31 Ekim 2012 Çarşamba

Cinsel isteksizliğin 13 nedeni var

Cinsel isteksizliği etkileyen çok sayıda faktör bulunsa da temelde cinsel isteksizlik yapan 13 neden var...

Cinsel isteği sağlayan hormon kadında da erkekte de aynıdır. Bu hormon testesterondur ve cinsel isteği yönlendirir.
Cinsel dürtüler doğuştan vardır ancak cinsel davranışlar bu konudaki tutum ve deneyimlerle belirlenir. Cinsel isteği belirleyen çok sayıda faktör bulunuyor. Genel ya da cinsel sağlık durumundaki bozukluklar, hormonlardaki aksaklıklar, kullanılan ilaçlar bunu etkileyebilir. Nedenler psikolojik ya da organik olabilir. İşte nedenlerden en başta gelenler ve en önemlileri:

İşte cinsel isteği azaltan nedenler

Vücudunuzun şekli
Vücudunuzun şekliniz ve kilonuzdan ötürü kendinizi seksi bulmayabilirsiniz. Çok kilolu olmasanız bile kendi algınız sizin duygularınızı etkileyebilir. Algınız üzerinde çalışmak ya da kilo vermek yararlı olur. Spor, fiziksel olarak vücudunuzu şekillendirirken hormonlar açısından da yardımcıdır.

Stres
Stres altındayken bir sürü şeyi iyi yapan nadir insanlardan biri olabilirsiniz. Ancak buna cinsel hayatınız dahil değil. İş stresi, para sorunları, ailede hasta olan biri için duyulan endişe gibi nedenler, libidonuzu düşürür. Stres düzeyinizi kontrol altında tutmak ve stres yönetim teknizlerini öğrenmek için mutlaka bir uzman yardımı alın.

İlişkideki sorunlar
Çiftler arasında çözüme kavuşmamış sorunlar cinsel dürtünüzün katili olabilir. Cinsel hayatta duygusal yakınlık özellikle kadınlar için önemlidir. Üstü kapatılmış sonuca varılmamış tartışmalar, yanlış anlamalar, güven gibi konular nedenlerden biri olabilir.

Alkol
Bir kadeh ya da iki kadeh içki her zaman keyfinizi yerine getirmeyebilir. Alkolün bu konuda faydadan ziyade zarar getirdiği bilinen bir gerçektir. Alkol cinsel isteği uyuşturur.

Az uyumak
Çok erken kalkıyor ve geç yatağa girmek etkendir. Yeterli uyumazsanız vücudunuz da hem fiziksel hem duygusal olumsuz etkilenir.

İlaç kullanmak
Bazı ilaçlar cinsel isteksizlik yaratabilir. Antidepresanlar, tansiyon ilaçları, alerji ilaçları, kemoterapi, HIV ilaçları gibi. Her zaman kullandığınız ilacın dozunun artması ya da azalması da etkileyebilir.

Ereksiyon
Ereksiyon problemleri de çiftleri cinsel hayattan uzaklaştırabilir.

Düşük testosteron
Testosteron her iki cinsi de ilgilendiren bir konudur. Ancak kadınların hormon düzeni erkeklerden daha farklıdır ve daha karışıktır. Erkekler yaşlandıkça testosteronda gerileme olabilir. Bu da cinsel isteksizlik oluşturabilir.

Menopoz
Dünyada birçok kadın menopoz yüzünden cinsel isteklerinin azaldığını rapor etmiştir. Menopozol semptomlar hormon değişiklikleri bütün vücudu etkileyen bir durumdur. Menopozdan ötürü yaşanan semptomlar ilaçlarla kontrol altında tutulabilir.

Depresyon
Depresyona karşı kullanılan birçok antidepresan ilaç olumsuz etkiler. Eğer cinsel isteksizlik yeni başlıyorsa, bu farkında olmadığınız depresyonun başlangıcı olabilir

Samimiyetsizlik
Samimiyet olmadan sağlıklı bir cinsel yaşam mümkün değildir. Samimiyetle kastedilen açık fikirli olmak, paylaşmak ve birbirini anlamak gibi durumlardır. Açık iletişim her tür problemin çözümünde ana maddedir.

Obezite
Uzmanlara göre fazla kilolu veya obez olmak, cinsel performans konusunda sorun yaratabilir. Bu neden tam olarak bilinmese de birçok doktor, bunu kilo nedeniyle kendine güven eksikliğine de bağlıyor.

Ebeveynlik
Ayak altında dolaşan çocuklar, çiftleri birbirine zaman ayırmaktan alıkoyabilir. Bu gibi durumlarda çocuklara kısa süreliğine bakıcılık yapacak birinin faydası olabilir. Eğer çocuğunuz çok küçükse onun uyuma zamanına göre bir ayarlama yapılabilir

Migreni çok daha yakından öğrenin

Ancak ilaç tedavisinin yanı sıra dikkat edeceğiniz bazı noktalar da su sorunla baş etmenizi oldukça kolaylaştırabilir.

Bulantı, kusma ve görme sorunları gibi diğer belirtilerin eşlik ettiği, genellikle başın tek tarafında yer alan ancak çift taraflı da olabilen şiddetli bir baş ağrısı olarak tanımladığımız migren, bugün pek çok insanın muzdarip olduğu bir sorundur. Migreni oluşturmaya yönelik etkenler tam olarak anlaşılmamakla birlikte, araştırmalar migren esnasında vücutta neler olduğunu anlama konusunda epeyce yol kat etmiştir.

İki saatten 72 saate kadar uzayabilen migren atakları, bazı kişilerde haftada bir görülürken bazılarında ise yılda birden daha az olabilir. Kadınlarda daha sıktır (hormonal değişikliklerin etkisi olduğu düşünülmektedir). Yaşam kalitesini düşürür ancak genellikle hayatı tehdit eden ve hastanın yaşam süresini kısaltan ciddi bir tıbbi risk oluşturmaz.
Her yaşta görülebilse de çoğunlukla 20'li yaşlarda başlar. Çocuklar da migren hastası olabilir ki bu durumda verilen ilaçlar ve ilaç dozu büyük önem taşır.

Atakların özelliği kişiden kişiye, bazen de aynı kişide ataktan atağa farklılık gösterebilir. Bu nedenle ilaç tedavisi de kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir. Migren tedavisinde ilaç kullanımı iki amaca yöneliktir Bunlardan birincisi atakları önlemek ya da atak sıklığını azaltmak, ikincisi ise başlayan ağrıyı ortadan kaldırmak ya da ağrının şiddeti hafifletmektir ve mutlaka hekim kontrolünde yapılmalıdır. Düzenli ilaç tedavisiyle migren tedavi edilebilen bir hastalıktır. İlaç tedavisine destek olmak ve migrenin verdiği acıları daha da hafifletmek için aşağıda paylaştığımız önerileri uygulayabilirsiniz.

Migren hakkında mümkün olduğunca her şeyi öğrenin.
Bilgiyi artırmak korkuları azaltır ve durumu kontrol altına almayı kolaylaştırır.

Kendi migreninizi tanıyın

Migren ağrınızın oluşmasıyla yaptığınız aktiviteler, yediğiniz yiyecekler, hava durumu, hormonal durumunuz arasındaki ilişkiyi not etmek migren sebeplerinizi bulmakta çok faydalıdır. Migren konusunda deneyimli, tedavi kararlarında sizinle bilgiyi paylaşan ve fikrinizi soran bir doktor bulun.

Destek isteyin

Ailenizi ve arkadaşlarınızı duyarlı olduğunuz yemekler ve kaçınabileceğiniz diğer migren sebepleri konusunda bilgilendirin ve zaman zaman hatırlatın. Aile fertlerinizden migren zamanlarınızda normal görevlerinizi üstlenmelerim isteyin ve daha soma da bunları yapmalarına izin verin.

Migren esnasında size nasıl davranılmasını istediğiniz konusunda açık olun

İnsanlar genellikle sizin söylediğinizi gerçek olarak algılar. Dolayısıyla olduğunuzdan daha iyi görünmeye çalışmayın. Acı ve rahatsızlık seviyeniz konusunda dürüst olursanız, etrafımızdakilere uygun davranabilmeleri için olanak tanımış olursunuz.

Çocuğunuza uygun bir dille anlatın

Çok küçük çocuklar için alnınıza bu yara bandı yapıştırmak faydalı olabilir. "Burası acıyor" diyerek gürültü yapmadan oynamalarını sağlayabilirsiniz.

Çevrenizdekilerin empati kurmalarını sağlayın

Eğer migreniniz sizde duygusal değişikliklere yol açıyorsa (migren öncesi veya sonrası depresyon), iyi bir zamanda etrafınızdakilere durumunuzu anlatın. Bu tutumunuz, migren nedeniyle gösterdiğiniz tepkileri çok ciddiye almayı engeller.

Gerçekte neyi istiyorsanız onu belirtin

Yalnız kalmak istiyorsanız bunu talep edin. Yanınızda birisinin olmasını ve size su getirmesini istiyorsanız, bunu dürüst bir şekilde ifade edin.

