reseptörüne non kovalan bağla bağlanır ve majör histokompatibilite kompleksi reseptörü aracılığıyla bir immun yanıtın gelişimini sağlar. Hafıza ve efektör T hücrelerinin direkt uyarılması söz konusu olduğundan daha önceden bir duyarlılaşma gerektirmez. Bu yönüyle süperantijen konseptini andırmaktadır. Îlaçlara karşı allerjik reaksiyonların ne oranda p-i; ne oranda hapten mekanizması ile geliştiği ise net değildir.


"MOBİLLEŞEN SAĞLIK HİZMETLERİ KALİTEYİ ARTIRACAK"

Digital Health Summit Turkey 2013′te mobil sağlıkta son gelişmeler hakkında konuşma yapan Bozlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şükrü Bozluolçay, mobil sağlık hizmetlerinin gelişmesine paralel olarak hem hizmet kalitesinin artacağını hem de kişiye özel tedavinin gelişeceğini söyledi. 

Digital Health Summit Turkey 2013′te “Mobilleşen dünyada sağlık hizmetleri nereye gidiyor?” başlıklı sunum yapan Bozlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şükrü Bozluolçay, şunları söyledi: “Mobil sağlık hizmetleri ile hastane dışı medikal uygulama ve hizmetleri kolaylaşarak yaygınlaşacak. Evde bakım ve evde takip ile sağlık giderlerinde tasarruf ve hizmet kalitesinde önemli artış sağlanacak. Kişiye özel tedavi ve takip yöntemleri gelişecek.” 
Bozlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şükrü Bozluolçay, Med-Index Yayın Yönetmeni Esra Öz’ün sorularını yanıtladı.

Mobilleşen dünyada sağlık hizmetleri nereye gidiyor?
Dijitalleşen dünyada hayatımızın her alanında birçok mobil hizmet almaya başladık. Eskiden fatura ödemek için bile kuyruklarda beklenirdi, şimdi koltuğumuzdan kalkmıyoruz. Kamu kurumlarından bile bir çok hizmeti online olarak alabiliyoruz. Eskiden bize bilim kurgu gibi gelen birçok uygulama artık hayatımızın bir parçası oldu.
Bugüne kadar teknolojideki gelişimlerden en çok faydalanan ve kendini yenileyen sektörlerden biri olan sağlık sektörünün de bu gelişmelerin dışında kalması düşünülemez. Yakında hepimizin aşina hale geleceği mobil sağlık hizmetleri ile hastane dışı medikal uygulama ve hizmetleri kolaylaşarak yaygınlaşacak, evde bakım ve evde takip ile sağlık giderlerinde tasarruf ve hizmet kalitesinde önemli artış sağlanacak. Kişiye özel tedavi ve takip yöntemleri gelişecek.

“Kişilerin Yaşam Tarzları ve Alışkanlıklarını Değiştirecek Uygulamalar Yaygınlaşacak”
Ameliyat sonrası veya kronik hastalıklar için uzaktan hasta takip sistemleri, uzaktan ikinci görüş alma olasılığı, sağlık personeli için uzaktan asistans sistemleri, sensörler aracılığı ile hastanın evinde yaptığı fizik tedavi hareketlerinin izlenmesi gibi hastane dışı sağlık hizmeti sunumu gibi hizmetler hayatımıza çoktan girdi. Bunların daha da yaygınlaşmasını bekliyoruz. Ayrıca kişilerin yaşam tarzları konusunda alışkanlıklarını değiştirecek uygulamaların yaygınlaşması ve benimsenmesi ile hastalıkların önlenmesi de mobil sağlık uygulamalarının bize getirilerinden biri olacak.

Mobil Sağlık, Verimliliğin Artması ve Maliyetlerin Düşmesini Sağlıyor
Hizmetlerin mobilleşmesi ise hastane ya da tıp merkezleri sınırları içinde verilen hizmetlerin, bu merkezlerin dışında da verilebilmesinin sağlanması ve önleyici tıp faaliyetleri ile sektör çapında verimliliğin artması ve maliyetlerin düşmesine kadar birçok avantaj sağlıyor. Kimi zaman Mobil Sağlık, kimi zaman da Tele Medicine, Teletıp, eHealth veya mHealth olarak adlandırdığımız bu olgu, teknolojinin ve modern yaşam tarzımızın kaçınılmaz kılmakta olduğu ve tüm aktörlerin uyum sağlamak zorunda kalacağı yeni bir paradigma.

Dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?
Mobil sağlık söz konusu olduğunda en çok dikkat edilmesi gereken konunun hasta verilerinin mobil dünyadaki gizliliğini ve güvenliğini sağlamak olmalı. Bu konunun göz ardı edilmesi tüm taraflar için maddi ve manevi telafisi imkansız sonuçlar doğuracaktır.

Veri Güvenliği En Hayati Önceliklerimiz Arasına Giriyor
Elektronik hasta kayıtları ve hasta geçmişi verilerine, verinin nerede olduğuna bakılmaksızın istenildiği anda ihtiyaç sahibi tarafından merkezi veritabana toplanan ve her yerden ulaşabilme imkanı sağlanıyor. Elde ettiğimiz birçok avantajın yanı sıra veri güvenliği en hayati önceliklerimiz arasına giriyor. Bu konuya hem kanun koyucular, hem yazılım ve teknoloji şirketleri hem de bu sistemleri kullanacak insanlar olarak çok dikkat edilmesi gerekiyor.

