okumak için : http://www.corumhaber.net/ yonetim/resim/bresim/ 44c1e.pdf
31 Ocak 2012 Salı
Gribe karşı antibiyotik kullanılmamalı! tv 2023 haber ajansı
Gribe karşı antibiyotik kullanılmamalı!
HAYATI YENİDEN KEŞFEDİN
Kitapları yüz binlerce satan, pek çok dile çevrilen Dr. Jeffrey Young ve Janet Klosko’nun büyük ilgi gören kitabı “Hayatı Yeniden Keşfedin” PsikoNET yayınları tarafından uzman isimlerce Türkçeye kazandırıldı. Şema terapi yönteminin psikiyatrik birçok sorunun testleri ve çözüm yolları kitapta detaylı olarak ele alınıyor. Hayatı Yeniden Keşfedin” mutluluğa ulaşmanızı engelleyen girdaplardan nasıl kurtulabileceğimizi gösteriyor.
Şema Terapi yönteminin yaratıcılarından Dr. Jeffrey Young ve Janet Klosko, ilaçların yardımı ve uzun süren geleneksel terapiler olmadan, şemalarınızı testler aracılığıyla fark edip, bilişsel terapinin devrim niteliğindeki ilkeleri ile değiştirmenize yardımcı oluyor. Kendinizi sınayın, testleri yapın, kendinizi tanıyın! Young ve Klosko hem ilişkilerde hem de iş hayatında anlamlı değişiklikler yapabilmemiz için gerekli yolları basit bir dil ve okuyucunun kendi kendine yapabileceği testlerle ortaya koyuyor. Hayatı Yeniden Keşfedin, PsikoNET Yayınları tarafından okurlara sunuldu. Çeviri editörleri ise PsikoNET Psikoterapi ve Eğitim Merkezi yöneticisi Psikiyatrist Dr. Alp Karaosmanoğlu ve Klinik Psikolog Esra Tuncer.
11 “Şema” Kalıbı İnceleniyor
Sürekli size soğuk davranan kişilerle mi ilişkiler yaşıyorsunuz? En yakın hissettiğiniz kişilerin bile sizi umursamadığını ya da yeterince anlamadığını mı düşünüyorsunuz? Aslında bir şekilde kusurlu olduğunuzu ve sizi gerçekten tanıyan birinin sizi sevip kabullenmesinin olasılıklı olmadığını mı düşünüyorsunuz? Başkalarının ihtiyaçlarını kendinizinkilerden önde mi tutuyorsunuz? Böylece ihtiyaçlarınız hiç karşılanmıyor mu hatta ihtiyaçlarınızın neler olduğunu bile bilmiyor musunuz? Başınıza korkunç bir şey geleceğinden basit bir boğaz ağrısının bile ciddi bir hastalığın belirtisi olabileceğinden mi korkuyorsunuz? Çevrenizden ne kadar takdir ve onay alırsanız alın, hala bunu aslında haketmediğinizi düşünüyor ve mutsuz mu hissediyorsunuz? Bu kalıplara “şema” deniyor. Bu kitapta, en yaygın on bir şema tanımlanıp, onları nasıl tanıyacağınız, kökenlerini nasıl anlayacağınız ve onları nasıl değiştireceğiniz anlatılıyor.
“Şema, Çocukluktan Başlayan Ve Yaşam Boyunca Sürekli Tekrar Eden Bir Kalıp”
Dr. Alp Karaosmanoğlu, kitap hakkında: “Şema, çocukluktan başlayan ve yaşam boyunca sürekli tekrar eden bir kalıptır. Bize ailemiz ya da diğer çocuklar tarafından yapılan bir şeyle başlamıştır. Terk edilmiş, eleştirilmiş, aşırı korunmuş, istismar edilmiş, yok sayılmış ya da yoksun bırakılmışızdır, bir şekilde zarar görmüşüzdür. Sonunda şema hayatımızın bir parçası olur. Büyüdüğümüz evden ayrıldıktan yıllar sonra bile, bize kötü davranılan, ihmal edildiğimiz, aşağılandığımız ya da kontrol edildiğimiz ve istediğimiz hedeflere bir türlü ulaşamadığımız durumlar yaratmaya devam ederiz.
Şemalar düşünce, duygu, davranış ve ilişki kurma biçimlerimiz etkilerler. Öfke, üzüntü ve kaygı gibi bazı güçlü duyguları tetiklerler. Sosyal statü, ideal bir evlilik, yakınlarımızın takdiri, meslekte başarı dahil her şeye sahipmişiz gibi görünsek de, hayattan tat almayı ve başarılarımıza sevinmeyi beceremeyiz” diyor.
Psikiyatrist, PsikoNET Psikoterapi ve Eğitim Merkezi Kurucusu ve Uluslararası Şema Terapi Derneği’nce onaylı Şema Terapisti ve Eğitmeni Dr.Alp Karaosmanoğlu, sorularımızı yanıtladı.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, psikiyatri ihtisasını Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tamamladım. Okan Üniversitesinde Klinik Master Bölümünde Şema Terapi Eğitimi ve CBT Süpervizyonu veriyorum. 2006 yılında Şema Terapi’nin kurucusu Jeffrey Young ile beraber düzenlediğimiz sempozyum ve ardından düzenleğimiz yurt içi eğitimleri ile bu terapi tekniğinin Türkiye’de yaygınlaşmasına aracılık ettim. Yurt içinde ve yurt dışında Şema Terapi Uluslararası Sertifikasyon eğitimleri veriyorum. Psikonet Yayıncılık bünyesinde meslektaşlarım ile beraber pek çok Bilişsel Davranışçı ve Şema Terapi kitaplarını Türkçe’ye kazandırıyoruz.
Kitabı çevirmenizdeki etken nedir?
Bu kitap aslında psikoterapilerimizde kullandığımız ve eğitimlerini verdiğimiz Şema Terapi’nin danışanlar için el kitabıdır. Kendi başına okunabileceği gibi, aynı zamanda terapiye yardımcı olarak da kullanılabilmektedir. Bu nedenle bu kitabın Türkçeye çevrilmesi bizim için önemliydi.
Kitapta verilmek istenen mesaj nedir?
Kitabın mesajı aslında adında gizli. Çevremizdeki olayları algılamamızda kalıp görevi gören şemalar, pek çok ruhsal şikayetlerimizin kökenidirler. Çocukluktan itibaren geliştikleri için kişi kendisi bu şemaları fark edemez. Hayatında devam eden sıkıntılar hep olmalıymış gibi hisseder ve yaşar. Bunların fark edilmesiyle kişi hayatını yeniden ve daha doyumlu yaşamaya başlar.
Okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Üretken, cesur ve yakınlık içinde bir yaşam için kendi şemalarınızı fark edip, değiştirebilirsiniz.
Kitabınızla ilgili nasıl tepkiler aldınız?
Danışanlarımızdan çok iyi geribildirimler alıyoruz. Terapilerde konuştuğumuz pek çok konunun derli toplu bir yerde olması, kişilerin değişimin mantığını anlamasına çok yardım ettiğini söylüyorlar.
Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
En önemlisi haber yapılan konu uzmanlar tarafından mı anlatılıyor diye bakıyorum. Çocuk psikolojisi ile ilgili bir konu bir nörolog tarafından anlatılıyorsa, buna güvenmiyorum. Ayrıca kişi hekim değil ise güvenim azalıyor.
Türkiye’deki çalıştığınız alandaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Psikoterapi alanında güzel şeyler yapılıyor. Terapi okulları kendi eğitimlerini veriyorlar ve uluslararası sertifikasyon eğitimleri, ülkemizde verilen hizmetin kalitesini arttırıyor diye düşünüyorum.
ÇEKİLİŞ BAŞLIYOR!
- Blogu izlemeye almak ( yan tarafta siteye katıl yazan yere tık)
- Facebook sayfamı beğenmek (kullanmayanlar için zorunlu değil)
- Bu yazının altına yorum yazmak
Adsız ve mail adresi olmayan yorumlar dikkate alınmayacak. Adınızı ve mail adresinizi yazarsanız memnun olurum.
2 Şubat Perşembe günü saat 23:00'a kadar yorum bırakabilirsiniz. Çekiliş sonucu 3 Şubat Cuma sabahı buradan duyurulacaktır.
ÇEKİLİŞİ Gökhan KAVUNCUOĞLU KAZANDI. ADRESİNİ İLETTİĞİNDE KİTABI GÖNDERECEĞİM
- Blogu izlemeye almak ( yan tarafta siteye katıl yazan yere tık)
- Facebook sayfamı beğenmek (kullanmayanlar için zorunlu değil)
- Bu yazının altına yorum yazmak
Adsız ve mail adresi olmayan yorumlar dikkate alınmayacak. Adınızı ve mail adresinizi yazarsanız memnun olurum.
2 Şubat Perşembe günü saat 23:00'a kadar yorum bırakabilirsiniz. Çekiliş sonucu 3 Şubat Cuma sabahı buradan duyurulacaktır.
ÇEKİLİŞİ Gökhan KAVUNCUOĞLU KAZANDI. ADRESİNİ İLETTİĞİNDE KİTABI GÖNDERECEĞİM
“TIBBİ CİHAZ SEKTÖRÜ YATIRIM, ÜRETİM, BÜYÜME SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ”
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Tıbbi Cihaz Üreticileri Derneği (TÜDER) ortaklaşa yaptığı Çalıştay kapsamında gerçekleştirilen “Türkiye de Tıbbi Cihaz Sektörü Yatırım, Üretim, Büyüme Sorunları Ve Çözüm Önerileri” panelinde kamu yetkilileri ve sektör temsilcileri katıldı. Toplantıda sektörün yatırım, üretim ve büyüme sorunlarıyla çözüm önerileri ele alındı.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Tıbbi Cihaz Üreticileri Derneği (TÜDER) ortaklaşa yaptığı “Türkiye Tıbbi Cihaz Sektörü Yatırım Fırsatları ve Kamu Destekleri Çalıştayı”, Ankara Bilkent Otel’de gerçekleştirildi. Sektörün ülkemizdeki yatırım, üretim ve büyüme sorunlarıyla çözüm önerileri hakkında kamu yetkilileri ve sektör temsilcileri görüşlerini dile getirdi. “Türkiye de Tıbbi Cihaz Sektörü Yatırım, Üretim, Büyüme Sorunları Ve Çözüm Önerileri” isimli panelin yöneticiliğini Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hüseyin Rahmi Çetin yaptı. Çetin şunları söyledi: “Tıbbi cihaz sektörü dinamik yapısıyla özellikle son yıllarda sürekli büyüme göstererek en hızlı gelişen sektörler arasında yerini almıştır. Tıbbi cihaz sektörü yüksek teknolojili ürünler grubunda yer almaktadır. Bu nedenle teknolojik gelişmelere paralel olarak sürekli gelişme görmekteyiz. 200 milyar doların üzerinde ihracat potansiyeli ile teknolojik açıdan ileri düzeydeki ülkeleri yakalayıp dünyada ön sıralarda görmekteyiz. Diğer taraftan ülkemizde yerli üretimin Ar-Ge temelli olmaktan ziyade montaja yönelik olduğu ve düşük teknolojik içerikli ürünler yoğunlaştığı ve içinde yüzde 85’i aşan oranlarda ithalatla karşılandığı görülmektedir. Bakanlığımız destekleriyle ilgili olarak teknoloji geliştirme kapsamında bu bölgelerde bin 746 adet firmadan tıp sektöründe 40, biyomedikal sektöründe 45 ve biyoteknoloji sektöründe ise 30 adet firmanın yer aldığını görmekteyiz.”
Türkiye’nin 2011 Yılı Tıbbi Cihazlar İhracat Rakamı 180 Milyon Dolar
“Dış Ticarete İhracat Destekleri” isimli sunumu yapan Ekonomi Bakanlığı İhracat Genel Müdürü Tarık Sönmez şu bilgileri verdi: “Türkiye’nin Tıbbi Cihazlar ihracatında 2010 tam yıl rakamı 138 milyon dolar civarında, 2011 yılı 10 aylık dönemde 150 milyon dolar bizim tahminlerimizde yaklaşık olarak yılsonu itibariyle de geçici rakamlar var, 180 milyon dolar ihracatla kapatabiliriz. Yüzde 37,5 bir artışa tekabül etmektedir. Almanya, Fransa, Irak ve Azerbaycan ülkemizin tıbbi cihaz ihracatı gerçekleştirdiği ilk dört ülkeyi oluşturmaktadır. Bu ülkelerin ardından ise önceki yıllarda bu alanda hiç ihracatımızın olmadığı Somali beşinci sıraya yerleşmiş bulunmaktadır. 2010 yılı ithalata değeri 1,5 milyon dolar, yüzde 15’lik bir artışla bir önceki yıla göre. 2011 yılının 10 aylık dönemine baktığımızda 1. 400 milyon dolar yaklaşık 1.7-1.8 milyon dolar kapatmış olacağız. ABD, Almanya ve Çin ülkemizin tıbbi cihaz İthalatı gerçekleştirdiği ilk dört ülkeyi oluşturmaktadır. Bu ülkelerin arasında 9. sırasında İrlanda görülüyor. 2010 yılı itibariyle 1.4 dolarlık bir açık cari açığa negatif anlamda katkı yapan sektörlerimizden bir tanesi, 1,5 milyon dolar civarında bir açık var 2011 kümülatif rakamları itibariyle.
Dünya tıbbi cihazlar ticaretinin gelişmiş ülkeler arasında gerçekleştiğini, diğer bir deyişle endüstri içi ticaret niteliğinde olduğunu göstermektedir. Dünyada 25. en çok ithalat gerçekleştiren İrlanda ihracatta altıncı sırada ve en önemli ithalatçı ülkelerin tedarikçileri arasında en üst sıralarda yer almaktadır. En çok ithalat gerçekleştiren 22. ülke olarak ülkemizin tedarikçileri arasında ise İrlanda onuncu sırada yer almaktadır.
Sektörel Derneklere Fuar Desteği
Firmaların fuarlarının şirketler, kurum ve kuruluşlar şeklinde istifade etmek mümkün. Sektörel derneklerde aynı şekilde fuarlara dernek olarak iştirak edebiliyorlar. Burada katılım bedellerini temsilcilerin ulaşım masraflarını, eğer yetkili organizatörler milli katılım tabir edilen katılımla gidiliyor ise iki gider kalemini, bireysel katılım ise o takdirde de boş stant kirası, standart stant donanım masraflar, nakliye, temsilci ulaşım masrafları gibi masrafları karşılıyoruz. 2011 yılında 231 adet fuar bu şekilde gerçekleşmiştir. 2011 yılında 2770 adet fuar bireysel katılımı desteklenen fuarlar listesinde yer almıştır. Genel fuarlarda azami 10 bin dolar sektörel fuarlarda azami 15 bin dolar ve yaklaşık harcamanın yüzde 50’si oranında bazı istisnalarımız var. Hedef ülkeler mesela yüzde 70’i belli sektörlerde olursa yüzde 75 veriliyor. Üretici dernekler bizleri davet ederlerse tüm devlet yardımlarını bütün detaylarıyla anlatmaktan memnun oluruz. 81 ilde 125 tanıtım yaptık.
UR-GE ile Yüzde 75’e Varan Destek
Uluslararası Rekabetçiliğin Geliştirilmesinin Desteklenmesi (UR-GE) Tebliği, proje değerlendirme marifetiyle proje şeklinde destek var. Yüzde 75’e varan bir destek. TÜDER bu anlamda diğer üretici derneğin olduğu gibi müracaatını yapıp üyeleri adına kendileri üzerinden yapılacak olan tanıtımlarda bu bahsettiğim ihtiyaç analizi, eğitim danışmanlık, yurt dışı pazarlama alım heyeti, istihdam, bireysel danışmanlık gibi teşviklerden faydalanabilir. Yurtdışı pazar araştırması desteği, şirket çalışanı ya da ortağının yapacakları pazara girişle alakalı seyahatlerinin konaklamalarının ve tanıtım faaliyetlerinin desteklenmesi şeklinde. Şirket olduğunda harcama bedellerinin yüzde 60’ı, iş birliği kuruluşu tanımına giren kuruluşlarımızda da yüzde 75’i maksimum 200 bin dolar olmak üzere desteklenmektedir.
E-Ticaret Sitelerine Üyelik Desteği ile 10 Bin Dolara Kadar Yıllık Aidat Karşılanması
E-Ticaret sitelerine üyelik desteği üyelikte fayda görülen ve denetim ve incelemeler sonucunda ilgili sektörde o üyeliğe uygun olduğunu düşündüğümüz elektronik ticaret sitelerine üyelikte yüzde 70 maksimim azami olarak 10 bin dolara kadar yıllık üyelik aidatlarının karşılanması söz konusudur. “Çevre Desteği” malınızı, ürününüzü satarken yurt dışındaki akredite edilmiş kurum ve kuruluşlardan alınması gereken bir takım kalite ve çevre belgeleri söz konusu. Bunlar içinde harcama bedellerinin yüzde 50’si oranını geçmemek üzere her bir belge bazında da 25 bin doları geçmemek üzere desteğimiz vardır.