Birinci dereceden yakınlarınızın bilgilenmesini teşvik edin

Aile bireyleri veya zamanınızın büyük bir kısmını paylaştığınız diğer insanlar genellikle sizin acı ve ağrınızın ciddiyetini anlar, size yardımcı olamadıkları için kendilerini çok çaresiz hissederler Migren konusunda daha fazla bilgi sahibi olmak onlara da yardım edebilir

İşyerinizde mümkün olduğunca migreni artırıcı faktörleri azaltın

Bu tavrınızın sizin veriminizi artıracağını göz önünde tutarak, isteklerinizi dile getirmekten çekinmeyin.

İşyerinizdeki ampulleri migreni provoke etmeyecek şekilde ayarlayın (floresan ışığın migreni başlatıcı etkisi vardır). Dumansız ve parfümsüz bir ortam tercih edin. Yakınınızda açılabilecek bir pencerenin bulunmasını talep edin. Sürekli gürültünün olduğu ortamlardan kaçının.


BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
Araştırmalara göre; migren hastalarının anne ve babalarının yüzde 50-60'ı migren hastası.

Prof. Dr. Serdar Erdine
Algoji-Ağrı Tedavisi

Kaynak:Ekolay.net

Kilo verirken matematiksel dengeler

Diyete başladınız, daha az kalori alarak zayıflamaya çalışıyorsunuz. Doğru yoldasınız çünkü kilo alıp vermek aslında matematiksel dengeler ve hesaplamalar üzerine kurulu. Yani kilo vermenin de bir matematik denklemi var!

Fazladan her 7 bin kalori bir kilo aldırıyor

Fazla kilolarınızdan kurtulmak için kalorisi düşük besinleri mi tercih ediyorsunuz? Doğru yoldasınız. Çünkü ihtiyacınızdan fazla aldığınız her 7 bin kalori 1 kilo daha yağ depoladığınız anlamına geliyor. Tam tersi durumda ise günlük ihtiyacınız olan kaloriyi yarıya düşürürseniz, 1 hafta sonra kendinizi 1 kilo zayıflamış bulabilirsiniz! Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Özlem Sezgin Meriçliler, diyet yapanların mutlaka kalori hesabı yapması gerektiğini belirtiyor.

Fazla kilolarınız var ve yaz gelmeden kurtulmak istiyorsunuz. Diyete başladınız, daha az kalori alarak zayıflamaya çalışıyorsunuz. Doğru yoldasınız çünkü kilo alıp vermek aslında matematiksel dengeler ve hesaplamalar üzerine kurulu. Yani kilo vermenin de bir matematik denklemi var! Bu denklemi şöyle düşünebilirsiniz; bir kalori kumbaramız var.  Günlük almamız gereken zorunlu kalorinin üzerinde aldıklarımız artı kalori hanesine yazılıyor ve bunlar toplanarak fazla yağlara dönüşüyor. Tam tersi durumda da yani günlük harcadığımız kalorinin altında kalori alırsak aradaki açık eksi kalori hanesine yazılıyor ve dolayısıyla vücudun enerji ihtiyacı için daha önce depolanmış yağlar yakılmaya başlanıyor.

Dr. Özlem Sezgin Meriçliler, diyet yapanların mutlaka kalori hesabı yapması gerektiğini belirterek metabolizmamızın çalışması, kilo alıp vermedeki matematiksel dengeler hakkında merak edilen soruları yanıtladı: 

Diyet yaparken kalori hesabı yapmak doğru mu, yanlış mı?

Her 7 bin kalori bir kilo demektir. Yani yaktığımızdan her 7 bin kalori fazla aldığımızda bir kilo alırız. Aynı hesaba göre yaktığımız kaloriden her 7 bin kalori az aldığımızda da bir kilo veririz. Vücutta kumbara sistemi vardır, artı ve eksi kalori kayıtlarının olduğu bir kumbaradır bu.

Diyelim ki bazal metabolizmamız 1500 kalori olsun. Günlük hareketle de 500 kalori harcamış olalım. Böylece günde 2 bin kalori yakmış olalım. Eğer günde 2 bin kalori yakan bir kişi olarak, bin kalorilik bir diyet yaparsak, bir haftada 7000 kaloriyi eksi kalori hanesinde toplayarak 1 kilo veririz. Tersine, her gün yaktığımız kaloriden 1000 kalori fazla alırsak bir haftada artı kalori hanesine 7000 kalori toplayarak 1 kilo alırız. 

Peki kalori yakmamızda etkili olan bazal metabolizma nedir, nasıl çalışır?

Metabolizma iki ayrı bölümden oluşuyor. Birincisi bazal metabolizma dediğimiz 24 saat hiç hareketsiz dursak bile böbrek, karaciğer, kalp gibi iç organlarımızın çalışması için vücudun harcadığı enerjidir. İkincisi de hareketle harcadığımız enerjidir, hareketimiz değişken olduğu için hareketle harcadığımız enerji de değişkendir. Bazal metabolizma beyinde bir merkez tarafından kontrol edilir, günlük hareket düzeyimiz, beslenme düzenimiz, günlük kalori alımı gibi faktörlerin etkisi ile bazal metabolizma artabilir ya da yavaşlayabilir.

Bazal metabolizmayı hangi faktörler etkiler? 

Bazal metabolizma pek çok faktör tarafından etkilenir. Halk arasında en çok bilinen ve üzerinde durulan tiroid fonksiyonlarındaki değişkenliktir. Oysa düzenli beslenip beslenmediğimiz, gün içinde aç kalıp kalmadığımız, yediğimiz gıdaların içeriği, günlük hareket düzeyimiz, kullandığımız ilaçların özellikleri, uyku düzenimiz başta olmak üzere bazal metabolizmanın düzenlenmesinde etkili olan çok sayıda faktör vardır.

Kimin metabolizması en hızlıdır?

En hızlı metabolizma sanılanın aksine kilolu olan ve hiç diyet yapmayanlardır. Ne kadar çok yiyorsak aslında metabolizma o kadar hızlıdır, kilomuz ne kadar fazlaysa, hareket ederken taşıdığımız kütle fazla olacağından harcayacağımız enerji de o kadar fazladır.

Metabolizması en yavaş kişiler kimlerdir?

- Sürekli diyet yapanların metabolizması çok yavaştır. Bize birçok kişi diyetimi bozmuyorum, ama hiç doymuyorum, kilo veremediğim gibi kilo alıyorum diye gelir. Bunun nedeni sürekli düşük kalorili diyete vücudu alıştırmalarıdır.
- Metabolizmanın yeterli ve sağlıklı çalışıp çalışmadığının diğer belirteci aç kalarak beslenip beslenmediğimizdir. Eğer günde 1-2 öğün yiyorsak, kahvaltıyı atlıyorsak, bütün gün aç gezip sadece akşam yemeği yiyorsak vücut enerji girdisini az olarak algılar ve her şeyi depolamaya başlar. Enerji harcamayı mümkün olduğu kadar azaltır. Açlık metabolizmayı yavaşlatan önemli bir faktördür.

- Birtakım hastalıklar metabolizmayı değiştirir. Bazı hipofiz bezi hastalıkları (agromegali, cushing sendromu vb.), hipotiroidi, insülin direnci gibi. Tiroid hastalıkları ve insülin direnci sık görülmekle birlikte diğer hastalıklar daha nadir karşımıza çıkar.  O nedenle 'benim metabolizmam hiç çalışmıyor, su içsem yarıyor' cümlesini kuran kişilerin çoğunda esas problem düzensiz beslenme, sürekli aynı kalori ile beslenme, diyet yaptığını zannederek sürekli diyeti bozma gibi beslenme hataları ön planda akla gelmelidir.

Diyet yaparken kilo takılmaları neden oluyor?

Sürekli aynı diyetle aynı kaloriyle beslenince bazal metabolizma yavaşlar. Bazal metabolizmayı beyinde hipotalamus adı verilen bölüm düzenlemektedir.  Hipotalamus bu düzenlemeyi öncelikle günlük aldığımız kaloriye göre yapar. Hep aynı kaloriyi alıyorsak, yaktığımız kaloriyi buna eşitlemek için uğraşır. Diyet yapmaya başlayınca daha önce bahsettiğimiz gibi bir kalori açığı yakalarız, eksi kalori hanesinde biriken kaloriler 7000 kalori olunca 1 kilo veririz. Ancak aynı diyete devam ederken hipotalamus harcanan kaloriyi aldığımız ile eşitler ve bir süre sonra yaktığımız-aldığımız kaloriler eşit hale gelince eksi kalori hanesinde puan toplayamaz hale geliriz. Bu süreçte ara ara diyeti bozdukça artı kalori hanesine puan atmaya başlarız ve burada toplanan kaloriler 7000 kalori olunca bir kilo alırız. Yani diyet yaparken kilo almaya başlarız. 'Su içsem yarıyor' aşaması genellikle bu aşamadır. Tabii yarayan su değil ara ara bozmaların getirdiği kalori birikimidir.

Takıldığımız kilolardan kurtulmanın yolu nedir?

