2 Temmuz 2012 Pazartesi

İŞİ UZMANINDAN ÖĞRENİN


Sağlık alanında özellikle psikoloji ile ilgili “uzman” adı altında insanların sömürüldüklerini söyleyen bilim adamları bu alanda önlem alınması gerektiği konusunda uyarıyor. İnsanların yanlış hurafelere inandırılarak kandırıldıklarını söylüyor. Sağlık Dergisi, “işin uzmanından” diye aktarılan bilgilerin doğruluğundan nasıl emin olunacağını araştırdı.

 Psikoloji alanında “uzman” adı altında verilen bilgilerin yanlış olduğu konusunda bilim dünyası tepki gösteriyor. Bilim adamları, insanların yanlış yönlendirildiği ve hurafelere inandırıldığı konusunda tepki gösteriyorlar. Edinilen bilgiler bilimsel veriler ile analiz edilerek sorgulanarak yaklaşılmalı. Bilimsel diye anlatılanların doğruluğundan emin olmadan paylaşılmaması konusunda bilim adamları uyarıyor. Peki bu nasıl sağlanacak!

Kahve Kanseri Tetikler mi Azaltır mı?
Cambridge Üniversitesi Öğrenme Liderliği Merkezinde araştırmacı, Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve Türk Eğitim Vakfı'nda eğitim danışmanı olan Özgür Bolat, Sağlık Dergisi’nin sorularını yanıtladı: “Haberlerde yalanı iyi tanımlamak gerekiyor. Bu çok boyutlu. İlk olarak bu konuda yapılmış bir araştırma olmayabilir. Bir bilgi bilimsel bilgi olarak sunuluyorsa, ben ilk önce araştırmanın orjinalini görmek isterim. Makaleyi okumak isterim. İkinci olarak, bu anlamda bir araştırma yapılmış olsa bile, araştırmanın yöntemine bakarım. Farklı bilim adamları “bu araştırmanın yönteminde sorun var” diyor. Dikkate alınmamış olan faktörler, nedeniyle bu araştırmalara güvenmediklerini söyleyenler oluyor. Mesela “kahve kanseri tetikler mi azaltır mı?” hangisine inanılacak. Her ikisinin de ispatladığını iddia eden araştırmalar var. Tıp fakültelerinde yapılan araştırmalarda bile bazı kriterleri göz ardı ederek farklı sonuçlar alabiliyor. Spor yaptıktan sonra dinlenme dönemi için, bir grup bilim adamı diyor ki “eğer masaj yapılırsa kişinin kendine gelmesi hızlı olur.” Başka bir grup ise, “masajın kendine gelmesi ile alakası yok” diyor. Masajın etkisine karşı olanlar, “plasebo etkisi vardır ya da yaştan dolayı etkili olmuştur” gibi birçok gözden kaçan faktörler olduğu görüşünü öne sürüyor. Üçüncü olarak iki ayrı araştırmacı ya da gazeteci bir araştırmayı okuyup farklı yorumlar çıkartabilir. Yanlış yorumlanan sayısız araştırma var. Bütün bu faktörler bir araştırmayı geçersiz kılabilir. 

“Firmaların Yaptırdığı Araştırma Sonuçlarına Güvenmiyor” 
Özellikle sağlık sektöründe ürün pazarlayan firmalar, ürünü ile ilgili araştırma yaptırıyor. Bu tip araştırma sonuçlarına güvenmiyor. Araştırmaların bağımsız kuruluşlar tarafından yapılması lazım. Bağımsız kuruluşlara da yaptırmıyorlar. İnsanlar bazı kuruluşlara araştırma bütçesi veriyor. Sonuçları istediğimiz gibi çıkart demeseler bile firmanın beklentisini bildiği için, firmanın istediği sonuçlara yakın bulunuyor. Bu devlet işlerinde de böyle. İşi yapan devlet, denetleyen devlet. Denetlemeyi bağımsız bir kurum yapmalı. 

Makaleyi Görün ve Literatürde Tersi Makalelerle Karşılaştırın 
Güvenilirlik için ilk adım makaleye bakılmalı. Bilimsel denilen araştırma yanlış tasarlanmış olabilir. “Et yiyenler yüzde 20 daha erken ölüyor” diye bir araştırma yapıldı ancak, başka bir grup çıktı dedi ki; “bu araştırmayı yapanlar vejetaryen, kendi önyargılarına göre araştırma sonuçlarını etkilemişlerdir.” Okuyucu bunu yapmaz, araştırmacılar bunu yapmak durumunda. Akademisyenler, basının ilgisini çekecek makaleleri yayınlamaya başladı. Kendi sonuçlarına güvenmeseler bile en azından isim yapmak ve tartışma başlatmak için yayımlıyorlar. 