TURQUALITY® ve Marka Desteği ile 5 Yıl Süreyle Harcamalara Destek
TURQUALITY® ve Marka Desteği kapsam, ne yazık ki tıbbi cihaz firmamız şu an için mevcut değildir. Önümüzdeki günlerde TURQUALITY® veya MARKA Programında tıbbi cihaz firmasının bulunmasını arzu ediyoruz. Tamamen objektif kriterler çerçevesinde yapılan değerlendirme kuruluşlarından yapılan değerlendirmenin sonucunda değeri yetkinliği sağlayan firmaları bu kapsama alıyoruz. Bu kapsamdaki desteklerimi TURQUALITY® programında 5 yıl süreyle yüzde 50 oranında marka patent, tescil, marka tanıtım, kira gibi alanlardaki harcamaları destekliyoruz. Marka Programında ise, 4 yıl süreyle yüzde 50 karşılanıyor. TURQUALITY® programında harcamada sınır yok, harcamalarının yüzde 50’si karşılanıyor. Bu programdan en fazla faydalanan ve bizden en fazla devlet desteği alan firmalarımız bizim için en iyi firmalardır. TURQUALITY® programında 77 firma, 88 marka, Marka programında ise 33 firma, 36 markası mevcut. 185 firma müracat etmiş. Yurt dışında mağaza, ofis, depo, showroom ve franchise mağaza örgütlenme olduğunda desteklerimiz mümkün.
Samsun’da Medikal Tedarik ve Hizmetler İş Kümesi
KOBİ işbirliği ve kümelenme projesi, yer alan iller; Çorum, Samsun, Trabzon, Kahramanmaraş, Gaziantep. Samsun’da Medikal Tedarik ve Hizmetler İş Kümesi Yapılacak çalışmalar var. Kümede yer alan firmaların rekabetçiliğinin artırılması, pilot aktiviteler ile KOBİ’lerin verimliliğinin en az yüzde 20 artırılması. Samsun’da kurulan Küme Bilgi Ofisi ile kümede yer alan KOBİ’lerin ihracata yönelik faaliyetlerin desteklenmesi. Türkiye’de aynı sektörde yer alan BROP ve BROP dışı illerde işbirliklerinin geliştirilmesi. Medikal Tedarik ve Hizmetler İş Kümesi ile birlikte Uluslar arası Rekabetçiliğin Geliştirilmesinin Desteklenmesi Hakkında Tebliğ kapsamında proje hazırlanarak küme firmalarının yurtdışı pazarlara açılımının sağlanması.”
“Yenilikçi Uygulamalar Mali Destek Programı” ile Projenin Toplam Bütçesinin Yüzde 30’u
“İç Pazarda Yerli Ürün Kullanım Destekleri”, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Dr. İrfan Şencan sunumunda şunları söyledi: “Teknolojiyi geliştirecek tarafta üniversiteler, eğitim araştırma hastaneleri, sağlıkla ilgili taraflar, mühendisler, kimyacılar, biyologlar çalışacak.
Tıbbi malzeme yerli üretimi için Kalkınma Ajansları “Yenilikçi Uygulamalar Mali Destek Programı” çerçevesinde üretici firmalara hazırladıkları projelerinin toplam bütçesinin yüzde 30’ u kadar geri ödemesiz kredi verebiliyor. Sizin bu yüzde 30’u almanız ve bizimde size her türlü desteği vermemiz gerekiyor.
“Yerli Malı Teklif Eden Lehine Yüzde 15 Oranına Kadar Fiyat Avantajı”
Yerli malını teklif eden istekliler lehine fiyat avantajı uygulanması madde 61 yaklaşık maliyeti eşik değerin altında kalan mal alımı ihalelerine sadece yerli isteklilerin katılabileceğine ilişkin düzenleme yapılabilir. Ayrıca sadece yerli isteklilerin katılımına açık ihalelerde, yerli malı teklif eden yerli istekliler lehine yüzde 15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanabilir. Mal alımı ihalelerinde yaklaşık maliyetine bakılmaksızın, tüm isteklilerin katılabileceğine ilişkin düzenleme yapılabilir ve bu ihalelerde yerli malı teklif eden istekliler lehine yüzde 15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanabilir.
İki Önemli Eksik!
Yerli ürünlerin geliştirilmesine yönelik olarak, kamuda çalışan doktorların, “yerli üretici firmalara” Ar-Ge desteği sağlayarak ürün geliştirilmesine katkıda bulunmasının mevzuat anlamında önünün açılacak. İki eksiğimizden biri akademi sanayi ile birlikte iş yapmıyor. Bunun özendirici mevzuatı azdı ama hepsinden önce psikolojik faktörünü kırmamız lazım. Üniversitelerle ortak çalışmalar yapılsın. Bundan umutluyum yeni üniversiteler açıldı hem teknolojik hem eleman alt yapısı henüz zayıf olsa da kısa sürede artacağına ve üreticiye daha yakın noktaya gideceğini düşünüyorum. İkincisi branşlar arasında çalışma eksiğimiz var. Tıp fakültesindekiler oluşmuş veya satın almış biri ürünü kullanarak ameliyat metodunu geliştiriyor. Ama ameliyat metodunu farklılaştırmasına yarayacak el aletinin diğer tıbbi cihazın geliştirmesini yönelik kafa yormuyor. Ayrıca her türlü ürün geliştirirken sadece kullanıcı tarafından öneri getirilmemesi, diğer taraftan kimyacı, biyolog, fizikçi ve makinacı tarafından getirilecek önerilerle birleşirse bir ürüne dönüşüyor. Biz disiplinler arası ortak çalışmayı yapamıyoruz. Bu iki sorunu aşmamız lazım. Sağlık Bakanlığı tarafından potansiyelimizi sanayi ile birlikte kullanacak mevzuat düzenlemelerini 660 sayılı kanun KHK ile aştık. Yerli firmaların ürün desteği sağlamak için 209 sayılı kanunda değişiklik yaptık.
“Yetişkinler İçin En Önemli Motivasyon Aracı Paradır”
Bakanlık ve bağlı kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşları haricindeki kuruluş veya kişilerce, sağlık hizmetleri dışında, kurum içinde veya hizmetin gerektirdiği yerde, kurumdan istenecek bilimsel görüş, proje, araştırma ve benzeri hizmetler kurumca kabul edilecek esaslara bağlı olmak üzere yapılabilir. Karşınızdaki hastane veya üniversite hastanesi kurum olarak sizinle anlaşma yapabiliyor. Siz oradaki uzmanlarla belirlenen saatler içinde belirlenen mesai kadar hizmet alabiliyorsunuz. Size bu hizmeti veren insanlarda bir tüccarlarla gizli bir iş yapıyormuş halinden kurtuluyor. Bunun içinde kuruma para ödeyebiliyorsunuz. Ödediğiniz paranın yüzde 65’ine kadar olan tutarını buna katkıda bulunanlara ödenebiliyor. Üstelik üniversitelerden bir aşama daha ileri gittik ve tavanda koymadık. Sizin ödediğiniz para size bir-iki kişi çalışmışsa onlara verilebiliyor. Şunu biliyoruz ki yetişkinler için en önemli motivasyon aracı paradır.
“Alım Garantili Sözleşmeler Yapılabilir”
Bakanlık ve bağlı kuruluşları, sağlık hizmeti sunumunda ihtiyaç duyulan tıbbî cihaz, ilaç ve diğer ürün ve hizmetlerin alımında mümkün olduğunca yurtiçi sanayi imkanlarından faydalanır, bu amaçla yurtiçi firmalara araştırma, geliştirme, prototip ve seri üretim faaliyetlerini yaptırır. İhtiyaç halinde yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilerle alım garantili sözleşmeler yapılabilir ve 7 yıla kadar, gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişilebilir.”
“Vücut Dışı Ortez ve Protezlerden Katılım Payı Alınacak”
“Tıbbi Malzemede Geri Ödeme Politikaları” sunumunda öncelikle Kurumu ve görevlerini tanımlayarak başlayan SGK Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü Tıbbi Malzeme Daire Başkanı Dr. Hanefi Gök şu bilgileri verdi: “Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı,Sağlık Bakanlığı,Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,Hazine Müsteşarlığı’nı temsilen birer üye ile,Sosyal Güvenlik Kurumu’nu temsilen iki üyeden toplam 7 üyeden oluşur. Komisyonca gerekli görülen hallerde sağlık hizmetlerinin türlerine göre birden fazla alt komisyon kurulabilir. Kurum, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile dernek, vakıf, federasyon, konfederasyon ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının görüşlerini alabilir. Vücut dışı ortez ve protezlerden katılım payı alınacağı hükme bağlanmıştır.
TİTUBB kayıt/bildirim işlemi Yapılmalı
SUT’un “Tıbbi Malzeme Temini ve Ödeme Esasları" başlıklı 7. maddesine göre; tıbbi malzeme kapsamında değerlendirilir. Kurumla sözleşmeli sağlık kurumları tarafından temin edilen tıbbi malzemeler; SUT’ta belirtilen istisnalar hariç olmak üzere Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Ulusal Bilgi Bankasına (TİTUBB) kayıt/bildirim işlemi tamamlanmış olmalıdır. Bir malzemenin TİTUBB kayıt/bildirim işlemi tamamlanmış olması o malzemenin Kurumca ödenmesi için tek başına yeterli değildir.
Yatarak Tedavilerde Kullanılan Tıbbi Malzemeler Kurumla sözleşmeli sağlık kurumlarında yatarak tedavilerde kullanılan tıbbi malzemeler EK 5/C listesinde yer alan protez ve ortezler ve Kurumca iade alınan cihazlar hariç, sağlık kurumu tarafından temin edilmek zorundadır. SUT eki “Sağlık Kurumları Puan Listesi”nde yer alan birim puanlar “basit sıhhi sarf malzemeleri” dâhil olarak tespit edildiğinden, SUT eki “Bedeli Ödenmeyecek Basit Sıhhi Sarf Malzemesi Listesi”nde yer alan tıbbi malzemeler, hiçbir şekilde hastalara aldırılamaz ve sağlık kurumu faturalarında ayrıca gösterilemez. SUT ve eki listelerde yer alan malzemeler, SUT ve eki listelerde belirlenen birim fiyatlar üzerinden fatura tutarını aşmamak üzere ödenir. Yatarak tedavilerde temini zorunlu tıbbi malzemelerin, hastaya aldırılması durumunda; fatura tutarı hastaya ödenerek ilgili sağlık kurumunun alacağından mahsup edilir. 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi olmayan Resmi Sağlık Kurum ve Kuruluşları ile Özel Sağlık Kurum ve Kuruluşlarında; SUT ve eki listelerde yer almayan tıbbi malzemeler; Kamu İhale Kurumu İhale Sonuç Formu Ekranında tespit edilen ve Kurum taşra teşkilatı inceleme birimlerince benzer nitelikte, aynı işlevsel özellikte ve aynı tıbbi sonucu verdiği kabul edilen malzeme tutarları esas alınarak ödenir. SUT ve eki listeleri ile Kamu İhale Kurumu İhale Sonuç Formu Ekranında fiyat tespit edilemeyen tıbbi malzeme bedelleri Kurumca karşılanmaz.
Kamu İhale Kurumu İhale Sonuç Formu Ekranı
SUT ve eki listelerde yer alan malzemeler, SUT eki listelerde yer alan fiyatlardan fatura tutarını aşmamak üzere ödenir. SUT ve eki listelerde yer almayan tıbbi malzemeler; Kamu İhale Kurumu “İhale Sonuç Formu Ekranı”nda tespit edilen ve Kurum taşra teşkilatı inceleme birimlerince benzer nitelikte, aynı işlevsel özellikte ve aynı tıbbi sonucu verdiği kabul edilen malzeme tutarları esas alınarak ödenir.
SUT ve eki listeleri ile Kamu İhale Kurumu İhale Sonuç Formu Ekranında fiyatı tespit edilemeyen tıbbi malzemeler, piyasa araştırması, her türlü fiyat araştırması yapılarak taşra teşkilatı inceleme birimlerince benzer nitelikte, aynı işlevsel özellikte ve aynı tıbbi sonucu verdiği kabul edilen en ucuz malzeme bedeli esas alınarak fatura tutarını aşmamak şartıyla ödenir. EK-5/A: fiyatlandırılmış tıbbi sarf malzemeleri listesi, EK-5/B: bedeli ödenmeyecek basit sıhhi sarf malzemeleri listesi, EK-5/C: protez ve ortez listesi, EK-5/D: yara bakım ürünleri, EK-5/E: kurumca bedeli karşılanacak omurga cerrahisi tıbbi malzeme listesi, EK-5/F: kurumca bedeli karşılanacak ortopedi ve travmatoloji branşında yer alan artroplasti alanı tıbbi malzeme listesi yer alır.
“Tıbbi Malzemede İlaç Gibi Ruhsatlandırmamız Yok”
Tıbbi malzemede ilaç gibi ruhsatlandırmamız yok. Sadece CE belgesi ile ülkemizde tıbbi malzeme girebiliyor. Bununla ilgili ciddi tedbirler almamız gerekiyor. Özellikle CE belgesi açısından çok ciddi sorunları aşılmalı. Pozitif ve negatif listeler tamamlanmalı. Özellikle pozitif listeleri tamamlarsak negatif listeleri gündemden kaldıracağız. Fiyatı tespit edilmemiş ürünler ayrıca bir sorun, özellikle ayaktan tedavide kullanılan ürünlerde. UBB kayıtları ve MEDULLA’ya sunulması ve en son yaşadığımız UBB kayıtta çok ciddi sorunlar, zaaflar var. Bununda güçlendirilmesi lazım.
“Akademisyenlerimiz Hiçbir Ücret Almadan Çalışıyorlar”
Kaliteli üretim ve kaliteli hizmetin ödenmesi asıl amacımız. Tıpta birinci kural, önce zarar vermedir. Özellikle hastaya zarar verebilecek defalarca revizyon ameliyatına gidecek. Hiçbir tedaviye etkin olmayan tıbbi malzemelerden, ortezlerden protezlerden uzak durmamız lazım. Bunu hep beraber birlikte yapacağız. Sektörün hepsi taşın altına elini koymazsa bizim için bu iş çok daha zor ve uzun bir süreç olacak. Ne kadar yardım alırsak o kadar hızlı tamamlamış olacağız. Pozitif listelerin tamamlanması bu anlamda akademisyenlere teşekkür ediyorum. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bizim ülkemizde oluyor. Akademisyenlerimiz hiçbir ücret almadan çalışıyorlar.
UBB’de Yeni Versiyona Geçilecek
UBB’de yeni versiyona geçilmesi, çalışmalarımız var. Belki UBB’nin mantığını değiştireceğiz, bir bütüncül yaklaşımla 1 milyon 300 bin tane kayıtlı dağınık ürünler var. Beraber aynı anda kullanılan ürünlerin var. Birlikte kaydetmek gerektiğine inanıyorum. Buna ilişkin çalışmalarımız devam ediyor.
“Keşke Tüm Medikalcilere Ruhsat Verilse De Onlarla da Sözleşme Yapsak”
Tıbbi cihaz malzemelerin görev ve esas teşkil edecek sözleşme protokolleri görev ve tanımlanması şu ana kadar yaklaşık 3 tane protokol hazırladık. Özellikle ortez-protez merkezleri Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılanlara sözleşme hazırladık. İşitme merkezleri, optik ile ilgili sözleşme hazırladık. Keşke tüm medikalcilere ruhsat verilse de onlarla da sözleşme yapsak. Sağlık Bakanlığı’nın en azından belli bir standart getirmesini bekliyoruz. Çalışmalara başladıklarını biliyorum.
Tıbbi malzemelerin ödenmesine yönelik başvuru esas ve usullerine yönelik kılavuz ve yönergeler hazırladık. Nasıl başvurulacak, dosyada neler olacak, hangi belgeler bulunacak yakında sektöre de danışacağız. Onlardan da geri bildirim ve destek isteyeceğiz.”
2010 Yılındaki İhale Sayısı 120 Bin 451
“KİK Mevzuatında Yerli Üretime Sağlanan Avantajlar” hakkında konuşan Kamu İhale Kurumu Grup Başkanı Dr. Bülent Büber, Kamu İhale Kurumu istatistiklerine göre 2010 yılındaki ihale sayısı 120 bin 451 olduğunu belirterek şunları söyledi: “Bu ihalelerin 87 bin 976’sı Kanunda belirtilen ihale usulleri kapsamında gerçekleştirilirken, 32 bin 475’i istisna kapsamında gerçekleştirilmiştir. Kamu İhale Bülteninde yayımlanan ilan sayısı ise 68 bin 766’dir.