Bu süreci geciktirmenin ya da düzeltmenin birinci yolu düzenli spor yapmaktır. Spor yapmak metabolizmanın yavaşlamasını önler. Ayrıca diyet mutlaka diyet uzmanı eşliğinde profesyonel bir düzenleme ile yapılmalıdır. Diyet uzmanı diyet sırasında kişinin metabolik cevabına göre diyeti değiştirir, kalorinin vücuda giriş şeklini değiştirir ve hipotalamusun diyete uyum sağlayacak şekilde metabolizmayı yavaşlatmasını önler ya da geciktirir. Ayrıca kontrollü diyet yapmanın, diyeti bozma sıklığını azalttığı da gösterilmiştir.

Sporun diyete yardımcı olması için ideal süre ne olmalıdır?

Herkesin spor ihtiyacı farklıdır. Hiç spor yapmayan bir kişi yürüyüş yaparak spora başlayabilir. Gün aşırı 30-60 dakikalık yürüyüş son derece faydalı olabilir. Zaten düzenli spor yapmakta olan bir kişi metabolizmayı daha da hızlandırma ihtiyacı duyarsa yağ yakıcı egzersiz yapması gerekir (step, aerobic, koşu vb..)

Sporun yaşam biçimi haline gelmesini öneriyoruz, eğer yaşam biçimi haline gelmeyecekse kilo vermek istediğiniz dönemde faydası olur, ancak sporu bırakınca metabolizma üzerindeki etkisi kaybolur.  Diyelim  10 kilo vermeniz gerekiyor, 3 aylık süre içinde her gün iki saat spor yaptınız ve günlük enerjinizi artırdınız. İstediğiniz kiloya indikten sonra  sporu tamamen bırakırsanız, harcanan kalori azaldığı için metabolizmada hemen kalori fazlası meydana gelir ve kiloların en azından bir kısmını  geri alırsınız.

Yağ yakıcı egzersiz için gün aşırı yine haftada üç gün yaklaşık 40-50 dakika spor yapmalı. Ancak yağ yakabilmek için bu sürenin en az 20 dakikasında kalp hızının 120'ye çıkması gerekiyor. Step, koşu, aerobik, düzenli yürüyüş yapan kişide metabolizmayı hızlandırıp kilo vermeyi kolaylaştırmak mümkün olabiliyor.

İnsülin direnci metabolizmayı nasıl etkiliyor?

Kan şekerini kontrol edip şeker hastası olmamızı engellemek için vücudun salgıladığı hormon insülindir. Bazı kişilerde insülin normal miktarlarda şeker kontrolü sağlayamaz, bu kişilerde şeker hastası olmayı engellemek için vücut normalden fazla insülin salgılamak zorunda kalır. Artan insülin kan şekeri kontrolünü sağlar ama birtakım yan etkilere de yol açar. Kan şekeri kontrolünün normalden fazla miktarda insülin ile sağlanmasına 'İnsülin Direnci' diyoruz.  Artan insülin sık acıkmaya, sofradan yeni kalkıldığında dahi açlık hissine, gece yeme alışkanlığına ve tatlı krizlerine yol açabilir. Bu nedenle ortaya çıkan beslenme düzensizliği kilo almaya yol açar. Kilo almak, yani yağ dokusunun artması insülin direncini artırarak insülin salgısının daha da artmasına yol açar, bu şekilde metabolik bir kısır döngü ortaya çıkar.

Fazla yağ dokusu insülin direncini tetikler mi?

Kilo almak, yani vücut yağ dokusunun artması insülin direncini ortaya çıkaran en önemli faktördür.  Her kilolu kişide  insülin direnci yoktur, ancak insülin direnci olan hastaların hemen tümü kiloludur. İnsülin aynı zamanda yağ dokusunu besleme özelliği olan bir hormondur, o nedenle insülin ne kadar fazla ise kilo alma riski o kadar fazladır. Diyet yapılsa dahi insülin direnci olan bir kişide insülin sürekli yağ dokusunu beslediği için kilo vermek zorlaşır. Spor insülin direncinin azaltılmasında çok önemli bir rol oynar. Diyetin düzenli uygulanması, sağlıklı beslenme yine insülin direncini en aza indirir. 

İnsülin direnci ile ilgili en önemli konu, bu durumun şeker hastalığına zemin hazırlayan metabolik bir durum olmasıdır. Özellikle genetik yatkınlık varsa, yani ailede diyabet öyküsü varsa, insülin direnci varlığında sürekli fazla insülin salgılayan pankreas yorularak insülin salgısını azaltırsa diyabet ortaya çıkar. Bu sürecin insülin direnci aşamasında fark edilerek tedavisi ise diyabet gelişme riskini azaltır.

Uzman Dr. Özlem Sezgin Meriçliler

Kaynak:Haberturk.com

30 Ekim 2012 Salı

Burun Anatomisi ve Fizyolojisi

Burun Anatomisi ve Fizyolojisi
Burun kemik, kıkırdak ve onları örten yumuşak dokudan oluşur. Tabanı aşağıya tepesi yukarıya bakan piramit şeklinde bir organdır. Bu piramit yapı 4 üniteden oluşmaktadır.
1- Kemik piramit
2- Kıkırdak piramit
3- Lobül
4- Yumuşak doku alanları Yumuşak dokular ile kemik ve kıkırdak dokular, burun anatomisi incelenirken ayrı ayrı ele alınmalıdır .
Kemik Piramit
Burnun kemik ve kıkırdak yapısını incelediğimizde; burnun çatısının piramit şeklinde olduğunu görürüz. Burnun kıkırdak yapısı kemik yapıdan daha fazladır. İki adet nazal kemik, maksillanın frontal proçesi, frontal kemiğin maksiller proçesi ve tabanda bulunan maksillanın spina nazalis anterioru birleşerek kemik çatıyı oluşturur. Nazal kemikler gözün iç kantusuna yaklaştıkça kalınlıkları artar ve daralırlar, iç kantus seviyesinde en kalın halini alırlar. Nazal kemiklerin alar kısımları maksillanın ön kenarıyla birleşerek apertura priformisi oluştururlar. Etmoid kemiğin lamina perpendikularisi, nazal kemiklerin inferoposterioru ile birleşir. Buruna yandan bakıldığında kemik iskeletin en üst kısmı riniyon, glabella ile nazal dorsum arasında kalan en çukur kısım nasion olarak adlandrılır.
Burun dorsumunun en geniş bölgesine Keystone bölgesi denir. Bu bölge etmoid kemiğin perpendikülar laminası, nazal kemiklerin kaudal uçları ve üst lateral kıkırdakların birleşmesinden oluşur. Bu alan aynı zamanda burun 1/3 orta kısmının desteğini sağlar
Kıkırdak Piramit
Üst lateral kıkırdaklar, alar kıkırdaklar, aksesuar kıkırdaklar ve septum burnun yapısına katılan kıkırdaklardır. Alar kıkırdaklar burnun 1/3 alt bölümünde yer almaktadır. Bu kıkırdaklar yay şeklindedirler ve burun ucunu destekleyip, burun ucuna şekil vermede önemli role sahiptirler. Alar kıkırdaklar üç kısımdan meydana gelmiştir. Bu kısımlar; lateral krus, medial krus ve dom segmentidir. Kolumella, medial krusların birleşmesi ile oluşur. Riniyon bölgesinde nazal kemiğin altına giren üst lateral kıkırdağın destek dokularını septum ve nazal kemikler oluşturmaktadır. Aksesuar kıkırdaklar ise adından da anlaşılacağı gibi destek görevi dışında herhangi bir fonksiyonları yoktur.
Lateral kruslar, alar kıkırdakların en geniş kısmı olup, lateral ve medial krusların birleştikleri açılı alana dom segmenti denir.
Üst lateral kıkırdak, alt lateral kıkırdağın 4-6 mm’lik kısmını örter. Bu kısma ‘‘scroll bölgesi’’ denir.
Septum üç kısımdan oluşmaktadır. Bu kısımlar; membranöz septum, kıkırdak septum ve kemik septumdur. Septumun, kıkırdak ve kemik çatıyı destekleme, mukosiliyer aktivite ve nazal fossayı ikiye ayırma gibi önemli fonksiyonları vardır
Septum,    etmoid    kemiğin    lamina    perpendikülarisi,    vomer,    nazal    krista, maksiller kemiğin palatin çıkıntısı gibi yapılarla bağlantılıdır.
yaparken bu özelliği bilmemek burun cildinin rahatlıkla yaralanmasına yol açabilir.
Yüzeyel yağ dokusu, fibromusküler tabaka, derin yağ dokusu tabakası, longitudinal fibröz tabaka ve interkrural ligamentten oluşan tabakaya süperfisyal muskuler aponevrotik sistem (SMAS) denilmektedir.
Burunun yumuşak dokusu incelendiğinde; en üstte süperfisiyel yağ tabakasının olduğu görülür. Süperfisyel yağ tabakası, yağ dokuyu dermisten uzanan septalar aracılığı ile tutar. Yağ dokunun içinde kan damarları vardır. Bu tabakanın altında burun kaslarını saran fibromusküler tabaka bulunur. Fibromusküler tabakanın altında periost ile perikondrium ve fibromusküler tabaka arasını dolduran derin yağ tabakası vardır. Bu tabaka süperfisyel damarları ve sinirleri bulundurur. Disseksiyon açısından en uygun yer bu tabakanın altıdır. En alttaki tabaka ise periost ve perikondriumdan oluşur. Bu tabaka, alttaki kemik ve kıkırdak dokuları besleyen kan damarlarını ihtiva eder.