“Vücudun Ortaya Çıkarttığı Mekanizmayı Ortadan Kaldırmaya Çalışıyoruz” 
Sağlık sektöründe değilim ama sağlık konusunda bilinçliyim. Vücudun ürettiği her şey sistemi dengede tutmak için çalışıyor. Öksürüğün görevi balgamı atmak. Öksürük vücuda zararlı olsaydı, vücut o mekanizmayı üretmezdi. Bu bağlamda öksürük şurupları başka açılardan yarar sağlasa da sakıncaları var. Mesela, laktik asit spordan sonra ortaya çıkıyor. Onu yok etmeye çalışıyorlardı. Laktik asit tam tersi, vücudun güçlenmesi ve enerji vermek için gerekli olduğu ortaya çıktı. Serbest radikalleri kaldırmak için de çalışılıyordu. “Serbest radikaller vücutta ne kadar çok olursa, vücudun savunma sistemi o kadar düşüyor” diyorlar. Vücudun ortaya çıkarttığı mekanizmayı biz ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. 

“Kişisel Gelişimci” 
 Kişisel gelişimde insanlar neleri değiştirebilir neleri değiştiremez. Bu bağlamda çok bilimsel bilgi var. “Kişisel gelişimci” denildiğinde, kendisi zorluk yaşamış, bir arayışa giren ve bu arayış onu rahatlatmış, bunu da insanlarla paylaşanlar geliyor. Bu deneyim paylaşımı açısından değerlidir. Ama bu deneyimleri kuramlaştırmak ve genel bilgi olarak sunulması çok sakıncalı. Donanımı zayıf olan kişilerin verdiği seminerler bu anlamda sakıncalı. 

“Doktorlar Kendini Çok Az Geliştiriyor” 
Sağlık semineri verenler bu işin eğitimini almış olmalı. Sağlıkla ilgili makaleleri takip ederim, paylaşırım ancak bu konuda seminer vermem. Doktorlarla yaşadığım en büyük sorun, okuduğum makaleleri teyit etmek için soru sorduğumda, bilmiyorlar ve “duymadım” diyorlar. En fazla araştırma tıp alanında yapılıyor. Ancak doktorlar bu hıza yetişmiyor.” 


“Büyük Laflar Etme Alışkanlığı, Gündemde Kalmanın ve Maddi Kazanç Sağlamanın Garantili Yollarından Biri” 
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sinan Canan: “Sadece psikoloji değil, insanın hayatını ve sağlığını doğrudan ilgilendiren konularda “büyük laflar etme” alışkanlığı, hem gündemde kalmanın hem de maddi kazanç sağlamanın garantili yollarından birisidir. Hele ki adınızın başına akademik bir ünvan eklemişseniz, söylediklerinizin kaynağını göstermeniz veya çıkarımlarınızın nedensel sonuçlarını açıklamanız bile çoğu zaman gerekmez. Zira bilimsel metodolojiye uzak ve farklı meslek gruplarından insanlar, kendilerine gelen bilgilerin öncelikle “kimden” geldiğine ve etrafta bu kaynağın ne kadar kabul gördüğüne bakarlar. 