Türkiye’de Kamu Alımları
Türkiye’de kamu alımları ihalelerde imzalanan sözleşme sayısı toplamı 156 bin903 olurken, sözleşme bedeli toplamı 63 milyar TL’dir. Bu tutarın 54milyar TL’si Kanunda belirtilen ihale usulleri kapsamında yapılan alımlara ait olurken, 9 milyar TL’si ise istisna kapsamında gerçekleştirilen alımlardır. Doğrudan temin yöntemi ile yıllık alımların miktarı ise 6 milyara yakın bir tutar. 2009-2010 rakamlarını göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye’de kabaca 80 milyarı kamu idareleri alım yaparak geçiyor.
4734 sayılı Kanun kapsamında yapılan ihalelerin adet olarak yüzde 44.15’i mal alımı, yüzde 36.36’sı hizmet alımı, yüzde 19.48’i yapım işlerine aittir. Mal alımı 38 bini, hizmet alımı 31 bin, yapım işi 17 bini. Mal alımları açısından yüksek olmasına rağmen tutar olarak 3. sırada. Türkiye son 2 yıldır.
Tıbbi Cihaz Mal Alımlarında Klasik Şikayet, “Teknik Şartname"
2010 yılında toplam kamu alımı harcamalarının yüzde 26.46’sı mal alımı için, yüzde 39.07’si hizmet alımı için, yüzde 34.47’si yapım işleri için yapılmıştır. Mal alımı toplam tutarı 14 milyar TL, hizmet alımı toplam tutarı: 21 milyar TL, yapım işleri toplam tutarı 18 milyar TL’dir. 2010 yılında Kuruma yapılan itirazen şikayet başvurularının sayısı 4 bin 281 olurken, şikayetçi sayısı 3.052’dir. Kamu ihalelerine yapılan şikayetleri temizlik, özel güvenlik, yemek ihaleleri ve sağlık alımlarıdır. Son 3 yıldır tıbbi cihaz mal alımlarında klasik şikayet, teknik şartnamenin belli bir marka ve modeli esas alınarak hazırlanması iddiası, üzerine kalan ihalenin teknik şartnameyi karşılayamaması, teknik şartnameyi karşılamamıza rağmen ihalede değerlendirme dışı bırakıldık gibi oluyor.
5 bin 594 “Tıbbi Cihaz, İlaç ve Kişisel Bakamı ürünleri” İhalesi
1 Ocak 2011 ile 30 Eylül 2011 tarihleri arasında bin 151 idare tarafından “Tıbbi Cihaz, İlaç ve Kişisel Bakamı ürünlerine” ilişkin olarak 5 bin 594 ihale gerçekleştirilmiştir. Bu ihalelerden 25 bin sözleşme imzalanıyor. Bu ihaleler çerçevesinde imzalanan sözleşme sayısı 25 bin 381 olup sözleşme tutarı ise 2 milyar TL’dir. Tıbbi cihaz alımlarında fiyat avantajı tanınan ihale sayısı 1 Ocak 2011 ile 30 Eylül 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen tıbbi cihaz alımı ihalesinin sadece 35’inde yerli malı teklif eden yerli istekli lehine fiyat avantajı uygulanmıştır.
Kamu İhale Mevzuatında Yerli İstekli Lehine Düzenlemeler
Yerli istekli ve yerli malı teklif eden istekli lehine fiyat avantajına ilişkin yasal düzenleme, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 63. maddesinde yer almaktadır. 4734 sayılı Kanunun 63. maddesinde, 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişikle eşik değerin altındaki mal alımı ihalelerinde de yerli malı teklif eden istekliler lehine fiyat avantajı tanınmasına imkan verilmiştir. Yerli malı ve yerli malı teklif eden istekliler lehine fiyat avantajı konusunda ayrıntılı açıklama, Kamu İhale Genel Tebliğinin 6.2. maddesinde yer almaktadır. Dünyada yerli malı ile ilgili en ayrıntılı çalışma Amerika’da bütün ürünleri sektör olarak hangisi yerli malına ait olduğuna ilişkin ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştır. Bizim 2002 yılındaki çalışmamız yerli malı konusundaki yetkileri esasları belirleyerek odalara bırakmışızdır. Teklif edilen malın yerli malı olduğu TOBB ve TESK’e bağlı odalar tarafından düzenlenen Yerli Malı Belgesi ile belgelendirilir.
Yerli Malı Teklif Eden İstekliye Yüzde 15 Oranında Fiyat Avantajı
İhaleye, yeterlik kriterlerini taşıyan tüm isteklilerin katılması ve yerli malı teklif eden istekliye yüzde 15 oranına kadar idarece belirlenecek bir oranda fiyat avantajı uygulanmasına yönelik düzenleme yapabilir. Yerli istekli olabilmek için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gerçek kişiler, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişiliklerdir. Başbakanlık Genelgesi 2011/13 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile ihalelerde yerli malı teklif edilmesini engelleyen düzenlemelerin yapılmaması istenmiştir. Geç ödeme direktifi ile ilgili olarak Başbakanlık Genelgesi 2011/6 sayılı Genelgede ise kamu alımlarında KOBİ’lerin iştirakinin sağlanmasına yönelik çalışmaların yapılması istenilmiştir. Tıbbi cihazlarla ilgili kamu alımlarında, yerli malının teşvik edilebilmesi için öncelikle durum analizi yapılmalıdır. Sağlık sektöründe alım gerçekleştiren idareler ve alım konusu mallar belirlenmeli; ihale sürecinde yerli malı teklif etmeyi zorlaştırıcı hususlar saptanmalıdır. Durum analizi çerçevesinde elde edilen veriler esas alınarak strateji geliştirilmelidir. Mevzuatta yapılan değişikliklerin uygulamaya geçirilmesi için sürekli etkin bir işbirliği ve karşılıklı eşgüdüm sağlanmalıdır. Hangi mallarda hangi ürünü alırsak fiyat avantajı sağlanır. İşbirliği Yapacak Kurumlar Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, YÖK, KİK, TOBB ve sivil toplum örgütleridir.
Bağlayıcı Bir Düzenleme Yapılmalı
Sağlık hizmetinin en kaliteli ve verimli şekilde yürütme isteği gibi pratik sebepler, teknolojik ve sektörel, hukuki ve uluslararası düzenlemelerden kaynaklanan zorluklardır. Sektörel analizler çerçevesinde fiyat avantajı tanınacak mallar ve fiyat avantajı oranı saptanmalı; alımları gerçekleştiren birimleri yönlendirecek şekilde bağlayıcı bir düzenleme yapılması uygun olacaktır. Yerli malına fiyat avantaj tanınması çalışmasıyla birlikte yerli malı teklif edilmesini engelleyen uygulamalarında belirlenmesi önem taşımaktadır. İdareler tarafından kamu ihale mevzuatına aykırı bir şekilde isteklilerin ithal ürün teklif etmesi ya da belirli bir ülkenin malının teklif etmesine yönelik düzenlemeler yapılması da yerli malı teklif eden yerli istekliler aleyhine sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
Kamu Alım Politikalarında Önümüzdeki Dönem Alım Terimleri
İdarelerce teslim alınan malların teknik şartnameye ve ilgili teknik düzenlemeye uygunluğunun test ve muayene edilmesi için akredite muayene kuruluşları ile laboratuvarlar oluşturulması önem taşımaktadır. Kamu alım politikalarında önümüzdeki dönem duyabileceğimiz kamu alım terimleri, OFF –SET alımlar Pre-Commercial Procurement Kamu alımlarında KOBİ’lerin desteklenmesi, AR-GE yapan isteklilerin ihale sürecinde desteklenmesidir. AB temelinde son 2 yıldır tartışılan bir konu var. AR-Ge ve inovasyon yapan firmaları nasıl destekleyerek alım yapabiliriz. Biz Sanayi Bakanlığımızın önerileri çerçevesinde Kamu İhale Kanununda bir takım değişiklikler yapıyoruz. Bunlardan biri mal teslim eden arkadaşlarımızın garanti süresi içinde teminat mektuplarının yüzde 50’si bloke ediliyordu. Yerli üretim yapan arkadaşlarımızın teminat mektuplarımızın mal tesliminde iade edilmesi, garanti süreci boyunca teminat mektuplarının tutulmamasına ilişkin bir kanun değişikliği var. Ar-Ge yapan kuruluşların ihaleye katılımlarındaki iş bitirmelerinde ekonomik maliyet kriterlerinin istenmemesine yönelik ortak bir çalışmamız olacak.”
“Yüzde 85 İthalata Bağımlıyız”
“Tıbbi Cihaz Sektöründe Üretim ve Ar- Ge Sorunları” ile ilgili sunum yapan TOBB Medikal Meclis Başkanı Özgür İncekara ise şunları söyledi: “Hedefimiz, yurdumuzda ve yurtdışında talebi olan ürünü, dünya kalitesi ve dünya fiyatı ile üretmek. Türkiye tıbbi cihaz üretimi ve Ar-Ge’sinde bizdeki verilere göre 1,6 milyar dolar tıbbi cihaz pazarına sahiptir. 1,4 milyar dolar ithalata karşılık, 200 milyon dolar ihracat yapmaktadır. Yüzde 85 ithalata bağımlıyız. İthalatımızın yüzde 30’u ABD’den, yüzde 20’si Almanya’dan yapılmaktadır. İhracatımız Orta Doğu ülkeleri, Azerbaycan, Almanya ağırlıklıdır. Tıbbi Cihaz üretiminde istihdam 20 bin kişi dolayındadır. Yaklaşık 600 adet yerli üreticimiz vardır.
“50 Araştırmacı Personel Şartı, Yerli Firmalar İçin İmkânsız”
5746 sayılı Ar-Ge Kanunu, yeni girişimlere olanak sağlamaktan uzak ve gerçek hayatla ilgisi olmayan bir kanun durumundadır. Bu kanunla getirilen, 50 araştırmacı personel şartı, yerli firmalar için imkânsız manasındadır. Yeni kurulacak hiç bir işletmeye şans tanımamasını yanında orta ve küçük ölçekli şirketlere de teşvik sunmamaktadır. Bizce en az şartı kaldırımlıdır. Üniversite ve teknokentlerde bulunan teşvik imkanlarının fabrika yerinde uygulanması sağlanmalıdır.
“İthal Al Üretme, Üretme Satın Al”
Üretim teşvik edilmeli ürün değil. Proje getiriyoruz bu ürün için diyoruz, o ürün belki hayata geçemiyor. Desteği de alıyoruz ama üretimi gerçek hayatla orantılı olarak desteklemeliyiz. Yerli Malını Ar-Ge’ ye yönlendirecek basit, yalın bir vergi düzenlenmesi önemli bir adım olacaktır. Ara Malların ithalatında yüzde 18 KDV girdisiyle üretildikten sonra yüzde 8 ile satılırsa; bu “ithal al üretme, üretme satın al” anlamına gelmektedir.”
“Sağlıkta Dönüşüm Programında En Çok Zararı Sektörümüz Gördü”
“Yurt Dışı Pazarı ve İhracatı Sorunları” ile ilgili konuşan Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) Başkanı Kemal Yaz sunumunda şunları söyledi: “Tıbbi cihazlar yaklaşık 300 bin çeşit ürünü içeren çok geniş bir yelpazeye sahiptir. 2003 yılından beri uygulanmakta olan Sağlıkta Dönüşüm Programının en büyük takipçisi ve destekçileri olmamıza rağmen, en çok zararı sektörümüz görmüştür. Tıbbi cihaz sektöründe mevcut durumumuz 2003 yılında yaklaşık 10.bin-12 bin olan firma iken, günümüzde 3-4 bin arasında olduğu düşünülürse sektörümüzün görmüş olduğu zarar daha iyi anlaşılacaktır. Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yıllardır sağlık harcamalarından tasarruf etmek amacıyla çeşitli uygulamalar yürütülmektedir. Ancak bu önlemler yetersiz kaldığı gibi hizmet kalitesini de düşürmektedir.
“Türkiye’de Kayıt Dışı İşlem Yapmayan Tek Sektörüz”
Oysa bilhassa alışverişimizin yüksek olduğu ülkelerde bize uygulanan prosedürler çok daha uzun ve yorucudur. Sektörümüz tüm Türkiye’de kayıt dışı işlem yapmayan tek sektördür. Tüm dış paydaşlarımızın 2014 gibi 2023 gibi hedef ve vizyonları varken sektörümüzün bir yıl sonrasını dahi öngörememesi firmalarımız için sıkıntı yaratmaktadır.663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının teşkilat ve görevleri hakkında KHK’nin sektörümüze olan etkileri konusunda belirsizlikler sürmekte olup, yeni yatırımlar konusunda firmalarımız endişe duymaktadır. Örnek olarak Kamu Hastane Birliklerinin, entegre sağlık kampüsleri uygulamalarının hayata geçirilmesi halinde bunların sektörümüze yansımasının nasıl olabileceği kestirilememektedir.”
30 Ocak 2012 Pazartesi
Cilt sarkmalarından kurtulma yolları
Sarkma, gözaltında oluşan koyu renkli halkalar, akneler ve tüm ışıltınızı alan kuru, mat bir ten… Bunlar, kadınların en fazla şikâyet ettiği cilt sorunlarının başında geliyor.
Ama neyse ki, yeni nesil kozmetik ürünleri var ve bazıları etkisini bir gecede gösterecek kadar iddialı…
Niçin bir insana baktığımızda onun 18 yaşında mı yoksa 25 yaşında mı olduğuna dair bir tahminde bulunabiliriz? Bu sorunun yanıtının; “yüzlerindeki çizgiler” olmadığı kesin. Ancak yine de, bu iki genç yaş arasındaki farkı anlamamızı sağlayan önemli bir faktör var. Bu da yüzdeki yumuşak dokuların yer değiştirmesi. Daha açık bir deyişle, yüzün yaşını esas ele veren kırışıklar değil yüzün zamanla sarkması. Uzmanlar bu durumun nedenleri ve korunma yolları hakkında ipuçları veriyor…
Yüzümüz niçin sarkıyor?
Yüz sarkmasında yer çekiminin etkisi büyük elbette. Ancak buna zemin hazırlayan da; cilde sıkılığını veren kolajen ve elastin gibi maddelerin azalması. Cildi tutan bir zamk gibi görev yapan bu maddelerin azalmasıyla ciltte yer çekimine karşı koyamaz hale geliyor. Sarkmanın sonuçları ise yüzde şu şekilde gözlemleniyor: sarkan göz kapakları ve kaşlar, yanak ve ağız arasında çok derin çizgilerin oluşması, yüz ovalinin bozulup yüzün kare bir hal alması, burun ucunun düşmesi, dudakların özellikle de üst dudağın incelmesi.
Yüz sarkmasından nasıl korunmalı?
Yer çekimine karşı koymanın bir yolu yok elbette… Ancak cildinize sıkılığını veren elastin ve kolajen liftlerinin yoğunluğunu korumak için bir şeyler yapabilirsiniz. Bunun için doğru beslenme çok büyük önem taşıyor. Bol bol yeşil sebze ve meyve yemek, sigara ve güneşten kaçınmak da önemli.
Kimi uzmanlara göre, yüz jimnastiği yapmak (örneğin her gün 100 kere ağzınızı kocaman açarak U, A ve O harflerini söylemek) etkili olabiliyor. Uzmanların bir önerisi de, 35 – 40 yaşlarından itibaren “lifting” yapan kremlerden düzenli olarak kullanmak.
Ama neyse ki, yeni nesil kozmetik ürünleri var ve bazıları etkisini bir gecede gösterecek kadar iddialı…
Niçin bir insana baktığımızda onun 18 yaşında mı yoksa 25 yaşında mı olduğuna dair bir tahminde bulunabiliriz? Bu sorunun yanıtının; “yüzlerindeki çizgiler” olmadığı kesin. Ancak yine de, bu iki genç yaş arasındaki farkı anlamamızı sağlayan önemli bir faktör var. Bu da yüzdeki yumuşak dokuların yer değiştirmesi. Daha açık bir deyişle, yüzün yaşını esas ele veren kırışıklar değil yüzün zamanla sarkması. Uzmanlar bu durumun nedenleri ve korunma yolları hakkında ipuçları veriyor…
Yüzümüz niçin sarkıyor?
Yüz sarkmasında yer çekiminin etkisi büyük elbette. Ancak buna zemin hazırlayan da; cilde sıkılığını veren kolajen ve elastin gibi maddelerin azalması. Cildi tutan bir zamk gibi görev yapan bu maddelerin azalmasıyla ciltte yer çekimine karşı koyamaz hale geliyor. Sarkmanın sonuçları ise yüzde şu şekilde gözlemleniyor: sarkan göz kapakları ve kaşlar, yanak ve ağız arasında çok derin çizgilerin oluşması, yüz ovalinin bozulup yüzün kare bir hal alması, burun ucunun düşmesi, dudakların özellikle de üst dudağın incelmesi.
Yüz sarkmasından nasıl korunmalı?
Yer çekimine karşı koymanın bir yolu yok elbette… Ancak cildinize sıkılığını veren elastin ve kolajen liftlerinin yoğunluğunu korumak için bir şeyler yapabilirsiniz. Bunun için doğru beslenme çok büyük önem taşıyor. Bol bol yeşil sebze ve meyve yemek, sigara ve güneşten kaçınmak da önemli.
Kimi uzmanlara göre, yüz jimnastiği yapmak (örneğin her gün 100 kere ağzınızı kocaman açarak U, A ve O harflerini söylemek) etkili olabiliyor. Uzmanların bir önerisi de, 35 – 40 yaşlarından itibaren “lifting” yapan kremlerden düzenli olarak kullanmak.
Kadınları çileden çıkaran 10 erkek davranışı
Yapılan sosyolojik gözlem ve araştırmalar, erkeklerin hangi hareketlerine kadınların tahammül edemediğini ortaya çıkardı. İşte kadınların özellikle nefret ettikleri ve çileden çıkmalarına neden oldukları erkek hareketlerinin top 10’u…
Erkekler bir kadının çok konuşmasından, sürekli olarak hemcinslerini eleştirmesinden, aşırı duygusal davranmalarından, alışveriş bağımlısı olmalarından ve kıskançlık krizine girmelerinden nefret ediyor.
Ya kadınlar erkeklerin hangi hareketlerine tahammül edemiyor. Rus Pravda sitesinin yaptığı ankete göre “Kadınların nefret ettiği 10 kusurlu erkek hareketi” şunlar…
Bencillik
Konuşmaya başlayınca kadının onu dinlemesini ister. Ancak o karşısındaki kadını dinlemek zorunda değildir. Herkes uyurken o müziğin sesini sonuna kadar açabilir. Ancak o uyurken kimsenin çıt çıkarmaya hakkı yoktur.
Kirli bulaşıklar
Yemek yedikten sonra tabağını kaldırmaz ve bulaşıklara bir kez bile elini sürmez.
Eşinin ailesini aşağılaması
En ufak bir kavgada eşinin ailesini gündeme getirir. Genellikle onların bilgisiz olduğundan yakınır.
Kadınlar kötü şofördür
Hemen hemen bütün erkekler kadınların kötü şoför olduğunu düşünür. Kendi hatalıysa bile karşısındaki kadın sürücüye bağırır.
Tembellik
Eşi ya da sevgilisi kendisi gibi haftanın 6 günü çalışsa da o her zaman daha fazla yorulmuştur. Ev işlerine asla yardım etmez.
Yüksek sesle maç seyretmek
Maç izlerken bütün dünya durur. Evde başka biri yokmuş gibi televizyonun sesini sonuna kadar açar.
İşinin her şeyden daha önemli olduğunu düşünür
Her zaman işinden bahseder ve en ufak bir sorun olduğunda işi için sizi ortada bırakabilir.
Patavatsızlık
Sizi başkalarının önünde bozma alışkanlıkları vardır.
Beceriksizlik
İş seyahatine çıktığınızda aslan kesilir, ancak geri döndüğünüzde beceriksiz, yardıma muhtaç bir bebek gibi davranırlar.
Sözlerini tutmamaları
Sürekli konuşup vaatler verirler ancak eyleme dönüştürmezler.
Erkekler bir kadının çok konuşmasından, sürekli olarak hemcinslerini eleştirmesinden, aşırı duygusal davranmalarından, alışveriş bağımlısı olmalarından ve kıskançlık krizine girmelerinden nefret ediyor.
Ya kadınlar erkeklerin hangi hareketlerine tahammül edemiyor. Rus Pravda sitesinin yaptığı ankete göre “Kadınların nefret ettiği 10 kusurlu erkek hareketi” şunlar…
Bencillik
Konuşmaya başlayınca kadının onu dinlemesini ister. Ancak o karşısındaki kadını dinlemek zorunda değildir. Herkes uyurken o müziğin sesini sonuna kadar açabilir. Ancak o uyurken kimsenin çıt çıkarmaya hakkı yoktur.
Kirli bulaşıklar
Yemek yedikten sonra tabağını kaldırmaz ve bulaşıklara bir kez bile elini sürmez.
Eşinin ailesini aşağılaması
En ufak bir kavgada eşinin ailesini gündeme getirir. Genellikle onların bilgisiz olduğundan yakınır.
Kadınlar kötü şofördür
Hemen hemen bütün erkekler kadınların kötü şoför olduğunu düşünür. Kendi hatalıysa bile karşısındaki kadın sürücüye bağırır.
Tembellik
Eşi ya da sevgilisi kendisi gibi haftanın 6 günü çalışsa da o her zaman daha fazla yorulmuştur. Ev işlerine asla yardım etmez.
Yüksek sesle maç seyretmek
Maç izlerken bütün dünya durur. Evde başka biri yokmuş gibi televizyonun sesini sonuna kadar açar.
İşinin her şeyden daha önemli olduğunu düşünür
Her zaman işinden bahseder ve en ufak bir sorun olduğunda işi için sizi ortada bırakabilir.
Patavatsızlık
Sizi başkalarının önünde bozma alışkanlıkları vardır.
Beceriksizlik
İş seyahatine çıktığınızda aslan kesilir, ancak geri döndüğünüzde beceriksiz, yardıma muhtaç bir bebek gibi davranırlar.
Sözlerini tutmamaları
Sürekli konuşup vaatler verirler ancak eyleme dönüştürmezler.
Aşk için gerekli malzemeler
Kalbinizin pır pır atması için bir tutam gülümseme ve bir tutam doğallık yetebilir. Kadının olumlu sinyaller vermesi halinde erkeğin hatalı bir davranışı, ilişkinin başlamadan bitmesine neden olur. İşte aşkın ortaya çıkması için gerekli olan malzemeler…
Bilim adamlarına göre, kadınla erkeğin tanıştıkları ilk 30 saniye bir ilişki yaşanıp yaşanmayacağını anlamak için yeterli bir süre. Bu nedenle dikkatli olmanız gerekiyor.
Espri yeteneği
Bir kadını veya erkeği güldürebilmek, o kişinin kalbinin yarısını da kazanmak demektir. Espri yeteneği; çok hafif ama etkili bir silah, küçük ama her şeyi bir anda değiştirebilecek bir detaydır. Zekice yapılan espriler, sohbetin samimileşmesini sağlayacak en etkili yöntemdir.
Güler yüz
Kadınların erkeklerde aradıkları en önemli özelliklerden biri de güler yüzdür. Gülümseme, sizi çekici kılan unsurlardan biridir. Yüzünüzü aydınlatan sıcak bir gülüş, onu elde etmenizi sağlayacaktır. Sonuç, kesin ve çabuktur. Üstelik gülümsemeniz sizin ne hissettiğinizi bütün kelimelerden daha iyi anlatır. Eğer mutluysanız, birinden hoşlanıyorsanız, âşıksanız veya onun için deli oluyorsanız, bunu tek kelime bile etmeden sadece bir gülümseme ile ilan edebilirsiniz.
Doğallık
Bütün çekiciliğinizi olduğunuz gibi gösterebilirseniz, yani doğal olabilirseniz, kesinlikle karşınızdakini etkileyebilirsiniz. Hayatı ve insanları sevmek, yaşam enerjisi ve heyecan, erkekleri de kadınları da çeker. Üstelik hiç çaba sarf etmeden, çok kolay ve doğal bir şekilde…
Sürprizler
Kadınlar ve erkekler sürprizlere bayılırlar. Özel günleri fırsat bilip, ona mutlu olacağı hediyeler armağan edin. Vereceğiniz hediyenin içine romantik bir şiir ya da aşkınızı esprili bir şekilde ifade edecek minik bir kart eklemeyi de unutmayın. Ne kadar etkili olduğunu göreceksiniz.
Doğru hediyeler
Kadınlara ve erkeklere en doğru hediyeyi seçmek, onun kalbini 12′den vuracaktır. Kadınları çiçek, parfüm ve güzel ambalajlanmış bir çikolata etkileyeceği gibi, erkekleri de kalem ve kravatla etkileyebilirsiniz.
Bilim adamlarına göre, kadınla erkeğin tanıştıkları ilk 30 saniye bir ilişki yaşanıp yaşanmayacağını anlamak için yeterli bir süre. Bu nedenle dikkatli olmanız gerekiyor.
Espri yeteneği
Bir kadını veya erkeği güldürebilmek, o kişinin kalbinin yarısını da kazanmak demektir. Espri yeteneği; çok hafif ama etkili bir silah, küçük ama her şeyi bir anda değiştirebilecek bir detaydır. Zekice yapılan espriler, sohbetin samimileşmesini sağlayacak en etkili yöntemdir.
Güler yüz
Kadınların erkeklerde aradıkları en önemli özelliklerden biri de güler yüzdür. Gülümseme, sizi çekici kılan unsurlardan biridir. Yüzünüzü aydınlatan sıcak bir gülüş, onu elde etmenizi sağlayacaktır. Sonuç, kesin ve çabuktur. Üstelik gülümsemeniz sizin ne hissettiğinizi bütün kelimelerden daha iyi anlatır. Eğer mutluysanız, birinden hoşlanıyorsanız, âşıksanız veya onun için deli oluyorsanız, bunu tek kelime bile etmeden sadece bir gülümseme ile ilan edebilirsiniz.
Doğallık
Bütün çekiciliğinizi olduğunuz gibi gösterebilirseniz, yani doğal olabilirseniz, kesinlikle karşınızdakini etkileyebilirsiniz. Hayatı ve insanları sevmek, yaşam enerjisi ve heyecan, erkekleri de kadınları da çeker. Üstelik hiç çaba sarf etmeden, çok kolay ve doğal bir şekilde…
Sürprizler
Kadınlar ve erkekler sürprizlere bayılırlar. Özel günleri fırsat bilip, ona mutlu olacağı hediyeler armağan edin. Vereceğiniz hediyenin içine romantik bir şiir ya da aşkınızı esprili bir şekilde ifade edecek minik bir kart eklemeyi de unutmayın. Ne kadar etkili olduğunu göreceksiniz.
Doğru hediyeler
Kadınlara ve erkeklere en doğru hediyeyi seçmek, onun kalbini 12′den vuracaktır. Kadınları çiçek, parfüm ve güzel ambalajlanmış bir çikolata etkileyeceği gibi, erkekleri de kalem ve kravatla etkileyebilirsiniz.
Öpücüğün gücünü hafife almayın
Tüm aşkların en tutkulu ortak paydasıdır öpücük. Ancak öpücükten öpücüğe de fark var. Hayal gücünüzü çalıştırın, onu hiç ummadığı bir yerde ve şekilde öpün.
Sevgiliniz varsa öpücükler kaçınılmaz olarak geliyor akla… Birçok öpücük tarzı bulunuyor. İşte hayallerinizden ya da gerçek yaşantınızdan kesitlere rastlayabileceğiniz o özel anlar. Ve o anları daha özel kılacak mekânlar… Yapmanız gereken kendinizi hayal gücüne bırakmak.
Yağmur altında öpüşmek
Romantizmin temel simgelerinden biri. Kimileri yağmur altında ıslanmaktan hoşlanmadıkları için bu öpüşme şeklini romantik bulmasalar da, birçoğu hayatlarında en az mutlaka bir kez yağmur altında yürüyüp öpüşmekten zevk alır.
Yatakta kahvaltı öpücüğü
Evli çiftler, pazar kahvaltılarını keyifli bir oyuna çevirmek için azda olsa yatakta kahvaltı yapmayı denemeliler. Tabii kahvaltı tabağını hazırlayan tarafa içten bir öpücükle teşekkür etmek koşuluyla.
Elveda öpücüğü
Öpücükler içinde en tutkulu ama bir o kadar da en zor olanı. İçinde biraz burukluk barındığından bir de son öpücük olduğundan dolayı kimi zaman gözyaşı öpücüğünün tamamlayıcısı olabiliyor. Elveda öpücüğünü bir şölene dönüştürmek için sevgilinizi öptükten sonra başınızı dik tutup arkanıza bakmadan yürümeye çalışın. Ancak akıttığınız gözyaşlarını sakın görmesin. Tabii eğer bunu başarabilirseniz.
Yıldızların altında
Sevişmek ah ne hoştur yıldızların altında… Her daim ve her yüzyılda tüm âşıkların vazgeçemediği en romantik öpüşme mekânıdır. Evet, daha fazla bir şey demeye gerek yok herhalde. Karanlık bir gecede yıldızların altında öpüşmek hiç fena bir fikir değil, öyle değil mi? Böylece aşkınızı gecenin büyüsünde bir kez daha yeni baştan yaratabilirsiniz. Uzmanlar, bu tarz öpüşmelerin çiftlerin hayata daha mutlu bakmaların sağladığını belirtiyor.
Arabada öpüşmek
Gece yarısı bar ya da parti çıkışı eve dönmeden önce sucuk ekmek yemek yerine arabayı bir kenara çekip sevgilinizle öpüşmek ikinize de keyif verebilir. Arabada öpüşmek için mutlaka deniz kıyısı olması gerekmiyor. Ancak boğaza karşı çektiğiniz arabada hem muhteşem manzarayı seyredip hem de sevgilinizle romantizmin doruklarına çıkmanın da bir sakıncası yok!
Hoşça kal busesi
Eşinizi işe yolcularken dudağına küçük bir öpücük kondurun. Daha sonra arkasını dönerken ellerinizle onu bir kez daha çekip bu kez daha tutkulu bir şekilde öperek onu şaşırtın.
Sevgiliniz varsa öpücükler kaçınılmaz olarak geliyor akla… Birçok öpücük tarzı bulunuyor. İşte hayallerinizden ya da gerçek yaşantınızdan kesitlere rastlayabileceğiniz o özel anlar. Ve o anları daha özel kılacak mekânlar… Yapmanız gereken kendinizi hayal gücüne bırakmak.
Yağmur altında öpüşmek
Romantizmin temel simgelerinden biri. Kimileri yağmur altında ıslanmaktan hoşlanmadıkları için bu öpüşme şeklini romantik bulmasalar da, birçoğu hayatlarında en az mutlaka bir kez yağmur altında yürüyüp öpüşmekten zevk alır.
Yatakta kahvaltı öpücüğü
Evli çiftler, pazar kahvaltılarını keyifli bir oyuna çevirmek için azda olsa yatakta kahvaltı yapmayı denemeliler. Tabii kahvaltı tabağını hazırlayan tarafa içten bir öpücükle teşekkür etmek koşuluyla.
Elveda öpücüğü
Öpücükler içinde en tutkulu ama bir o kadar da en zor olanı. İçinde biraz burukluk barındığından bir de son öpücük olduğundan dolayı kimi zaman gözyaşı öpücüğünün tamamlayıcısı olabiliyor. Elveda öpücüğünü bir şölene dönüştürmek için sevgilinizi öptükten sonra başınızı dik tutup arkanıza bakmadan yürümeye çalışın. Ancak akıttığınız gözyaşlarını sakın görmesin. Tabii eğer bunu başarabilirseniz.
Yıldızların altında
Sevişmek ah ne hoştur yıldızların altında… Her daim ve her yüzyılda tüm âşıkların vazgeçemediği en romantik öpüşme mekânıdır. Evet, daha fazla bir şey demeye gerek yok herhalde. Karanlık bir gecede yıldızların altında öpüşmek hiç fena bir fikir değil, öyle değil mi? Böylece aşkınızı gecenin büyüsünde bir kez daha yeni baştan yaratabilirsiniz. Uzmanlar, bu tarz öpüşmelerin çiftlerin hayata daha mutlu bakmaların sağladığını belirtiyor.
Arabada öpüşmek
Gece yarısı bar ya da parti çıkışı eve dönmeden önce sucuk ekmek yemek yerine arabayı bir kenara çekip sevgilinizle öpüşmek ikinize de keyif verebilir. Arabada öpüşmek için mutlaka deniz kıyısı olması gerekmiyor. Ancak boğaza karşı çektiğiniz arabada hem muhteşem manzarayı seyredip hem de sevgilinizle romantizmin doruklarına çıkmanın da bir sakıncası yok!
Hoşça kal busesi
Eşinizi işe yolcularken dudağına küçük bir öpücük kondurun. Daha sonra arkasını dönerken ellerinizle onu bir kez daha çekip bu kez daha tutkulu bir şekilde öperek onu şaşırtın.
Erkeklerin kadınlardan soğuma nedenleri
Erkekler bir çok nedenden dolayı kadınlardan soğuyabilir. Ancak bunların çok yaygın olan 9 tanesi var ki sayfalara sığmayacak olan Erkekleri kadınlardan soğutan nedenler listesinin en başında geliyor. İşte erkekleri kadınlardan soğutan bu 9 neden…
Dedikodu:
Erkekle sürekli başka kadınların görünümleri ve yaptıkları hakkında konuşan kadınlardan hiç hoşlanmazlar. Kendilerini böyle kadınların yanında rahat hissetmedikleri gibi, bu davranışı çok da salakça bulurlar.
Servet düşkünlüğü:
Hiçbir erkek esas çekici olan şeyin cüzdanı olduğu düşüncesinden hoşlanmaz. Hatta ‘ne iş yapıyorsun?’ sorusunu bile ‘ne kadar paran var’ diye algılayıp huylananına da rastlanır.
Kıskançlık:
Bu, kadının kendi kendini bitirmeye başlamasıdır. Bir erkeğe yakın olmanın yollarından birisi ona özgürlüğünü vermektir.
Sürekli beraberlik:
Bazı kadınlar yanlarında erkekleri olmadan bir şey yapamazlar. Ne sinemaya gidebilirler, ne de restorana. Yapacakları her şeyde erkeklere bağlıdırlar ve günde 10 kez ararlar. Bu tür davranışlar da erkekleri tam anlamıyla deli eder.
ve diğerleri
Eski aşkından konuşmak:
Bir kadın sürekli eski ilişkisinden bahsederek yanındaki erkeğe ya onu yeterli bulmadığı ya da eski aşkını unutamadığı izlenimini verir. Bu da erkeğe edilecek en büyük hakarettir herhalde.
Dırdırcılık:
Sürekli eleştiren ve hiçbir şeyi beğenmeyen kadınlar da erkekleri canından bezdirir.
Sızlanmalar:
Sürekli bir derdinden bahseden kadınlar karşılarındaki erkeği yorar ve sıkarlar. Çünkü erkek, kadının problemini mutlaka kendisinin çözmesi gerekiyormuş gibi bir hisse kapılır.
Saçmalamak:
Kuaförünün ne söylediğinden ya da başkalarının ne giydiğinden, nerelere gittiğinden bahsetmek ve daha kötüsü bunu sürekli kılmak yerine içinde kadın ve erkeğin birlikte ilgilenebileceği konu başlıkları bulmak daima daha iyidir.
Bekletmek:
Bilinen en yaygın kadın hastalıklarından biri de bekletmektir. Bekletmeyi alışkanlık haline getiren kadınlara tavsiyemiz, bundan bir an önce kurtulmalarıdır.
Dedikodu:
Erkekle sürekli başka kadınların görünümleri ve yaptıkları hakkında konuşan kadınlardan hiç hoşlanmazlar. Kendilerini böyle kadınların yanında rahat hissetmedikleri gibi, bu davranışı çok da salakça bulurlar.
Servet düşkünlüğü:
Hiçbir erkek esas çekici olan şeyin cüzdanı olduğu düşüncesinden hoşlanmaz. Hatta ‘ne iş yapıyorsun?’ sorusunu bile ‘ne kadar paran var’ diye algılayıp huylananına da rastlanır.
Kıskançlık:
Bu, kadının kendi kendini bitirmeye başlamasıdır. Bir erkeğe yakın olmanın yollarından birisi ona özgürlüğünü vermektir.
Sürekli beraberlik:
Bazı kadınlar yanlarında erkekleri olmadan bir şey yapamazlar. Ne sinemaya gidebilirler, ne de restorana. Yapacakları her şeyde erkeklere bağlıdırlar ve günde 10 kez ararlar. Bu tür davranışlar da erkekleri tam anlamıyla deli eder.
ve diğerleri
Eski aşkından konuşmak:
Bir kadın sürekli eski ilişkisinden bahsederek yanındaki erkeğe ya onu yeterli bulmadığı ya da eski aşkını unutamadığı izlenimini verir. Bu da erkeğe edilecek en büyük hakarettir herhalde.
Dırdırcılık:
Sürekli eleştiren ve hiçbir şeyi beğenmeyen kadınlar da erkekleri canından bezdirir.
Sızlanmalar:
Sürekli bir derdinden bahseden kadınlar karşılarındaki erkeği yorar ve sıkarlar. Çünkü erkek, kadının problemini mutlaka kendisinin çözmesi gerekiyormuş gibi bir hisse kapılır.
Saçmalamak:
Kuaförünün ne söylediğinden ya da başkalarının ne giydiğinden, nerelere gittiğinden bahsetmek ve daha kötüsü bunu sürekli kılmak yerine içinde kadın ve erkeğin birlikte ilgilenebileceği konu başlıkları bulmak daima daha iyidir.
Bekletmek:
Bilinen en yaygın kadın hastalıklarından biri de bekletmektir. Bekletmeyi alışkanlık haline getiren kadınlara tavsiyemiz, bundan bir an önce kurtulmalarıdır.
Kadınların zevk noktaları
Vücudunuzdaki haz noktalarını ne kadar iyi bilirseniz partnerinize de o noktaları keşfetmesi için yol göstermeniz kolaylaşır!
Seksten daha fazla haz almak istiyorsanız, erkeğinizi zevk noktalarınıza doğru sürüklemekten utanmamalısınız. Yönünü şaşırmış ellerine yol göstererek ya da kulağına hafifçe fısıldayarak sizi zevkten uçuracak bölgeleri keşfetmesine fırsat verin. Ya da en iyisi siz bu yazıyı partnerinizle de paylaşın!
Sıkı durun! Şimdi kadın bedeninde hızlı ve ‘hazlı’ bir yolculuğa çıkıyoruz! Kadınların zevk noktalarını ve hassas bölgelerini açıklıyoruz!
Beyin
Artık hepimiz biliyoruz ki zevk almaya önce beynimizle başlıyoruz. Beynimiz sekse ne kadar hazırsa vücudumuz da o kadar istekli oluyor. Dolayısıyla şehvet dolu bakışlar, sekse davet eden ama asla kaba olmayan tatlı sözler beyni seks düşünmeye sevk ediyor.
Saçlar
Kadınların saçları dokunulmaya ve okşanmaya fazlasıyla duyarlıdır. Pudra.com’un sevgili erkek okurları, yumuşak hareketlerle dokunup, kokusunu içine çektiğiniz, sıcak nefesinizi hissettirecek kadar yakın olduğunuz saçlarla bir kadını baştan çıkarabilirsiniz.
Boyun
Kadınlar boyunlarının öpülmesinden zevk alırlar. Ön sevişme esnasında yumuşak öpücükler ve dili kullanarak kurulan temas, sevişmenin ateşli anlarında şiddetini daha da artırabilir. Ama zamanlamaya dikkat etmek gerekir. Sevişmeye başlar başlamaz, daha moda girememişken ıslaklığın ve emiciliğin dozunu fazla artıran erkekler, ne yazık ki kadına zevk verme konusunda başarısız olmaya mahkumdurlar. Ayrıca iz bırakmadan haz vermek de önemli…
Sırt
Sırt, sevişmede erkeğin en son aklına gelen bölge olmasına rağmen aslında kadınların en çok tahrik oldukları bölgelerin başında gelir. Sırt masajıyla başlayan, sonra tahrik edici okşayışlar ve öpücüklerle devam eden tensel temas, iyi bir ön sevişme yöntemidir.
Dudak
Erkekler, dikkat! Kadınlar, dudaklarına parmak uçlarıyla dokunmayı bilen erkeklere tam not veriyor. Tabii sadece parmak dokunuşlarıyla yetinmek olmaz. Ön sevişme esnasında hafif dudak dokunuşları, seksin ısısını iyice artırdığı anlarda şehvetli öpüşmeyi bilen erkekler kazanır!
Göğüs uçları
Meme uçları, kredisi sonsuz olan haz noktalarıdır. Gerek ön sevişmede gerekse de orgazm anında kadınını hazzın doruklarına ulaştırmak isteyen erkekler için meme uçlarına temas etmek çok önemlidir. Oldukça hassas olan meme uçları, belirgin hale geldiğinde, kadın çoktan tahrik olmuş demektir!
U noktası
İdrar yolunun tıp dilindeki adı olan uretradan adını alan U noktası, idrar yolu girişinin iki yanında bulunan duyarlı doku parçalarıdır. Vajina girişinin hemen üst kısmında yer alan bu nokta, dokunulduğunda kadınların bir kısmına zevk verir.
G noktası
Yeri hakkında değişik iddialar olsa da bu noktaya adının baş harfini veren Dr. Grafenberg’e göre, vajinanın ön üst duvarında, girişten sonraki yolun 1/3’lük kısmının sonunda (girişten yaklaşık 4 cm sonra) kadının prostat bezine temas etmenin mümkün olduğu bölgedir.
Popo
Kadınlar popolarına dokunulmasından çok hoşlanırlar. Hafif bir masaj, sevişmeyi başlatmak için iyi bir yoldur. Sevişmenin ilerleyen zamanlarında, kalçaların sıkılması, orgazm hazzını da doruklara taşımaya yardımcı olur.
Kaynak: pudra
Seksten daha fazla haz almak istiyorsanız, erkeğinizi zevk noktalarınıza doğru sürüklemekten utanmamalısınız. Yönünü şaşırmış ellerine yol göstererek ya da kulağına hafifçe fısıldayarak sizi zevkten uçuracak bölgeleri keşfetmesine fırsat verin. Ya da en iyisi siz bu yazıyı partnerinizle de paylaşın!
Sıkı durun! Şimdi kadın bedeninde hızlı ve ‘hazlı’ bir yolculuğa çıkıyoruz! Kadınların zevk noktalarını ve hassas bölgelerini açıklıyoruz!
Beyin
Artık hepimiz biliyoruz ki zevk almaya önce beynimizle başlıyoruz. Beynimiz sekse ne kadar hazırsa vücudumuz da o kadar istekli oluyor. Dolayısıyla şehvet dolu bakışlar, sekse davet eden ama asla kaba olmayan tatlı sözler beyni seks düşünmeye sevk ediyor.
Saçlar
Kadınların saçları dokunulmaya ve okşanmaya fazlasıyla duyarlıdır. Pudra.com’un sevgili erkek okurları, yumuşak hareketlerle dokunup, kokusunu içine çektiğiniz, sıcak nefesinizi hissettirecek kadar yakın olduğunuz saçlarla bir kadını baştan çıkarabilirsiniz.
Boyun
Kadınlar boyunlarının öpülmesinden zevk alırlar. Ön sevişme esnasında yumuşak öpücükler ve dili kullanarak kurulan temas, sevişmenin ateşli anlarında şiddetini daha da artırabilir. Ama zamanlamaya dikkat etmek gerekir. Sevişmeye başlar başlamaz, daha moda girememişken ıslaklığın ve emiciliğin dozunu fazla artıran erkekler, ne yazık ki kadına zevk verme konusunda başarısız olmaya mahkumdurlar. Ayrıca iz bırakmadan haz vermek de önemli…
Sırt
Sırt, sevişmede erkeğin en son aklına gelen bölge olmasına rağmen aslında kadınların en çok tahrik oldukları bölgelerin başında gelir. Sırt masajıyla başlayan, sonra tahrik edici okşayışlar ve öpücüklerle devam eden tensel temas, iyi bir ön sevişme yöntemidir.
Dudak
Erkekler, dikkat! Kadınlar, dudaklarına parmak uçlarıyla dokunmayı bilen erkeklere tam not veriyor. Tabii sadece parmak dokunuşlarıyla yetinmek olmaz. Ön sevişme esnasında hafif dudak dokunuşları, seksin ısısını iyice artırdığı anlarda şehvetli öpüşmeyi bilen erkekler kazanır!
Göğüs uçları
Meme uçları, kredisi sonsuz olan haz noktalarıdır. Gerek ön sevişmede gerekse de orgazm anında kadınını hazzın doruklarına ulaştırmak isteyen erkekler için meme uçlarına temas etmek çok önemlidir. Oldukça hassas olan meme uçları, belirgin hale geldiğinde, kadın çoktan tahrik olmuş demektir!
U noktası
İdrar yolunun tıp dilindeki adı olan uretradan adını alan U noktası, idrar yolu girişinin iki yanında bulunan duyarlı doku parçalarıdır. Vajina girişinin hemen üst kısmında yer alan bu nokta, dokunulduğunda kadınların bir kısmına zevk verir.
G noktası
Yeri hakkında değişik iddialar olsa da bu noktaya adının baş harfini veren Dr. Grafenberg’e göre, vajinanın ön üst duvarında, girişten sonraki yolun 1/3’lük kısmının sonunda (girişten yaklaşık 4 cm sonra) kadının prostat bezine temas etmenin mümkün olduğu bölgedir.
Popo
Kadınlar popolarına dokunulmasından çok hoşlanırlar. Hafif bir masaj, sevişmeyi başlatmak için iyi bir yoldur. Sevişmenin ilerleyen zamanlarında, kalçaların sıkılması, orgazm hazzını da doruklara taşımaya yardımcı olur.
Kaynak: pudra
Az su, yüksek kan şekeri!
Fransız bilimadamlarının yaptığı araştırma az su tüketen kişilerde yüksek kan şekeri sorunu görülme oranının daha yüksek olduğunu gösterdi
Fransız ulusal araştırma kurumu INSERM'den Lise Bankir başkanlığındaki bir grup Fransız bilimadamının yaptığı araştırma, günde yaklaşık iki bardak veya daha az miktarda su tüketen erişkinlerde yüksek kan şekeri sorununun görülme oranının daha yüksek olduğunu ortaya koydu.
Kandaki şeker seviyeleri diyabet tanımına girecek oranda yüksek olmayan kişiler tıpta, diyabet geçirme tehlikesi yüksek olan kişileri tanımlamak için kullanılan ''diyabet öncesi'' grup olarak adlandırılıyor.
Bilimadamları, yaşları 30 ile 65 arasında değişen 3615 erişkin Fransız üzerinde 9 yıllık bir devreyi kapsayan araştırmanın, su tüketimi düşük olan kişilerde kan şekeri sorununa rastlandığını göstermekle beraber, daha fazla su tüketmenin yüksek kan şekeri riskini azaltıp azaltmadığı konusuna açıklık getirmediğine işaret etti.
Araştırmaya katılan kişiler arasında, günde yarım litreden (yaklaşık 2 bardak) daha az su içtiğini belirten yaklaşık yüzde 19'luk gruptan 565 kişide geçen 9 yıl içinde yüksek kan şekerine, 202 kişi de ise tip 2 diyabet hastalığına rastlandı. Günde en az yarım litre su içtiğini söyleyen kişilerde yüksek kan şekerine rastlanma oranı ise diğer gruptakilere kıyasla yüzde 28 daha düşük çıktı.
Araştırmacılar buna karşın araştırmanın su tüketimi ile diyabet arasında güçlü bir istatistiki bağ olduğunu ortaya koymadığına dikkati çekti.
Araştırmada, yüksek kan seviyelerinin kişilerin su yerine, kilo almaya ve kan şekeri seviyelerinin yükselmesine yol açacak şekerli içecekleri tüketmesiyle açıklanabileceğini düşünen araştırmacıların, kişilerdeki şekerli içeceklerle alkol tüketiminin yanı sıra bu kişilerin araştırmanın başındaki vücut ağırlıkları, beyan ettikleri egzersiz seviyeleri ve diğer sağlık faktörlerini de dikkate almalarına rağmen az su tüketimi ile yüksek kan şekeri seviyeleri arasında belirlenen bağlantıda bir değişiklik gözlenmediği bildirildi.
Biyoloji bilimine dayalı olarak, su tüketimiyle kan şekerinin yükselmesi arasında bir bağ bulunmasının akla yakın olduğunu belirten Bankir, vücutta su tutulmasını düzenleyen, hipofiz arka bezinin salgıladığı bir hormon olan antidiüretik adı da verilen vazopresin hormonunun az su tüketimiyle kandaki şeker oranlarının yükselmesi arasındaki bağı açıklayabileceğini kaydetti.
Susuz kalınması durumunda vazopresin seviyelerinin artmasının böbreklerin vücuttaki suyu tutmasına yol açtığını anlatan Bankir, yaptıkları araştırmanın vazopresin hormonunun seviyesinin yükselmesinin aynı zamanda kan şekeri oranlarını da artırdığını gösterdiğine dikkati çekti.
Bunun vücutta glukoz (şeker) üretiminden sorumlu karaciğerde vazopresin reseptörlerinin bulunmasıyla açıklanabileceğini anlatan Bankir, bir araştırmada vücutlarına vazopresin hormonu şırınga edilen sağlıklı kişilerin kan şekerlerinde geçici ani artışlar meydana geldiğinin gözlemlendiğini belirtti.
Bankir, ''Araştırmadaki bulgularımızla bağlantılı neden-sonuç ilişkisine açıklık getirebilecek iyi tezler var ancak bu bir kanıt değil'' dedi.
AA
Fransız ulusal araştırma kurumu INSERM'den Lise Bankir başkanlığındaki bir grup Fransız bilimadamının yaptığı araştırma, günde yaklaşık iki bardak veya daha az miktarda su tüketen erişkinlerde yüksek kan şekeri sorununun görülme oranının daha yüksek olduğunu ortaya koydu.
Kandaki şeker seviyeleri diyabet tanımına girecek oranda yüksek olmayan kişiler tıpta, diyabet geçirme tehlikesi yüksek olan kişileri tanımlamak için kullanılan ''diyabet öncesi'' grup olarak adlandırılıyor.
Bilimadamları, yaşları 30 ile 65 arasında değişen 3615 erişkin Fransız üzerinde 9 yıllık bir devreyi kapsayan araştırmanın, su tüketimi düşük olan kişilerde kan şekeri sorununa rastlandığını göstermekle beraber, daha fazla su tüketmenin yüksek kan şekeri riskini azaltıp azaltmadığı konusuna açıklık getirmediğine işaret etti.
Araştırmaya katılan kişiler arasında, günde yarım litreden (yaklaşık 2 bardak) daha az su içtiğini belirten yaklaşık yüzde 19'luk gruptan 565 kişide geçen 9 yıl içinde yüksek kan şekerine, 202 kişi de ise tip 2 diyabet hastalığına rastlandı. Günde en az yarım litre su içtiğini söyleyen kişilerde yüksek kan şekerine rastlanma oranı ise diğer gruptakilere kıyasla yüzde 28 daha düşük çıktı.
Araştırmacılar buna karşın araştırmanın su tüketimi ile diyabet arasında güçlü bir istatistiki bağ olduğunu ortaya koymadığına dikkati çekti.
Araştırmada, yüksek kan seviyelerinin kişilerin su yerine, kilo almaya ve kan şekeri seviyelerinin yükselmesine yol açacak şekerli içecekleri tüketmesiyle açıklanabileceğini düşünen araştırmacıların, kişilerdeki şekerli içeceklerle alkol tüketiminin yanı sıra bu kişilerin araştırmanın başındaki vücut ağırlıkları, beyan ettikleri egzersiz seviyeleri ve diğer sağlık faktörlerini de dikkate almalarına rağmen az su tüketimi ile yüksek kan şekeri seviyeleri arasında belirlenen bağlantıda bir değişiklik gözlenmediği bildirildi.
Biyoloji bilimine dayalı olarak, su tüketimiyle kan şekerinin yükselmesi arasında bir bağ bulunmasının akla yakın olduğunu belirten Bankir, vücutta su tutulmasını düzenleyen, hipofiz arka bezinin salgıladığı bir hormon olan antidiüretik adı da verilen vazopresin hormonunun az su tüketimiyle kandaki şeker oranlarının yükselmesi arasındaki bağı açıklayabileceğini kaydetti.
Susuz kalınması durumunda vazopresin seviyelerinin artmasının böbreklerin vücuttaki suyu tutmasına yol açtığını anlatan Bankir, yaptıkları araştırmanın vazopresin hormonunun seviyesinin yükselmesinin aynı zamanda kan şekeri oranlarını da artırdığını gösterdiğine dikkati çekti.
Bunun vücutta glukoz (şeker) üretiminden sorumlu karaciğerde vazopresin reseptörlerinin bulunmasıyla açıklanabileceğini anlatan Bankir, bir araştırmada vücutlarına vazopresin hormonu şırınga edilen sağlıklı kişilerin kan şekerlerinde geçici ani artışlar meydana geldiğinin gözlemlendiğini belirtti.
Bankir, ''Araştırmadaki bulgularımızla bağlantılı neden-sonuç ilişkisine açıklık getirebilecek iyi tezler var ancak bu bir kanıt değil'' dedi.
AA
Meme kanseri hakkında yanlış bilinenler
Kanser çeşitleri arasında en sık görülenlerin başında gelen ve hakkında en çok yorum yapılan hastalıklardan biri meme kanseri
Günümüz koşullarında bilgiye ulaşmanın kolaylığı da meme kanseri hakkında bazı ön yargıların oluşmasına ve çelişkili bilgilerin kulaktan kulağa yayılmasına neden olabiliyor. Kadınların korkulu rüyası meme kanseri konusunda bir çok bilgi havada uçuşuyor! Ancak edinilen yanlış bilgiler, hastaların eksik veya yanlış yönlendirilmesine yol açıyor. Meme kanseri konusunda mutlaka hekim tavsiyesi alınması gerekir.
Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Güven Atasoy, doğru bilinen yanlışları anlatıyor
YANLIŞ: Mememi ben kontrol ediyorum, hiç şikayetim yok, doktora gitmem gerekmez.
Doğru: Meme kanseri ancak şikayetler başlamadan yakalandığında çok kolaylıkla tedavi edilebilmektedir. Memedeki bir kitle, ele gelecek bir hale gelmeden iki yıl önce mamografi ile saptanabilir. Dolayısıyla hiç şikayet olmadan kontrole gitmek hayat kurtarıcıdır.
YANLIŞ: Ailemde meme kanseri yok bende de olmaz.
DOĞRU: Ailede meme kanseri olması, mevcut riski artırır ama meme kanseri yüzde 85’i bireysel faktörlerle ortaya çıkar. Hiçbir ek riski olmayan normal bir kadın, zaten yüzde 12 meme kanseri olma riski taşımaktadır.
YANLIŞ: Ben doğum yaptım ve emzirdim, bende meme kanseri olmaz.
DOĞRU: Doğum yapmış ve emzirmiş olmak meme kanserini engellemez. Ancak doğum yapmamış ve emzirmemiş kadınlarda mevcut risk bir miktar yükselir.
YANLIŞ: Menopozdan önce meme kanseri olmaz.
DOĞRU: Meme kanseri her yaşta görülebilir. Ancak 45- 55 yaşlar arası en sık görüldüğü dönemdir.
YANLIŞ: Erkekte meme kanseri olmaz.
DOĞRU: Erkekte de meme kanseri görülebilir ama kadınlara göre daha düşük orandadır.
YANLIŞ: Ben meme kanserinden çok korkuyorum. Her iki mememi de aldırıp protez koydurarakbu riskten kurtulmak istiyorum.
DOĞRU: Bu tip ameliyat ancak estetik amaçla yapılabilir. Çünkü cerrahi olarak meme başına ve derisine geride bırakarak meme dokusunun tamamının alınması mümkün değildir.bu yöntemle meme kanseri riski azaltılabilir ama tamamen ortadan kalkmaz.
YANLIŞ: Mememde çok sayıda kist var. Her seferinde bu kistleri aldırıp kanser riskinden kurtuluyorum.
DOĞRU: Meme kistleri çoğu kadında görülürler ve genellikle kanser riski taşımazlar. Bu nedenle her gördüklerinde alınmaları gerekmez, takip edilmeleri yeterlidir. Ancak çok büyüyüp ağrı yaptıklarında veya yapılarında değişiklik olup kuşku uyandırdıklarında tanı amacıyla boşaltılmaları gerekebilir.
YANLIŞ: Doğum kontrol hapları meme kanseri yapar.
DOĞRU: Uygun dozda ve uygun sürede doktor kontrolünde kullanılan doğum kontrol hapları meme kanseri riskini artırmaz. ,
YANLIŞ: Mememde bir kitle var ve ağrımıyor, kanser oldum!
DOĞRU: Kitlenin ağrıması ile kanser olması arasında hiçbir bağlantı yoktur. Ancak memede ele gelen her doku kitle demek değildir, her kitle kanser demek değildir. Her 10 meme kitlesinden ancak 1-2 tanesi kanser tanısı almaktadır.
YANLIŞ: Mememde akıntı oldu, kanser oldum!
DOĞRU: Her kadında memeden sıkmakla bir miktar akıntı olabilir, bu kanser belirtisi değildir. Ancak kendiliğinden olan tek taraflı ve kanlı akıntılar tehlike habercisidir ve incelenmesi gerekir.
YANLIŞ: Çok mamografi çektirmek kanser yapar.
DOĞRU: Mamografide verilen ışın dozu çok düşüktür. Bir kadın 50 yıl boyunca her sene mamografi çektirirse, meme dokusu ancak bir kez akciğer röntgeni çektirmek kadar ışın alır.
YANLIŞ: Genç yaşta mamografi çektirmek sakıncalıdır.
DOĞRU: Genç yaşta mamografi çektirmenin sakıncası yoktur. Ancak 30 yaşın altındaki kadınlarda meme dokusunun özelliğinden dolayı mamografi ile yeterli görüntü alınamadığından, genç yaşlarda genellikle mamografi yerine ultrason tercih edilir. Radyoloji uzmanı gerek gördüğünde her yaşta mamografi çekilebilir.
YANLIŞ: Çok sık meme ultrasonu yaptırmak sakıncalıdır.
DOĞRU: Ultrason, anne karnındaki bebeğe bile yapıla bilen zararsız bir tetkik yöntemidir ve hangi sıklıkta gerekiyorsa o sıklıkla yapılabilir.
YANLIŞ: Biyopsi yaptırmak kitlenin kanserleşmesine yol açar.
DOĞRU: Biyopsi işlemi, bir kitlenin adının konması için en güvenli yoldur ve kitlenin niteliğini değiştirmez. Zaten günümüzde biyopsiler iğneyle yapılmaktadır ve kan vermek kadar kolay ve zahmetsiz bir işlemdir.
YANLIŞ: Kanserli bir kitlenin ameliyatla alınması kanserin vücuda yayılmasına yol açar.
DOĞRU: Kanser vücuda yayılacaksa, kanserli kitleden ayrılan hücreler yoluyla yayılır. Bu kitlenin alınması yayılmayı engeller. Ancak kitlenin alınmasında geç kalınmış ise, ameliyattan önce vücuda yayılmış hücreler, kitlenin kendisi alınsa bile bir süre sonra yeni kitleler oluşturabilir. Bu durumun ameliyatla ilgisi yoktur.
YANLIŞ: Bende meme kanseri tespit edildi, mememi kaybedeceğim!
DOĞRU: Günümüzdeki tanı ve tedavi yöntemleri sayesinde, çok geç kalınmamışsa meme kanseri ameliyatlarında memenin alınmasına gerek yoktur. Yalnızca kanserli dokunun alınmasıyla memeye dokumadan tedavi tamamlanmaktadır. Gecikmiş olgularda ise, memenin tamamen alınması gerekse bile, aynı seansta hastanın kendi dokularından veya hazır protezler kullanarak aynı seansta hatanın alınan memesi yerine konabilmektedir.
YANLIŞ: Meme kanseri ameliyatlarında koltuk altı lenf bezleri tamamen alınır ve bu da kolun şişmesine, sakatlanmasına yol açar. Kolumu artık eskisi gibi kullanamayacağım!
DOĞRU: Günümüzde eğer tedavide çok gecikilmemişse koltuk altı lenf bezlerinin alınmasına gerek yoktur. Çeşitli işaretleme yöntemleri ile ameliyat sırasında lenf bezlerinin bir tanesi işaretlenip alınarak incelenir ve eğer sorun yoksa diğer lenf bezlerine hiç dokunulmaz. Diğer lenf bezlerinin alınması gerekse bile bu durum mutlaka kolun şişmesi anlamına gelmez.
Günümüz koşullarında bilgiye ulaşmanın kolaylığı da meme kanseri hakkında bazı ön yargıların oluşmasına ve çelişkili bilgilerin kulaktan kulağa yayılmasına neden olabiliyor. Kadınların korkulu rüyası meme kanseri konusunda bir çok bilgi havada uçuşuyor! Ancak edinilen yanlış bilgiler, hastaların eksik veya yanlış yönlendirilmesine yol açıyor. Meme kanseri konusunda mutlaka hekim tavsiyesi alınması gerekir.
Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Güven Atasoy, doğru bilinen yanlışları anlatıyor
YANLIŞ: Mememi ben kontrol ediyorum, hiç şikayetim yok, doktora gitmem gerekmez.
Doğru: Meme kanseri ancak şikayetler başlamadan yakalandığında çok kolaylıkla tedavi edilebilmektedir. Memedeki bir kitle, ele gelecek bir hale gelmeden iki yıl önce mamografi ile saptanabilir. Dolayısıyla hiç şikayet olmadan kontrole gitmek hayat kurtarıcıdır.
YANLIŞ: Ailemde meme kanseri yok bende de olmaz.
DOĞRU: Ailede meme kanseri olması, mevcut riski artırır ama meme kanseri yüzde 85’i bireysel faktörlerle ortaya çıkar. Hiçbir ek riski olmayan normal bir kadın, zaten yüzde 12 meme kanseri olma riski taşımaktadır.
YANLIŞ: Ben doğum yaptım ve emzirdim, bende meme kanseri olmaz.
DOĞRU: Doğum yapmış ve emzirmiş olmak meme kanserini engellemez. Ancak doğum yapmamış ve emzirmemiş kadınlarda mevcut risk bir miktar yükselir.
YANLIŞ: Menopozdan önce meme kanseri olmaz.
DOĞRU: Meme kanseri her yaşta görülebilir. Ancak 45- 55 yaşlar arası en sık görüldüğü dönemdir.
YANLIŞ: Erkekte meme kanseri olmaz.
DOĞRU: Erkekte de meme kanseri görülebilir ama kadınlara göre daha düşük orandadır.
YANLIŞ: Ben meme kanserinden çok korkuyorum. Her iki mememi de aldırıp protez koydurarakbu riskten kurtulmak istiyorum.
DOĞRU: Bu tip ameliyat ancak estetik amaçla yapılabilir. Çünkü cerrahi olarak meme başına ve derisine geride bırakarak meme dokusunun tamamının alınması mümkün değildir.bu yöntemle meme kanseri riski azaltılabilir ama tamamen ortadan kalkmaz.
YANLIŞ: Mememde çok sayıda kist var. Her seferinde bu kistleri aldırıp kanser riskinden kurtuluyorum.
DOĞRU: Meme kistleri çoğu kadında görülürler ve genellikle kanser riski taşımazlar. Bu nedenle her gördüklerinde alınmaları gerekmez, takip edilmeleri yeterlidir. Ancak çok büyüyüp ağrı yaptıklarında veya yapılarında değişiklik olup kuşku uyandırdıklarında tanı amacıyla boşaltılmaları gerekebilir.
YANLIŞ: Doğum kontrol hapları meme kanseri yapar.
DOĞRU: Uygun dozda ve uygun sürede doktor kontrolünde kullanılan doğum kontrol hapları meme kanseri riskini artırmaz. ,
YANLIŞ: Mememde bir kitle var ve ağrımıyor, kanser oldum!
DOĞRU: Kitlenin ağrıması ile kanser olması arasında hiçbir bağlantı yoktur. Ancak memede ele gelen her doku kitle demek değildir, her kitle kanser demek değildir. Her 10 meme kitlesinden ancak 1-2 tanesi kanser tanısı almaktadır.
YANLIŞ: Mememde akıntı oldu, kanser oldum!
DOĞRU: Her kadında memeden sıkmakla bir miktar akıntı olabilir, bu kanser belirtisi değildir. Ancak kendiliğinden olan tek taraflı ve kanlı akıntılar tehlike habercisidir ve incelenmesi gerekir.
YANLIŞ: Çok mamografi çektirmek kanser yapar.
DOĞRU: Mamografide verilen ışın dozu çok düşüktür. Bir kadın 50 yıl boyunca her sene mamografi çektirirse, meme dokusu ancak bir kez akciğer röntgeni çektirmek kadar ışın alır.
YANLIŞ: Genç yaşta mamografi çektirmek sakıncalıdır.
DOĞRU: Genç yaşta mamografi çektirmenin sakıncası yoktur. Ancak 30 yaşın altındaki kadınlarda meme dokusunun özelliğinden dolayı mamografi ile yeterli görüntü alınamadığından, genç yaşlarda genellikle mamografi yerine ultrason tercih edilir. Radyoloji uzmanı gerek gördüğünde her yaşta mamografi çekilebilir.
YANLIŞ: Çok sık meme ultrasonu yaptırmak sakıncalıdır.
DOĞRU: Ultrason, anne karnındaki bebeğe bile yapıla bilen zararsız bir tetkik yöntemidir ve hangi sıklıkta gerekiyorsa o sıklıkla yapılabilir.
YANLIŞ: Biyopsi yaptırmak kitlenin kanserleşmesine yol açar.
DOĞRU: Biyopsi işlemi, bir kitlenin adının konması için en güvenli yoldur ve kitlenin niteliğini değiştirmez. Zaten günümüzde biyopsiler iğneyle yapılmaktadır ve kan vermek kadar kolay ve zahmetsiz bir işlemdir.
YANLIŞ: Kanserli bir kitlenin ameliyatla alınması kanserin vücuda yayılmasına yol açar.
DOĞRU: Kanser vücuda yayılacaksa, kanserli kitleden ayrılan hücreler yoluyla yayılır. Bu kitlenin alınması yayılmayı engeller. Ancak kitlenin alınmasında geç kalınmış ise, ameliyattan önce vücuda yayılmış hücreler, kitlenin kendisi alınsa bile bir süre sonra yeni kitleler oluşturabilir. Bu durumun ameliyatla ilgisi yoktur.
YANLIŞ: Bende meme kanseri tespit edildi, mememi kaybedeceğim!
DOĞRU: Günümüzdeki tanı ve tedavi yöntemleri sayesinde, çok geç kalınmamışsa meme kanseri ameliyatlarında memenin alınmasına gerek yoktur. Yalnızca kanserli dokunun alınmasıyla memeye dokumadan tedavi tamamlanmaktadır. Gecikmiş olgularda ise, memenin tamamen alınması gerekse bile, aynı seansta hastanın kendi dokularından veya hazır protezler kullanarak aynı seansta hatanın alınan memesi yerine konabilmektedir.
YANLIŞ: Meme kanseri ameliyatlarında koltuk altı lenf bezleri tamamen alınır ve bu da kolun şişmesine, sakatlanmasına yol açar. Kolumu artık eskisi gibi kullanamayacağım!
DOĞRU: Günümüzde eğer tedavide çok gecikilmemişse koltuk altı lenf bezlerinin alınmasına gerek yoktur. Çeşitli işaretleme yöntemleri ile ameliyat sırasında lenf bezlerinin bir tanesi işaretlenip alınarak incelenir ve eğer sorun yoksa diğer lenf bezlerine hiç dokunulmaz. Diğer lenf bezlerinin alınması gerekse bile bu durum mutlaka kolun şişmesi anlamına gelmez.
Kiloya değil yağ oranına bak!
Obezitede, vücut ağırlığı değil, yağ oranındaki anormal artış tehlike sinyali veriyor
Ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilen ve başta diyabet, kanser, kalp krizi, yüksek tansiyon ve inme gibi hastalıkların ortaya çıkmasında önemli olan obezitede, vücut ağırlığı değil, yağ oranındaki anormal artış tehlike sinyali veriyor.
Uzmanlar, yağın vücutta biriktiği yerin de önemli olduğu, özellikle erkeklerde sıkça görülen karın bölgesindeki yağlanmanın risk taşıdığı ve obezitenin çocukları da tehdit eder bir düzeye geldiği uyarısında bulunuyor.
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayla Harmancı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, obezitenin her geçen gün giderek büyüyen ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyledi.
Obezitenin, genel olarak vücuttaki yağ miktarının anormal şekilde artması olarak tanımlandığını belirten Harmancı, sıklıkla vücuttaki yağ miktarındaki artışa paralel olarak vücut ağırlığında da artış ortaya çıktığını ifade etti.
Harmancı, obezitenin boy ve kilo dikkate alınarak ''vücut kitle indeksi'' adı verilen bir formül ile değerlendirildiğini belirterek, ''Vücut kitle indeksinin ≥30 kg/m2 olması obezite olarak tanımlanmaktadır'' dedi.
Söz konusu hesaplamanın obezitenin tanısı için tek başına yeterli olmadığını vurgulayan Harmancı, ''Çünkü unutulmaması gereken konu, obezite vücut ağırlığının değil, vücuttaki yağ miktarının anormal artışıdır'' diye konuştu.
Harmancı, yağların vücudun farklı bölgelerinde biriktiğini ve biriktikleri bölgelere göre de klinik önemlerinin değiştiğini ifade ederek, ''Örneğin, kadınlarda yağ birikimi sıklıkla kalça ve basen bölgelerinde ortaya çıkmaktadır ve 'armut tipi' obezite olarak adlandırılmaktadır. Erkeklerde ise yağ birikimi başlıca karın bölgesinde ortaya çıkmakta ve 'elma tipi' obezite olarak isimlendirilmektedir. Her iki durumda da vücut yağ oranı artmıştır'' dedi.
''Yapılan çalışmalar elma tipi obezitenin daha ciddi sağlık sorunlarına yol açtığını göstermektedir'' diyen Harmancı, bu nedenle obezite değerlendirilirken mutlaka bel çevresi ölçümünün de yapılması gerektiğine dikkati çekti.
TEDAVİ KİŞİYE ÖZEL OLMALI
Harmancı, obezitenin genel olarak kişinin harcadığından daha fazla enerji alımı sonucu ortaya çıkan bir bozukluk olduğunu söyledi.
Bu dengenin bozulmasında çok farklı nedenlerin rol oynadığını dile getiren Harmancı, bu nedenle obezite tedavisinin mutlaka kişiye özel olarak planlanması ve farklı branşların işbirliği ile yapılması gerektiğini ifade etti.
Harmancı, hastaların tedavi öncesinde mutlaka, altta yatan başka bir hastalığının olup olmadığının belirlenebilmesi için bir endokrinoloji uzmanı tarafından detaylı olarak değerlendirilmesi gerektiğine işaret etti.
Obezitenin, ciddi sağlık sorunlarına yol açabildiğinin altını çizen Harmancı, şunları kaydetti:
''Diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, kalp krizi, inme, safra kesesi hastalıkları, karaciğerde yağlanma, gastro-ösefagial reflü, adet düzensizlikleri, uyku apnesi, psikolojik sorunlar, eklemlerle ilgili hastalıklar ve bazı kanser türlerine neden olabildiğinden mutlaka tedavi edilmesi gerekmektedir.''
10 ERİŞKİNDEN 4'Ü FAZLA KİLOLU
Harmancı, obezitenin Türkiye'de de giderek artış gösteren bir hastalık olduğunu belirterek, şu bilgiyi verdi:
''Ülkemizde son yapılan araştırmalar göstermektedir ki 10 erişkinden 4'ü fazla kilolu, 3'ü ise obezdir. Konunun bundan daha da üzücü ve endişe verici olan yanı ise obezitenin artık çocukları tehdit ediyor olmasıdır. Yapılan araştırmalar, anne-babası obez olan çocuklarda obezitenin daha sık görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bunda genetik etkenlerin yanı sıra yaşam şekli ve beslenme alışkanlıkları da rol oynamaktadır. Bu nedenle hem kendi hem de çocuklarımızın sağlığı için obezitenin mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğu gerçeği kavranmalı ve büyük bir kararlılık ve azimle bu hastalıkla savaşılması gereklidir.''
Dünya genelinde sağlık bakanlıklarının da obezite ile mücadeleye önem verdiğini ve bunun için farkındalık projeleri hazırladığını belirten Harmancı, basın yayın organlarının da konuya hassasiyet içinde yaklaştığını ifade etti.
Harmancı, tüm bu çalışmaların dahi obezitenin kontrol altına alınabilmesi henüz yeterli olmadığını bildirerek, bireysel olarak da herkesin düzenli fiziksel aktiviteyi, sağlık beslenme alışkanlığını bir yaşam biçimi haline getirmesi gerektiğini söyledi.
AA
Ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilen ve başta diyabet, kanser, kalp krizi, yüksek tansiyon ve inme gibi hastalıkların ortaya çıkmasında önemli olan obezitede, vücut ağırlığı değil, yağ oranındaki anormal artış tehlike sinyali veriyor.
Uzmanlar, yağın vücutta biriktiği yerin de önemli olduğu, özellikle erkeklerde sıkça görülen karın bölgesindeki yağlanmanın risk taşıdığı ve obezitenin çocukları da tehdit eder bir düzeye geldiği uyarısında bulunuyor.
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayla Harmancı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, obezitenin her geçen gün giderek büyüyen ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyledi.
Obezitenin, genel olarak vücuttaki yağ miktarının anormal şekilde artması olarak tanımlandığını belirten Harmancı, sıklıkla vücuttaki yağ miktarındaki artışa paralel olarak vücut ağırlığında da artış ortaya çıktığını ifade etti.
Harmancı, obezitenin boy ve kilo dikkate alınarak ''vücut kitle indeksi'' adı verilen bir formül ile değerlendirildiğini belirterek, ''Vücut kitle indeksinin ≥30 kg/m2 olması obezite olarak tanımlanmaktadır'' dedi.
Söz konusu hesaplamanın obezitenin tanısı için tek başına yeterli olmadığını vurgulayan Harmancı, ''Çünkü unutulmaması gereken konu, obezite vücut ağırlığının değil, vücuttaki yağ miktarının anormal artışıdır'' diye konuştu.
Harmancı, yağların vücudun farklı bölgelerinde biriktiğini ve biriktikleri bölgelere göre de klinik önemlerinin değiştiğini ifade ederek, ''Örneğin, kadınlarda yağ birikimi sıklıkla kalça ve basen bölgelerinde ortaya çıkmaktadır ve 'armut tipi' obezite olarak adlandırılmaktadır. Erkeklerde ise yağ birikimi başlıca karın bölgesinde ortaya çıkmakta ve 'elma tipi' obezite olarak isimlendirilmektedir. Her iki durumda da vücut yağ oranı artmıştır'' dedi.
''Yapılan çalışmalar elma tipi obezitenin daha ciddi sağlık sorunlarına yol açtığını göstermektedir'' diyen Harmancı, bu nedenle obezite değerlendirilirken mutlaka bel çevresi ölçümünün de yapılması gerektiğine dikkati çekti.
TEDAVİ KİŞİYE ÖZEL OLMALI
Harmancı, obezitenin genel olarak kişinin harcadığından daha fazla enerji alımı sonucu ortaya çıkan bir bozukluk olduğunu söyledi.
Bu dengenin bozulmasında çok farklı nedenlerin rol oynadığını dile getiren Harmancı, bu nedenle obezite tedavisinin mutlaka kişiye özel olarak planlanması ve farklı branşların işbirliği ile yapılması gerektiğini ifade etti.
Harmancı, hastaların tedavi öncesinde mutlaka, altta yatan başka bir hastalığının olup olmadığının belirlenebilmesi için bir endokrinoloji uzmanı tarafından detaylı olarak değerlendirilmesi gerektiğine işaret etti.
Obezitenin, ciddi sağlık sorunlarına yol açabildiğinin altını çizen Harmancı, şunları kaydetti:
''Diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, kalp krizi, inme, safra kesesi hastalıkları, karaciğerde yağlanma, gastro-ösefagial reflü, adet düzensizlikleri, uyku apnesi, psikolojik sorunlar, eklemlerle ilgili hastalıklar ve bazı kanser türlerine neden olabildiğinden mutlaka tedavi edilmesi gerekmektedir.''
10 ERİŞKİNDEN 4'Ü FAZLA KİLOLU
Harmancı, obezitenin Türkiye'de de giderek artış gösteren bir hastalık olduğunu belirterek, şu bilgiyi verdi:
''Ülkemizde son yapılan araştırmalar göstermektedir ki 10 erişkinden 4'ü fazla kilolu, 3'ü ise obezdir. Konunun bundan daha da üzücü ve endişe verici olan yanı ise obezitenin artık çocukları tehdit ediyor olmasıdır. Yapılan araştırmalar, anne-babası obez olan çocuklarda obezitenin daha sık görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bunda genetik etkenlerin yanı sıra yaşam şekli ve beslenme alışkanlıkları da rol oynamaktadır. Bu nedenle hem kendi hem de çocuklarımızın sağlığı için obezitenin mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğu gerçeği kavranmalı ve büyük bir kararlılık ve azimle bu hastalıkla savaşılması gereklidir.''
Dünya genelinde sağlık bakanlıklarının da obezite ile mücadeleye önem verdiğini ve bunun için farkındalık projeleri hazırladığını belirten Harmancı, basın yayın organlarının da konuya hassasiyet içinde yaklaştığını ifade etti.
Harmancı, tüm bu çalışmaların dahi obezitenin kontrol altına alınabilmesi henüz yeterli olmadığını bildirerek, bireysel olarak da herkesin düzenli fiziksel aktiviteyi, sağlık beslenme alışkanlığını bir yaşam biçimi haline getirmesi gerektiğini söyledi.
AA
29 Ocak 2012 Pazar
Bakan Ergün: “BU TOPLANTI SAĞLIK SEKTÖRÜ İÇİN BİR MİLAT OLACAK”
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Tıbbi Cihaz Üreticileri Derneği'nin (TÜDER) işbirliği ile “Türkiye Tıbbi Cihaz Sektörü Yatırım Fırsatları ve Kamu Destekleri Çalıştayı” toplantısı yapıldı. “Çin’den daha pahalı ama Avrupa kadar kaliteli üretim yapıyoruz” diyen Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün,"Bu toplantılar yanlış işlere dur deme toplantıları. Eminim bu toplantıda tıbbi cihaz üreticilerimiz ve sağlık sektörümüz için bir milat olacaktır" dedi. Tıbbi Cihaz Üreticileri Derneği Başkanı Mustafa Daşcı “Tıbbi cihaz sektörü için ‘2012 yılı yatırım ve üretim yılı’ olsun” diye konuştu.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Tıbbi Cihaz Üreticileri Derneği'nin (TÜDER) işbirliği ile Bilkent Otel'de “Türkiye Tıbbi Cihaz Sektörü Yatırım Fırsatları ve Kamu Destekleri Çalıştayı” düzenlendi. Sektör yöneticilerinin büyük ilgi gösterdiği toplantının açılış konuşmasında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, “Ülke olarak birçok sektörde ihtiyaçlarımızı aslında yerli üretimlerle karşılamamız mümkündür. Bu fotoğrafı net olarak görüyoruz, yalnız yapmamız gereken işler var, o yapmamız gereken işleri yaptığımızda hem teknolojiyi geliştirmek hem ihtiyaçlarımız kendi ülkemizdeki üretimle karşılamak o sanayi kolunu güçlendirme imkanına sahibiz. Sektörün yapması gerekenler var ve kamunun yapması gerekenler var. Biraz yöntemlerimizi değiştirmemiz alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Çok maliyetli işler değil bunlar. Bir kısmı hiç para gerektirmiyor. Bir kısmı hiç yatırım gerektirmiyor. Sadece usulü değiştirmek gerekiyor, iş yapma biçimimizi, usulümüzü değiştirsek büyük katkıları olacak. Şunu da söyleyelim birçok sektörde ihtiyaçlarımızı yerli üretimle karşılamanın aslında hem daha az maliyetli olduğunu hem de daha kaliteli ürünlerle bu ihtiyaçları karşılamanın mümkün olduğunu da görüyoruz. İşte o atmamız gereken adımları belirlemek üzere bu tür çalıştayları yapıyoruz. Çünkü Türkiye’de bugünkü üretim yapısıyla uzak doğudan biraz daha pahalı ama Avrupa kadar da kaliteli üretim yapabilen bir ülkedir” dedi.
“Bu Toplantılar Yanlış İşlere Dur Deme Toplantıları”
Alışkanlıklardan ya da başka teknik problemlerden iş yapma usulünden,vergi mevzuatında, kamu ihale mevzuatından bazı maddelerin ya da ihale usulünün yanlışlığından işlerin hareketlenmesine engel olduğundan kaynaklandığını belirten Bakan Ergün şunları söyledi: “İhale usulümüzün yanlışlığından kaynaklanıyor. Bunları da düzeltecek mekanizmaları bu toplantılarda belirliyor ve hayata geçiriyoruz. Bu toplantılar yanlış işlere dur deme toplantıları. Eminim bu toplantıda tıbbi cihaz üreticilerimiz ve sağlık sektörümüz için bir milat olacaktır. Bundan sonra ilişkiler daha farklı bir platformda seyredecek. Bu şekilde aynı zamanda hangi sektöre ne kadar destek sağlamamız gerektiğini de hem sektör temsilcileriyle hem de kullanıcılarla beraber belirlemiş oluyoruz. Yeni destek mekanizmaları gerekiyorsa o mekanizmaları da harekete geçiriyoruz.
“Tıbbi Cihaz Üreticilerinin Devletten Her Zaman Yüzde 10’luk Bir KDV Alacağı Birikiyor”
Fuar desteklerinden tutunda büyük ölçekli satın almaların sektörün gelişimine nasıl engel olduğuna kadar olan hususlar önemli. Vergi kanunlarımızın uygulamaları üretime ne etki yapıyor. Katma değer vergisi uygulaması mesela, tıbbi cihaz üreticileri hammadde alırken yüzde 18 KDV ödüyorlar, ama tıbbi cihaz üretip satarken yüzde 8 KDV tahsil ediyorlar. Devletten her zaman yüzde 10’luk bir KDV alacağı birikiyor. Tıbbi cihaz üreticilerinin büyük bir niteliği KOBİ niteliğindeki işletmeler. KOBİ niteliğindeki işletmenin sermaye birikimine ihtiyacı var. Yatırıma ihtiyacı var, tasarrufa ihtiyacı var. Biz firmanın KDV’sini uygulama nedeniyle sermayesinin büyük bir bölümünü KDV olarak kasamızda tutarsak o firma nasıl yatırım yapacak.
“Kamu Olarak Amacımız Sadece Ucuza Satın Almak Değil”
Her hangi bir vergi kaybına uğramadan da başka bir usulle yöntemi değiştirerek, bunu elde etmek mümkün. Bundan sonra vergi sisteminde veya ihale satın alma uygulamalarında hangi uygulama olumsuz etki meydana getiriyorsa, bunu detaylı bir şekilde masaya yatırmak ve o sıkıntıyı gidermek için çalışmak mecburiyetindeyiz. Mesela Hudut Sahillerinde niye büyük montanlı satın alma yapıyoruz. Ucuza satın alacağız, çok alırsak ucuza satın alırız. Bizim kamu olarak amacımız sadece ucuza satın almak değil.”
“Sağlık Bakanlığının Elinde Dünyayı Yerinden Oynatacak Kaldıraç Var”
Amaçlarından bir tanesinin ucuza satın almak olduğunu ve kamunun büyük bir satın alma gücü bulunduğunu kaydeden Bakan Ergün, “Bu büyük satın alma gücünü teknolojinin gelişmesi araştırma geliştirme faaliyetlerinin yapılması. Teknoloji transferi ve o sektörün ülkemizde inkişaf etmesi yönünde kullanmamız lazım. Amaçlarımızdan bazıları da bunlar olmalı. Yani Sağlık Bakanlığı veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu büyük montanlı satın almaları yaparken amacı sadece ucuza sağlık hizmeti vermek, sağlık hizmeti verirken gereken malzemeyi ucuza satın almak değil. Amaçlarından bir tanesi bu olmalı. Bir başka amacı da bu kadar büyük satın alma gücünü kaldıraç olarak kullanıp, tıbbi teknolojilerin gelişmesini nasıl sağlamak olmalı. Sektörde yerli üretimi artırmak, bunu gerçekleştirmek için bir kaldıraç olarak kullanmalı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın elinde Sağlık Bakanlığı’nın elinde dünyayı yerinden oynatacak kaldıraç var. İşte size dayanak noktası da verdim.
“Dünyanın 10 Büyük Ekonomisinden Birisi Olmak İstiyoruz”
2023’te 500 milyar dolar ihracat yapmayı hedefliyoruz ve dünyanın 10 büyük ekonomisinden birisi olmak istiyoruz. 500 milyar dolar ihracat yapmak tek başına hedef değil. 500 milyar dolar ihracat yaparsınız 1 trilyon dolar ithalat yaparsınız gene cari açık problemiyle boğuşursunuz. O zaman bizim bu ikisi arasında da bir denge oluşturmamız mümkünse cari fazla veren bir ülke haline gelmemiz lazım. Öylesine katma değerli ürünler üretelim ki bunu yapalım.
“Teşvik Paketini Cari Açık Sorununu Çözen Bir Perspektifle Hazırlıyoruz”
Üretim ve teknolojideki kapasitemizi artırarak hem dışarıya daha fazla ürün ihraç edebilir. Hem de ithalatla karşıladığımız ihtiyaçları ürünleri yerli üretimle ikame edebiliriz. Şu an üzerinde çalıştığımız ve yakında açıklayacağımız teşvik paketini de cari açık sorununu çözen bir perspektifle hazırlıyoruz. Hükümet olarak geride bıraktığımız sürede kamunun büyük alım gücünü fiyatları düşürmek için ciddi manada kullandık. Bu konuda başarılı da olduk. Ama aynı gücü artık savunma sanayinde ofset uygulamalarında kullandığımız gibi diğer sektörlerde de ilaç sanayinde ve tıbbi cihazlar alanında da kullanmamız gerekiyor. 2002 yılında savunma sanayinde Türki silahlı kuvvetlerimizin ihtiyaçlarının sadece yüzde 25’i yerli üretimle karşılanabiliyordu. Bugün yüzde 52’si yerli üretimle karşılanabilir hale geldi.
“50 Milyon Liranın Üzeri Yatırımlarda Büyük Yatırımlar Kapsamına Alındı”
Şu an uyguladığımız teşvik sisteminde tıbbi cihaz ve ilaç üretimi ülkemizin hemen hemen her yerinde destekliyoruz. Aynı şekilde tıbbi aletler hassas optik aletler alanında yapılacak 50 milyon liranın üzerindeki yatırımlarda büyük yatırımlar kapsamına alındı. Kamunun sağlayacağı bütün teşvikler bir yere kadar olacak ve bir yerde sınırlı kalacaktır. Türkiye’de büyüyen iç pazardır ve bu iç pazarda yerli ürünlerin ileri teknolojik ürünlerin tercih edilmesi meselesidir. En büyük destek budur. Bu konuda üreticilerimizin de atması gereken önemli adımlar var. 2 milyar doların üzerinde ithalat yaptığımız, 200 milyon dolar civarında ihracat yaptığımız bir sektör. Yani 10 kat fark var. Bu farkı kapatmamız lazım.
“Üretim Yapan Firmalar Tıp Alanındaki Gelişmeleri Yakından Takip Etmeleri Gerekiyor”
İhraç ürün grupları yüksek Ar-Ge mühendislik ve bilgi gerektirmeyen o nitelikte o yoğunlukta değil. Bu alanda üretim yapan firmalarımız artık basit ürünlerden daha nitelikli ürünlere doğru geçmeleri ve tıp alanındaki gelişmeleri yakından takip etmeleri gerekiyor. Onun için gerçekten tıp alanındaki Ar-Ge çalışmalarıyla sektörleri yan yana getirecek, mekansal beraberliklerin önemli olduğunu düşünüyorum. Üniversitelerimiz bünyesinde tıp alanındaki uzmanlarımız, biyomedikal alanındaki uzmanlarımız, mühendislerimiz ve firmalarımız birlikte Ar-Ge yapabilecekleri mekanlara ihtiyaç var
Her Bakanlığın Ar-Ge Payı Olacak
Önümüzdeki süreçte yeni kararların yansıması olarak bütün bakanlıklarımızın kendi alanlarıyla ilgili bütçelerinde önemli bir Ar-Ge payı olacak. Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve sosyal Güvenlik Bakanlığı bu alandaki araştırma, geliştirme faaliyetleri destekleyen fonları da bir anlamda kendi bütçelerinde önemli bir miktarda oluşturacaklar. Üniversitelerde sanayiyle iş birliği içerisinde o fonlar o sektörlerdeki firmaların alıştırma geliştirmelerindeki ve teknolojilerin gelişmesi için kullanılacak. 2023 hedeflerimizden birisi de Türkiye’nin Ar-Ge’ye milli gelirden ayırdığı payı yüzde 3’e çıkartmak. Firmaların marka ve patent tescili gibi ulusal ve uluslararası standardizasyon kurumlarından alacakları kalite belgeleri bu açıdan büyük önem taşıyor. Mutlaka kalite belgesi konularına da önem verelim. Bu kalite belgelerini bir ilave yük olarak görmeyelim. Rekabet gücünün önemli bir unsuru olarak görelim. Bu konuda herkes sorumluluk duygusuyla hareket ederse zaman içerisinde sektörün büyüyerek dış ticaret dengesinin düzeleceğine inanıyorum. İç piyasadan güç alan firmalarımızın zaman içerisinde önemli markalar haline geleceklerine, üretim, istihdam ve ihracatımıza da büyük katkı yapacaklarına şüphe yoktur” diye konuştu.
Tıbbi Cihaz Sektörü Ülkemizde 2015 Yılında 3.12 Milyar Dolara Ulaşacağı Öngörülüyor
Tıbbi cihaz sektörünün stratejik öneme sahip olduğunu fakat stratejilerinin belirlenmemesi ve üretim politikalarının oluşturulmaması nedeniyle tıbbi cihaz sektörünün diğer gelişmiş ülkelerden geri kalmasına neden olduğunu belirten Tıbbi Cihaz Üreticileri Derneği (TÜDER) Başkanı Mustafa Daşcı şunları söyledi: “2002 yılı itibariyle hem sektörümüz hem ülkemizde çok büyük gelişimler ve devrim niteliğinde çalışmalar başlamıştır. Bunu hepimiz fark ediyoruz ve hepimiz hep beraberde yaşıyoruz. Ülke ekonomisi açısından da son derece önemli olan ve hız kazanarak artan tıbbi cihaz sektörüne yönelik çalışmalarda bizleri ve elbette devlet yetkililerimizi mutlu etmektedir. Dünyada tıbbi cihaz sektörünün pazar değerinin 2014 yılında 368 milyar dolara çıkması tahmin ediliyor. Ülkemizde ise pazar büyüklüğünün 2015 yılında 3.12 milyar dolara ulaşacağı öngörülüyor. 2010 yılı ihracatımız 200 milyon dolar olarak gerçekleşirken ithalatımız 2.1 milyar dolar olarak gerçekleşti. Şuan ülkemizde UBB verilerine göre 610 üretici, 554 üretici ve ithalatçı, bin 535 ithalatçı firma faaliyetlerini sürdürmektedir. Dünya pazarından aldığımız pay ve ihracatımızın ithalatı karşılama oranı çok düşük. Sektörün ithalata bağımlılığı hala devam ediyor.
Ofset Yöntemi Tıbbı Cihaz Sektöründe de Kullanılmalı
Yüksek teknoloji ürünleri üretebilmek, üniversite sanayi işbirliğini sağlayabilmek, ihracatımızı arttırmak ve tıbbi cihaz sektörünün dinamik ve güçle bir yapıya kavuşturulabilmesi için sektör olarak talep ve önerilerimiz şunlar olacaktır. Savunma sanayi ve havacılık alanında uygulanan Ofset yöntemi tıbbı cihaz sektöründe de kullanılmalı. Kamu, özel ve üniversite hastanelerinde yerli ürün kullanımı özendirilmeli. Tıbbi cihaz organize sanayi bölgeleri oluşturulmalı. Tıbbi cihaz organize sanayi bölgeleri mutlaka 3. basamak sağlık hizmetleriyle mekan olarak aynı yerde oluşması, hekimlerin zaman kullanımı, tıbbi cihaz üreticileri de zamandan olumlu yaralanabilmeleri için son derece önemlidir. Tıbbi cihaz yatırımları öncelikli yatırımlar kapsamında değerlendirilmeli ve desteklenmeli. Bizim öncelikli bölge kalkınma kapsamında olan illerimize yatırım yapıldığı zaman desteklerimiz farklılaşıyor, işte o farklılık tıbbi cihazı nereye yatırım yaparsa yapsın kişi öncelikli bölge kapsamı içerisinde destekleri değerlendirerek yüksek bir desteklenmelidir. Komşu ülkelerde yerli ürün kullanım alışkanlığını arttırmak için bu ülkelerde düzenlenecek toplantı ve kurslar desteklenmeli. Pazar araştırması ve iş seyahatleri desteklenmeli. İhracatın gelişebilmesi için yurt dışı fuar ve kongrelere katılım tam desteklenmeli. Yüzde oran olmadan tam desteklediğinde ülke ekonomisine tekrar kat kat daha fazla döneceğine inanıyorum. Çünkü tıbbi cihaz katma değeri çok yüksek olan bir ürün olarak değerlendiriyoruz. En pahalı mücevherden çok daha değerli olarak görüyoruz. Paslanmaz bir çeliği alıp onu işleyip tıbbi cihaza dönüştürdüğümüz takdirde en pahalı mücevherin gram olarak fiyata çıkabilmesi mümkün görünmüyor.
“Ar-Ge Merkezlerini Hastanelerin Bahçeleri Veya Kampusların İçerisinde Olmalı”
Şu anda hasta sayısına göre hekim sayısı çok yetersiz kalmakta hala son derece etkin planlamalar yapılmış olmasına rağmen hastalarımız hala kuyruk sırası bekleyebiliyor. Onun için hekimlerimize kapasitelerinin üzerinde çalışması nedeniyle bizlerle Ar-Ge çalışması yapabilecek yeterince zaman sahip değiller. Bu zamanı verimli kullanabilmek için öncelikle onlarla mekan birlikteliği yaparak tıbbi teknoloji, Ar-Ge merkezlerini hastanelerin bahçeleri veya kampusların içerisinde uygun olan alanlara yapılarak bizlere o imkanı sağlarsanız veri dönüşümünü de o şekilde çok daha kısa sürede almış, mevcut tıbbi teknolojiyi çok üst seviyelere taşımamız mümkün olabilecektir.
“Toplu Alımlardan Vazgeçilerek Yerinde Alımlara Geçilmeli”
Hudut sahilleri yerli alımlarıyla yerli üreticilerin o ihalelere katılmaları mümkün görünmemektedir. Ne bizim ona sermayemiz yeter ne de ihalelere katılabilmek için gerekli üretim kapasitesine sahibiz. Yıllık alımlarla bu şekilde 10 yıllık ihtiyaçlar gideriliyor. Dolayısıyla bir fabrika bir yıl çalışmadığında, çalışanın bütün tesisatı çöpe atması anlamına geliyor. Bu da milli sermayenin çöpe atılması anlamına geliyor. Bir an önce toplu alımlardan vazgeçilerek ihtiyaçların yerinde tespit edilerek yerinde alımlara geçilmeli.
2012 Yılı Yatırım ve Üretim Yılı
Tıbbi cihaz sektörü için “2012 yılı yatırım ve üretim yılı” olsun. Fırsatları yalnızca kendi lehimize değerlendirmeyelim, fırsatları üretime, milletimizin refahına, dolayısıyla ülke ekonomisinin lehine değerlendirelim, kalkınmaya katkıda bulunalım.”
“Yüzde 85 İthalata Dayalıyız”
TOBB Medikal Meclis Başkanı Özgür İncekara konuşmasında şunları dile getirdi: “Tıbbi cihaz sektörü Türkiye’de yürümeye başladı diyebiliriz ve gerek Sağlık Bakanlığı gerek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı eş güdümünde bir araya gelmemiz bizim artık koşmaya başlayacağımız işareti olarak algılıyorum. ithalata dayalı bir sektörüz. Tam net veriler olmamakla birlikte yüzde 85 ithalata dayalıyız. İhracatımız 200 milyon dolar civarında, dünya pazarından büyük pazarda yerimizi almamız için Ar-Ge ve üretim çalışmalarına el birliğiyle destek verilmesi yerli malının desteklenmesi bizler için önem arz etmektedir”
SGK 2011 Yılında Sağlık Harcaması 45 Milyar Lira
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi Yadigar Gökalp ise şu bilgileri verdi: “Sosyal Güvenlik Kurumunun 2010 yılında 39.7 milyar liralık sağlık harcaması gerçekleştirilmiştir. 2011 yılında ise bu rakamın 45 milyar lira olacağı tahmin edilmektedir. Tıbbi malzeme harcamalarına baktığımızda 2010 yılında 1 milyar 133 milyon lira olarak gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu da yaklaşık toplam sağlık harcamalarının kurumumuz tarafından karşılanan sağlık harcamalarının yüzde 3’ü nispetindedir. İlk 6 aya baktığımızda 2011 yılında ise tıbbi malzeme harcamasının 709 milyon lira olduğunu görmekteyiz.Bu rakamlar göz önüne alındığında tabi ki bu hizmetlerin daha etkin bir şekilde yürütülmesi açısından kurumumuzda çok çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Göz, kardiyoloji, KBB, baş-boyun cerrahisi gibi bir takım branşlarda pozitif listelerin yayınlanması çalışmaları yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu noktalarda ilgili kurumlardan görüş alma aşamasına gelmiş bulunmaktayız. Protez, ortez üretici ve uygulayıcılarıyla işitme merkezleri ile sözleşme çalışmalarımız tamamlanmak üzeredir. Bunun dışında optisyenlik müessesleri ile yapılan anlaşmaların yenilenmesi çalışmalarına son şeklini vermiş bulunmaktayız. Bunun dışında güncellenerek yayınlanmaya hazır hale gelmiş Sağlık Uygulama Tebliği’nde yer alan diğer bazı malzeme listeleri de söz konusudur. Şahıs ödemelerinde faturaların teslimi değerlendirilmesi, ödemeleri aşamasındaki bir takım mevzuatın şu anda çok sistematik şekilde işlemeyen mevzuatın değiştirilmesi çalışmaları bugüne kadar çıkartmış olduğumuz bütün genelgelerin tekleştirilmesi daha kolay anlaşılır olması ve bütün müracaatların her ilde alınabilmesi çalışmaları da sağlanmıştır.
“Kalitesiz Ürünlerin Ülkemize Girmesinin Engellenmesi Muhakkaktır”
Uzak doğuda üretilen ve kalitesinden kuşku duyduğumuz bazı malzemelerinde piyasada kullanımda olduğuna maalesef rastlamaktayız. Sağlık hizmetlerinden taviz vermek tabi ki mümkün olmadığında iki unsuru bertaraf ederek yatırımların yapılması gerektiği kaçınılmaz bir hal almıştır. Kalitesiz ürünlerin ülkemize girmesinin ve kullanımının engellenmesini ve maliyetlerin aynı zamanda azalmasını, katma değerin getirisinin ülkemizde kalmasını sağlayacak yatırımlar yapmamız gerektiği muhakkaktır. Bu amaçlarla tıbbi malzeme ve cihaz üretiminin ülkemizde yapılabilmesi için kamu ve özel sektör iş birliği artırılmalı kaliteli ve aynı zamanda yerli üretiminde önü açılmalıdır diye düşünmekteyiz. Tüm bunlara ek olarak etkin denetim mekanizmaları güçlendirilmesi son derece önem arz etmektedir. Geçmişte vatandaşlarımıza ucuz stent takılmasından, her hangi bir sanayide sahte ortez üretilip vücuda yerleştirilmesi ve bunların orijinalleri veya pahalı olanların takılmış gibi devlete fatura edilmesine kadar maalesef çeşitli yanlışlıkların meydana geldiğini hepimiz biliyoruz. Sosyal Güvenlik Kurumu olarak önümüzdeki dönemlerde etkin ve bağımsız denetimlerle bu tip suiistimallerin önüne geçme noktasında kararlı olduğumuzu ve bu konuda sektörle iş birliğine hazır olduğumuzu burada beyan etmek istiyorum.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)