Burun Kaslari Nelerdir

Burun Kasları Nelerdir
Burun kasları dört grup halinde incelenir.
Elevatör kaslar
Burun deliklerini açar ve burnu yukarı doğru kaldırırlar. M. Proserus M. Levator labi superior ala nasi
Depresör kaslar
Burun deliklerini açar ve burnu aşağı doğru çekerle r M. Dilator naris posterior M. Depressor septi M. Nazalis- Alar kısmı
Minor dilatör kas
Burun deliklerini açar. M. Dilator naris anterior
Kompressör kaslar
Burun deliklerini daraltır, burnu aşağı doğru çekerler. M. Nazalisin transvers kısmı Burun kaslarını innerve eden sinir fasiyal sinirdir. Süperfisyal muskuler aponevrotik sistem (SMAS) dediğimiz aponevrotik yapı nazal kasları birbirine bağlar. Bahsedilen bu nazal kaslar burun cildinin altında yer almaktadır.

Burnun İc Yapisi Nazal Kavite Nedir

Burnun İç Yapısı (Nazal Kavite)
Nazal kavitede birçok fonksiyonel öneme sahip yapı mevcuttur.
Lateral duvarda üç adet konka ve konkalara açılan meatuslar vardır (üst, orta, alt).
Üst ve orta konkalar etmoidin bir parçası olmasına rağmen, alt konka ayrı bir kemiktir. Alt konkanın östaki tüpü ile komşuluğu vardır. Ayrıca nazolakrimal kanalın açıldığı inferior meatusu sınırlamaktadır. Konkaların en büyüğüdür.
Orta konkada bulunan frontal resese ön etmoid hücreler ve nazofrontal duktus drene olurlar, ayrıca maksiler sinüsün drene olduğu deliklerde bu konkada bulunur. Üst konka en küçük konka olup etmoidin bir parçasıdır. Sfenoid sinüsün drene olduğu sfenoetmoid reses bu konkadadır. Nazofarenks, koana ile yumuşak damak arasında bulunan kısımdır. Bu kısımda adenoid olarak da bilinen lenfoid doku bulunur.
Vestibül
Üzeri vibracea denilen ince kıllarla kaplı, üst lateral kıkırdağın ön ucu ile nares arasındaki bölgeye denir.
İnternal Nazal Valv
Üst lateral kıkırdağın kaudal ucu ile septum arasındaki açı, hava yolunun en dar kısmıdır. Bu açının olduğu kısım internal nazal valv olarak adlandırılır. İnternal nazal valv’e ostium internum veya istmus adı da verilmektedir. İnternal nasal valvin sınırlarını; üst lateral kartilajın kaudal ucu, septum, burun tabanı ve inferior konka oluşturmakatadır.
İnternal nazal valv açısı, hava geçişinde önemli role sahiptir ve bu açının 10-15 dereceden az olması burunda tıkanıklığa neden olur.
İnternal nazal valv, hava akışında sınırlayıcı göreve sahip ve inspirasyonun asıl düzenleyicisidir. Hava akımına olan sınırlayıcı etkisi, üst lateral kıkırdak ve kaslar tarafından sağlanmaktadır.
Nazal valvi oluşturan yapılardan herhangi birinde minör bir değişiklik, nazal valvin arkasındaki ve önündeki yapıların herhangi birinde oluşacak patoloji ciddi derecede burun tıkanıklığı ve nefes almada zorluğa yol açar.
Konkalar
Konkaların; havayı ısıtma, soğutma, temizleme, nemlendirme ve iletme gibi görevleri bulunmaktadır. Orta ve alt konkalar hava akımının sağlanmasında önemli etkiye sahiptirler. Vestibül ve nazal valv alanındaki hava akımının şekli laminer türdedir. Orta ve alt konkalar bu akımı türbülan akıma çevirirler. Nazal direncin ve hava alışverişinin sağlanmasında, konka mukozasının altındaki venöz erektil yapıların etkisi büyüktür.

Burun Ameliyatlarinin Tarihcesi

Burun Ameliyatlarının Tarihçesi
Burun ameliyatlarının geçmişini incelediğimizde, burun ameliyatlarının rekonstrüksiyonla başladığını görürüz. Redüksiyon rinoplastisi daha sonra ortaya çıkmış ve günümüz rinoplastinin temelini oluşturmaktadır.
Tarihçilerin çoğu burun rekonstrüksiyonunun, ilk kez Eski Hindistanda Sanskrit yazılarında belirtildiğini bildirmişlerdir. Bu yazılarda, Hindu kadınların cezalandırma amaçlı burunlarının kesildiği bildirilmiştir. M.Ö. 6. yy’ de; Sushruta, kendi aletlerini kullanarak burun rekonstrüksiyonunu yapmıştır. Alın ve yanaktan buruna doku transferi gerçekleştirmiştir. Buna da Hint Metodu ismini vermiştir. Sushruta, geliştirdiği burun rekonstrüksiyonu yöntemlerinden Samhita adlı kitabında bahsetmiştir.
I. yy da Roma’da yazılmış olan ―De Medicina’’ adlı kitapta burun rekonstrüksiyonunu tarif eden yazılar mevcuttur. VII. yy’ de Bizans imparatorunun yapılmış olan heykelinde, alında skar olduğu resmedilmiştir. Bunun da burun rekonstrüksiyonu yapıldığının işareti olduğu kabul edilmiştir. Müslümanların Hindistan’ı fethi ile Hindistan da uygulanan burun rekonstrüksiyon teknikleri Müslüman ülkelerinde de yapılmaya başlanmıştır. XIV. yy’ den itibaren Avrupa’da da burun cerrahisinin gelişimi hızlanmıştır.
XV. yy’ da İtalyan cerrah Branca burun cerrahisinde Hint Metodu’nu Avrupa’ya tanıtmıştır. Branca’nın oğlu Antonio ise burun cerrahisinde yeni bir yöntem geliştirmiş ve buna ‘’İtalyan Metodu’’ ismini vermiştir.
Bologna Üniversitesi Profesörü Gaspare Tagliacozzi’nin 1597 tarihinde yayınladığı “De Curtorum Chirurgia per Insitionem’’ adlı eserinde 4 sfilitik buruna pediküllü fleplerle onarım yaptığını belirtmiştir (12).
1700 lü yılların sonu ile 1800 lü yılların başında Von Graefe ve Dieffenbach, rinoplastinin gelişiminde rol oynayan iki önemli Alman cerrahtırlar. Dieffenbach’ın 1845 yılında yayınladığı ‘’Operative Chirurgie’’ adlı eserinde burun rekonstrüksiyonuna büyük bir bölüm ayırmıştır. Burun rekonstrüksiyonunda, alından kalıp şeklinde flep kaldırma işlemini ilk tarifleyen Dieffenbach’tır. Von Graefe ve Dieffenbach, Hint ve Tagliacozzi metodlarını modifiye ederek burun rekonstrüksiyonunun gelişimine çok önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Gustav Killian ve Rethi çalışmalarında burun cerrahisinde kanamayı azaltmak için kokaini kullanmışlardır.
Rinoplastide kapalı yaklaşımı ilk tarifleyen Amerikalı bir cerrah olan John O Roe’dir (1887). Daha sonra Weir 1892 de ve Alman J. Joseph 1898 de kapalı tekniği sunmuşlardır.
John O Roe 1891 yılında yayınladığı makalesinde; Estetik burun cerrahisinde, kemik ve kıkırdak hump eksizyonundan bahsetmiştir.
Asırlardır açık teknik ile burun ameliyatları yapılmıştır. Daha sonraları Millard ve Gillies’inde benimseyeceği ’’Open rinoplasti’’ terimini ilk kez ortaya atan Jacques Joseph’tir. Joseph kemik grefti ile nazal dorsum rekonstrüksiyonunu ve kıkırdağa sütür atma gibi teknikleri rinoplastiye kazandıran bilim adamıdır

Burun Embriyolojisi

Burun Embriyolojisi
İki tane maksiler çıkıntı, iki tane mandibuler çıkıntı, bir tane frontal çıkıntı ve yanlarında ventral çukurlar burun taslağını oluşturan yapılardır. Frontal çıkıntının her iki tarafında koku plakları gelişir. Medial nazal çıkıntı ve lateral nazal çıkıntı, frontal çıkıntıdan köken alırlar. Bunlar burun kabartısını oluştururlar. Medial nazal çıkıntı hızlıca gelişerek primitif septumu ve premaksiller çıkıntıyı oluşturur. Burun çatısını oluşturmak için her iki maksiller çıkıntı birleşirler. Alar kanat, lateral nazal çıkıntıdan gelişir. İntrauterin 3. ayda sfenoid, lateral nazal duvar ve septumdan kıkırdak kapsül gelişir. Kıkırdak kapsülün posteriora doğru kemikleşmesi ile perpendiküler lamina (etmoid), lateral nazal duvar ve vomer gelişir.
Kas, kemik ve kıkırdak yapıların belirdiği bu aşamada oluşacak kayıplar kleftler, atreziler ve aplaziler gibi konjenital anomalilere neden olur.
Ağzı oluşturacak olan stomedeum nazal kompleksin altından gelişir. Oral ve nazal boşluklar nazobukkal membran tarafından birbirinden ayrılır.

26 Ekim 2012 Cuma

BİYOLOGLAR SOSYAL MEDYAYI NASIL KULLANIYOR?


Biyologlar, sosyal medyayı çok aktif ve etkin şekilde kullanıyor. Hem bilimsel çalışmaların yayınlanmasında hem de haklarını savunmada gün geçtikçe bilinçli ve birlikte hareket ediyorlar.

Bilimsel araştırmalar hakkında bilgi paylaşımı ve biyologların mesleki özlük haklarının geri alınması için sosyal medya gittikçe daha etkin hale geldi. Sosyal medyayı aktif olarak kullanan biyologlar ilk kez aynı haberde bir araya gelerek, sosyal medya hakkında görüşlerini ve çalışmalarını anlattılar.





10 Yıl Önce Bu Platformlar Sadece Kişisel Fotoğrafların Paylaşıldığı Yerler Iken, Şimdi Sırf Bu Konuda Açılmış Meslek Grupları Var
İTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi, Açık Bilim ve Biyo RSS Blog Yazarı Biyolog Can Holyavkin:Açıkçası sosyal medyayı tanımlamak artık zor. İlk zamanlarında, içerik üretilen ve bunun kolaylıkla paylaşılabildiği platformlar için bu terimi kullanırken, 2012 yılında "Sosyal Medya" terimi artık çok daha fazla kapsamlı şekilde karşımıza çıkıyor. 10 yıl önce bu platformlar sadece kişisel fotoğrafların paylaşıldığı yerler iken, şimdi sırf bu konuda açılmış meslek grupları var. Bu işi gerçekleştiren profesyonel kişiler ve hatta şirketler bulunuyor. Firmalar, sosyal medya üzerinden kriz yönetimi yürütmek için ayrı departmanlar bile kurmaya başladılar. Bu sebeple, "sosyal medya" terimi, devamlı gelişen ve büyüyen doğası yüzünden tanımlaması zor bir hale geldi. Sosyal medya, 10 yıl öncesinde olduğu gibi, "Bakın ben Efes'e gittim. Bunlar da benim fotoğraflarım…" demenin çok ötesinde bir yer artık. Bu medya biçimi, herkesin farklı bir amaç için kullandığı bir araç ve başlı başına profesyonel bir iletişim kanalı oldu.

Bazı Firmalar Işe Alım Süreçlerinde, Kişilerin Sosyal Medya Profillerinden Önemli Oranda Bilgi Ediniyor
Sosyal medyayı kullanma nedenim belki çok klişe olacak ama, son zamanlarda sosyal medyayı sadece bilgi edinmek için kullanıyorum. Ancak, bu platformları ilk kullandığım zamanlarda, diğer herkes gibi kişisel fotoğraflarımı ve diğer bilgilerimi paylaşıyordum. İnsan, ilginç bir şekilde yediği yemeğin fotoğrafını çekip onu arkadaşları ile paylaşmaktan zevk alabiliyor. Ancak, sonrasında bu medya biçiminin bu kadar "kolay ve yersiz" kullanılmaması gerektiğini anladım. Uzun bir süredir yurt dışında yeni yeni de Türkiye'de de bazı firmalar işe alım süreçlerinde, kişilerin sosyal medya profillerinden önemli oranda bilgi ediniyorlar. Çoğu zaman, bu bilgiler işe başvuranlar için dezavantajına oluyor. Ben de, bu tür haberleri okudukça, bu platformlarda özel hayatın o kadar paylaşılmaması gerektiğini anladım.

Bilgi-Alımı Üzerine Yoğunlaşan Platformlar Üzerinde Vakit Geçiriyorum
Sosyal medyanın nasıl kullanılacağına dair bir kural yok tabii. Herkes dilediği şekilde kullanabilir. Bu medya biçiminin doğasında özgürlük var. Yine de bu özgürlüğün sınırlarını, yine kişinin kendisi çizmesi gerek. Ben sosyal medyada kişisel fotoğraflarımı olabildiğince paylaşmamayı tercih ediyorum. Arada kaçamaklar olabiliyor tabii. Onun yerine, "bilgi-alımı" üzerine yoğunlaşan platformlar üzerinde vakit geçiriyorum. Genelde Twitter bunun için iyi bir seçenek. Son zamanlarda çevrim içi zamanımın büyük bir oranını "Quora" gibi soru-cevap platformlarında kullanıyorum. Yakın zamanda çok daha büyüyecek, önerebileceğim sosyal bir "bilgi-alışveriş" platformu.

Türkiye’deki Biyologları Bir Araya Getirmede Büyük Rol Oynadığı Bir Gerçek
Biyologların sosyal medyaya bakışı elbette tüm biyologları kapsayacak bir şey söylemek mümkün değil. Sadece biyoloji bölümünden mezun olduğu için haberleri takip eden kişiler de var; bu konuda ciddi akademik özelliklere sahip, bilgi alışverişini ciddiye alan insanlar da var. Hepsinin sosyal medyadan yararlanma ve ilgi alanları farklı oluyor. Ancak, genel bir tablo çizmek gerekirse, sosyal medyanın Türkiye’deki biyologları bir araya getirmede büyük rol oynadığı bir gerçek. Biyologlar Günü’nde gerçekleştirilen yürüyüşler ve diğer günlerdeki biyolog toplantıları büyük ölçüde sosyal medya üzerinden düzenleniyor. Bu bağlamda, bu medya biçimi, Türk biyologlar arasında birleştirici bir özelliğe sahip ve biyologların daha organize olmasını sağlıyor. Bu organizasyonun sağlanması, gelecekte bir biyolog odasının açılmasında oldukça öneme sahip olacak.

Aynı Haberi, Daha Sansasyonel Bir Başlıkla Atarsanız, Daha Çok Ilgi Çekiyor
Türkiye'deki biyologların sosyal medyadaki katılımı ve diğer biyologlarla etkileşimi gün geçtikçe de artıyor. Ancak yurt dışına kıyasladığımızda, geri-bildirim ve yorum yazma alışkanlığımız hala yok denilecek kadar az. Sosyal medyadaki paylaşılan yazılara yapılan yorum ve geri bildirimler genelde 1-2 kelimeyi geçmiyor. Okuyucuların ilgisi her zaman popüler ve sansasyonel başlıklara oluyor. Aynı haberi, daha sansasyonel bir başlıkla atarsanız, başlık, haberin içeriği ile daha az ilgili hale gelse bile daha çok ilgi çekiyor, daha çok okunuyor. İnternet okuyucularının bir kısmı da , yazıları okumadan “beğen”en ve paylaşan bir kesim oluyor. 3 sayfalık bir içerik hazırlayıp paylaşmışsınız. Bir bakıyorsunuz daha paylaşımdan 1 dakika geçmeden bir sürü kişi beğenip, paylaşmış. Dediğim gibi, çok çeşitli bir okuyucu kitlesi var.

“Hastaneler, Hastalar Ile Aralarında, Yeni Bir Iletişim Kanalı Oluşturmuş Durumda
Şu anda sağlık alanında sosyal medyayı gerçek anlamıyla kullananlar arasında özel hastaneleri görüyorum. Hemen hemen hepsinin bir sosyal medya hesabı var. Kimisi fazla aktif olmasa da, aralarında bu platformu iyi şekilde kullananlar da var. Bu hastaneler, hastalar ile aralarında, yeni bir iletişim kanalı oluşturmuş durumda. Ancak, bunun ötesine geçilmiş değil. Nasıl geçilir açıkçası onu da bilmiyorum.

Yanlış Haberlerin Bilinçli Okuyucular Tarafından Geri-Bildirimler Ile Eleştirilmesi Gerek
Diğer bir durum ise, sağlık haberciliği ile ilgili. Diğer tüm habercilik alanlarında olduğu gibi, haberlerin daha hızlı ve hedefe yönelik şekilde yayılmasında, artık internetin ve sosyal medyanın önemi çok büyük. Geniş kitlelerin sağlık ile ilgili haberlere ulaşması daha kolay hale geldi. Bu ilgi artışı da beraberinde bu tür haberlerin daha sık yayınlanmasını sağlıyor.  Ancak, burada önemli bir nokta var. Öncelikle, sağlık haberciliği oldukça dikkatli olunması gereken bir alan. Yanlış verilecek bir haberin, okuyucuları yanlış yönlendirerek sağlıklarından etmesi her zaman mümkün. Bu noktada, yanlış haberlerin bilinçli okuyucular tarafından geri-bildirimler ile eleştirilmesi gerek. Sosyal medya, bu tür geri-bildirimlerin yapılması için önemli bir araç olabilir. Yanlışların açığa vurulup, esas doğruların hızlıca okuyuculara dağıtılmasında bu sosyal platformların önemli olacağını düşünüyorum.


“Bireylere ve Kurumlara Erişilebilirlik Alanında Sosyal Medya, Devrimci Rol Üstlendi”
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsünde yüksek lisans öğrencisi ve çeşitli hayvan türlerinde moleküler düzeyde rejenerasyon ve rejenerasyonun evrimi üzerine çalışan ve Biyoloji sayfa yöneticisi Biyolog Baha Uygar Mitat: “Sosyal Medya'yı, fikirlerin ve olayların kitleler ile buluşmasında güçlü bir rol oynayan, doğal bir iletişim aracı olarak gördüm hep. Bilgi paylaşımının bireyler düzeyine inmesi ve kişinin kendi görüşünün hem yazarı, hem editörü, hem de yayıncısı olması ise geleneksel medyanın tek taraflı bilgi aktarımı sistemine kıyasla çok büyük bir güç bence. Bunun yanında bireylere ve kurumlara erişilebilirlik alanında sosyal medyanın devrimci rolü üstlendiğini düşünüyorum. Bugün Harvard Üniversitesindeki bir profesörün fikirlerine de, üniversite sınavına hazırlanan bir gencin fikirlerine de büyük bir çaba sarfetmeden saniyeler içerisinde ulaşmak sosyal medya ile mümkün. Bunun yanında bireylerin kendi ilgi alanı doğrultusunda bir kitle ile iletişim halinde olması ve bilgi birikimini arttırmasına imkan sağladığı için sosyal medyanın bireylerin kişisel ve mesleki gelişiminde de büyük payı olduğunu düşünüyorum. 

“Bilgiye Aşık Olan Biri Olarak, Hakkında Fikir Sahibi Olmadığım Konulara Sosyal Medyada Rast Gelip Saatlerce Araştırma Yaptığım Oluyor”

Çocukluk sayılabilecek yaşlarımda internet ve bilgisayar ile tanıştım ve bunu kendi adıma bir şans olarak görüyorum. İnternetin çevirmeli bağlantı ile mümkün olduğu dönemden şu an yaşadığımız web2.0 döneme uzanan evrim sürecinde interneti ve sosyal medyayı aktif kullanan biri olarak sosyal medya konusunda bilinçli bir tüketici olduğumu düşünmeme rağmen, bir kesim kişilere göre ben bir bağımlıyım. Geleneksel medya öğesi olan dergi, gazete ve yayınları dahi internet üzerinden takip ediyor, bu konuda görüş bildiriyor, üstüne üstlük düzenli olarak kendi yayınımı yapıyorum. Bir diğer sebebim ise, karşılıklı oturarak saatlerce sohbet edebileceğim kişiler ile aramızda binlerce kilometre olmasına rağmen mobil cihazlar aracılığı ile tüm gün bağlantı halinde olmam. Bilgiye aşık olan biri olarak, hakkında fikir sahibi olmadığım konulara sosyal medyada rast gelip saatlerce bu konu hakkında araştırma yaptığım bile oluyor zaman zaman. Mesleki anlamda da sosyal medyanın beni geliştirdiğini ve daha aktif olmamı sağladığını düşünüyorum.



“Mesleki Alanında Aktif Olan Kişiler Sosyal Medyayı da O Denli Aktif Kullanıyor”

Doğal olarak sosyal medya çevrelerimin büyük bir kısmını biyologlar ve biyoloji ile ilintili dallarda çalışan kişiler oluşturmakta ve gözlemlediğim kadarıyla istisnalar elbet var, mesleki alanında aktif olan kişiler sosyal medyayı da o denli aktif kullanıyor. Düzenli blog yazmayı beceremeyen biriyim ve mesleğiyle ilintili olarak blog tutan kişilere hayranım. Bilimin en temel unsuru olan bilginin paylaştıkça arttığı gerçeğinden yola çıkarak bu kişilerin bloglarını ve diğer sosyal medya hesaplarını takip etmek bana büyük haz veriyor. Gerçek kişilerin yanısıra çoğunluğu mesleğim ve araştırma alanımla ilgili olan tüzel kişileri de takip ederek güncel bilgilere ve duyurulara hızlı bir şekilde erişme imkanı buluyorum. Birçok biyolog arkadaşımın da benim gibi sosyal medya üzerinde kendi ilgi alanları doğrultusunda sosyal çevrelerini oluşturmuş olduğunu görüyorum.

“Pseudoscience yani Sözde Bilimden, Geleneksel Medyanın Kar Amacı Gütmesinden Kaynaklanan Popüler İçerik Üretme Çabasından En Çok Etkilenen Alan Sağlık”
Sağlık alanı sosyal medyadan etkilenmesi konusunda açıkçası pembe bir senaryo çizemeyeceğim. Sosyal medya, geleneksel medyaya oranla daha kontrolü mümkün olmayan bir mecra. Dolayısıyla bu mecrayı kullanan kişilerin çok daha fazla araştırma ve sorgulama kabiliyetinde olması gerekmekte. Elbette her konuda bu böyle fakat sağlık alanındaki bilgilere ve yönlendirilmelere çok daha fazla dikkat edilmesi gerekmekte. Ne yazık ki “pseudoscience” olarak tabir edilen sözde bilimden ve geleneksel medyanın kar amacı gütmesinden kaynaklanan popüler içerik üretme çabasından en çok etkilenen alan sağlık alanı. Bu açıdan sosyal medya kullanıcılarının sağlık konularında çok daha fazla dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum. Elbette bilimsel bilginin paylaşımı ve yayılması konusunda sosyal medyanın gücünü yabana atmıyor, bunun daha da artmasını umuyorum.

“Ülkemizde Geleneksel Sağlık ve Bilim Haberciliği, Haberi Popüler Hale Getirmek Uğruna Kendi Sonunu Getirmekte”
Basılı ve görsel medyanın ekonomik olarak kar gütme amacı beraberinde popüler içerik üretme mecburiyeti getirmekte. Eğitim seviyeleri yüksek olan ülkelerdeki sorgulayan halkın ezici çoğunluğundan kaynaklı olarak bu mecburiyeti göremesek de, üzücüdür ki ülkemizde geleneksel sağlık ve bilim haberciliği, haberi popüler hale getirmek uğruna kendi sonunu getirmekte. Sağlık ve diğer bilim alanları üzerinde çalışan kişilerin gözünde güveni sarsılmış bir haber sisteminin ne kadar etkili olacağının hesabını yapmaya bile gerek yok. Sosyal medya ile beraber popüler içerik oluşturmanın yerini hedef kitleye hitap eden kaliteli içerik oluşturma yönelimi alacağı için kişilere sadece güvenilir kaynağı takip etmek düşüyor. Bu güvenilir kaynağın binlerce kişiye hayatın her alanında ve günün her saatinde erişebilir olması ise sosyal medyanın temel gücüne dayanıyor.”


“Görünürde "Sanal" Ama Aslında Oldukça "Gerçek" Bir Toplantı Salonu”
Dirimbilim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Biyolog M. Taha Ay: “Kişilerin sadece bulundukları şehirde değil, dünyanın her yerinde, her türden etkinliğe fikirleriyle ve maddi manevi destekleriyle bizzat katkıda bulunabildiği, katkıda bulunmayıp takip edebildiği, oturduğu yerden yüzlerce farklı alanlarda bilgi sahibi kişilerle arkadaş olabildiği, görünürde "sanal" ama aslında oldukça "gerçek" bir toplantı salonu. Sosyal medya ile bir kaynaktan bir haber almaz, farklı kaynaklardan, farklı beyinlerin aldığı haberleri, farklı bakış açılarından süzdükten sonra detaylı olarak alırsınız. Dolayısıyla bakış açınız genişler, siz aslında yüzlerce beyine sahip olursunuz. Sosyal medya aracılığıyla bilgi iletişimi yeteneğiniz artar, farklı evlere ışınlanır gibi konuk olur, hayat boyu tanışma fırsatı elde edemeyeceğiniz yazarla, siyasetçiyle ve akademisyenle kendi fikirlerinizi tartışabilir, tanışıklığınızı gerçek hayata dökebilir hiç değilse kahvenizi içerken onların davranışlarını fikirlerini yakinen takip edebilirsiniz. Sosyal medya aracılığıyla kendi topluluğunuzu rahatlıkla kurabilir, kendi gazetenizi oluşturabilir, kendi eğlence merkezinizde dilediğiniz arkadaşınızla eğlenebilirsiniz. Sosyal medya ile tüm zihinsel ihtiyaçlarınızı giderebilirsiniz ancak tek dezavantaj ile.. Dışarıdaki oksijeni tadarak, farklı ses tonlarını kulağınızda hissedemez, farklı mimikleri gözünüzle göremez, kişiler arası iletişimde gizli ama önemli olan "elektiriği" yakalayamazsınız.


“Çevre, Sağlık ve Canlı İle İlgili Alanlarda Ortak İlgilere Sahip Kişileri Tanımak”

Farklı insanları tanıma ihtiyacı, onların fikirlerini merak etme duygusu, çok zor olana erişmede kolaylık sağlayabilme, hareket dahi etmeden yüzlerce ilgi alanını takip etme ve yeni alanlar keşfetme hazzı, sosyal medyayı kullanmak için yeterli sebep. Ancak kendi adıma bütün bunların ötesinde tüm bu alan ve fikir sahiplerini özellikle ortak alan içindekileri bir arada görme ve onlarla bilgi iletişimini kuvvetlendirme amacıyla sosyal medyayı kullanmak zorundayım. Zira, çevre, sağlık ve canlı ile ilgili alanlarda ortak ilgilere sahip kişileri tanımak, onların ilgilerini uyandırıp bilgi ağını kuvvetlendirmek amacıyla oluşturulan bir dergiyi her ay düzenli olarak çıkartmak sosyal medyayı kullanmayı şart kılıyor.

“Biyologlar Bildiklerini Paylaşma İhtiyacı Duyarlar”
Biyologlar sosyal medyanın nimetlerinden iyi bir şekilde yararlanıyor ancak neredeyse tamamı sadece takipçi olarak bu ortamın içindeler. Biyologlar üreten, bilen ve bildiğini paylaşan kişiler olarak aslında insanlar için çok yararlı işler yapabilecek uzmanlar olması gerekirken, saklanmış, pasif ve bulunduğu noktanın farkına varamamış birer topluluk halinde. Sosyal medya düşünüldüğünde biyologlar için tam bir malzeme. Her anlamda… Biyologlar sivil birlikteliğe ihtiyaç duyuyor, kullanabilir. Biyologlar bildiklerini paylaşma ihtiyacı duyarlar, sosyal medyayı kullanabilir. Seslerini duyuramıyorlar, sosyal medya iyi bir araç. Ama maalesef biyologlar sadece üretilmiş olanı gözden geçirmekle vakit geçiriyor sosyal medyada.


Biyologlar sosyal medyada en çok mesleki gelecekleri ile ilgili konuları takip ediyor. İş alanları, kadrolar ve diğer maddi konular.. Bu tür kaygısı olmayan veya bu kaygılarını bir anlık unutabilen biyologlar ise, temel biyolojik bilimlerin teknolojiyle birleştiği yeni alanlara ilgi duyup takip ediyor. Konu sağlıksa, sağlık biliminin kullandığı teknoloji ilgi duyulan bir alan. Konu genetikse bunun teknolojik alanlarda nasıl kullanıldığı daha çok merak konusu..Endüstriyel kullanımlar, kazanç getiren uğraşlar, biyologların bilgilerini kullanırken takip ettikleri alanlar içerisinde..



“Bilgi Kirliliği Sağlık Alanına Sosyal Medyanın Merhametsiz Bir Düşman Olabileceğinin de Bir Göstergesi”

Her alanda olduğu gibi sağlık alanındaki yenilikler de elbette sosyal medya ile tanınıyor ve geliştirilebiliyor. Artık kişiler sağlık alanında da doğru bilgileri, kurumları, çözümleri kolaylıkla öğrenebiliyor ve bundan faydalanıyor. Ancak benim üzerinde durduğum konu daha çok olumsuz etkileri.. Sosyal medya milyonlarca beyinin aynı ekrandan fikirlerini iletebildiği alan olduğu için, herkes her türden fikri tuşlara basarak yazabiliyor ve bu da ciddi bir bilgi kirliliğine neden olabiliyor. Özellikle sağlık konularındaki bu kirlilik önü alınamaz riskleri taşıyor. İnsanların başı ağrısa internette bir çözüm buluyor kendince. Kanser olan yakını için sosyal medyadan öğrendiği çözümleri önerebiliyor. İnsanlar doktoru bile sosyal medya aracılığıyla bulabiliyor ve para harcayabiliyor. Doktor kişinin sadece şikayetlerini dinleyerek tedavi sağlamaya çalışabiliyor. Bu tür bilgi kirliliği sağlık alanına sosyal medyanın merhametsiz bir düşman olabileceğinin de bir göstergesi.


“Böylesi Bir Kitlesel Gücü Doğru Manada Yönlendirebilmek Öyle Zannediyorum Ki Asırlarca Yakalanamamış Bir Fırsat”

Sosyal medya gerçek insanlardan oluşan sanal bir ortam. Kişiler gerçek, her birinin bir hayatı var. Her biri sosyal medyayı gerçek dünyaları gibi görüyor, kızgınlığın, mutluluğun, üzüntünün aynısını sanalda da yaşayabiliyor. Bir de bunun milyonlar olduğunu düşünürsek, sosyal medyanın engellenemez bir güç olduğunu görebiliriz. Böylesi bir kitlesel gücü doğru manada yönlendirebilmek öyle zannediyorum ki asırlarca yakalanamamış bir fırsat. Sağlık haberciliği de bu fırsatı değerlendirmeyi bilmeli. Özellikle sosyal medyanın olumsuz etkilerini yok edebilmeli. Sosyal medyayı kullanma yöntemleri diye de bir şey var. Sağlık haberciliği de en etkin sosyal medya kanalını kullanabilmeli. Bu interaktif habercilikle mi, görsel habercilikle mi, bilimsel yazılarla mı yoksa farklı türden kanallarla mı olur bilemiyorum, ama araştırılıp geliştirilmeli.”


“Gelip Geçici, Bir Hayalet Gibi Bedensiz Görse de Aslında İnsanlar Arasında Olan Bağların Desteklenmesini Sağlayan Yeni Bir Ortam”
Salk Enstitüsü’ndeki laboratuvarına post-doc olarak çalışan Biyolog Bilal Kerman: “Sosyal medya, internet üzerinde oluşturulan bir insanlar arası ağ. Her ne kadar internet üzerinden olduğu için bazıları bunu gelip geçici, bir hayalet gibi bedensiz görse de aslında insanlar arasında olan bağların desteklenmesini sağlayan yeni bir ortam. Sosyal medyayı iki birbirinden bağımsız işlem için kullanıyorum. Facebook'u tanıdığım ve sevdiğim insanlarla iletişim halinde olmak için kullanıyorum. Linkedin’i ise profesyonel tanıdıklarımla iletişim için kullanıyorum.

“Hem Yanlışları Kolayca Yayılabilir Hem de Kolayca İfşa Edilebilir”
Biyologlardan akademik iş arayanların sosyal medayayı networking için kullanmaları genelde çok az. Onun yerine ya kullanmamayı tercih ediyorlar ya da sadece arkadaşlarla iletişim amaçlı kullanıyorlar. Sağlık alanı sosyal medyadan bir acıdan kötü etkileniyor. Çünkü insanların doğru bilgiler kadar yanlışları da yaymaları hızlanıyor. Ne yazık ki yerleşmiş bir yanlışı düzeltmek çok zor. Sağlık haberciliği için ise sosyal medyada daha dikkatli olmaları gerekli. Çünkü artık binlerce hatta milyonlarca çift göz onları takip ediyor. Hem yanlışları kolayca yayılabilir hem de kolayca ifşa edilebilir.”



“Türkiye'de İlk Defa Biyologları Kendi Meslekleri Adına Bir Şeyler Yapmak İçin Bir Araya Getirebildik”
Yeditepe Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi ve 16 Nisan grubu yöneticisi Biyolog İsmail Kaşoğlu : “Sosyal medya tanımlandığından daha çok, aktif iletişim ve haberleşme yollarından en kapsamlısıdır. Çünkü insanlar ne zaman ki fiziksel ve gerçek aktivitelerden uzak kalırsa, birbirlerinden haber almak, birbirleriyle zihinsel işler planlar yapmak için iletişim halinde olmak ister. Sosyal medyayı tanımlarken genellikle bulunduğun her an her yerden diyorlar ancak mobilitenin olup-olmaması bence çok da önemli değildir.  Sosyal medyayı kullanmam, biraz geçmişten beri hep internet teknolojileriyle iç içe olmamla ilgili aslında... Aktif bir şekilde kullandığımı ve hatta müptelası olduğumu belirteyim. Ben özel olarak iş arkadaşlarımla, meslektaşlarımla bir şeyler yapmayı planladığımda, iletişim kurmak istediğimde kullanıyorum. Bunun dışında açıkçası biraz da çevremdekilerin iç dünyasının böyle bir ortamdaki yansımasını izliyorum. Herkes bir yandan mesaj vermeye çalışıyor çünkü... Mesela çok sıklıkla ünlü birilerinin sözünü paylaşan birisi o sözdeki gibi birisi olmasa da o yönde evrilmek istediğini, kendince farklı yorumlasa da bu farkındalığa sahip kişilerle muhatap olmaya çalıştığını görüyorum. Bu da aslında onun iç dünyasını ele vermiş oluyor. Ben de tabi ki kendimi tanıtmış oluyorum. Bunun dışında eğlenmek de var tabi. Ama en çok profesyonel anlamda sosyal ağlardan yararlanıyorum. Biyologların resmi bir çatı altında toplanması amacıyla kurduğum kısa ismiyle “16 Nisan” grubu bunlardan en önemlisi... Türkiye'de ilk defa biyologları kendi meslekleri adına bir şeyler yapmak için bir araya getirebildik ve gerçekleştirdiği birçok sanal ve reel aktivite ile son derece atak bir grup olmayı başardık.