“Çeşitli İddiaları Araştırmak, Bilimin İçinde Olan İnsanlar İçin Bile Zorlayıcı Olabiliyor” 
Bilimsel olduğu öne sürülen iddiaların geçerliliğini ve doğruluğunu test etmek her zaman kolay değildir. Özellikle, hakkında çok fazla bilimsel çalışma bulunmayan konularda ortaya sürülen çeşitli iddiaları araştırmak, bilimin içinde olan insanlar için bile zorlayıcı olabiliyor. Fakat hangi meslekle uğraşırsa uğraşsın, insanların “bilim” dediğimiz faaliyetin temel özelliklerini iyi bilmeleri ve bilimin sınırları hakkında genel kültür seviyesinde de olsa bilgi sahibi olmaları gerekir. İnsanlık tarihi boyunca geçerli bilimsel kuram ve teorilerin hepsinin ortak bir özelliği vardır: Eğer bir hipotez (sav) yahut kuram (teori), evrendeki birçok fenomeni bir anda açıklayabileceği iddiasında ise, bu iddianın geçersiz olma şansı o kadar yüksektir. Kısacası, örneğin, uygulaması basit bir tekniğin (yahut bir ilacın/bitkinin) romatizmadan şizofreniye her şeye iyi gelecek mucize bir yöntem olarak sunulması, ondan şüphelenmek için yeterlidir. Zira insan gibi karmaşık bir organizma; canlılık gibi karmaşık bir süreçler bütünü ve sağlık gibi akıl almaz derecede fazla parametreye bağlı konularda bilimsel olarak her şeyi eksiksiz bir biçimde anlamamızı sağlayacak sihirli bir formülümüz maalesef yoktur. Bilim, el yordamıyla ilerleyen, eldeki büyük sorunları küçük parçalara bölerek adım adım ilerleyen bir yöntemler bütünüdür ve bu kadar “büyük” iddiaların bilimsel temellere dayanmayacağını, bilime aşina olan bir göz basitçe hemen fark edebilir. Elbette, yine, romatizmadan şizofreniye kadar her şeye iyi gelen bir “bitki”, kuramsal olarak mevcut olabilir. Fakat bu tip geniş spektrumlu bir etkinliği test etmek, bilimsel olarak hiç de kolay değildir. 

“Zor Olanı Gerçek Bilimsel Ve Akılcı Bilgileri Ayırt Edebilmek” 
İnsan psikolojisi ve davranış bilimi gibi tartışmalı konularda ortaya atılan birçok iddia da aslında hiç bir şekilde yeni olmayan, zaten konu üzerinde yeterli derinlikte okuyup düşünmüş herkesin şöyle ya da böyle fark edebileceği çeşitli özellikleri, belli çerçeveler içinde sunma çabasından başka bir şey değildir. Son dönemde özellikle “kuantum” etiketli zihinsel taktikler ve kişisel başarıya ulaşma yöntemleri örneklerinde gördüğümüz gibi, bilimin birbiriyle ilgisiz alanlarını bir şekilde bir araya getirerek, kimi zaman ilginç, kimi zaman da sadece safsata olarak nitelenebilecek çıkarımlar ve tavsiyeler ortaya koyma uyanıklığı, işin kolay tarafıdır. Zor olanı ise bunlar arasından gerçek bilimsel ve akılcı bilgileri ayırt edebilmektir. Ara sıra elime geçen bazı kitaplarda o kadar saçma ifadeler okuyorum ki, hayretten ağzım açık kalıyor! Üstelik bunlar, kitapçılarda serbestçe satılan ve bir “uzman” etiketi altında, konudan bihaber binlerce insana sunulan “bilgiler”. Bu sorumsuzluğu anlamam şahsen hala mümkün olamadı. 

“İnsan, Kendi İçindeki İyileştirici Gücün ve Zihninin Bedeni Üzerindeki Gerçek Hakimiyetinin Farkında Değil” 
Açıkça şarlatanlık da olsa, bazı psikolojik yöntemlerden fayda elde ettiğini söyleyen ve takip ettiği yöntemlere hiç bir şekilde söz söylettirmeyen insanlara da sıklıkla rastlıyoruz. Bu da aslında bize insanın psikolojik sorunlarının çözümünün başka bir yerde değil, çoğu zaman insanın kendi içinde olduğunu gösteriyor. Hangi metodu takip ederseniz edin, kendinizi iyileştirmeyi ve hayata daha pozitif bakmayı kafanıza koymuşsanız, bunu zaten bir şekilde başarıyorsunuz. İşte bu alandaki sahtekarlıkları besleyen en önemli özellik de bence burada: İnsan, kendi içindeki iyileştirici gücün ve zihninin bedeni üzerindeki gerçek hakimiyetinin farkında değil. Bu tip yöntemler çoğu zaman sadece, çoğunlukla bilinçsiz olarak, bazı insanlardaki bu gizli gücün açığa çıkmasına neden oluyor. Yoksa öne sürülen yöntemlerin büyük bir çoğunluğu bilimsel açıdan değere sahip değil. 