Sağlık Bakanlığı’nın Stratejiyi Belirlemesi Ve Yasal Altyapıyı Oluşturmasını Bekliyoruz 
Mobil sağlıkta olasılıklar sonsuz gözükürken bu alanı düzenleyecek yeni yasalara ihtiyaç olacağı aşikar. Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın ülke genelindeki stratejiyi belirlemesi ve yasal altyapıyı oluşturmasını bekliyoruz. Ayrıca bu konuda teşvik sistemlerinin de oluşturulması tüm aktörlerin yararına olacaktır.

Yurt dışında sağlık sektöründe bu alanda uygulamalar ne durumdadır? 
Dünya ile karşılaştırdığımızda ülkemiz gerek hastaneleri ve doktorları ile sağlık konusundaki yetkinliği, gerek mobil iletişim altyapısı, gerek sosyal medya ve internet yatkınlığı ile gelişmiş ülkeler ile yarışır konumda. Ancak ülkemizdeki uzaktan takip ve tedavi sistemleri henüz dünyadaki örneklerinin gelişmişliğini yakalamış durumda değil. Burada sağlık kuruluşlarının, sigorta şirketlerinin, Telekom ve teknoloji şirketlerinin hastalara direkt etki edecek sistemlere yatırım yaparak hayata geçirmesi gerekiyor, ancak bu sistemlerin finansmanı konusunda da teşviklerin sağlanması gerekiyor. Yine de kısa süre içerisinde bu konudaki en iyi uygulamaları yakalayacağımıza inanıyorum. 

Sizce sağlık sektörü sosyal medyayı nasıl kullanmalı?
Sağlık sektöründe sosyal medya çok dikkatli kullanılmalı. Sağlığın ve sağlık hizmetlerinin kar ve sansasyon uğruna suistimal edilmesi düşünülemez. Bu yüzden sağlık sektörü paylaşımlarında azami dikkat göstermeli. Takipçilere anlayabilecekleri dilde ve uygun seviyede, bilimsel dayanağı olan bilgiler verilebilir ancak hastaları korkutan, onların endişelerini en üst düzeye çıkaran. Yine de kronik hastalıkların önlenmesi veya aile sağlığı gibi konularda bilinçlendirme çalışmaları için sosyal medyanın son derece uygun olduğunu düşünüyorum.

Sağlık sektörünün sosyal medyaya bakışı nasıl olmalı?
Sektör olarak sosyal medyadan uzak kalamayacağımız oldukça net ancak burada oto-kontrol mekanizmaların mümkün olduğunca kullanılmasını tavsiye edebilirim. Sosyal medya yönetimlerinin sağlık konusunda bilgi birikimi olmayan sosyal medya ajansları tarafından yapılmasının birçok iletişim kazasına neden olabileceği unutulmamalı. Sağlık kuruluşlarının sıkı denetimi altında yapılmalı. Tüm içerikler uzman doktorlar tarafından kontrol edilerek ilerlenmeli. İnternette bilgi arayan hasta ve hasta yakınlarını yanlış yönlendiren ve tedirgin edici içeriklerden uzak durulmalı.

Hastalar sağlık alanında sosyal medyadan nasıl etkileniyor?
Hastalar ve hasta yakınları sosyal medyadan ve internetten olumsuz vakalar ile karşılaştıklarında oldukça fazla etkileniyor. Bu da kanser gibi moral gerektiren birçok hastalıkta oldukça moral bozucu bir durum. Ayrıca internetteki kirli bilgi dediğimiz yanlış sağlık bilgisi nedeni ile hasta ve hasta yakınlarının bilim dışı uygulamalara kayması veya yanlış ilaç kullanmaları bizi oldukça üzüyor.

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? 
Sağlık haberciliğinde sansasyondan uzak durulması gerektiğine inanıyorum ve şanslıyım ki ekiplerimizdeki tüm hekimlerimiz de benimle aynı fikirde. Hastaları korkutan ve yanlış yönlendiren haberlerden kaçınıyoruz.

Sağlıklı iletişiminin olmazsa olmazı size göre nedir?
Sağlık iletişiminde bilimsellikten kesinlikle uzaklaşılmaması ve uygun bilinçlendirme çalışmalarına ağırlık verilmesi gerektiğine inanıyorum.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1975-1989 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tıp eğitimi ve Nükleer Tıp ihtisasımı yaptım. 1989 yılında nükleer tıp hizmeti veren MNT’yi kurdum. Ağırlıklı olarak sağlık sektöründe cihaz ve hizmet sağlayıcılığı ve ilaç üretimi konularında faaliyet gösteren şirketleri bünyesinde barındıran Bozlu Holding’in Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütüyorum. Halen TÜSİAD’ın "Sağlık Çalışma Grubu"nun başkanlığını yapıyorum. Evli ve 2 çocuk babasıyım.

Med-Index

25 Eylül 2013 Çarşamba

2013 BRİGHT FUTURES ÖDÜLÜNE TÜRK BİLİM İNSANI ADAY

Brigham and Women's Hastanesinin global bilimsel yarışmasında “Epilepsiyi kontrol altına almak” konusunda çip tasarımı ile Dr. Utkan Demirci finale kaldı. Oylarınızla çalışmaya destek olabilirsiniz.


Brıght Futures Ödülüne Aday Türk Bilim Adamına Destek için Tıklayın


Boston’daki en büyük medikal ve akademik alanda yer alan Harvard Tıp Fakültesi bünyesindeki Brigham and Women's Hastanesi (BWH) tarafından düzenlenen yarışmada sayısız proje içinden sona sadece 3 finalist kaldı. "Taking Control of Epilepsy" yani “Epilepsiyi kontrol altına almak” çalışması ile Dr. Utkan Demirci finale kaldı. En çok oy alan çalışma büyük ödülün sahibi olacak.  21 Kasım 2013 tarihine kadar herkes sadece 1 oy kullanabiliyor. http://bwhresearchday.partners.org/bff/ 

Finale kalan Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri ve Teknolojisi bölümünden Dr. Utkan Demirci, Med-Index Yayın Yönetmeni Esra Öz’ün sorularını yanıtladı. 

Araştırma projeniz nedir?
Epilepsi beyini etkileyerek kişinin nöbet geçirmesine neden olan bir durumdur. Bu durum kişinin  bilincini ya da hareketini etkileyerek nöbet geçirmesine neden olur. Epilepsi dünya çapında 65 milyon insanda, Amerika’da 2.2 milyon kişide ve Massachusetts’te yaklaşık 60 bin kişi de görülüyor. Herkeste ve her yaşta epilepsi gelişebilir. Nöbetler  hayatı tehdit edici olabilir. Bizim bulduğumuz cihaz hayat kurtarabilir.

BWH ülkede epilepsi için en iyi tedavi merkezlerinden birisidir.  Ancak, mevcut tedavi prosedürü epilepsi hastaları için zor ve bu testlerin evde yapılması imkansız. İlaçların bazen her gün, bazen de günde birkaç kez alınması gerekiyor. Doktorlar genellikle doğru doz olduğundan emin olmak için ilaçların düzeylerini ölçmek için kan testleri istiyor. Sadece ilaca bağlı yan etkilere neden olmadan nöbetleri önlemek mümkün. Epilepsisi olan insanların, bu kan testlerini yaptırmak için laboratuvar veya hastaneyi ziyaret etmesi gerekiyor. Ayrıca kan testleri, ilaçların alınma sürecinde çok önemli. Projemiz sayesinde  hastalar, evlerinde kan testlerini yapabilecek.  




Projeyi eşsiz kılan özelliği nedir? 
Epilepsi olan çocuk ya da erişkin hastanın cebinde veya çantasında taşıyabileceği kadar kolay bir test cihazı tasarlıyoruz. Bu test her zaman, her yerde yapılabilecek. Cihaz, "Star Trek" filmlerinde küçük el makinelerinden esinlenerek tasarlandı ve nanoplazmonik benzeri olarak adlandırılan çok küçük sensörler içeriyor. Hastalar şeker ölçüm cihazı gibi parmak ucundan alınacak çok küçük bir damla kan ile test yapabilecek. Cihaz, kan örneğini kontrol ederek, 10 dakikadan daha az sürede sonuç veriyor. Kolay ve güvenli bir yöntem. 

Bu projenin faydaları nelerdir?
Cihaz, hastalara epilepsiyi yönetmek konusunda tavsiye verecek. Test sonucu, doktorlara veya hemşireye çağrı gönderecek. Hastanın bu sonuçları doktora gönderildiği için, hemen yardım alabilecek. Bizim cihazımız, yaşam kalitesini artıracak. Epilepsiden etkilenen hastanın  ambulans ile taşınmasında ya da bir hastanenin acil servisinde yapılacak müdahale sırasında yardımcı olabilecek.

Med-Index

24 Eylül 2013 Salı

KRONİK HASTALARA MOBİL DESTEK VERİLMELİ

Mobil sağlık hizmetlerinin kronik hastalıklarla mücadeledeki kullanımasının gerektiğini belirten İstanbul Anadolu Kuzey Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Dr.Şuayip Birinci, “Türkiye’de diyabet hastalığının her yıl yüzde 100 artıyor. Hastaların nasıl yaşaması gerektiğini anlatmak gerekir. Bu ancak mobil sağlıkla olabilir” dedi.

Digital Health Summit Turkey 2013′te konuşan İstanbul Anadolu Kuzey Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Dr.Şuayip Birinci, kurumların iş modellerinin nasıl geliştirileceği, sağlık iletişiminde yeni davranış biçimlerinin nasıl üretileceği ile ilgili soruların cevaplandığı oturumda konuşma yaptı. 

Hasta Olmanın Önüne Nasıl Geçilecek?
İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nde üç yıl çalışan Birinci konuşmasında, söz konusu sistemle hasta olmanın önüne nasıl geçileceği ve nasıl daha az harcayarak tedavi uygulanacağına yer verdi. Sistemin çok ciddi bir şekilde iletişime doğru gitmeye başladığını belirten Birinci “Ciddi anlamda başvuru sayısı çok arttı ve bu durumda sağlıklı insanları da muayene etmeye zorunda kalıyorsunuz. O zaman bu insanların sağlıklı olduklarına dair bilgiye erişmelerini sağlamak gerekiyor” dedi. 

İnsanların Sağlık Okuryazarlığını Arttırmak Gerekiyor
Birinci, bir süre önce eski Sağlık Bakanlığı Recep Akdağ’a, “Bugünkü bilgilerinizle Sağlık Bakanı olsaydınız öncelikle neyi sağlamaya çalışırdınız?”diye sorduğunda, “İnsanların sağlık okuryazarlığını arttırmaya çalışırdım” şeklinde cevap verdiğini belirtti. 

Hastalar Mobil Cihazlarla Yönlendirmeli
İnsanların kendi sağlığı ile ilgili bilgilerin hekim ya da sağlıkçı tarafından iletilmesi gerektiğini belirten Birinci, “Hastaların nasıl yaşaması gerektiğini anlatmak gerekir. Bu ancak mobil sağlıkla olabilir. Hastaya, günlük nelere dikkat etmesi gerektiği ile ilgili mobil cihazlardan yönlendirme yapılması gerekiyor” diye konuştu. 

Mobil Cihazlar Kronik Hastalıklarla Mücadelede Kullanılmalı
Konuşmasında mobil sağlık hizmetlerinin kronik hastalıklarla mücadeledeki kullanımı konusuna da yer veren Birinci, Türkiye’de diyabet hastalığının her yıl yüzde 100 arttığını, mobil sağlık çalışmalarından ilk olarak kronik hastalıkların ve obezite hatalıklarının datalarına ulaşmak için faydalanılması gerektiğini belirtti. Yurt dışında diyabetten dolayı ayak kesisinin sona erdiğini kaydeden Birinci, ancak ülkemizde inanılmaz sayıda komplikasyonlardan organ kayıpları yaşandığına dikkat çekti. 

Bilişim Olmadan Sağlığın Yönetilmesi İmkansız
Gelecekte hiç kimsenin ilaç kullanmak istemeyeceğini belirten Birinci, “Elinizdeki verileri bilmiyorsanız, tespit edip gerekli tedbirleri alamıyorsanız sistemi yönetemezsiniz. Bu süreci iyi yönetmenin en güzel yolunun sağlıkta bilişimden faydalanmak olduğunu düşünüyorum. Bilişim olmadan sağlığın yönetilmesi imkansız. Bir şeyi izlemiyorsanız onu yönetemezsiniz. ” dedi. 

“Avrupa’daki Dijital Okur Yazarlığa Yakın Seviyelerdeyiz”
Konuşmasında toplumdaki dijital yetkinliğin artışının sağlık sektörüne etkisine de yer veren Birinci, şunları söyledi: “Yüksek dijital okuryazarlık seviyesine sahip olan ve aileleriyle sağlık konusunda ilgilenen gençler sayesinde Avrupa’daki okur yazarlığa yakın seviyelerdeyiz. Bizim misyonumuz hastayı izleyip, doğru tedavi uygulayıp daha az harcayarak hastamızı sağlığına kavuşturmak. 10 yıllık bir süreçte sağlığa ulaşım çok kolaylaştı. İnsanlar artık süreçleri ellerindeki mobil cihazlardan takip etmeye başladı. Artık istemesek de mobil pencereden dünyaya bakmaya ve insanları görebilmeye başladık. İnsanların bu pencereden kurtulması imkansız. Sektörün de bu konuda önümüzü açmasını istiyoruz. Dünya’da 20 bin buluştan sadece bir tanesi kendi bütçesini ortaya koyabiliyor. Bu konuda kendimizi şanslı görüyoruz.” 

Med-Index

23 Eylül 2013 Pazartesi

EN FAZLA KULLANILAN MOBİL SAĞLIK APLİKASYONLARI NELER?

“Türkiye’de Mobil Sağlık Aplikasyonu Kullanım Araştırması” İlk Kez Digital Health Summit Turkey 2013′te açıklandı. Bilgi Üniversitesi Araştırma Görevlisi Seray Öney Doğanyiğit tarafından yapılan araştırmaya göre, Türkiye’de akıllı telefonda mobil sağlık aplikasyonu kullanımı yüzde 15, tablette ise yüzde 9 çıktı.

Tüm dünyada insan sağlığının geliştirilmesi ve teşvik edilmesi için sağlık hizmetlerinde yardımcı öğeler olarak kullanılan mobil sağlık aplikasyonları, ülkemizde de akıllı telefon pazarının gelişmesiyle kullanıcılara kendi sağlıklarını daha yakından izleyebilmeleri için avantajlar sunuyor. 
Bilgi Üniversitesi Araştırma Görevlisi Seray Öney Doğanyiğit tarafından Türkiye’de yapılan en geniş kapsamlı araştırma olma özelliğini taşıyan ’ Mobil Sağlık Aplikasyonu Kullanım Araştırması’’nın ilk sonuçları DHS Turkey 2013’te açıklandı.

Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en kapsamlı araştırma olma özelliğini taşıyan ‘’Mobil Sağlık Aplikasyonu Kullanım Araştırması’’, kullanıcıların hem teknolojiye eğilimlerini hem de kendi sağlıkları ile ilgili eğilimlerini anlamak üzere yapıldı. Bu araştırma, Mobil Sağlık Aplikasyonu kullanıcıları kimlerdir? Hangi demografik özelliklere sahip kullanıcılar ne tür kategoride aplikasyonlar kullanmaktadır? Kullandıkları sağlık aplikasyonlarının özellikleri nelerdir? Sağlık aplikasyonu kullanma sebepleri nelerdir? gibi sorulara cevap arıyor.

6 Bin Kişinin On-line Ortamda Katıldığı Araştırmadan Çarpıcı Sonuçlar Çıktı
Yaklaşık 6 bin kişinin on-line ortamda katılım gösterdiği araştırmada, kalitatif ve kantitatif araştırma yöntemleri kullanıldığını belirten Seray Öney Doğanyiğit, şu bilgileri verdi: “Türkiye’de de bugüne kadar yapılmış en kapsamlı araştırma olma özelliğini taşıyan ‘’Mobil Sağlık Aplikasyonu Kullanım Araştırması’’, kullanıcıların hem teknolojiye eğilimlerini hem de kendi sağlıkları ile ilgili eğilimlerini anlamak üzere yapıldı. Ülkemizde de akıllı telefon pazarının gelişmesiyle sağlık aplikasyonu kullanımının gün geçtikçe artıyor olması, kullanıcılara kendi sağlıklarını daha yakından izleyebilmeleri için avantajlar sunuyor. Bu araştırma, mobil sağlık aplikasyonu pazarına girmek isteyen oyuncular için çok geniş kapsamlı veriler sunuyor.



“İnternette Sağlık Arama Oranları Yüzde 98”
Araştırmaya katılanların yüzde 51’ini 18-35 yaş arasındaki bireyler oluştururken, bunların yüzde 55’i kadınlardan oluşuyor. Mobil telefon kullananların oranı yüzde 71 iken, tablet kullananların oranı yüzde 39. Tablet ya da akıllı telefon kullananların yüzde 71’i aplikasyon yüklerken, bunların yüzde 58’ini sosyal ağlar oluşturuyor. İnternette sağlık arama oranları yüzde 98 gibi bir oran olurken, bunlar arasında en üst sırayı, hastalık belirtileri, ilaç bilgisi ve tedavi önerileri oluşturuyor.

“Mobil Sağlık Aplikasyonu Kullanımında İlginç Veriler “
Mobil sağlık aplikasyonları yüzde 15 akıllı telefonlarda, yüzde 9 ise tablet bilgisayarlarda kullanılıyor. İleride sağlık aplikasyonu kullanmak isteyenlerin ise yüzde 74 ile çok büyük bir potansiyeli işaret ediyor. En fazla kullanılan mobil sağlık aplikasyonları; Hastane randevu arama Sağlık çalışanı arama, eczane, diyet takip ve egzersiz.. Seray Öney Doğanyiğit; Türkiye’deki en büyük açığın Türkçe aplikasyon eksikliği olduğunu ve aplikasyon üreticilerinin doğru ikna stratejileri ve o ülkenin sağlık eğilimlerini doğru anlayarak aplikasyonların ona göre tasarlanması gerektiğini vurguluyor. Araştırmada çeşitli demografik özelliklere göre yapılan çapraz analizler ilgi çekici.
Cep telefonunda herhangi bir aplikasyon kullanan kadınların yüzde 24’ü akıllı telefonda sağlık aplikasyonu kullanıyor.
İnternette sağlık bilgisi arayan erkeklerin yüzde 19’u akıllı telefonda sağlık aplikasyonu kullanıyor.
18-35 yaş arasında lisans mezunu muhasebeci erkekler en çok hastane randevu amaçlı sağlık uygulaması kullanıyor.



“Sağlık Personeli Yetersizliği Teknolojinin Daha Etkin ve Verimli Olarak Kullanılmasının Zorunlu Kılıyor”
Bozulan çevre dengesi, kaynakların eşit olarak dağılmaması, küresel ısınma vb. nedeniyle oluşan sorunlar ve insanın kendi eliyle sağlığına verdiği zararların artmasıyla birlikte, bilinçlenmeye başlayan toplumlar bu sorunları çözümlemek için artık daha fazla çaba ve kaynak harcamaya başladı. Bunun üzerine dünyada artan yaşlı nüfusu ve buna bağlı olarak kronik hastalıklardaki artış; hastane ve sağlık sistemi üzerindeki yükü arttırarak, sağlık harcamalarını baş edilemez düzeylere çıkarıyor. Sağlık personeli yetersizliği de tabloya eklenince sağlık sektöründe teknolojinin daha etkin ve verimli olarak kullanılmasının zorunlu olduğu belirgin şekilde ortaya çıkıyor.

“Sağlık Sistemi Hastane ve Doktor Odaklı Bir Sağlık Sistemden, Birey Odaklı Bir Sisteme Dönüşecek”
21. yüzyılda sağlıkta gerçekleşecek bu büyük dönüşüm sağlık sisteminin hastane ve doktor odaklı bir sağlık sistemden, birey odaklı bir sistem haline geleceğini ve “kişiselleşeceğini” de işaret ediyor. Kişiselleşen sağlık kavramı; sadece hasta olduğunda sağlık sistemine başvuran ve takip edilmeyen bireyden farklı olarak, kendi sağlığıyla ilgili sorumluluk alan, sağlıklı yaşamaya, hasta olmamaya özen gösteren, sağlık verilerini yanında taşıyan, gerektiğinde hastalığıyla ilgili verilerin 7/24 kontrol altında tutulduğu proaktif bir yaklaşımı betimliyor.”

Seray Öney Doğanyiğit Kimdir?
Seray Öney Doğanyiğit İstanbul Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler Programında Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır. Sağlığın Geliştirilmesi ve Sağlık İletişimi alanlarında çeşitli konularda çalışmakta olan akademisyen, gelişen ve değişen sağlık ihtiyaçları doğrultusunda Sağlığın Geliştirilmesine yönelik uygulamalardan biri olan Mobil Sağlık uygulamalarının, bugün nasıl kullanıldığı ve sağlık davranışı üzerinde ne tür belirleyici etkilere sahip olabildiği üzerine tez çalışması yürütmektedir.

Med-Index

22 Eylül 2013 Pazar

Polen Alerjisi Nedir

Polen Alerjisi Nedir

Alerjisi bulunan hastalarda en önemli problem havada bulunan alerjenlerdir. Polenler, açık havada çok yaygın olarak bulunan mikroskobik taneciklerdir. Geniş bir coğrafyaya yayılabilme özellikleri vardır. Alerjiye neden olabilecek maddeler arasında en yaygın olanlarından birisidir. Coğrafyanın bitki örtüsüne bağlı olarak bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Bu farklılık hastaların kliniğine de yansır.
Dünya üzerinde 750.000-1.000.000 arasında bitki türünün olduğu tahmin edilmektedir. Yeryüzünde, Türkiye gibi binlerce bitki çeşidini bir arada bulunduran ülkeler çok enderdir. Bitki örtüsünün bu kadar çeşitli ve zengin olması ülkemize çoğu yönden çok büyük katkılar sağlamakla birlikte bir takım alerjenik hastalıklarda da negatif bir etki oluşturabilmektedir. Bunların başlıca arasında da polen alerjisi sayılabilmektedir.
Polen Alerjisi Olanlar ve Polen Alerjisine Sebep Olan Bitkiler
Polenleri alerjik hastalıklara sebep olan bitkiler, genel olarak o çevrenin iklim şartlarına göre yetişen ve bir bölgenin doğal florası adı verilen bitki türleridir. Türkiye Florasının %95 otsu türlerden, %5’i de odunsu bitkilerden (ağaç veya çalı) oluşmaktadır. Türkiye Florasının en büyük familyaları olarak bilinen Asteraceae (Papatyagiller), Fabaceae (Baklagiller), Lamiaceae(Ballıbabagiller), Brassicaceae (Turpgiller ) ve Poaceae(Buğdaygiller) familyalarına bakıldığında ilk 4 familyanın genellikle böceklerle tozlaştığı, Poaceae familyasının ise anemogam olduğu ve polenlerinin en önemli alerjenik polenler arasında yer aldığı gözlenmektedir. Türkiye’nin zengin bitki örtüsü, farklı fitocoğrafik yapısına paralel olarak ortaya çıkan filoristik kompozisyonu, aynı zamanda alerjenik polen çeşitliliğini de bölgelere göre farklı olmak üzere beraberinde getirmekte, dolayısıyla bu durum alerjik hastalıkların azlık veya çokluğunu belirlemektedir.
Halk arasında ‘Çiçek tozları olarak bilinen’ polenlerin kaynağını, ağaç, Gramineae (çayır-hububat) ve otsu bitkilerin çiçekleri oluşturmaktadır. Bitkilerin polenleri, solunum yolu ile alınarak klinik olarak kişilerin alerjik duyarlılığına neden olan en önemli antijenlerdir. Alerji tarihinde yaz nezlesi olarak tanımlanmış mevsimsel alerjik rinitin polenlere bağlı olduğu ilk kez 1873’de Dr. Charles Blackley tarafından bildirilmiştir. Polen alerjisi, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sağlık sorunudur ve polenlerin neden olduğu alerjik hastalıklara giderek daha fazla rastlanılmaktadır. Havada çok fazla sayıda ve yaygın olarak bulunmaları ve bunlara karşı önlem alınmasının güçlüğü nedeniyle polenler diğer alerjenlere göre daha fazla önem taşımaktadır.
Ülkemiz de son verilere göre 9.376 doğal bitki türünün olduğu ve bunlardan %20’sinin alerjen özelliklere sahip bulunduğu da göz önüne alındığında polenlerin önemi daha da artmaktadır.
Polen Alerjisi Hakkındaki Tüm Cevaplar
Polenler, tohumlu bitkilerde (SPERMATOPHYTA) vejetatif ve generatif olmak üzere iki nükleusa sahip ‘n’ kromozomlu mikrosporlardır. Tohumlu bitkiler, açık tohumlular (GYMNOSPERMAE) ve kapalı tohumlular (ANGIOSPERMAE) olmak üzere iki büyük bitki grubuna ayrılır. Polenler, açık ve kapalı tohumlu bitkilerin değişik morfolojik yapılar gösteren çiçeklerinde bulunurlar.
Açık tohumlulara (gymnospermae), polenleri çok alerjik olan Cupressus sp. (Servi), Juniperus sp. (Ardıç), Taxus sp.(Porsu ağacı), Thuja sp.(Mazı), Chamaecyparis sp. (Yalancı servi), Pinus sp. (Çam) örnek verilebilir. Rüzgar ile tozlaştıkları (Anemogami) ve dolayısıyla üremelerini garanti altına almak için çok sayıda polen üretirler. Örneğin; Betula pubescens’in(Tüylü huş) tek erkek çiçeğinden 6 milyon , bir ağacından 5.6 milyar polen, Alnus glutinosa'nın (Adikızılağaç) bir erkek çiçeğinden 4.5 milyon, bir ağacından 7.2 milyar polen, Corylus avellana^^nm ( Fındık) bir erkek çiçeğinden 3.9 milyon, bir ağacından 4,9 milyar polen, Fagus sylvatica'nın(Batıkayacağı) bir erkek çiçeğinden 175 bin, bir ağacından 409 milyon polen atmosfere katılır.
Kapalı tohumluların (Angiospermae), böceklerle tozlaşan (Entomogam) üyelerinin çiçekleri, böcekleri çekmek için çok gösterişli ve güzeldirler. Örneğin, polenleri en alerjik olanlardan Artemisia sp.(Pelin otu), Anthemis sp. (Papatya), Aster sp. (Saray veya yıldız papatyası), Catalpa sp. (Katalpa), Circium sp.( Deve dikeni), Daucus sp. (Havuç), Doronicum sp. (Kaplanotu), Eleagnus sp. (İğde), Erica sp.(Funda), Spartium sp, (Katırtırmığı), Senecio sp. (Kanaryaotu) bu grup içinde incelenmektedir. Böcek ile tozlaşanlar rüzgar ile tozlaşanlara göre daha az polen üretirler. Örneğin; Prunus serrulata'nın(Amanogawa kirazı) tek anterinde 1290 polen, bir çiçeğinde 65.790 polen, Spartium junceum'nın tek anterinde 845 polen, bir çiçeğinde 3390 polen bulunabilir.
Çoğunlukla rüzgarla tozlaşan Gramineae’ler de atmosfere çok sayıda polen verirler. Örneğin Secalecereale’nin (Çavdar) tek bir anterinden 19 bin, bir bitkisinden 21 milyon polen atmosfere verilmektedir.
Diğer bitki yapıları gibi polenlerde değişik tipte birçok protein yapısındaki madde içermektedir. Bu proteinler polende, sitoplazmada ve sporopollenin adı verilen maddeden oluşmuş dış duvarda (ekzin) ya da polisakkarit karakterindeki iç duvarda (intin) yer almaktadırlar. Bu proteinlerden yalnızca çok küçük bir kısmı alerjik reaksiyonlara neden olmakta ve moleküler ağırlıkları bir çok enziminki gibi 10-70 kDa arasındadır. Örneğin Loliumperenne poleninin major alerjenlerinden biri olan Lol p 1 polen tanesinin sitozolünde depolanırken, Lol p 5 ise çoğunlukla nişasta taneleri içinde bulunduğu tespit edilmiştir.
Alerjenlerin dış ortama dağılımı için temel faktör olan alerjenin kaynağından ayrılması yağış ya da yüksek bağıl neme bağlıdır. Alerjenler atmosfere iki şekilde dağılmaktadır; alerjen moleküller ve alerjen içeren ince parçacıklar halinde . Alerjen içeren küçük taneler (nişasta taneleri) yağmur esnasında taneden osmotik olarak ayrılan parçacıklardır. Her bir polen tanesinde bu parçalardan yaklaşık olarak 700 adet bulunmakta ve boyutları 0,6-2,5 mikrometre arasında değişmektedir. Yağmurlu bir günden sonra ki günde bu parçacıkların 1 m3 havadaki miktarlarının 50 kat arttığı bildirilmiştir. Alerjik nişasta granüllerinin Gramineaepolenlerinin havada görüldüğü sezonda ortaya çıkan ani astım atakları ile bağlantılı olduğu bildirilmiştir.
Solunum yollarındaki müköz sekresyonlarda bulunan enzimler polenin sert dış tabakasını eriterek alerjenik etkiye sahip maddelerin açığa çıkmasına neden olur. Polenlerin kimyasal yapısında bulunan maddelerin sadece bir kısmı alerjenik özelliktedir, yani Ig E yanıtını uyarır. Dolayısı ile bir polen molekülündeki belli epitoplar güçlü alerjenik etki gösterirken, diğer epitoplar zayıf alerjenik etkiye sahiptir veya herhangi bir alerjenik etki göstermezler. Bazı polen türlerine alerjisi olan kişiler aynı cins ya da aileye ait yakın akraba olan diğer bitki türlerinden polenlere de duyarlı hale gelebilir. Buna çapraz reaksiyon denilmektedir.
Aeroalerjenlerin sağlık üzerindeki olumsuz etkileri, dış ortama sağlanacak adaptasyon ya da önleyici tıbbi tedavilere duyarlanma oluşmadan önce başlanması sayesinde önemli derecede azaltılabilir. Bu doğrultuda, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) polen mevsimlerinin önceden tahmin edilmesinin önemini vurgulamış, iklim değişiminin aeroalerjen miktarına ve insan sağlığına etkileri ile ilgili yeni çalışmalar yapılmasını önermiştir.
Alerjenik etkisi daha çok olan polenler ile diğerleri arasında polenin çeper yapısı, alerjenlerin salınım ve lokalizasyonu, polen tanesi içerisindeki ve üzerindeki depo maddeleri açısndan birtakım farklılıklar bulunması, polenlerin alerjik etkisinde yukarıda bahsi geçen konuların etkili olduğunu düşündürmektedir. Polen tanelerinin içeriğinin apertürlerden ya da polen tanesinin çeşitli nedenler ile parçalanması sonucu açığa çıkar.
Polen duvarının yapısı temel olarak ekzin ve intin adı verilen iki tabakadan oluşur. Polenin duvar yapısı kimyasal olarak incelendiğinde intin tabakasının selülöz, hemiselülöz ve kallozdan oluştuğu görülmektedir. Ekzin tabakası ‘sporopollenin’ adı verilen karatenoid esterlerinin polimerleşmesinden oluşan çok sıra dışı bir tabakadır. Sporopollenin çok kuvvetli asitlere karşı bile oldukça dayanıklı bir maddedir. Ekzinde, entekzin ve endekzin olmak üzere iki tabakadan oluşur. Polenin yüzeyinde ağsı, granüllü, dikensi ya da delikli gibi, çok değişik kombinasyonlar gösterebilen çeper süsleri bulunmaktadır. Polen tanelerinin en dış yüzeyini ise ‘polenkit’ adı verilen yağ asitleri ve lipitlerden oluşan bir madde sarmaktadır. Polen yüzeyinde, ekzin tabakasının inceldiği ya da olmadığı ve genetik materyalin dişi bireye aktarım yolu olarak nitelenebilecek polen tüpünün oluştuğu açıklıklar bulunmaktadır. Bu açıklıklara apertür adı verilmektedir. Basitçe söylemek gerekirse apertürler delik, yarık ya da bu ikisinin kombinasyonu şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Polen alerjenleri moleküler ağırlıkları 5-80 kDa arasında değişen (kaynak) suda çözünebilir protein ya da glukoprotein yapısındaki maddelerdir. Yapılan çalışmalar, duyarlı bireylerin birçoğunda alerjik reaksiyonlara neden olan major alerjenlerin çoğunun, sitoplazma içerisindeki amiloplastlarda oluştuğunu, bazen organelller ile ilişkili olduğunu ve çok nadir olarak polen duvarında yer aldığını göstermiştir. Yüksek alerjik etkiye sahip bitkilerin polenlerinde endekzin tabakasının olmadığı saptanmıştır. Bu, alerjik potansiyeli etkileyen bir nedendir. Endekzin tabakasının alerjik proteinlerin salınımında bariyer rolü olduğu düşünülmektedir. Ektekzin tabakasında ise protein geçişini kolaylaştıran mikrokanalların varlığı dikkat çekmektedir. Bununla birlikte çok alerjenik olan Olacaeae (Zeytingiller) ve Poaceae (Buğdaygiller) gibi familyalarda ise endekzin tabakasının var olduğu gözlenmiştir. Ancak bunlarda endekzin tabakası sıkı bir yapı göstermemektedir. Lamelli bir yapıya sahiptir ve endekzinden ektekzine uzanan mikrokanallara sahiptir. Bu kanallar alerjik proteinlerin dışarıya kolayca salınımına izin vermektedir.
Tek bir polen tanesi onlarca farklı tipte alerjen içerebilmektedir. Gramineae polenlerinde 11, Olea europea L. poleninde 10, Parietaria judaica L. İse 9 farklı çeşit alerjen tespit edilmiştir. Polen tanelerinin hidratasyonundan hemen sonra yapılan gözlemlerde sitoplazma içerisinde polen duvarına lokalize oldukları tespit edilmiştir. Bu çalışmaların sonuçları, polenler içerisinde bulunan alerjik proteinlerin, fertilizasyon ve tozlaşmasında görevli olduğu düşüncesini desteklemektedir. Polen­stigma (dişicik borusu) uyumu ve tanınması, polen tüp oluşumu ya da polen tüpü oluşmadan önce stigmadaki doku değişikliklerinde bu alerjen proteinlerin önemli rolü olduğu düşünülmektedir. Bu proteinlerin polen tanesinden salınımı nemli ve yapışkan bir özellik gösteren ve stigmaya benzer özellik gösteren mukoza ile polenler temas ettiği zamanda oluşur. Bu durum alerjik rinit semptomlarının ortaya çıkması ile sonuçlanır.
Bitkilerin büyük çoğunda ‘polenkit’ adlı materyal polen yüzeyini örtmektedir. Araştırmalar major alerjenik proteinleri içeren bitkilerin polenlerinin çoğunun homojen bir polenkite sahip olmadığını göstermiştir. Bu durumun alerjenlerin dış ortama salınımını kolaylaştırdığı düşünülmektedir.
Atmosferik alerjenler için önemli olan diğer yapılardan biri ‘orbikül’ ya da ‘ubish cisimciği’ olarak adlandırılmaktadır. Major alerjik bitkilerin bazılarında orbiküllerin varlığı tespit edilmiştir. Orbiküller polen ekzini ile birlikte gelişen sferik şekilli partiküllerdir. Fonksiyonları tam olarak bilinmemektedir. Ancak genellikle çok yüksek miktarda üretilmektedirler, yalnızca birkaç mikron çapındadırlar ve alerjen proteinler içermektedirler. Sonuç olarak orbiküllerin yapısı polen tanelerine çok benzer olarak oluşur, fakat daha küçük sitoplazmik ürünlere sahiptirler. Polenler atmosfere dağıldığı sırada orbiküllerde polenlere tutunmuş olarak atmosfere salınırlar ve boyutları akciğerlerin en derin noktalarına gidebilecek kadar küçük olduğundan astım ve alerjik rinitte önemli olabilirler.