“Yaklaşık 20 Kişilik Bir Ekip Olarak İşe Koyulduk ve Böylece Başlattığımız Hareket Resmi Eksenini de Buldu ve Sonrasında Beklediğimizden de Başarılı Oldu”
2009'da BİYOP (Biyoloji Öğrencileri Platformu) mail grubundaki özellikle TUS ile ilgili yapılan haksızlıklardan sonra bu bir araya gelmemiz gerektiğine karar vermiştim. Yani 2 yıl alt yapısını hazırladıktan sonra facebook'da bahsettiğim grubu kurdum. Platformu oluşturduğum günlerde bir çok arkadaşımla görüştüğüm ve destek aldığım halde, ne yazık ki pek de katkıda bulunamadılar. Bunun yerine şu an yönetici olan Onur Atak destekledi. Grup çok hızlı büyüdü ve bir anda biyologlar arasında bir bilinç oluştu. Zaten konuşulmakta olan sorunlar netleşti, ilgili dernekler daha birbiriyle görüşür oldu. Grup kurulduğu günlerde benden ayrı olarak Yılmaz Güngör, Ahmet Burgaç, Filiz Kankur ve Ayşenur Hanım da yürüyüş veya buna benzer bir tepki eylemi için Türkiye Biyologlar Derneği İstanbul Şubesi'nde toplantı talep etmiş ve beni davet etmişlerdi. O gün anladım ki harekete geçmek için çok doğru bir zamanı seçmiştim. Yaklaşık 20 kişilik bir ekip olarak işe koyulduk ve böylece başlattığımız hareket resmi eksenini de buldu ve sonrasında beklediğimizden de başarılı oldu. Şu sıralar Onur grubu yönetmeye devam ediyor. Aslında kollektif bir şekilde yönetmeye devam etmek isterdik ancak biyologlar hala atıl bir şekilde geziyorlar. Bir gün grubu benim başlattığım çizgiden çok daha ilerisine götürüldüğünü görürsem en azından facebook gibi zamanımı alan en önemli faktörlerden birisinden kurtulmuş olacağım. Tabi aynı zamanda Türkiye Biyologlar Derneğinde de faaliyetlerim var. Derneğin facebook, twitter ve diğer sosyal medya sayfalarını da bir kaç dernek yetkilisiyle beraber düzenlemekteyim.

“Meslek Bilinci Olmayınca Sosyal Ağlarda Daha Çok Bölümlerde Verilen Ödevlerle İlgili Sorular Sormak Gibi İhtiyaçlar İçin Kullandıkları Oluyor”
Biyologların sosyal medyaya bakışını toplu şekilde ele alabilmek çok kolay değil. Daha doğrusu değerlendirilebilir değil. Meslek bilinci çok az, olanlarda ise çoğu kez yanlış. Bugün biyoloji bölümü seçen birisine mahvolmuş gözüyle bakılıyor. Çünkü meslek desteklenmiyor, daha temel bir sorun olarak Türkiye'de nerdeyse hiç bir iş bilimsel bakış açısıyla değerlendirilmiyor. Bu karayazı, bu atalet bir kaç yüzyıldır üzerimizde bir hastalık gibi, bir kanser gibi milletimizin, halkımızın yüzünü güldürmüyor. Bilimsel bakış açısı olmadığı için bilim alt yapılı meslekler ne yazık ki daha az iş ve yer bulabiliyor. Sonuç olarak biyologlar dağınık ve perişan haldeler, fizikçiler, matematikçiler ve kimyagerler gibi... Meslek bilinci olmayınca sosyal ağlarda daha çok bölümlerde verilen ödevlerle ilgili sorular sormak gibi ihtiyaçlar için kullandıkları oluyor sosyal medyayı. Kendi sorunlarından bahsederken bile ne var ne yok bilmeden davranıyorlar, bir araya gelmek için basitçe etkinlikler yapıp diğer yapılanları araştırmıyor görmezden geliyorlar. Tabi bunda biraz da ego meselesi var. Halbuki meslek bilinci olsa her önüne gelen kendi merkezli bir şey yapmak yerine yapılana katılsa, arkadaşlarını da buna davet etse... Daha fazla çalışmak isterse bizzat aktivitelerde de yer alır mesela. Bunu ne yazık ki düşünemiyorlar çünkü hala meslek bilincinde değiliz. Bir araya gelmiş geniş kitleli birçok biyoloji grubu var tabi ki. Çoğu kez üyeleri pasif de olsa çok bilinen bu gruplarla ilgili derneğimiz için yaptığım bir çalışmadan dolayı kolayca bilgi verebilirim.

BiyoRss:
Can Holyavkin adlı meslektaşımızın başarılı biyoloji haber besleme grubudur. Sayfasını takip etmenizi önerir biyoloji ile ilgili web sitesi yapanlara RSS beslemesini kullanmalarını öneririm.

Biyologlar Odası:
Facebook'da 2 tane biyologlar odası var. Bunlardan ilki Mustafa Kara adlı meslektaşımızın oda olma yolunda ilerlerken destek amacıyla kurduğudur. Ancak odalaşamadığımız için pek aktif olarak kullanmıyor. Oldukça kalabalık bir sayfadır. Mustafa Bey şu an Türkiye Biyologlar Derneği yönetimindedir.
Diğer "biyologlar odası" ise twitter hesabıyla birlikte biyoloji alanında ürettiğimiz medyatik materyalleri kullanarak yoğun tekrar yöntemiyle biyologların sorunlarına ilgi çekmeye çalışan amatör bir gruptur ancak kullanıcı toplama konusunda başarılıdır.

Biyoloji:
Baha Uygar Mitat adlı arkadaşımızın kurduğu mesleğimizi Facebook’ta temsil eden sayfalardır. Biyoloji alanındaki facebook’taki en kalabalık ve bence en başarılı sayfadır.

Biyologlar:
biyologlar.net'in facebook grubudur. Haber ve etkin duyuru yapabilmesi bakımından yetenekli bir grup.

Biyoloji Günlüğü:
Güzel bir biyoloji bilim sayfası.

Türkiye Biyologlar Derneği:
Derneğin facebook ve linkedin grupları mevcuttur.

Biyologlar Dayanışma Derneği:
Facebook ve twitter hesapları mevcuttur.

16 Nisan Biyologlar Günü Toplanıyoruz, Hakkımız Alıyoruz:
Amacı isminde zaten. O yüzden mümkün olduğunda konu dışına çıkmadan tartışmalar açıyor ve etkinlikler oluşturuyoruz. İsmini ilk yılın sonunda kısaltmak istedim ancak facebookun durmadan değişen kuralları yüzünden böyle kaldı. Kısaca "16 Nisan" yani :) Onur Atak  şu an grubu yürütmeye devam etmektedir..
Aslında belki onlarca hatta yüzlerce grup var ancak ya hiç aktif değiller ya da sadece belli bir amaca-bölgeye yönelik biyoloji sayfaları oldukları için pek bahsetmeye gerek yok diye düşünüyorum.

“Birçok Sağlık Meslek Grubu Bu Tür İnternet Hizmetleri Sayesinde Gücünü Gayri Resmi Alanda da Güçlendirmiştir”
Sağlık alanıyla ilgili çok fazla bilgim yok. Lisans eğitimim sırasında tıp fakültelerinde staj yaptığım sıralarda sağlık alanındaki sorunları görmüştüm. Şu an biyoteknolojiyle uğraştığım için çok az bilgim var. Yine de dernekteki meslektaşlarımızın konuştuğu veya internette denk geldiği kadarıyla bu alandaki meslek gruplarına ait sosyal medyayı da yakından takip ediyorum. Kendileriyle ilgili herhangi bir tatsız durum olduğunda kolayca haberleşip etkinlik oluşturabiliyor, tepkilerini ortakça dile getirip ses getirebiliyorlar. Çünkü biraz önce bahsettiğim gibi bir meslek bilinci bu meslek gruplarında var. Tabi işin bir de bizim bakış açımızdan olanı var. Aslında çok az hekim bunu yapan ancak pek tatsız olan meslek şovenizmi Türk hekimlerinde vahim oranda mevcut. İşte sosyal medyanın mesela bu tarz insanların üstünde engelleyici etkisi var. Çünkü bir dirençle karşılaşıyorlar hem kendi meslektaşlarından hem de saldırdıkları meslek gruplarından. Bunun dışında çok iyi bilemem ama eminim daha iyi haberleşebildikleri için zaten dayanışma içinde olan birçok sağlık meslek grubu bu tür internet hizmetleri sayesinde gücünü gayri resmi alanda da güçlendirmiştir.
Artık öyle bir hal oldu ki haberleri özellikle flaş haber niteliğinde olanları gayet twitterdan, facebook’tan öğreniyor takip ediyoruz. Yine rutin haberler olsun, magazinsel yayınlar olsun bu tür yayınlar da sosyal medyada çok fazla talep edilir ve izlenir hale geldi. İnsan sağlığını ilgilendiren bir yayında hiç şüphe yoktur ki çok büyük kitlelerce takip edilecektir. Bu durumda daha da interaktifleşmesi gereken sağlık haberciliği, aynı zamanda sağlık temalı olması nedeniyle daha da güvenilir olması gerekmektedir. Bu yüzden bu alandaki habercilik önemli bir ihtiyaç haline gelecek ve çok daha hızlı gelişecektir”