“Şarlatanlıkların Önüne Geçebilmenin Tek Yolu: Toplumun Genelinde Temel Bilim Okur-Yazarlığını Artırmak” 
Günümüzde bilimin birçok alanında, özelikle fizikte yaşanan gelişmeler, hakkında daha önce hiç bilgimiz olmayan bazı gerçekliklerle bizi karşı karşıya getirdi. Kuantum teorisi, kaos ve karmaşıklık kuramı, saçaklı (fuzzy) mantık gibi alanlar, günlük hayatımızda hiç de aşina olmadığımız başka bir gerçeklikten bahsediyorlar. Bazı uyanık tipler de fizik biliminin bu yeni ve havalı bulgularını bağlamından tamamen kopartarak, bir başka büyük gizem olan “insan ruhu” sorununa eklemleyip, bundan ciddi manada çıkar sağlıyorlar. Bu şarlatanlıkların önüne geçebilmenin benim bilebildiğim tek yolu, toplumun genelinde temel bilim okur-yazarlığını artırmak ve kritik-eleştirel düşüncenin yöntemlerini en azından çocuklarımıza ciddi bir biçimde öğretmek. Bilimin gerçek sınırlarını ve temel yöntemlerini bilen insanlar, böyle “bilimsellik kisvesi altına saklanmış” iddiaları, adeta fosforluymuşçasına kolayca fark edebilirler. 

“Suçun En Az Yarısı, Bizzat Tıp Dünyası Mensuplarında Bence”
Tıp ve sağlık alanı, toplumu çok yakından ilgilendirdiği için, son derece kaotik bir bilgi kirliliğine de sahne oluyor. Bu nihai durumun ortaya çıkışında, halkın sağlık endişelerini istismar eden sahtekarlar kadar, tıp camiasının kendi içine kapalı ve gelenekçi tıp dediğimiz kısır bir anlayışa saplanıp kalmasının da önemli bir rolü var. Piyasada insanların sağlık arayışlarını nakde çeviren birçok kişi zaten var, bunu biliyoruz. Fakat öte yandan, özellikle alternatif ve tamamlayıcı tıp tekniklerine karşı tıp fakültelerimizin ve sağlık çalışanlarımızın ilgisizliği, bu önemli konuyu bizzat şarlatanların ellerine bırakıyor. Alternatif tedaviler konusunda çalışan bir kaç hekimi hariç tutarsak, bu konular tıp fakültelerinde ve hekimler arasında neredeyse yok sayılıyor ve ciddi bir bilimsel araştırma sürecine bir türlü dahil edilemiyor. Hal böyle olunca, piyasada bu konuları istismar etme kabiliyeti olan insanlara da gün doğuyor. Yani suçun en az yarısı, bizzat tıp dünyası mensuplarında bence. 

“Tıp Dünyasındaki Bilim İnsanları Zihinsel Tembelliği Bıraksın” 
Gelenekselciliğe saplanıp kalma, bilim dünyasında da bunu çok net ve keskin bir biçimde izleyebilmek mümkün. Tıp alanını ilgilendiren birçok tartışmalı konuda da konuları kestirip atan, “acaba ben eksik biliyor olabilir miyim?” diye düşünme ihtiyacı dahi hissetmeyen, bilgisinin tamam olduğuna baştan inanmış kişilerin çokluğu, hem tartışmaları kısır döngülere hapsediyor, hem de tartışılması gereken esas konuları gündemden uzaklaştırarak, uyanık şarlatanların ellerine arayıp da bulamayacakları malzemeyi veriyor. Koruyucu hekimlik kavramının bence önemli bir bölümü günümüzde insanları bilinçsiz tıbbi uygulamalardan korumaktır. Fakat bunu yapmanın yolunun, etkisi yüzyıllardır bilinen bir çok geleneksel tedavi biçimine “etkisizdir” diyerek kestirip atmak olmadığı da aşikar. Artık tıp dünyasındaki bilim insanlarının zihinsel tembelliği bırakıp, daha önce bakmadıkları pencerelerden dünyaya bakmaları ve alternatif gerçekliklerin de var olduğunu fark etmeleri gerekiyor. 

“Kişisel Gelişim Tekniğini de Ben Biraz “Hormonlu” Görüyorum” 
Kişisel gelişim sözü ilk duyduğumdan beri bende çok tuhaf çağrışımlar yapar. Aynen vücut geliştirme sporu yapanların birçoğunun “steroid” dediğimiz, anormal kas kitlesi artışına yol açan ilaçlar kullanmaları gibi, piyasadaki birçok kişisel gelişim tekniğini de ben biraz “hormonlu” görüyorum. İnsanın, içinde bulunduğu toplumsal birimlerle olan çetrefilli ve karmaşık ilişkiler ağı içerisinde “kişisel” olarak gelişebileceğini düşünmek bana tam bir kandırmaca olarak gözüküyor. İnsanın yetenekleri gerçekten de inanılmaz derecede geliştirilebilir, fakat toplumdan kopuk; insanın sosyal ve ruhsal yanını ihmal eden gelişim tekniklerinin ne kadar mutluluk ve tatmin getireceği başlı başına tartışılması gereken bir konudur. 

“Kişisel Gelişim Uzmanı Olmanın Bir Okulu Yahut Merkezi Bir Sertifikalandırma Sistemi Yok”
 Kişisel gelişim uzmanı olmanın bir okulu yahut merkezi bir sertifikalandırma sistemi yok. Dolayısıyla, bu konuda belli bir derecede ve sürede uğraşmış herkes “kişisel gelişim uzmanı” olabiliyor. Üniversite kürsülerinde sadece bilimsel derecelerle öğretim elemanı olabilmek ne kadar doğruysa, bu da o kadar doğrudur. Zira, bir şeyi yapabilmek başka, öğretebilmek başkadır. Öğretebilmek, alıcı ile öğreten arasındaki ilişkinin sağlam kurulmasına ve öğreticinin, talebe psikolojisini ve pedagojisini iyi bilmesine dayanır. Bu işin “eğitim yöntemi” açısından temel sıkıntısı. Tabii bir de “kişisel gelişim” denen bu paketlerin içeriği söz konusu. Hepsini elbette detaylı inceleme fırsatım olmadı ama şimdiye kadar karşılaştığım ve inceleme fırsatı bulduğum yöntemlerde, temel insani değerlerin çok gerilere itildiğini, insanların bencilce bir ket vurma ve yalıtılma psikolojisi içinde başarıya şartlandırıldığına tanık oldum. Benim bildiğim dünyada böyle bir tavsiyeler zinciri, tatminsizlik ve mutsuzluk dışında bir sonuç veremez.

“Derinlikli Bir Tıp Ve Psikoloji Bilgisine Sahip Olmalı” 
Elbette insanları okuma ve onlara yaşamda başarıyı yakalama adına tavsiyeler verme konusunda doğuştan yetenekli, yahut kendisini yetiştirmiş insanlar da mevcut. Bu tanıma uyan bir kaç insan tanıyorum ve ona göre “yaşam koçluğu yapabilecek” insan modelinin nasıl olduğunu soracak olursanız, şöyle bir kaç özellik sayabilirim: Bir kere derinlikli bir tıp ve psikoloji bilgisine sahip olmalı. Dolayısıyla bu tip tavsiyeleri verecek insanların tıp tahsili yapmış olmaları bence, bir zorunluluk değilse bile, büyük bir avantaj. Ayrıca bu insanların “olumsuz deneyimler” yaşamış ve bu deneyimlerden şahsi dersler çıkartmış olmaları da önemli. Hekimlik pratiğinden gelen insanlar bunları klinik gözlemlerle zaten oldukça teferruatlı şekilde deneyimliyor. Son olarak, bence kişisel sıkıntılara şifa olmaya aday bir insanın, bu uğraşı bir para kazanma alanı olarak değil, bir yaşam biçimi olarak algılaması gerekiyor. Eğer bu temel şartları bir insanda bir arada bulabilirseniz, bence o kişi “kişisel gelişim” ve “yaşam koçluğu” alanlarında söz söyleyebilmek için temel donanıma sahip demektir. 

 “Bir Profesörün Bildiklerini Öğrencilerine Ne Derece Aktarabildiği Sınayabilecek Yöntemler Uygulamada Kullanılmıyor” 
Ülkemizde maalesef birçok meslek grubu, meslekleriyle ilgili temel yeterliliklere haiz olup olmadıkları konusunda mensuplarını sınayabilecek kıstaslardan mahrum. Sözgelimi bir profesörün bildiklerini öğrencilerine ne derece aktarabildiği ve eğitim açısından ne kadar başarılı olduğunu sınayabilecek yöntemler ne yazık ki uygulamada kullanılmıyor. Elbette işin bir de kolaycılık yanı var: Standart kalıplar eğitim ve öğretimde uygulanıp geçildiğinde, gerekenin yapıldığı ve sorumluluğun yerine getirildiği gibi bir yanlış kanı var. Halbuki zaman ve ihtiyaçlar hızla değişiyor; bilimsel bilgi sürekli artıyor ve her gün yepyeni sorunlar toplumun ve bireylerin gündemlerini işgal ediyor. Yani, sağlık eğitimlerinin ve sağlıkla ilgili birçok sorunun altında, aslında tıp felsefemiz ve insana bakış açımız yatıyor. Bunları ciddi olarak gözden geçirmeden çok fazla bir ilerleme kaydedebileceğimizi zannetmiyorum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder