30 Haziran 2010 Çarşamba

8. ULUSAL JİNEKOLOJİ VE OBSTETRİK KONGRESİ’NDE GÖRKEMLİ AÇILIŞ

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi açılış töreninde konuşan TJOD Başkanı İsmail Mete İtil: “Dün de bugün de yarın da aynı umut ve güvenle bir arada olacağız” dedi.

TJOD 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi, büyük bir törenle açılışını kutladı. Mesleki ve sosyal konuların gündeme getirildiği bir ortamda yapılan açılış töreninde, EBCOG Başkanı Peter Hornnes ve Prof. Dr. İlber Ortaylı konuşma yaptı.

Prof. Dr. İtil: “Yapılanlar kamu yararına değil”
TJOD Başkanı Prof. Dr. Mete İtil, açılış töreninde yaptığı konuşmada son dönemde sağlık sistemine yönelik düzenlemeleri özetledi ve “Yapılanlar kamu yararına değil” dedi. Prof. Dr. İtil, sağlık sisteminde özel sektör payının çok büyüdüğünü ve SGK kapsamındaki sağlık harcamalarının yıllık 25 milyar TL’ye yükseldiğini kaydetti. Sağlık sistemi içinde çıkarılan tam gün yasasının popülist bir yaklaşım olduğunu vurgulayan Prof. Dr. İtil, TBMM gündeminde bulunan kamu hastane birlikleri sistemi getirilmesine yönelik kanun tasarısının da gelecek dönemde hastanelerin özelleştirilmesine yol açabilecek bir yapıyı bünyesinde barındırdığına dikkat çekerek, “TJOD, bu sağlık politikalarına karşı olduğunu, tam günün ne hekimlere ne de halka yararı olmadığını kuşkuya yer bırakmadan söylemiş ve Türkiye’deki tüm uzmanlık derneklerine liderlik yapmıştır” dedi.

“2002 Yılında Yüzde 21 Olan Sezaryen Oranı, 2009’da Yüzde 28’e Yükselme Nedenleri Sorgulanmalı”
Türkiye’deki sezaryen sorununa da değinen Prof. Dr. İtil, 2002 yılında yüzde 21 olan sezaryen oranının büyük bir artış kaydederek 2009’da yüzde 28’e yükselmesinin nedenlerinin sorgulanmasını istedi. Prof. Dr. İtil, “Değişen tek şey sağlık politikalarıdır. Performans sistemi adıyla güvencesiz ve belirsiz bir ücret anlayışı meslek etiği ve hasta güvenliğini tehdit eder boyuta gelmiştir. Bizler, kadın doğum hekimleriyiz, bizler yeni bir hayatın başlangıcına, gecenin en karanlığından umudun doğuşuna tanıklık eden, en zorlu disiplinlerin yoğurduğu insanlarız” diye konuştu.

Prof. Dr. Cansun Demir: “Kriz ortamında büyük ilgi gördük”
TJOD Genel Sekreteri Prof. Dr. Cansun Demir ise konuşmasında, bütün branşların ana kongrelerinde yüzde 50’ye varan katılım azalması olurken, 2 bin kişiyle TJOD’un kongresine bir önceki yılla aynı seviyede katılım sağlandığını vurguladı. “Biz dedikodu değil iş üretiyoruz” diyen Prof. Dr. Demir, kongre kapsamında 4 salonda 68 oturumun, 23’ü yabancı 330 bilim insanı tarafından sunuş yapılacağını kaydederek, ilk kez kongre kapsamında uzmanların buluşması niteliğinde toplantı düzenlendiğini anlattı. Kongrede, TJOD’un artık gelenekselleşen ve bugüne kadar 29 hekimin yararlandığı yurtdışı eğitim burslarını kazananlara verileceğini hatırlatan Prof. Dr. Demir, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzman ve asistanları için bilgi yarışmasının da düzenlendiğini bildirdi.

EBCOG Başkanı Peter Hornnes’ten övgü: “Türkiye varlığını görünür hale getirdi”
EBCOG Başkanı Peter Hornnes ise konuşmasında TJOD’un kaydettiği ilerlemenin kendisini etkilediğini vurgulayarak, çok sayıda bilim insanı ile çalışmaktan mutluluk duyduklarını dile getirdi. Türkiye’nin jinekoloji dünyasında ve EBCOG içinde kendi varlığını güçlü biçimde hissettirdiğine dikkat çeken Hornnes, EBCOG bünyesindeki akreditasyon çalışmaları çerçevesinde Türkiye’ye yaptıkları ziyaretlerin büyük oranda başarı sağladığını, bundan da büyük mutluluk duyduklarını söyledi. Hornnes, kongrenin başarılı bir şekilde organize edildiğini kaydederek, TJOD’u tebrik etti.

İlber Ortaylı Büyüledi
Açılış töreninde kısa bir konferans veren Prof. Dr. İlber Ortaylı ise konuşmasında, Türkiye’de hekimler sayesinde kadınların sağlıklı ortamda doğum yapmasının sağlandığını ve anne ve bebeklerin sağlıklarının korunabildiğini kaydererek, “Bu meslek grubuna asılsız yakıştırmalarda bulunmak en büyük kötülüktür” dedi.
Hekimlerin çok zor bir görevi yerine getirerek, tek beklentilerinin emeklerinin takdir edilmesi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Ortaylı, hekimlerin sanıldığının aksine Türkiye’de en fazla kazanan meslek grupları içinde bulunmadığını vurguladı. Prof. Dr. Ortaylı, Türkiye’de askerliğin gelişmiş olması nedeniyle, tıbbın her dönem büyük önem taşıdığını ve gelişmiş düzeyde uygulandığını kaydederek, gelecek dönemlerde de aynı olgunun süreceğini anlattı.

Stand Alanına Endüstriden Yoğun İlgi
Kongre kapsamında yer verilen stand alanına yoğun ilgi de dikkat çekti. Toplam 105 firma stand açarak ürünlerini ve hizmetlerini tanıtırken, ekonomik krize rağmen ilaç endüstrisinden 51 firmanın bunlar arasında yer alması dikkat çekti. Kongre katılımcıları, oturum aralarında firmaların standlarına ilgi gösterdiler.

TJOD Ödüllü Büyük Yarışması
TJOD tarafından düzenlenen Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin Ödüllü Büyük Yarışması sahiplerini buldu. HPV ve HPV aşılaması hakkındaki öneriler başlıklı yarışmada; birinciye Atalanta’da Nezhat Histeroskopi, Laproskopi, Robotik Cerrahiye Giriş Kursu, ikinciye Toronto’da yapılacak ICS and IUGA Dünya Ürojinekoloji Kongresi katılımı, üçüncüye Londra The Royal Collage of England Laparoskopik Cerrahi Kursu, dördüncü ve beşinciye Prag’da Uluslararası Jinekoloji Kanser Derneği Kongresi katılımı, altıncı, yedinci ve sekizinciye 2011’de yapılacak TJOD 9. Ulusal kongresine katılım ödülü verildi. Yarışmanın dokuzuncu ve onuncusu ise TJOD tarafından kitap ile ödüllendirildi.

TJOD 2010 yarışmasının sonuçları şöyle:
1-Dr. Sadullah Özkan Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi
2-Dr. Esra Özen Can Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi
3-Dr. Bülent Kahraman 25. Yıl Doğumevi
4-Dr. Işın Üreyen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
5-Dr. Yılmaz Seyyah Hatay, Samandağ
6-Dr. Birol Durukan İstanbul Göztepe Eğitim Hastanesi
7-Dr. Önder Koç Abanz İzzet Baysal Tıp Fakültesi
8-Dr. Erdem Başkent Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi
9-Dr. Yusuf Taner Kayador Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
10-Dr. Sezcan Mümüşoğlu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi

Sunay Akın Gösteri Yaptı
Oyuncak müzesi, şairliği ve hiç kimsenin aklına gelmeyen bağlantılarla ortaya koyduğu hikayeleriyle, günümüzün “çağdaş meddahı” olarak nitelenebilecek Sunay Akın, TJOD 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi kapsamında bir gösteri yaptı. TJOD üyelerinin keyifle seyrettiği Sunay Akın, Bernard Shaw’ın öyküsüyle sözlerine başladı. Sunay Akın, üniversitede okuduğu bölümün son iki mezununun kendisi ve arkadaşı olduğunu belirterek, “Türkiye’nin son buzul topografyası uzmanına bakıyorsunuz. Mamut görmek gibi bir şey. Bir yanda mamut, bir yanda Sunay Akın” dedi.

29 Haziran 2010 Salı

TJOD, BİLİRKİŞİ KURSU İLE HEKİMLERİ AYDINLATTI

TJOD Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. İsmail Dölen, ilk kez düzenlenen Bilirkişi Kursunu Sağlık Dergisi’ne anlattı.

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde Sağlık Dergisi’ne konuşan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. İsmail Dölen, ilk kez düzenlenen ve 17-18 Nisan günlerinde Ankara’da gerçekleşen bilirkişi kursunun başarıyla tamamlandığını, sonbahardan itibaren başka illerde düzenlenmesi için çalışmaların devam ettiğini söyledi.

“Yanlış Kararlar Çıktığı Zaman Hekimler Defansif Tıbba Yöneliyorlar”
Kursun amacını; adaletin gerçekleşmesi, yargının vereceği kararların doğru olmasını sağlamak olarak özetleyen Doç. Dr. Dölen, yanlış kararların hekimlerin davranışlarını etkilediğini kaydederek, “Yanlış kararlar çıktığı zaman hekimler defansif tıbba yöneliyorlar, hastayla karşılaştığında önce kendisini düşünmeye başlıyor. Mahkemeler hekimleri haksız yere suçlarlarsa, ceza verirlerse, hekimlerin davranışları ve mesleki uygulamaları değişiyor. Bizim amacımız bu kursla, bilirkişilerin hekimlerle ilgili kararlarını bilimin gerçeklerine uygun olarak vermeleri ve bunlara dayanarak ortaya çıkan mahkeme kararlarında hekimleri incitmemeleri. Bir insan suçluysa cezasına razı olur ama hiçbir suçu olmayan insana ceza verirseniz, binlerce liralık tazminat davası açarsanız, kırılırlar, şevkleri kalmaz” dedi.

“Komplikasyon Hekimlerle İlgili Davalarda Çok Kullanılıyor”
“Komplikasyonlar hekimlere yönelik davalarda dikkat çekici bir konu, hukuken durum nedir” sorusunu yanıtlayan Doç. Dr. Dölen şunları söyledi: “Komplikasyon hekimlerle ilgili davalarda çok kullanılıyor. Hekimler olarak, belirli bir sayıda ameliyat yapılıyorsa, bir-ikisinde hastanın zarar görmesi olağandır diye bakılıyor. Ancak, hukuken durum böyle değil. Hukuken, ‘eğer bir hekim sorumlu olduğu hastada bir zararın ortaya çıkmasına neden oluyorsa o zaman hekim tazmin etmek zorundadır’ bakışı geçerli. Hukuken, hastada zarar ortaya çıkmışsa, hekimin kusurlu olmadığının ispatlanması gerekiyor. Hekimin, bilimin güncel gereklerine göre davranmış olması, gereken tüm dikkat ve özeni göstermesi, tedbirleri almış olması gerekiyor. Buna rağmen ortaya bir zarar çıkarsa hekimin kusuru yoktur. Eğer, hekim acele etmişse, tedbirleri gözden kaçırmışsa kusurludur, zararını karşılamalıdır deniliyor. Dolayısıyla bu bir komplikasyondur, benim kusurum yok demenin hukuken anlamı yok. Hukuken anlamlı olması için ‘ben doğru doktorluk yapmama rağmen zarar oluşmuştur’ denilmesi gerekir. Acele, özensiz, dikkatsiz işlem yapmışsınız, hakim size ceza verir.”

“TJOD Öncülük Etti”
Bilirkişi Kursunu 2009 Kasım ayında TJOD Yönetim Kurulunda kararlaştırdıklarını kaydeden Doç. Dr. Dölen, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Yargıtay Üyeleri, Yargıtay’ın 4. ve 9. Ceza, 4. ve 12. Hukuk Dairelerinden üyeler ve Tetkik Hakimlerinin kursta görev aldığını bunun yanında Ankara Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültelerinden öğretim üyeleri, bilirkişilik yapan kadın doğum uzmanları ve avukatların da kursa katkı verdiğini bildirdi.

“Kursa Katılanlar Uyuşmazlıklarda Mahkemelerimize De Yardımcı Olacaklar”
Doç. Dr. Dölen, katılımcıların 15 yılın üzerindeki kıdemli uzmanlar ile öğretim üyelerinden oluştuğunu, ortaya çıkan sonucun çok değerli olduğunu kaydederek, “Bu arkadaşlarımız önümüzdeki yıllarda tıbbi konulardaki uyuşmazlıklarda mahkemelerimize de yardımcı olacaklar. Sonuçta ortaya çıkan kararlar halk yararına olacaktır diye düşünüyorum” dedi.
Kursun, 114 kişinin katılımıyla başladığını, ardından iki grup halinde interaktif bir ortamda devam ettiğini belirten Doç. Dr. Dölen, TJOD’un dışarıdan katılımcıların ev sahipliğini yaptığını, kurs kitabının önceden hazırlandığını, kurs sırasındaki konuşmaların görüntülerinin ise CD olarak katılımcılara gönderilmesi yanında Yargıtay Üyeleri ile Tetkik Hakimlerinin konuşmalarının TJOD internet sitesinde yayınlanarak herkesin yararlanmasına açık hale getirileceğini bildirdi.

28 Haziran 2010 Pazartesi

GEBELERDE ÜÇLÜ TEST VE SONUÇLARI

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Op. Dr. İnci Davas: “Down sendromu olan bebeklerin yüzde 85’i üçlü test ve ultrasonografide tespit edilebilir” dedi.

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde Sağlık Dergisi’ne konuşan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Op. Dr. İnci Davas, genel olarak üçlü test ile Down Sendromlu olan bebeklerin yüzde 60, üçlü test ve ultrasonografi ile anomali taramasında ise yüzde 85’inin yakalanabildiğini söyledi. Gebelerde üçlü tarama testinin duyarlılığı ve değerlendirme kriterlerini değerlendiren Op. Dr. Davas, gebeliğin 15. ve 22. hafta aralarında yapılabildiğini hatırlattı.

“Üçlü Test Gebelerde: AFP, b-hCG ve Unkonjuge Astradiol Ölçümlerine Dayanır”
Üçlü testin gebelerde, anne kanında Alfa Fetoprotein (AFP), b-hCG ve unkonjuge Astradiol ölçümlerine dayanarak yapılan bir risk hesaplaması olduğunu belirten Op. Dr. Davas, üçlü testin duyarlılığı hesaplarında yüzde 5’e kadar hatalı pozitif olasılığı bulunduğunu da kaydetti. Op. Dr. Davas, “Bu oranlar anne yaşı ile direkt olarak ilgilidir. Otuz beş yaşın altındaki kadınlarda hatalı pozitif oranı yüzde 4 iken, Down sendromunu yakalama oranı yüzde 50 civarındadır. Beklenen doğum tarihinde 35 yaşın üzerinde olan anne adaylarında ise yakalama oranı yüzde80 iken hatalı pozitif oranı yüzde 25'lere kadar çıkmaktadır. Bu sayılar kesin değerler olmayıp farklı çalışmalarda değişik sonuçlar bildirilmiştir Down sendromu için kabul edilen sınır 1:280'dir. Riskin daha yüksek çıkması durumunda örneğin, 1:100 ya da 1:40 ileri tetkik olan amniyosentez önerilir” değerlendirmesinde bulundu.



Üçlü Testin Değerlendirilmesi:


Down sendromu için kabul edilen sınır 1:280'dir. Riskin daha yüksek çıkması durumunda (örneğin 1:100 ya da 1:40) ileri tetkik olan amniyosentez önerilir.

27 Haziran 2010 Pazar

YOĞUN FİZİKSEL AKTİVİTE ÖSTROJENİ AZALTIYOR MU?

Yoğun fiziksel aktivitetenin kadın üreme sistemi üzerine olumsuz etkilerinin olduğunu kaydeden Celal Bayar Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faik Mümtaz Koyuncu, yoğun egzersiz, hipotalamusun yumurtalıkların çalışmasını düzenleyen GnRH pulsatil salınımında bozukluğa yol açtığını belirtti.

Son yıllarda kadınların fiziksel aktivitelerinde gözle görülür hızda bir artış oluyor. Fiziksel aktivitenin insan sağlığı üzerine azımsanmayacak yararları olduğunu hatırlatan Celal Bayar Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faik Mümtaz Koyuncu, “Bunun yanında yoğun egzersiz bayanlarda özellikle jinekolojik bir takım riskler ile ilişkilendiriliyor. Bunlardan en önemlisi kadınların yumurtalıklarının çalışmasını düzenleyen beyindeki Hipotalamus üzerinedir. Yoğun egzersiz, beyindeki bu merkezin yumurtalıkların çalışmasını düzenleyen GnRH pulsatil salınımında bozukluğa yol açtığı ve bunun sonucu olarak menarşta (ilk adet) geçikme ve menstürel siklusta düzensizliğe neden olduğu tespit edildi” dedi.

“Hipoöstrojenik, Kemik Yoğunluğundaki Düşüklük Nedeni”
Yoğun egzersize bağlı beyindeki yumurtalık çalışmasını düzenleyen merkeze baskı oluşmasındaki en önemli neden aşırı enerji boşalması ve bu harcanan enerjinin dietle alınan enerjiden daha fazla olmasından kaynaklandığını dile getiren Prof. Dr. Koyuncu, “Vücutta oluşan yağsızlık, yetersiz beslenme ise kadındaki östrojen azalmasında gözlenen diğer bir faktör. Bu kişilerde hiperandorojenizim denilen vücuttaki erkeksi hormonların salınımı ise östrojen azlığından daha fazla tespit edilen bir bulgu. Beyindeki bu baskılanmanın komplikasyonu olarak da, kadında kısırlık ve kemik yoğunluğundaki azalma ortaya çıkıyor. Hipoöstrojenik (östrojen azalması) atletlerdeki kemik yoğunluğundaki düşüklüğün birincil nedeni, beslenme bozukluğuna bağlı metabolik olaylar. Yeme bozuklukları bu açıdan iyi taranmalı ve menstürel düzensizliğin düzetilmesi, kemik gelişiminin sağlanması için yüksek enerji talebini dengelemek için artan kalori alımı ile yeterli geliyor” şeklinde konuştu.

Tedavide Östrojen Verilmesi
Hipoöstrojenik olan ve adet görmeyen yoğun egzersiz yapan kadınlarda, daha fazla kemik kaybını kontrol altına almak için bu kişilere östrojen verilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Koyuncu, ancak bunun kemik gelişimi için yeterli olmadığına dikkat çekti. Tedavideki amacın öncelikle metabolik bozukluğu düzeltmek olmadığını kaydeden Prof. Dr. Koyuncu, bunun östrojen yetmezliğini düzeltmekten daha etkili olduğunu dile getirdi.

26 Haziran 2010 Cumartesi

VARİS TEDAVİSİNDE: ENDOVENÖZ LAZER ABLASYONU

Girişimsel radyolojik yöntemlerin birçok cerrahi tedavi yönteminin yerini hızlı bir şekilde almaya başladığını kaydeden Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Girişimsel Radyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Erol Aksungur, ‘Endovenöz Lazer Ablasyonu’ yöntemi ile varis tedavisinin mümkün olduğunu dile getirdi.

5. Girişimsel Radyoloji Toplantısında, Türk Girişimsel Radyoloji Derneği yönetim kurulu üyesi ve Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Girişimsel Radyoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Aksungur, Girişimsel Radyoloji alanında Türkiye’de oldukça hızlı gelişmelerin olduğunu bildirdi. Serebral ve aort anevrizmalarından birçok tümörün tedavisinde kadar girişimsel radyolojinin birincil rol oynadığını söylen Prof. Dr. Aksungur, varis hastalarında da Girişimsel Radyologların dünyada olduğu gibi Türkiye’de de etkin rol oynadıklarını ve ultrasonografi eşliğinde termal tedavi yöntemleri (lazer ve RF ablasyonu), köpük skleroterapisi ve mikroflebektomi gibi işlemlerin yapıldığını açıkladı.

Endovenöz Lazer Ablasyon Tedavisi
Çukurova Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalında Girişimsel Radyoloji Ünitesinde 2007’den bu yana öğretim üyeleri Prof. Dr. Erol Aksungur ve Doç. Dr. Kairgeldy Aikimbaev tarafından ‘Endovenöz Lazer Ablasyonu’ (EVLA) ve köpük skleroterapi işlemleri gerçekleştiriliyor. Bu kısa süre içinde 500’e yakın tedavi yapıldığını belirten Prof. Dr. Aksungur, “Başvuran hasta sayısı hızlı bir şekilde artıyor. Hastaların klinik muayene ve Renkli Doppler Ultrasonografileri tedaviyi yapacak hekim tarafından gerçekleştiriliyor. EVLA tedavisi, Çukurova Üniversitesi dışında Hacettepe, Başkent, Antalya, Dokuz Eylül gibi büyük üniversitelerimiz ve Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde girişimsel radyologlar tarafından yapılıyor” dedi.

“EVLA, Cerrahi Tedavi Yöntemlerine Alternatif Oldu”
Varis kronik yüzeyel venöz yetmezliğinin sadece bir bulgusu olduğunu kaydeden Prof. Dr. Aksungur konu ile ilgili şu bilgileri verdi: “Kronik yüzeyel venöz yetmezlik kendini variköz venler veya retiküler-telenzektazik venöz değişiklikle gösterebileceği gibi bu bulgulara ağrı, şiddetli ödem veya cilt ülserleri gibi majör bozukluklar eşlik edebiliyor. Bu hastalığın temel nedeni venöz kapak yetmezliği sonucu oluşan venöz hipertansiyondur. Tedavi sadece varislerin kozmetik olarak ortadan kaldırılmasına yönelik değil ağrı, ödem, cilt değişiklikleri (atrofi, hipertrofi, pigmentasyon vs) ve cilt ülserinin sağıtımı için yapılıyor. Venöz kapak yetmezliği, sırasıyla büyük ve küçük safen ven, bunların birincil dalları ve daha az sıklıkla perforan venlerde görülüyor. Bu nedenle tedavi stratejisi bu damarlara yönelik oluyor. Cerrahi tedavilerde bu damarların çıkarılması amaçlanıyor. 2001 yılından itibaren uygulanmaya başlayan endovenöz termal tedavi yöntemleri, cerrahi tedavi yöntemlerine alternatif oluyor. Endovenöz tedavi yöntemleri arasında en sık kullanılan EVLA’dır.”

“Cerrahide 5 Yıl İçinde Nüks Yüzde 18 – 40 Arasında İken, Evla Yapılan Olgularda Yüzde 1 – 7”
EVLA’nın cerrahi yöntemlere göre en önemli avantajının ultrasonografi eşliğinde radyologlar tarafından yapıldığından, hastalığın kaynağının doğru tanımlanması ve kaynak oluşturan damar segmentlerinin eksiksiz tedavi edilmesi olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Aksungur, “Ayrıca diğer avantajları tedavi sonrası ciddi sinir hasarlanması, enfeksiyon, derin venöz tromboz ve uzun süreli iş gücü kaybı gibi komplikasyonları cerrahiye göre, çok düşük olmasıdır. Cerrahi tedavilerde major komplikasyon oranı yüzde 10 – 20’lere ulaşırken EVLA ile yapılan çalışmalarda bu oranlar 1-5 yıllık takiplerden yüzde 2-7 arasında bildiriliyor. Çukurova Üniversitesinde yaklaşık 500 işlemde 1 olguda lokal hipoestezi ile iki olguda medikal tedaviye yanıt veren yüzeyel tromboflebit oluşmuştur. EVLA sonrası başarı cerrahiden oldukça yüksektir. Cerrahide 5 yıl içinde nüks değişik serilerde yüzde 18 – 40 arasında iken bu oran EVLA yapılan olgularda yüzde 1 – 7 arasında bildiriliyor. Çukurova Üniversitesi Radyoloji bölümünde tedavi edilen ve en az 3 yıl takip edilen hastalarda, bu oran yüzde 1’in altında yer alıyor. Tedavinin bir diğer avantajı; ayaktan yapılması, tedavi sonrası yatarak istirahat gerektirmemesi ve oldukça kısa sürede hasta günlük aktivitesine dönmesidir” şeklinde konuştu.

“Tedavinin Girişimsel Radyolog Tarafından Yapılması, Tedavi Başarı Oranını Etkiliyor”
Tedavinin başarısını etkileyen en önemli faktörün hastalığın iyi değerlendirilmesi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Aksungur, hastalığa kaynak olan yetmezliğin bulunduğu damar segmentlerinin doğru tanımlanması ve tedavi planının buna göre hazırlanmasının önemini işaret etti. Klinik olarak değerlendirilme ve fiziksel muayenenin, işlemin ilk adımı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Aksungur, Renkli Doppler Ultrasonografi (RDUS) işleminin en önemli değerlendirme yöntemi olduğunu dile getirdi. Prof. Dr. Aksungur şunları kaydetti: “İşlemin bu konuda deneyimli girişimsel radyolog tarafından yapılması tedavi yönteminin başarısını etkiliyor. Doppler muayenesi mutlaka ayakta yapılmalı, yetmezliği olan kaynak damarlar ve buna bağlı varislerin haritası çıkarılmalı ve diğer bulguları içeren ayrıntılı bir rapor yazılmalıdır. İşlemi güçleştirecek geçirilmiş cerrahi, safen ven agenezisi veya hipoplazisi gibi durumlarda not edilmelidir.”

EVLA Tedavisini Kısıtlayan Durumlar
EVLA tedavisini kısıtlayan durumlar hakkında Prof. Dr. Aksungur şu bilgileri verdi: “Yaygın derin venöz tromboz, koagülopatiler, yaygın sistemik hastalık, gebelik veya emzirme dönemindeki kadınlar ile lokal anesteziklere karşı alerjidir. Geçirilmiş fokal yüzeyel tromboflebit veya periferik arter hastalığı kesin kontraendikasyon oluşturmamaktadır. Periferik anjiyografi beceri ve deneyimi olan girişimsel radyologlar için tortuoz damarların olması işlemin yapılmasına engel oluşturmamaktadır.”

‘Tümesen Anastezi’
Tedavi edilecek damara düşük profilli kateter sistemleri ile girildiğinden işlem sonrası cerrahide olduğu gibi işleme bağlı kozmetik açıdan sıkıntı yaratan cilt değişiklikleri olmadığını ifade eden Prof. Dr. Aksungur, “Kateter sisteminin içerisinden 400 – 600 mikron çapta fiberler gönderilerek işlem gerçekleştiriliyor. Lazer enerjisi birçok sistemde lazer fiberinin ucundan çıkıyor. Genellikle 980 nm (810 – 1470 nm) ve 10 – 30 Watt gücündeki diode lazer cihazları kullanılıyor. Lazer enerjisinin oluşturduğu yüksek ısı vende intimal hasar, inflammasyon ve sonuçta fibrozis ile vende tam obstrüksiyona neden olur. Oluşan ısıya bağlı çevre dokuların hasarlanmaması ve işlem sırasında ağrı oluşmaması için damar çevresine içinde lidokain içeren serum fizyolojikle lokal anestezi yapılır. Buna ‘Tümesen Anastezi’ deniliyor” diye konuştu.

“Girişimsel Radyolojik Yöntemler Cerrahi Tedavi Yöntemlerinin Yerini Hızlı Bir Şekilde Almaya Başladı”
Tedavi işlemi sonrası hastanın taburcu edildikten sonra, 2 – 3 hafta yüksek basınçlı varis çorabı giydiğini kaydeden Prof. Dr. Aksungur, “İşlemden sonra hastanın normal aktivitesine dönüşü 1 - 2 gün içinde gerçekleşiyor. EVLA kronik venöz yetmezliğinin oluşturduğu medikal problemlere yönelik olmakla birlikte, birçok hastada kozmetik açıdan da yüz güldürücü sonuçlar elde ediliyor. Az sayıdaki hastada EVLA sonrası kalan kozmetik problemin ( oblitere olmayan varisler veya eşlik eden retiküler-telenzektazik venöz genişlemeler) çözümü için EVLA’dan 3 – 4 hafta sonra polidokanol gibi sklerozan ajanlarla ultrasonografi eşliğinde köpük tedavisi yapılabiliyor. Bazı hastalardaki bulgular gonadal veya internal iliak venlerin dallarının yetmezliğinin bacağa yansıması ile ortaya çıkmakta olup bu venler anjiografi eşliğinde koil embolizasyonu ile tedavi edilebiliyor.

Sonuç olarak; kronik venöz yetmezlik ve buna bağlı oluşan varis ve diğer semptomların tedavisinde komplikasyon oranlarının düşük olması, tedavi sonrası başarının yüz güldürücü olması nedeniyle günümüzde girişimsel radyolojik yöntemler birçok cerrahi tedavi yönteminin yerini hızlı bir şekilde almaktadır. Teknolojideki gelişme ile birlikte Türkiye’deki girişimsel radyologların sayı ve niteliğinin artması bu ve buna benzer tedavi yöntemleriyle hastalara verilecek sağlık hizmetinin kalitesini hızla artacaktır” dedi.

25 Haziran 2010 Cuma

TÜM GEBELİKLERDE ENGELLİ BEBEK DOĞMA RİSKİ: YÜZDE 1-2

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde gebelikte görülen anomalilerle ilgili açıklamalarda bulunan TJOD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Faik Mümtaz Koyuncu: “Tüm gebelikler içinde engelli bebek doğma riski yüzde 1-2 civarında ” dedi.

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde Sağlık Dergisi’ne konuşan Celal Bayar Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı ve TJOD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Faik Mümtaz Koyuncu, gebelikte görülen anomalilerle ilgili açıklamalarda bulundu. Yenidoğan bebeklerin yaklaşık yüzde 3-5’ inde çeşitli yapısal anomaliler görüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Koyuncu, gelişen teknolojiyle bazen erken dönemlerde anomalileri tespit etmenin mümkün olduğunun altını çizdi. Prof. Dr. Koyuncu, anomali risklerini artıran faktörlerini; ailede ya da kişisel doğumsal bozukluk öyküsü, önceki çocuklarda doğumsal bozukluk olması, gebelik oluşumu sırasında belirli ilaçların kullanımı, akraba evlilikleri ve 35 yaş üstü gebelikler olarak sıralarken, anomalilerin önemli bir kısmının düzeltilebilir olduğuna dikkati çekti.

“Gebeliğin İlk Üç Ayında Mikrobik Hastalıklar Geçirilmesi Sonucu Genlerde Bozukluk Olabilir ”
Tüm gebelikler içinde engelli bebek doğma riskinin yüzde 1-2 civarında olduğuna dikkat çeken Prof. Dr.Koyuncu, akraba evliliklerinin risk oranını artırdığını kaydetti. Prof. Dr. Koyuncu, bunun haricinde gebeliğin ilk üç ayında; gebeliğe zararlı olduğu belirlenmiş ilaçların alınması, röntgen ışınlarına maruz kalınması, özellikle gebeliğin ilk üç ayında mikrobik hastalıklardan kızamıkçık, sitomegolovirüs, frengi, kabakulak, suçiçeği, grip, toksoplazma gibi bazı hastalıkların geçirilmesi sonucu genlerde bozukluk oluşarak anne karnındaki bebeklerin engelli olmasına sebep olabildiğini dile getirdi.

Merkezi sinir sistemi anomalileri hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Koyuncu, “Merkezi sinir sistemi embriyolojik gelişimde vücudun diğer bölgelerine göre daha erken ve çok daha hızlı gelişir. Bu gelişim sırasında ortaya çıkan anomalilerin bazıları hayatla bağdaşmazken bir kısmının doğum sonrası tedavisi mümkün olabilir. Pek çoğu oldukça ağır problemler olan bu anomalilerdir” dedi.

24 Haziran 2010 Perşembe

ÜLKEMİZDEKİ “İSTEYEREK DÜŞÜK” ORANLARI AÇIKLANDI

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Semih Özeren: “Ülkemizde isteyerek düşük sağlıklı koşullarda yapılıyor” dedi.

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Semih Özeren, 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde yaptığı sunumda, isteyerek gebelik sonlandırmaya ilişkin Türkiye’deki son araştırmalar hakkında bilgi verdi.
Avrupa’daki düşük ortalamalarıyla karşılaştırıldığında Türkiye’nin orta seviyelerde olduğunun altını çizen Prof. Dr. Özeren, 2010 itibariyle Türkiye’de hala yüksek oranda isteyerek düşük gerçekleştiğini kaydetti. Prof. Dr. Özeren, sunumunda Türkiye ve Avrupa karşılaştırmasına yönelik şunları anlattı: “Türkiye’de yüksek oranlarda görülen isteyerek gebelik sonlandırmalarının ilk akla getirdiği konu, doğum kontrol uygulamalarının istenildiği kadar etkin olmadığı konusudur. Avrupa’da en yüksek abortus oranı Romanya’da. Bu ülkede neredeyse gebeliklerin yarısı isteyerek düşükle sonuçlanıyor. Avrupa ülkelerinin toplamına ilişkin ortalamanın altında kaldığımızı söyleyebiliriz. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı projeksiyonuna bakıldığında ise düşüklerin 2050’lerde yüzde 14’lere düşürmeyi planlandığını görüyoruz.”

“Kırsal Alanda İsteyerek Düşüklerin Daha Yüksek Olduğunu Görüyoruz”
İsteyerek gebelik sonlandırmaların Türkiye araştırması sonuçlarına bakıldığında, yaşla birlikte isteyerek düşük oranının artabildiğini kaydeden Prof. Dr. Özeren, “Menopozda veya pre-menopozda olduğunu düşünen hastalar 16-17 haftalık gebelikle karşımıza gelebiliyor. Yerleşim yerlerine bakarsak, kırsal alanda isteyerek düşüklerin daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bölgelere baktığımızda, Batı bölgelerinde biraz daha fazlayken, Doğu Anadolu Bölgesinde en azdır” dedi.

“Sosyo-Ekonomik Durumu İyi Olanlarda İsteyerek Düşüğün En Yüksek Olduğunu Görüyoruz”
Eğitim durumu yönünden bakıldığında, tüm eğitim kategorilerinde isteyerek düşükte genel trendin azaldığını belirten Prof. Dr. Özeren, “Refah düzeyine bakınca, sosyo-ekonomik durumu iyi olanlarda isteyerek düşüğün en yüksek olduğunu görüyoruz. En düşük sosyo-ekonomik düzeyde, isteyerek düşük yüzde 5 seviyesindeyken, en yüksek grupta paradoksal olarak neredeyse üç katından fazla isteyerek düşük oranı var. Doğum kontrol yöntemlerine bakınca, geri çekilme yönteminin yüzde 39 olduğu, yöntem kullanmayanların oranının yüzde 33 olduğunu görüyoruz. Takvim yöntemi yüzde 5, kondom yüzde 10, diğer modern yöntemlerin oranı ise çok düşük” diye konuştu.

“Batı Bölgesine Bakıldığında Kadınlar Tek Başına Karar Veriyor”
Hastanın, düşükten sonra pişmanlık duygusuyla bir daha böyle bir şeyin başına gelmemesi için modern yöntem uygulamaya çatlığını ifade eden Prof. Dr. Özeren, “Yine bu gruptakiler yüzde 32’lik grup hiç önlem almıyor, geri çekme yöntemi yine düşükten sonra dahi ikinci önde gelen korunma yöntemi. Burada, post abortif dönemdeki danışmanın, desteğin, kontrolün hastaya sağlanacak güvenin önemi ortaya çıkıyor. Gebeliği sonlandırmaya karar veren kişi çok önemli. Batı bölgesine bakıldığında kadınlar tek başına karar veriyor ama kırsal bölgelerde kadınların gebeliği sonlandırmada kendi başlarına karar verme yetenekleri yok. Aile büyükleri ve eşin etkin olduğu görülüyor. Gebeliğin sonlandırıldığı yere bakıldığında en düşük sosyo-ekonomik seviyedeki hastaların yüzde 57’si özel hastanede yaptırıyor. Ehil ellerde, güvenilir olması için maddi imkanı zorluyor. Üniversite hastanelerinde sadece yüzde 1 oranında gebelik sonlandırma yapılıyor. Bu kendimizi sorgulamamız gereken bir nokta. Doğumevlerinde ise yüzde 6 oranında gebelik sonlandırması yapılıyor” şeklinde konuştu.

23 Haziran 2010 Çarşamba

“TÜRKİYE’DE DOKTORLARIN KALİTESİ BİLİMSEL ANLAMDA ÇOK YÜKSEK”

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’ne katılan Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Emre Seli, ülkemizdeki hekimlerin çalışmaları hakkında düşüncelerini Sağlık Dergisi’ne anlattı.

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde ‘Mesleğin Ustaları’ özel oturumunun konuşmacıları arasında yer alan ve ‘Polikistik Over Sendromunda Tedavinin Optimizasyonu’ konulu bir sunum yapan Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Emre Seli, polikistik over sendromunun kadınların en çok yakalandığı hastalık olması yanında, kalp ve şeker hastalıklarına yol açması açısından da önemli olduğunu söyledi.

Esra Öz: Polikistik Over Sendromu kadınların en fazla doktora gitme nedenlerinden biri. Bu konuyu biraz daha detaylı anlatabilir misiniz?
Doç. Dr. Emre Seli:
Polikistik over sendromu adet bozukluklarından sorumlu olduğu için en sık görülen jinekolojik olgulardan biridir ve kadınların en fazla doktora gitme nedenleri arasında bulunan adet bozukluklarına neden olur.
Polikistik over sendromunun görülme sıklığı yüzde 5-8 dolayında. Ayrıca bunun yanında bazı kadınlarda diyabet, kalp hastalığı gibi ciddi sekonder sorunlara yol açtığı için, genç yaşta tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Bu yönüyle, insanların tüm hayatlarına etki edebilen olgulardan, kadın doğumcuların da insanların tüm hayatına müdahale edebildiği hastalıklardan biridir.

Polikistik over sendromu olan bir hastanın eğer insülün problemi varsa, şeker hastalığı öncesi konumu varsa yada kalp hastalığı riski varsa, kadın doğumcu yerinde bir müdahale ile bu riskleri azaltıp, yalnız bu hastalığı adet düzensizliğini tedavi etmekle kalmayıp, tüm hayatına ve genel sağlığına etki etme olanağı vardır.

Türkiye’yi yakından tanıyan bir bilim adamı olarak, Amerika’dan bakınca Türkiye’deki kadın doğum alanındaki gelişmeler nasıl görülüyor?
Türkiye’de kadın doğumun seviyesi çok iyi durumda bulunuyor. Türkiye’de doktorların kalitesi hem bilimsel hem klinik anlamda çok yüksektir. Bu yalnız benim fikrim değil, kendi branşımda en önemli bilimsel dergilerde en çok yayın yapan altıncı ülke Türkiye. Mesela, Türkiye futbolda dünya altıncısı değil ama bilimsel yayınlarda sürekli olarak ilk 6 ülkeden biriyiz. Ayrıca Türkiye’de yetişmiş, başka ülkelerde ve Türkiye’de çalışan dünyaca tanınmış çok insan var. Avrupa ve ABD’de de Türk hekimler başarılı bulunuyor.
Şunu da belirtmeliyim, tıp sadece doktorlar tarafından yapılan bir şey değil. Hastane temizliğinden, hemşire kalitesine, yönetim konularına kadar geniş bir alanı kapsıyor. Bir hastanın tedavisinin sonucunda ne kadar başarılı olunduğu, sadece doktorların sorumluluğunda değildir. Genel sonuçlarını bilmiyorum ama Türkiye’de tıbbın ve Türk doktorların çok iyi olduğunu biliyorum.

Kongreyi genel olarak değerlendirebilir misiniz, bilimsel çerçevesi sizce tatmin edici mi?
TJOD tarafından düzenlenen bu kongre son derece başarılı. Öncelikle katılımı çok yüksek ve konu şimdiye kadar dinlediğim konuşmalar çok başarılı. Ben, TJOD’un ABD’deki karşılığı olan ACOG tarafından düzenlenen kongrede de geçen yıl konuşmacıydım. Bu yıl TJOD’a geldiğim için katılamadım. Benim gözlemlediğim kadarıyla TJOD çerçevesinde yapılan konuşmalar en az ABD’deki konuşmalar kadar iyi, hatta daha iyiydi.

22 Haziran 2010 Salı

TIBBİ CİHAZ SEKTÖR TOPLANTISINDA SORUNLAR MASAYA YATIRILDI

SGK Tıbbi Cihaz Sektör Toplantısında taraflar bir araya gelerek sorunların çözümleri üzerine karar aldılar.

SGK Tıbbi Cihaz Sektör Toplantısına, Sosyal Güvenlik Kurumu Genel Sağlık Sigortası Genel
Müdürlüğü Hasan Çağıl, Tıbbi Malzeme Daire Başkanı Hüseyin Özbay, Şube Müdürleri Reyhan Bozkurt, Sabahattin Yılmaz ve SGK Kocatepe SGM Müdürü İsmail Kobal ile Sağlık Bakanlığı İEGM Tıbbi Cihaz Bilgi ve Değerlendirme Şube Müdürlüğünü Meral Yılmaz, Maliye Bakanlığı BÜMKO Ali Günkut, Kamu İhale Kurumundan Avşar Kemal Keyik ile Tıbbi Cihaz Sektör Temsilcilerinden SEİS, TÜMDEF, SADER, ORDER, TıpGörDer ARTED ile TÜDER’den temsilciler katıldılar.

Tıbbi Malzeme Daire Başkanlığı Kuruldu
Toplantının açılış konuşmasını yapan Genel Müdür Hasan Çağıl, öncelikle SGK’nın yeni yapılanması hakkında bilgi vererek kurumun tıbbi cihazlarla ilgili konuları yürütmek üzere Tıbbi Malzeme Daire Başkanlığının kurulduğunu ve artık tıbbi cihazların ilaç ile eşdeğer
oranda öneme kavuşturulduğunu belirten Çağıl, 25 Mart 2010 tarihinde yayımlanan SUT’ta yaşanan sıkıntılar dolayısı ile yakın bir zamanda yeni bir SUT yayımlayacaklarını belirtti. Tıbbi cihazların SGK geri ödeme kapsamına alınmasına ilişkin esas ve usullerin daha sistematik hale gelmesi ve şeffaf açık net bir yapı kurulması yolunda çalıştıklarını söyleyen Çağıl, ancak bunun zaman alacak bir iş olduğunu, çalışmalara başladıklarını, kriterler netleşmeden de sistemi çalıştıracaklarını bildirdi. Çağıl, belirsizliklerin sektörü zor duruma soktuğunu bildiklerini, yanlışlık ve eksikliklerin revize edileceğini belirterek, bu netliğin sağlanması aşamasında, sektörün önerilerini de beklediklerini iletti.

Beyan Esaslı Bir Sistem…
Tıbbi cihazların yüksek hacmi ve büyüme hızı nedeniyle beyan esaslı bir sistem
oluşturmaya çalışıldığını kaydeden Çağıl, her malzeme için aynı kurallar uygulanabilir değilse de, çeşitli gruplara has yeni kurallar getirilebileceğini belirtti. MR’ların kapasite kullanımına ilişkin makul rakamlar dışındaki sapmanın kontrol edileceği dile getiren Çağıl, yeni uygulamaya giren takip sistemi sayesinde hizmet alımlarında da ilaçtaki gibi anormallikleri görebileceklerini belirtti. Ellerinde bin hasta için bir nörologun kaç MR çekmesinin makul olabileceğine ilişkin istatistiklerin eksik olduğunu ifade eden Çağıl, bu istatistikler toplandığında daha sağlıklı bir geri ödeme sistemi kurulacağını kaydetti.

“Piyasa Gözetim ve Denetimin Etkin Çalışmaması”
SUT’ta 01 Mayıs 2010 olan belgelerin toplanması için tanınan müddeti ile ilgili Çağıl, “15 Haziran 2010 olarak değiştirildi. CE teknik dosyasında bulunan testlerin özet sonuçlarını beyan etmeleri, bunun da üretici ve ithalatçının bu beyanı ile piyasaya arz ettiği malın, sorumluluğunu üstlenmesini hedefliyoruz. Böylece yaşanan bir sorun olursa, sorumluluk beyanı veren kişinin sorumlu olacak. Piyasa Gözetim ve Denetimin etkin çalışmamasının bizi bu duruma itti” dedi.
SGK geri ödeme listelerine alınma esas ve usullerinin açık ve şeffaf olması gerektiğini kaydeden Çağıl, bu nedenle bir kılavuz hazırlanmasının gerekli görüldüğü, elektronik ortamda herkese açık şekilde girilmiş olmasının düşünüldüğünü belirtti. Bu konuda sektörün önerilerini de beklediklerini dile getiren Çağıl, işin zorluğuna dair, kurallar belirlendikten sonra hâlihazırda listeye alınmış cihazlar kapsam dışı kalırsa onlara ilişkin nasıl bir yol izleneceğinin de dikkatlice düşünmek gerektiğini söyledi.

Belge Tamamlama
Tıbbi Cihaz Sektör Platformunun sekretaryasını yürüten SEİS tarafından hazırlanan sunum üzerinden SUT 2010’da problemli olduğu görülen maddeler tartışıldı.
Buna göre SGK Tıbbi Malzeme Daire Başkanlığı’ndan Şube Müdürü Sabahattin Yılmaz, Sağlık Uygulama Tebliği’nin yeniden yayınlanacağını söyleyerek, yapılacak değişikliklere değindi ve belgelerin temini için verilen son müddet olan 01.05.2010 tarihini, 15.06.2010 tarihine ertelendiğini belirtti.
Belgelerin şimdiye kadar kabul edilmemiş olmasının sektörde ödemelere ilişkin bir sıkıntı yarattığına değinen Sivil Toplum Örgütleri, bu belgelerin gecikmeli bir şekilde tamamlandığında da geçmişe yönelik ödeme alma sıkıntısı içine düşülebileceğini söylediler. SUT 2010 7. 1.22. g) maddesine göre 01.05.2010 tarihine kadar istenen belgeleri ibraz eden firmaların ürünlerine tavan fiyat uygulanacağına dair maddenin, uygulamasının nasıl olacağı soruldu. Belgelerin eksik olması durumunda firmaların tavan fiyatı almayı beklememelerini söyleyen Yılmaz’a Sivil toplum Kuruluşları temsilcileri tarafından, belge tamamlama işinin, SGK’nın belgeleri kabul etmemesi nedeniyle aksadığını, il sağlık müdürlüklerine duyurarak, geçen süre zarfında yaşanacak keyfi ve göreceli uygulamaları engellemesi talebinde bulundular.

“Tıbbi Malzemeleri Satan İthalatçı ya da Üretici Firmalarla Sözleşme Yapmaya İlişkin Düzenlemeyi de İptal Ettik”
Yılmaz, yeni SUT’da 7.1.23 Md. göre Ek-5/E Omurga cerrahisi ile Ek-5/F Ortopedi ve
Travmatoloji branşı Artroplasti alan grubunda kullanılan tıbbi malzeme listelerinde yer alan tıbbi malzemeleri satan ithalatçı ya da üretici firmalarla sözleşme yapmaya ilişkin düzenlemeyi de iptal ettiklerini, sözleşme yapmayacaklarını belirtti.
HTA belgesinin üretim merkezi ülkede kullanılan mı geri ödeme sistemine dahiline mi ilişkin bir belge olduğunun netleştirilmesi isteklerine SGK yetkilileri, ithal edilen ürünün menşei ülkesinde geri ödeme sistemine dahil edildiğinin belgelendirilmesi gerektiğini söylediler.
13485 Tıbbi Cihazlar için Kalite Yönetimi Sistemi belgesinin üretici standardı olduğu
İthalatçılardan bu belgenin istenmemesi gerektiğine dair sektör görüşüne karşın 13485 Tıbbi
Cihazlar için Kalite Yönetimi Sistemi standardını lojistik alanı ile ilgili olarak ithalatçılarında alabileceklerini bu nedenle bu belgeyi istediklerini ancak yeni yayımlanacak SUT da ISO 2001 standardının da kabul edileceğini bildirdiler.

Yılmaz, yeni yayımlanacak olan SUT revizyonunda, (7.2.1.b) Kamu İhale Kanununa tabi
olmayan kamu ve özel hastanelere yapılan ürünlerin fiyatlarının tespitinde kullanılan en düşük 5 fiyatın belirlenmesinde il sağlık müdürlüklerini yetkilendirdiklerini dile getirerek, bu 5 fiyatın belirlenmesi ile ilgili olarak branş kodu yada GMDN kodlarının kullanılabileceğini söyledi. Branş kodu ile ödeme esasının kaliteli malın arzına engel olacağı yolundaki görüşlere, menşei ülkede geri ödeme bildirimini istedikleri ürünlerin kalitesiz olacağını düşünmediklerini ve yeni SUT metninde esas alınan adedin 5’ten aşağıda bir rakam olarak belirlenerek kolaylık sağlandığını ifade etti.

“Kanıta Dayalı Tıbbı Kullanarak Geri Ödemeleri Planlansın”
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Tıbbi Cihaz Satın alma Daire Başkanlığı Şube Müdürü Reyhan Yalçın Bozkurt, SGK’nın kanıta dayalı tıbbı kullanarak geri ödemeleri planlamasını doğru bulduklarını kaydetti. Ancak, verilerin henüz 3 yıllık olduğunu belirten SGK yetkilileri, Ortopedi ve Kardiyoloji gibi alanlarda 15 yıllık bir geçmiş bulunduğunu bildirdi.
SGK geri ödeme sistemine yeni ürünlerin girebilmesi için yılda 4 kez olmak üzere pozitif liste yayınlanmasının planlandığını, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün SUT hazırlıklarına dahil olduğunu, Tıbbi Cihaz Kurumunun kurulmasına olan
ihtiyaç vurgulandı ve yeni SUT’un tekrar yayınlanacağını belirttiler.
Kur farkına ilişkin ithalatçıların sorunlarına değinen Sivil toplum Kuruluşları temsilcileri,
hastanelerin çok farklı oranlarda ıskonto taleplerine ilişkin rahatsızlıklarını dile getirirken, Ek 5 E ve F listelerinin revizyonunu ve belgeleri değerlendirecek alt komisyonlar kurulmasını önerdi.

Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü Tıbbi Cihaz Bilgi ve Değerlendirme Şube
Müdürlüğünü temsilen konuşan Meral Yılmaz ise, Piyasa Gözetim ve Denetimin çalışmakta olduğunu, TİTUBB uygulamasının halihazırda beyana dayalı ve mevzuatın gerektirdiği her tür belgeyi içerdiğini, yeniden bu belgeleri istemenin, ikinci bir evrak ve kağıt işi getireceğini, uygunluk beyanlarının TİTUBB içinde mevcut olduğunu belirtti. SGK yetkilileri ise, bu belgeleri geri ödeme kuruluşu olarak istemeye Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel
Müdürlüğü’nden yetkililer ile birlikte karar verdiklerini dile getirdi.
Sektör temsilcileri, Artoplasti ve Spinal alan grubu ürünleri dışındaki SGK Geri Ödemesine tabi Travma Kardiyoloji gibi diğer iyileştirici tıbbi malzeme ürün gruplarına ilişkin kurum politikasını ve yenilikçi ürünlere ilişkin geri ödeme prosedürünün ne olacağını Ar-Ge potansiyeline engel olmayacak şekilde dikkatle düzenlenmesi gerektiğini dile getirdi.

Örnekleme uygulamasının çok problemli olduğuna dikkat çeken sektör temsilcileri, bunun yerine daha adil bir uygulamaya geçilmesini talep etti. Sektör temsilcileri, Artoplasti ve Spinal alan grubu ürünleri dışındaki SGK Geri Ödemesine tabi Travma, Kardiyoloji gibi diğer iyileştirici tıbbi malzeme ürün gruplarına ilişkin kurum politikasını sordu. SGK yetkilileri nihai olarak geri ödeme kapsamında olan tüm branşların fiyatlarının belirlenmesini amaçladıklarını ve tıbbi cihaz geri ödemelerini sağlık hizmet sunucularına fatura tarihinden itibaren 15 gün içinde avans ödemesi yaptıklarını, 60 gün içinde de tamamını ödediklerini söyledi.

Bir sonraki SGK Tıbbi Cihaz Sektör Platformu toplantısının, 23 Ağustos 2010 tarihinde yapılmasına, gerek görüldüğü halde Sağlık Bakanlığı, DPT, KIK ve Maliye Bakanlığı’nın da katılımı ile gerçekleştirilmesine karar verildi.

21 Haziran 2010 Pazartesi

‘SEZARYEN SALGINI’ DÜŞÜRMENİN YOLU: EĞİTİM

TJOD 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde konuşma yapan Dr. Aris Antsaklis, “Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada sezaryen oranları dramatik biçimde yükseliyor. Biz buna “Sezaryen Salgını” adını veriyoruz. Bence buradaki en önemli konu ve yöntem; eğitim” dedi.

TJOD 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde “Primer Sezaryen Sectio Oranlarını Azaltmak Mümkün mü?” konusu üzerine sunum yapan Dr. Aris Antsaklis, bütün dünyada sezaryen oranlarının dramatik biçimde arttığını ve bununla mücadelede en etkin yolun eğitim olduğunu söyledi. Sağlık Dergisi’ne açıklamalarda bulunan Dr. Antsaklis, genç hekimlerin ve kadınların normal doğum konusunda bilinçlendirilmesinin yanında, ilk kez sezaryen olanların sayısının azaltılması yönünde atılacak adımın genel oranı aşağıya çekeceğini vurguladı.

Esra Öz: Sezaryen oranlarını aşağıya çekmek için herkes arayış içinde, sizce ilk adım ne olmalıdır?
Dr. Aris Antsaklis:
Kadınların ilk yaptığı doğumdaki tercihleri önemli. Eğer ilk doğumlarında sezaryen olanların oranlarının azalmasını sağlayabilirsek, genel anlamda düşüş sağlayabileceğimize inanıyorum. Tabii ki bu tercihi yapmalarını sağlamak için en önemli yollardan biri, annelerin tercihlerini etkileyebilmek. Doktor olarak bizim tercihimiz, annelerin ancak tıbbi bir zorunluluk halinde sezaryeni tercih etmeleri. Genel olarak sezaryen oranlarının azaltılmasında ikinci bir yol, bebeğin ters gelmesi durumundaki tercihleri ile ilgilidir. Bunun nasıl üstesinden gelineceğini genç hekimlere özellikle öğretebilirsek ve öğrenebilirsek, oranlarda azalma sağlayabiliriz. Sezaryen yönteminin seçimi için kriterlerin çok kesin ve doğru biçimde konulması, bu konudaki verilerin doğru ve kesin biçimde hekim tarafından alınması gerektiğinden eminiz.

Türkiye’deki sezaryen oranları oldukça yüksek durumda bulunuyor. Bu nedenle tedbirler alınmaya çalışılıyor, dünyada durum nasıl?
Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada sezaryen oranları dramatik biçimde yükseliyor. Biz buna “sezaryen salgını” adını veriyoruz. Bunun başlıca nedenlerinden biri, kadınların tercihi. Bunun yanında aile planlamasına yönelik çalışmalar insanları buna yönlendiriyor. Tabii sezaryen oranlarının Dünyanın her yerinde yüksek olması nedeniyle herkes bir çözüm bulmaya çalışıyor.

Bence buradaki en önemli konu ve yöntem; eğitim. Genç bireylerin yanında genç hekimlerin de eğitilmesi önemli. Özellikle sezaryen hangi durumlarda gerçekleştirilmelidir? Burada yapılacak eğitim, diğer yöntemlerin hepsinden daha etkin olacaktır. Tabii ki, burada bahsettiğim konu, kadınların bilgilendirilmesi. Kadınlar büyük acılar çekeceklerini, doğumun ardından sorun yaşayacaklarını düşünüyorlar. Neyle karşılaşacakları konusunda net biçimde bilgilendirilmeleri, doğum ve doğum sonrası yaşayacakları konusunda gerçek bilgilerin verilmesi kadınların tercihinde önem taşıyacaktır.

Kongre hakkındaki düşünceniz nedir, Türk meslektaşlarınızı başarılı buluyor musunuz?
Öncelikle, Kongrenin çok iyi organize edilmiş olduğunu görüyoruz. Katılım yüksek ve tabii ki bu mutluluk verici bir durumdur. Türk meslektaşlarımız eğitimi yüksek ve bilgili ayrıca, onların Dünya çapındaki kongrelere katılım oranları yüksek ki bu çok önemli. Organizasyonu yapanlara çok teşekkür ederim.

20 Haziran 2010 Pazar

“SAĞLIKTA ÜST YÖNETİM ARTIK YÖNETİCİLER DEĞİL, HİZMET ALAN KİŞİLERDİR”

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Oya Gökmen: “Sağlıkta üst yönetim artık yöneticiler değil, hizmet alan kişilerdir. Hizmet alan kişilere daha iyi, daha sağlıklı nasıl hizmet verebiliriz, bunları tartışıyoruz” dedi.

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde Sağlık Dergisi’ne konuşan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Oya Gökmen, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerin toplam kalite yönetiminin ardından, hastayla ilgili tüm medikal hizmetlerin kalite standartlarına bağlı çalışmasına yönelik girişim başlattığını, kaliteye yönelik adımların Türk tıbbını bir üst basamağa taşıdığını söyledi.

Türkiye’de Toplam Kalite
Prof. Dr. Gökmen, toplam kalite yönetiminin hastaneler için vazgeçilmez bir unsur haline geldiğinin altını çizerek, “Türkiye’de toplam kaliteyle ilgili çalışmalar Zekai Tahir Burak Hastanesi’nin 1999’larda başlayıp, 2001 yılında Avrupa Toplam Kalite Ödülünü almasıyla sonuçlanan süreçtir ve bence Türk tıbbına büyük bir yol açmıştır” dedi.

“Sağlıkta Üst Yönetim Artık Yöneticiler Değil, Hizmet Alan Kişilerdir”
Özel hastanelerin toplam kalite yönetimi yaklaşımıyla çalıştığını hatırlatan Prof. Dr. Gökmen, Sağlık Bakanlığı’nın kendi bünyesinde de kalite çalışmalarını organize etmesinin önemine değindi. Prof. Dr. Gökmen sözlerini şöyle sürdürdü: “Sağlık Bakanlığı, kendi bünyesindeki hastaneler için Kalite Genel Müdürlüğü kurdu. Kalite Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı bünyesindeki hastanelerde, ne, nasıl, ne zaman, kime, neden, nasıl yapılacak prosesleri dediğimiz ‘yapılacak işlemlerin yazılması, çıktılarının alınması onların evalüe edilmesi ve daha iyiye nasıl ulaşılabilir?’ sorularını tanımlayan toplam kalite felsefesi içinde çalışılması önemlidir. Aslında, sağlıkta toplam kalitenin hedefi zaten budur. Sürekli iyileştirme ve geliştirme çalışması yapılması gerekiyor. Çünkü sağlıkta sürekli yenilik var. Sağlıkta üst yönetim artık yöneticiler değil, hizmet alan kişilerdir. Hizmet alan kişilere daha iyi, daha sağlıklı nasıl hizmet verebiliriz, bunları tartışıyoruz.”


“Yazdığımız Her Şeyi Yapabilmemiz, Yaptığınız Her Şeyi Yazabilmeniz”
Prof. Dr. Gökmen, kalite yönetimindeki en öncelikli konunun “yazdığımız her şeyi yapabilmemiz, yaptığınız her şeyi yazabilmeniz” prensibi olduğunu vurgulayarak, dökümantasyonun ve buna bağlı analiz ve çalışmaların olumlu etkisine vurgu yaptı. “Dökümante etmeniz ve onun da doğruluğunu kabul ederek; onun hakkında hakiki bir şekilde çalışmanız lazım. Söyleyip de yapmamak, yapıp da yazmamak söz konusu olamaz” diyen Prof. Dr. Gökmen, bir sonraki aşama olan bütün medikal hizmetlerin standarda bağlanmasına yönelik çalışmalardan duyduğu memnuniyeti vurguladı. Prof. Dr. Gökmen, “Bundan sonra hastane hizmetlerinin iyileştirilmesi yanında, medikal hizmetlerin de standardizasyonu için American Joint Committee of Accreditation kriterleri uygulama aşamasına gelindi. Yani bir hasta en kısa sürede, en iyi laboratuvar hizmetini, en iyi operasyon süresini, en iyi medikal hizmetin girdisi ve çıktısı arasındaki farkları nasıl hasta hayatına ve lüksüne ve emniyetine ayırabiliriz arayışı ortaya çıktı. Joint Committee toplam kalitenin ulaşmadığı hastanecilik prensiplerinin dışındaki hastaya yönelik medikal hizmetleri kapsıyor, bu önemli bir çalışma” dedi.

“Güzel Netice Demek Hasta Sağlığı Demek, Hasta Sağlığı da Türkiye’nin Sağlığı Demektir”
Prof. Dr. Gökmen, Sağlık Bakanlığı hastaneleri Joint Committee standartları sistemini uygulamaya başladığını, üniversite hastanelerinin de uygulama için çalışma başlattığını bildiğini kaydetti. Prof. Dr. Gökmen, “Türkiye bence çok iyi bir yolda, hastane hizmetlerinin akredite edilmesi, toplam kalite felsefesi içinde hizmet verilmesidir. İnşallah hastanelerimizin hepsi bu yolda güzel netice elde edecekler. Güzel netice demek hasta sağlığı demek, hasta sağlığı da Türkiye’nin sağlığı demektir” dedi.

19 Haziran 2010 Cumartesi

SAĞLIK BAKANLIĞI STOK YÖNETİMİ


Sağlık Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Memet Atasever ‘Stok Yönetim Vizyonu’ hakkında Sağlık Dergisi’ne bilgi verdi.

Sağlık Bakanlığı stok yönetiminde temel amaç olarak, vatandaşların sağlık işletmelerince temin edilmesi gereken her türlü ihtiyaçlarını karşılanması olduğunu kaydeden Sağlık Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Memet Atasever, vatandaş memnuniyetini en üst düzeyde tutmak olduğunu dile getirdi. Atasever, bu ihtiyaçları etkin bir şekilde karşılarken, kaliteli ürün temini, düşük stok düzeyi ve düşük maliyet temel öncelikleri olduğunu belirtti. İşletmelerdeki stok yönetimi nakit yönetimine paralel olarak risk yönetim mantığı ile yönetildiğini ileten Atasever, “Sağlık işletmelerinde bulundurulması gereken ürünlerin büyük bölümünün oldukça pahalı ve miatlı ürünler olup, bunların eskime ve demode olma riskinin yüksek olduğu unutulmamalıdır. Bu ürünlerin önemli bir özeliği de kullanıcılarına göre oldukça farklılık gösterebilmesidir. Bunların maliyetlerinin işletmelerin ödeme kabiliyetine göre de önemli değişikliler göstermesi diğer önemli bir husustur. Ayrıca fazla stok işletmelere depolama maliyeti, personel maliyeti gibi yeni yükler getirerek kaynakların etkin ve verimli kullanılmasını önlemektedir” dedi.
Sağlık işletmelerinde stok yönetimini, ihtiyaç tespitinden ödemelerin yapılmasına kadar birçok farklı aşamada çok iyi yönetilmesi gereken bir süreç olduğunu vurgulayan Atasever, ancak iyi işletmecilik uygulamaları ile gerçekleştirilebileceğini dile getirdi. Atasever şu bilgileri verdi: “Bu sürecin bütün aşamalarını, iyi yönetilmesi için neler yapılması gerektiğini ve Sağlık Bakanlığı işletmelerinde uyguladığımız stok politikasını, geliştirdiğimiz yeni tedarik yöntemleri ile birlikte şöyle sıralayabiliriz:

1.Aşama: Uygun Bir Stok Programı Kullanılarak Stok Kayıt Düzeninin Sağlanması:
Kontrol önemli bir yönetim fonksiyonudur. Bu açıdan stokların iyi yönetilebilmesi için kayıt altına alınması, giriş ve çıkışların düzenli olması ve kontrol edilebiliyor olması gerekir. On binlerce malzeme ve ilacın kullanıldığı sağlık işletmelerinde bu kontrol ancak uygun bir program vasıtasıyla yapılabilir. Sağlık Bakanlığı olarak işletmelerimizdeki stokları yönetebilmek ve kontrol edebilmek amacıyla Malzeme Kaynakları Yönetim Sistemi (MKYS) diye adlandırdığımız web tabanlı bir stok programı kullanıyoruz. Bu program ile gerek merkez teşkilatı gerekse işletmelerimiz bütün ülkedeki Sağlık Bakanlığına bağlı kurumların stokları hakkında bilgi alabiliyorlar. Örneğin; Hakkâri Şemdinli Devlet Hastanesinde alınan bir aspirinin hangi tarihte kaç adet alındığını, hangi firmadan hangi fiyata alındığını ve yıllık ihtiyacının ne olduğunu, günlük ne kadar kullanıldığını biliyoruz. Bu bilgiler diğer hastanelerimiz tarafından da görülebiliyor. Bu şekilde bizim işletmelerimiz bir ürün için piyasanın hangi fiyattan oluştuğunu çok kolay tespit edebiliyor ve sağlıklı bir piyasa araştırması yapabiliyorlar. Bunların merkezden ve işletmelerimiz tarafından biliniyor olması bile önemli bir kontrol mekanizmasıdır.
Stokların kayıt altına alınması önemli olduğu gibi bunların giriş ve çıkışlarının da düzenli olması gerekir. Aksi takdirde bu kayıt düzeni de çok işe yaramayacaktır. Sağlık işletmelerindeki her türlü stok hareketlerinin düzenli olması, optimum stok yönetiminin temel şartlarından biridir. Bu giriş ve çıkışların optik okuyucular vasıtasıyla otomatik yapılması ve anlık izlenmesi tercih edilmelidir. İşletmelerde ara depo, laboratuar deposu, servis deposu gibi depolar çok az kullanılmalı kullanım mecburiyeti olması durumunda bile buralar ana depoya bağlı alt depolar olarak tanımlanmalı ve kesinlikle buraya verilen ürünler kullanılmış gibi çıkış yapılmamalıdır. Bu giriş ve çıkışların mali tabloların sağlıklı bir şekilde üretilmesinde önemli bir rol oynadığı unutulmamalıdır. Kullanılmadığı halde çıkış yapılan ürünlerin işletmenin giderlerini olduğundan fazla göstereceği kullanıldığı halde çıkış yapılmayanların ise giderleri olduğundan az gösterecektir. Dolayısıyla bilanço ve gelir tablosu gibi işletmelerin mali gücünü ve performansının gösteren temel mali tabloların hatalı oluşacağı da dikkate alınmalıdır. Hatalı mali tablolarla sağlıklı bir işletme analizi yapılamaz.

2.Aşama: İhtiyaçların Sağlıklı Olarak Tespit Edilmesi:
Stok yönetiminin en önemli unsurlarından biri de ihtiyaçların sağlıklı olarak tespit edilmesidir. İhtiyaçların sağlıklı olarak tespiti bir işletmenin her hangi bir ürünü bir yılda ne kadar kullanacağını bilmesi ile mümkündür. Bu da stokların kayıt altına alınması ile ve stok hareketlerinin düzenli olması ile mümkündür. İşletmelerin, ihtiyaçlarını sağlıklı bir şekilde tespit etmeden bu ürünleri tedarik sürecini başlatması, depolarda miadının dolmasını bekleyen, yıllardır hiç hareket görmeyen yüzlerce ürünle karşılaşması sonucunu doğuracaktır.
İhtiyaçların sağlıklı tespit edilmemesi, alternatif ürünlerin yeterince araştırılmaması ve fayda maliyet analizlerinin yapılmaması işletme maliyetlerini de olumsuz etkilen faktörlerden biridir.
Bütün bu yanlışların sonucu nakit darboğazına düşen bir işletme olarak karşımıza çıkacaktır. Bir tarafta parası ödendiği halde yılardır kullanılmayan ürünler bir tarafta ödemeler geç yapıldığı için yükselen stok maliyetleri kaçınılmaz olarak işletmelerin nakit akışının bozulması sonucunu doğurur.

Bu hataları yapmamak için Sağlık Bakanlığı olarak işletmelerimizde ihtiyaçları sağlıklı bir şekilde tespit eden İhtiyaç Tespit Komisyonları oluşturulmasını istiyoruz. İhtiyaç Tespit Komisyonları, gereksiz bürokrasi oluşturmayacak şekilde çalışarak işletme ihtiyaçlarının her yönden sağlıklı bir şekilde tespit edilmesini sağlayacaklardır. Bu komisyonlar teminine karar verilen bir ürünün sadece ne kadar satın alınacağına değil bunun geri ödeme kurumları tarafından ödenip ödenmediğine ve en fazla hangi fiyattan satın alınabileceğine de karar vereceklerdir.
Bu komisyon ayrıca alternatif ürünleri de araştırarak ihtiyacın daha düşük maliyetlerle karşılanmasının mümkün olup olmadığına da karar vereceklerdir. Tabi ki hizmet sunumu için gerekli olup olmadığı da oldukça önemlidir.
İhtiyaç Tespit Komisyonlarının işletmelerimizde ilgili başhekim yardımcısının başkanlığında ilgili hastane müdür yardımcısı ve konusuna göre eczacı, başhemşire, taşınır kontrol yetkilisi vb. kişilerden oluşmasını öneriyoruz. Komisyona temin edilecek ürünlerin özelliğine göre uzman kişilerden de katılım sağlanmalıdır.

3.Aşama: İhtiyaçların Tedarik Edilmesi:
İhtiyaçların sağlıklı olarak tespit edilmesinden sonra yapılacak işlem ihtiyaçların her hangi bir gecikmeye mahal vermeden tedarik edilmesidir. Burada işletmelerin İhale sürelerini ve ihalelerine karşı oluşabilecek bir itiraz halinde nasıl hareket edeceklerini de planlamaları gerekir.
Sağlık Bakanlığı olarak 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren sürekli kullanılan ürünler için işletmelerimizi en fazla 3 aylık stok miktarı ile sınırlandırdık. Yani işletmelerimiz kullanacağı bütün ürünlerde azami stok miktarı yıllık ihtiyacının ¼’dür. Buradan işletmelerimizin ihalelerini 3 ayda bir tekrarlayacakları anlamı çıkarılmamalıdır. İhtiyaçlar yine eskisi gibi 1 yıllık veya çerçeve alımla 1 yıldan uzun süreli temin edilecek ancak pey der pey teslim yöntemi kullanılarak depolarda 3 aylık ihtiyacın üstünde stok bulundurulmayacaktır.
Sağlık Bakanlığınca ihtiyaçların tedarik edilmesi ile ilgili olarak geliştirilen yöntemler:

Kamu Sağlık Hizmet Sunucularından Temin:
İhtiyaçların rahatlıkla temin edilebilmesi ile ilgili olarak Sağlık Bakanlığı olarak son yıllarda birçok yöntem geliştirdik. İlk olarak Kamuya bağlı bütün sağlık hizmet sunucularının ihale yapmadan birbirlerinden doğrudan mal ve hizmet alabilmelerinin önünü açtık. Bununla ilgili yönetmelik 7 Şubat 2009 tarihinde 21134 sayılı resmi gazetede yayımlandı. Bu yönetmeliğe göre Kamuya ait sağlık hizmet sunucuları kurumların ihtiyacı olmayan fakat bir türlü ihtiyaç üstü satın alınmış ürünleri birbirlerine doğrudan satabilmelerine imkân sağladı. Bununla Kamu sağlık hizmet sunucuları depolarındaki atıl ürünleri tüketebiliyorlar.

Stok Fazlası Ürünlerin Temini:
Sağlık Bakanlığı olarak azami stok miktarını 3 ayla sınırlandırarak işletmelerin depolarında olup 3 aylık ihtiyaçları üzerinde bulunan ürünlerin program vasıtasıyla diğer işletmelerin kullanımına sunduk. Buna göre işletmelerimiz diğer kurumlarımızdan stok fazlası sorgulama yapmadan ihaleye çıkamıyorlar. İhtiyaçlarını öncelikle diğer kurumlarımızdan temin etme cihetine gidiyorlar. Bu uygulama ile 2009 yılında 128 milyon TL civarında ürün kurumlarımız arasında el değiştirerek nakit ihtiyacı önemli ölçüde azaltılmış oldu.

İhtiyaç Fazlası Ürünlerin Temini:
İhtiyaç fazlası ürünler stok fazlası ürünlerden farklı olarak işletmelerce her hangi bir şekilde temin edilmiş fakat yakın bir gelecekte kullanılması mümkün görülmeyen veya miadı dolma veya bozulma riski olan ürünlerdir. Bu ürünlerin ihtiyacı olan kurumlarımıza hiçbir bedel gözetilmeden devredilmesi kuralını getirdik. Bu sayede Sağlık Bakanlığına bağlı işletmelerde bir türlü temin edilmiş olup kullanılamadığından dolayı zayi olabilecek veya atıl olarak bekletilen ürünlerden dolayı oluşacak riski önemli ölçüde azalttık. . Bu uygulama ile 2009 yılında 88 milyon TL civarında ürün kurumlarımız arasında el değiştirerek nakit ihtiyacı önemli ölçüde azaltılmış oldu.

İllerde Stok Koordinasyon Ekipleri ve İl Stok Havuzları Oluşturuldu:
İllerde ilin bütün stokları kontrol eden ve gerektiğinde kurumların ihtiyaçlarını dışarıdan satın alma yapmadan karşılayan stok koordinasyon ekipleri oluşturuldu. Bununla birlikte ildeki işletmelerdeki bütün stoklar il stok havuzu olarak değerlendirilerek bu stok koordinasyon ekibinin emrine verildi. Bu uygulamalarla ilgili olarak 2009 yılında 2300 personele eğitim verildi.

Küçük Hastanelerin İhtiyaçlarının Büyük Hastanelerce Karşılanması:
Düşük bütçeli olan ve satın alma kapasitesi yetersiz olan hastanelerin ihtiyaçlarını büyük bütçeli ve satın alma kapasitesi güçlü hastanelerce karşılanması kuralını getirdik. Bununla hem küçük kurumlarımızı rahatlattık hem de satın alma sayımızı düşürdük. Bu uygulamalarla daha yüksek miktarlarda toplu alım yaptığımız için stok maliyetlerimizde azaldı. Bu uygulama ile İlaç ve tıbbi sarf malzemesi satın alan hastane sayısı 835’den 416’ya indirilmiştir.

Çerçeve alım Yöntemi ile Toplu Satın Almalar:
Çerçeve anlaşmalar kamu alımları açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Bu yöntem ilk olarak ve yaygın bir şekilde Sağlık Bakanlığında uygulanmaya başladı. Bu uygulamalarla bütün illerde il düzeyinde çerçeve alım yöntemi ile toplu alımlar 2009 yılının ikinci yarısında başlatıldı ve uygulanıyor. Çerçeve alım yöntemiyle yapılacak toplu alımlar açısından İstanbul 10 bölge Ankara iki bölge diğer iller ise tek bölge olarak değerlendirildi. 24 Nisan 2010 tarihi itibariyle 452 çerçeve anlaşma ihalesine çıkılmış olup bunların 152’si sonuçlandırılmıştır.
Sağlık Bakanlığınca yeni geliştirilen tedarik yöntemleri ile İhalelere katılımlar ve rekabet artırılmış, bürokratik işlemlerin azaltılması yanında 2009 yılında yapılan ihale sayısı bir önceki yıla göre yüzde 25 civarında (4.389 adet) azaltılmış olup azaltılan bu ihalelerden sadece 11 milyon TL civarında ilan ücretlerinden tasarruf sağlanmıştır.

4.Aşama: Borçların Zamanında Ödenmesi:
Sağlık Bakanlığı olarak gerek stok yönetiminde yaptığımız düzenlemeler gerekse yeni geliştirilen tedarik yöntemleri ile borçları ödeme süremizi oldukça düşürdük. Hedefimiz bütün işletmelerimizin finansal yapısını, borçlarını en geç 90 gün içerisinde yapabilecek duruma getirmektir. Bunun için düşük stokla çalışma prensiplerini geliştirdik. Finansal risk analizine göre işletmelerimizi yakından takip ediyoruz. Mali performans kriterleri geliştirdik bunları kurumsal bazda ve yöneticiler için uygulamaya başladık.
Bu uygulamalarımıza paralel olarak firmalara, 2008 yılı sonunda 1 milyar TL civarında borcumuz, 2009 yılı sonunda 500 milyon TL’nin altına gerilemiş olup bugün ise 200 milyon TL civarındadır.

Sağlık Bakanlığı olarak stok yönetimi alanında yaptığımız çalışmaların 2009 yılı sonuçları, izlenen politikaların ve yapılan işlerin ne kadar doğru olduğunun en bariz göstergeleridir.”

18 Haziran 2010 Cuma

PROF. DR. HALDUN GÜNER:“İDRAR KAÇAKLARINDA BANT TEDAVİSİ UYGULANMALI”

İdrar kaçırmada anatomi veya fonksiyon bozukluklarında tedavide dikkatli seçim yapılmasını vurgulayan ürk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Haldun Güner, “İdrar kaçaklarında bant tedavisi uygulanmalı” dedi.

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Haldun Güner, kadınlarda belli yaştan sonra çok ciddi bir problem olan ve yüzde 40’lara kadar çıkan idrar kaçakları ile 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde Sağlık Dergisi’ne konuştu. İdrar kaçaklarında cerrahi tedavi uyguladıklarını kaydeden Prof. Dr. Güner, ancak bu yöntemlerle yüzde 100 başarı sağlanamadığını, en iyi tedavilerin yüzde 90-95 civarında olduğunu ve bir kısmında kaçakların devam ettiğini dile getirdi. Prof. Dr. Güner, “İdrar kaçaklarında ‘Stres inkontinans’ adı verilen ameliyatın ‘Trans optüratör tape’ denilen operasyonları yapılıyor. İdrar yolunun altında bant yerleştirerek idrar kaçağını önlüyor. Bu bant bazen düzgün yerleştirilmeyebiliyor. Düzgün yerleştirilse de yerinden kayma ve vücudun kabul etmeme durumlarında idrar kaçağı devam ediyor. Böyle durumlarda yeniden bant yerleştirilmesi öneriliyor. Nüks olduğunda Kadın Doğum uzmanı, Üroloji uzmanına yönlendiriyor. Ürologlar ‘Periürotral injeksiyon’ denilen işlemler yapar ki, bunun başarı oranı düşüktür. Önerilen yöntem daha önceki ameliyatta yerleştirilen materyal aynen kalarak bir tane daha yerleştirilmesidir” dedi.

Anatomi ve Fonksiyon Bozukluklarının Tedavisi
Vücutta fonksiyonların rutin şekilde sürdürülmesi gerektiğini hatırlatan Prof. Dr. Güner, “Fonksiyonlarda sorun olduğu zaman tedavi girişiminde, çok dikkatli davranmak gerekiyor. Anatomi düzeltilse de fonksiyon bozukluğu devam ediyor. Hatta bazı durumlarda operasyon sonrası, fonksiyon bozukluğu daha da şiddetli ortaya çıkabiliyor. Ameliyat öncesinde hastanın tanısının net konulması ve cerrahi uygulanması ile ilgili net bir şekilde tanının konması gerekir. Uygun vakaya uygun ameliyatın yapılması son derece önemlidir. İdrar kaçaklarının bir kısmı mesaneye bağlı olabiliyor. Hastalarda İstemsiz mesane adalesinin kasılmasına bağlı, yeterli şekilde dolmadan idrar kaçırabiliyor. Bunların tedavisinde cerrahi değil medikal tedavi uygulanmalıdır. Bazı gruplarda da kaçaklar hem anatomik hem de aşırı aktif mesane sorunu olduğunda cerrahi ve tıbbi tedavi bırakılmamalıdır” şeklinde konuştu.

“İdrar Kaçırma Oranları Yüzde 40’lara Çıkabiliyor”
Yaş ilerledikçe hastalığın artma oranının yükseldiğini ve yüzde 40 oranlarına kadar çıktığını belirten Prof. Dr. Güner, kadınlarda görülen bu hastalık daha çok menapoz sonrasında görülürken, aşırı doğumlardan sonrada da arttığını dile getirdi. Pelvik taban yetersizliği denilen durum ile idrar kaçağı olduğunda rahim sarkması denilen olaylarla birlikte düşünülmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Güner, bu durumda kombine tedavi edilmesi gerektiğini belirtti.

17 Haziran 2010 Perşembe

PROF. DR. DEMİRCİ: “GENİTAL PROLAPSUS TEDAVİSİNDE MEŞ CERRAHİSİ KAÇINILMAZDIR”

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Fuat Demirci, prolapsus tedavisinde meş cerrahisinin yaygınlaştığını ve bu tedaviye ilişkin tartışmaların azaldığını kaydetti

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Fuat Demirci, 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde Sağlık Dergisi’ne konuşan prolapsus tedavisinde meş cerrahisinin yaygınlaştığını ve bu tedaviye ilişkin tartışmaların azaldığını kaydetti. Kadın üreme organlarının, normal bulunmaları gereken yerden aşağı doğru sarkması sonucu oluşan prolapsus hakkında Prof. Dr. Demirci şunları söyledi: “Prolapsus oranı doğurganlığın yüksek olduğu ülkelerde üçte iki oranında değişik derecelerde görülebilmektedir. Tedavisindeki başarısızlıklar yeni yöntemlerin geliştirilmesine neden olmuştur. İdrar kaçırmada meşlerin kullanımıyla birlikte, prolapsus cerrahisinde de meş kullanımı gündemdedir ve başarıyla uygulanmaktadır. Kısa ameliyat süreleri, başarı oranının yüzde 90’ların üzerinde ve minimal invaziv olması meş tedavisini öne çıkarmıştır. Kaçınılmaz bir trenddir ve meş cerrahisi daha da yaygın olarak kullanılmak durumundadır.”

Randomize Kontrollü Çalışma Sonuçları
Meş cerrahisi ile ilgili tartışmaların giderek azaldığını belirten Prof. Dr. Demirci, “Bunun Randomize kontrollü çalışmaların sonuçlarının gelmesi, 24 aya kadar olan başarı oranlarının yüksek olması, komplikasyonların abartıldığı kadar olmaması, doku erezyonun ise yüzde 5 dolayında kalması meş cerrahisinin önemini artırmaktadır. Ürojinekoloji ile ilgilenen hekimler kayıtsız kalamaz. Bunu öğrenmek zorundadırlar. Videodan görüldüğü şekilde değil de eğitim alarak uygulanmak gerekir. Literatürdeki komplikasyonların bir kısmı da gerekli eğitimin alınmamasından kaynaklanan komplikasyonlardır” şeklinde bilgi verdi.

16 Haziran 2010 Çarşamba

“HEKİM HATA YAPMAMAK İÇİN SEZARYENİ TERCİH EDİYOR”

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği tarafından Antalya’da düzenlenen 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde konuşan Dernek Başkanı Prof. Dr. İsmail Mete İtil, kadın doğum, Türkiye ve Dünyada hekim hataları yönünden en fazla gündeme gelen branş olduğunu belirtti. Prof. Dr. İtil, “Hekim hata yapmamak için sezaryeni tercih ediyor” dedi.

Türkiye’nin en önemli tıp kongrelerinden biri olan ve kriz ortamına rağmen ana branşlarda en yoğun katılımı sağlayan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) 8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi, TJOD Yönetim Kurulu Üyeleri tarafından bir basın toplantısıyla değerlendirildi. Toplantıya; Prof. Dr. İsmail Mete İtil, Prof. Dr. Bülent Tıraş, Prof. Dr. Cansun Demir, Doç. Dr. Ali Baloğlu, Prof. Dr. Süleyman Akhan ve konuk olarak ABD Yale Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Emre Seli katıldı.

‘Akdeniz Ülkeleri Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları Federasyonu’
Toplantının açılış konuşmasını yapan TJOD Başkanı Prof. Dr. İsmail Mete İtil, kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının insanları hayatla buluşturan kişiler olarak, tıptaki diğer uzmanlıklar arasında farklı bir yeri bulunduğunu vurguladı. Kongre’de 2 binden fazla katılımcıyla, 68 oturumda, 23’ü yabancı 330’u yerli oturum başkanı ve konuşmacının yer aldığını kaydeden Prof. Dr. İtil, ilk kez ‘Akdeniz Ülkeleri Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları Federasyonu’ oturumu ile geçen yıl hayata veda eden meslektaşları için özel “Vefa Oturumu” düzenlendiğini söyledi. Prof. Dr. İtil, daha sonra toplantıya katılanlara söz verdi.

“Çoğul Gebeliklerin Önlenmesi Amacını Anlıyoruz Ancak, Bu Konuda Hastaların Özel Durumlarını Da Gözeten Esnek Bir Yapı Sağlanmalı”
TJOD İkinci Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş, Kongrede yoğun olarak tartışılan konulardan birinin Sağlık Bakanlığı’nın tüp bebek uygulama ve merkezlerine ilişkin yönetmelik değişikliği olduğunun altını çizerek, bu konuda getirilen kısıtlayıcı düzenlemelerin gebelik oranlarını düşüreceğini anlattı. Prof. Dr. Tıraş, 35 yaş altı kadınlara tek embriyo transferi, iki başarısız uygulamanın ardından iki embriyo transferi, 35 yaşın üstündeki kadınlara da en fazla 2 embriyo transferi uygulamasına karşı olduklarını belirterek, çoğul gebeliklerin önlenmesi amacını anladıklarını ancak bu konuda hastaların özel durumlarını da gözeten esnek bir yapı ile 35 yaş üstü kadınlara, yaş gruplarına göre daha fazla embriyo transferine olanak sağlanması gerektiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Tıraş, sağlık harcamalarındaki artışa ve hastaneye erişimin kolaylaştırılmasına rağmen kamu hastanelerindeki hasta yükünün devam ettiğini vurguladı.

“ABD’de Embriyo Transferi Sınırlaması Konusunda Devletin Herhangi Bir Düzenlemesinin Yok”
Yale Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Seli de, ABD’de embriyo transferi sınırlaması konusunda devletin herhangi bir düzenlemesinin olmadığını, karar vericinin tedaviyi yürüten doktorlar olduğunu belirterek, sadece bilimsel tavsiyede bulunulduğunu kaydetti


“Embriyo Transferine Yönelik Kısıtlayıcı Düzenlemeye Karşı Danıştay’da Dava Açtık”
Prof. Dr. İtil, TJOD’un yürüttüğü hukuk çalışmaları hakkında bilgi vererek, embriyo transferine yönelik kısıtlayıcı düzenlemeye karşı Danıştay’da dava açtıklarını, diğer yandan, jinekoloji uzman eğitiminde sürenin 5 yıldan 4 yıla düşürülmesiyle, branş kapatmayı öngören düzenlemenin de açılan dava sonucu yürütmesinin durdurulduğunu açıkladı. Prof. Dr. İtil, özellikle TJOD’un, Avrupa üst kuruluşu olan EBCOG’da başta asistan eğitimi olmak üzere üyelikleri bulunduğunu ve Türk hastanelerinin eğitimlerinin akreditasyonunda sağlanan başarının önemine işaret etti.

“Anneler Ölmesin Sloganımız, Aynı Doğrultuda Çalışmalarla Devam Ediyor”
TJOD Genel Sekreteri Prof. Dr. Cansun Demir ise konuşmasında, TJOD olarak “İğneyi kendilerine batırmaktan” kaçınmadıklarını ifade ederek, telif hakları alınan “Doğum Sonrası Kanama” kitabının çevirisinin katılımcılara ücretsiz olarak dağıtıldığını kaydetti. Prof. Dr. Demir, “Anneler Ölmesin sloganımız, aynı doğrultuda çalışmalarla devam ediyor” dedi. Prof. Dr. Demir, en önemli anne ölümleri arasında bulunan doğum sonrası kanamalara ilişkin bilgileri kitap sayesinde tazeleme imkanı bulacaklarını anlattı.

“Türkiye’de Kız Çocuklarına Ve Ergen Kızlara Yönelik Jinekolojik Çalışmalar Emekleme Döneminde”
TJOD Saymanı Prof. Dr. Süleyman Akhan ise Adolesan dönemi jinekolojisi alanında kongre kapsamında verilen bilgilerin önemine değinerek, Türkiye’de kız çocuklarına ve ergen kızlara yönelik jinekolojik çalışmaların emekleme döneminde olduğunu, kongrenin bu kapsamda önemli bir eğitim platformuna dönüştüğünü bildirdi.

TJOD’un Avrupa Üst Kuruluşu Olan EBCOG Bünyesindeki Çalışmaları
TJOD Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Ali Baloğlu ise TJOD’un Avrupa üst kuruluşu olan EBCOG bünyesindeki çalışmaları aktardı. Doç. Dr. Baloğlu, mezuniyet sonrası eğitim komisyonundaki üyeliğin önemine işaret ederek, bu komisyonun asistan eğitimi konusunda akreditasyon vermesinin ve Türkiye’deki eğitim kurumlarının bu akreditasyonu almaktaki başarı oranının memnuniyet verici olduğunu söyledi. Baloğlu, “Türkiye’deki eğitim kurumları Avrupa seviyesinde eğitim kuruluşlarıdır. Şimdi, yan dallarda da akreditasyon çalışmaları başladı. Biz kadın doğum alanında Avrupa Birliği’ne girdik, girmekle yetinmedik Avrupa Birliği’ne girecekleri denetliyoruz” dedi.

“Kadın Doğum, Türkiye ve Dünyada Hekim Hataları Yönünden En Fazla Gündeme Gelen Branş”
Basın toplantısında, gazetecilere jinekoloji alanındaki son yenilikler hakkında da bilgi verildi. Prof. Dr. İtil, yaygın olarak görülen rahim sarkmasına (genital prolapsus) karşı geliştirilen yama (meş) uygulamalarının yüksek başarı sağladığına işaret etti. Prof. Dr. İtil tedaviyle, tekrarlama oranlarının da çok düşük seviyelere çekildiğinin altını çizdi. Diğer yandan, Prof. Dr. İtil, kadın doğum branşının Türkiye ve Dünyada hekim hataları yönünden en fazla gündeme gelen branş olduğunu, bunun da nedeninin anne-bebek iki kişinin sağlığının birden yürütülmesinden kaynaklandığını hatırlattı. Buna karşılık Türkiye’de kusur ile tıbbi kötü sonuç tanımları bulunan bir yasa olmadığını, hekim-hasta ilişkisinin “borçlar hukukuna” göre değerlendirildiğini söyleyen Prof. Dr. İtil, bu konuda acil bir düzenlemeye ihtiyaç bulunduğunun altını çizdi.


“Hekim hata yapmamak için sezaryeni tercih ediyor”
Prof. Dr. İtil, Türkiye'de sezaryenle doğum oranının yüksekliğine de dikkat çekti. Dünya ortalaması yüzde 15 olan sezaryenle doğum oranının Türkiye'de yüzde 48'e ulaştığını belirten Prof. Dr. İtil, Sağlık Bakanlığının bu oranı düşürmek için komisyon oluşturduğunu kaydetti. Türkiye'de anne isteğine bağlı sezaryen oranının yüzde 4 olduğunu söyleyen Prof. Dr. İtil, “Sezaryen ile doğumun azalması için ağrısız doğumun yaygınlaşması gerekiyor. Kamu hastanelerinde günde 20-25 doğum oluyor. Hekim hata yapmamak için sezaryeni tercih ediyor. Hastanın da hekimin de normal doğumdan yana tavır alması gerekir” diye konuştu.
Prof. Dr. Cansun Demir de sağlıkta dönüşüm programının sezaryen artışındaki önemli etkenlerden biri olduğunu savundu.

10 Haziran 2010 Perşembe

FIGO Kapasite Geliştirme Dairesi Başkanı Prof. Dr. Louis Cabero-Roura:“OBEZİTE DÜNYA İÇİN ÇOK CİDDİ BİR SORUN”

“Obezite insanları çok farklı yönlerden etkiliyor. Sağlık sorunları yanında diğer ölüm nedenlerini artırıcı etkiye sahip” diyen Prof. Dr. Louis Cabero-Roura, hamilelik ve çocuğa ilişkin olarak ise şunları kaydetti: “Obez hamilelerin bebekleri fazla gelişmemişse, bebeklerin ölüm oranı obez olmayan hamilelere göre daha yüksek. Obez anneden doğan çocukların, obez, şeker ve hipertansiyon hastası olma riski daha fazla” dedi.

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde Sağlık Dergisi’ne konuşan FIGO Kapasite Geliştirme Dairesi Başkanı Prof. Dr. Louis Cabero-Roura, obezitenin Dünya Sağlık Örgütü tarafından yakından takip edildiğini söyledi. Prof. Dr. Cabero-Roura, obezitenin bir pandemi olarak tanımlanmasına yönelik girişimler bulunduğunu hatırlatarak, doğumda anne-çocuk ölümleri, iş kazaları gibi ölüm nedenlerinin obez insanlarda yüzde 60 oranında daha fazla görüldüğünü kaydetti.

“Obezite Hamileliği Çok Farklı Şekillerde Etkilemekte”
Kongrenin büyük bir başarıyla ve yüksek katılımla gerçekleşmesinden dolayı herkesi tebrik ettiğini kaydeden Prof. Dr. Cabero-Roura, sunumuyla ilgili olarak “Öncelikle doktorlara tavsiyem mesajı mutlaka evlere taşımaları, bilgilendirmeleri. Obezite ile hamilelik arasında bağ bulunduğu, obezitenin hamileliği gerçekten kötü olarak etkilemektedir. Bu tanımın altında yatan gerçek şudur; obezite hamileliği çok farklı şekillerde etkilemekte. Bunlardan en önemlisi hamilelikte farklı sorunlara yol açıyor, hipertansiyon gibi. Farklı farklı etkilere yol açarak hamileleri kötü olarak etkilemektedir” dedi.

“Obez Gebelerde Doğum Sırasında Çok Daha Büyük Sorunlar Çıkabiliyor”
Dünyadaki ölüm oranlarına genel olarak bakıldığında artıran birçok farklı faktör olduğunu kaydeden Prof. Dr. Cabero-Roura, buna neden olan, iş kazaları, doğum sırasında ölümlerdan kaynaklandığını ifade etti. Obezitenin, bu ölümleri iki üç kat artırabildiliğini dile getiren Prof. Dr. Cabero-Roura, “Şu ana kadar bahsettiklerim anne tarafından bakarak anlatıldı. Bir de fetus açısından yönü var. Obezite sırasında karın bölgesinin büyük ve yağlı olması ultrason sırasında sorun yaşıyoruz. Çocukta her hangi bir anormallikler ve aksaklıklar görülemiyor. Basit bir örnek tabii ama obezite aksaklıkları görmemize engel oluyor. Obezite olan kadınların çocuklarının da büyük olacağı için, doğum sırasında çok daha büyük sorunlar çıkabiliyor. Çoğu zaman bu tür durumda sezaryen tercih ediliyor. Ancak sezaryen bu konuda güvenilir yöntemdir denemez. Birçok sorun çıkabilir” dedi.

“Obezite Çocukları Sadece Hamilelikte Değil, Doğumdan Sonra da Etkiliyor”
Obez annenin çocuğu normalden büyük olmasının dışında, gelişiminde gerileme de olabildiğini belirten Prof. Dr. Cabero-Roura, “Obez bir annede çocuk tam olarak gerçekleşmemişse 60 kat daha fazla ölüm oluyor. Obez anneden doğan çocuğun beyninde programlama konusunda da bir hata olacağıdır. Programlamadan kastım, çocuğun bazı yönlerden gelişip, bazı yönlerden gelişememesidir. En önemli olarak kendisini şeker, hipertansiyon ve obezlik konusunda gösteriyor. Çocuğun beyni obez olma, vücudu şeker hastası olma, hipertansiyon olma konusunda programlanıyor ki, obezite çocukları sadece hamilelikte değil, doğumdan sonra da etkiliyor” diye konuştu.

“Obezite Sadece Zengin Ülkelerde Değil, Fakir Ülkelerde de Görülüyor”
Ulusal kurumların, Dünya Sağlık Örgütü’nün obeziteyi pandemi olarak tanımlamasını vurgulamak gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Cabero-Roura, ABD ve Meksika’da hamile kadınların yüzde 35’inin obez olduğunun belirtildiğini, bunun çok yüksek bir oran olduğunu iletti. ABD’de hamile ve obez olan kadınlara 55 milyar dolar harcandığını belirten Prof. Dr. Cabero-Roura şunları söyledi: “İngiltere’de bütçenin büyük bir kısmı obezite yüzünden işinden ayrılan, izin alan insanlara ayrılıyor. Dünyada 6 ülkenin obeziteyle başa çıkabilmesi için programı bulunuyor. Obezite sadece zengin ülkelerde değil, fakir ülkelerde de görülüyor. WHO ve FİGO obezite ile başa çıkılabilmesi için bazı yöntemler uyguluyoruz”

“Obezite Ne Kadar Ciddi Sorunsa, Yetersiz Beslenme de O Kadar Ciddi”
Kilo almamak için yetersiz beslenen hamilerle ilgili olarak Prof. Dr. Cabero-Roura şu bilgileri verdi: “Tabii ki aşırı zayıflıkta gerçekten ciddi bir sorun. Obezite ne kadar ciddi sorunsa, yetersiz beslenme de ciddi. Beslenme azlığından kaynaklanan sorunları beraberinde getirebilir. Çocuk açısından ileride gelişmede gecikme olabilir. Bunun yanında beyinsel, sinirsel hücrelerinde eksiklik olabilir. Omega 3 asitlerini az aldığı için sorun çıkabilir, D ve A vitamini azlığından dolayı kemik gelişimi sorunu görülebilir. Hipertansiyon ve farklı hastalıklar görülmesi ve çocuklara sirayet etmesi görülebilir.”

“FIGO’da Üye Olan Türk Bilim İnsanları Oldukça Etkin”
Türk doktorlarının uluslararası organizasyona katılımları yüksek ve yönetimlerde rol almalarının önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Cabero-Roura, “FIGO’da üye olan Türk bilim insanları oldukça etkin ve bu oldukça memnun edici bir durum. İyi organize edilmiş ve etkileyici bir kongre. Katılım yüksek seviyedeydi bu önemli” şeklinde konuştu.

9 Haziran 2010 Çarşamba

OVER REZERVİ AZALMASIYLA İLGİLİ YENİLİKLER

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Sedat Kadanalı, Over Rezervi ile ilgili Sağlık Dergisi’ne bilgi verdi.

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Sedat Kadanalı, Over Rezervi ile ilgili bilgi verdi. Rasyonel bir tedavide olması gerekenin sebebe yönelik yaklaşım olduğunu ve bunun önem taşıdığını vurgulayan Prof. Dr. Kadanalı, over rezervinin azalması nedenlerinin iki ana gruba ayrılabileceğini kaydetti. Prof. Dr. Kadanalı, over rezervi azalmış hastalara yönelik tedaviye ilişkin şu bilgileri verdi: “Over rezervi azalmasını nedenlerini kabaca iki grupta toplayabiliriz. Birincisi, doğal olarak yaşlanma ile ikinici neden ise, Premature over yetmezliğidir. Bu konuda son yıllarda ortaya çıkan 2 gelişmeden bahsedersek, biri daha önceleri germ hücresi sayısının azalma hızının 35 yaş üzerinde arttığına inanılırken, aslında sabit hızda olduğunun ortaya konulması. Diğeri ise “prime reproductive dönem teorisi.” Bu teoriye göre üreme çağının yüksek olduğu 2. ve 3. dekadda germ hücrelerinin kök hücrelerden sürekli yenilendiği teorisidir. Bu dönem dışında germ hücrelerin yenilenmesi olmadığı için over rezervinin azaldığı iddia edilmektedir.”

FMR Gen Mutasyonu
Over rezervi ile ilgili son bir yenilik ise FMR (fragile X) geni mutasyonları ile over rezervi arasında ilişki kurulması olduğunu belirten Prof. Dr. Kadanalı, “Tiple CGG premutasyon ve mutasyon tekrar sayısı arttıkça over yetmezliğine gidişin de arttığı iddia edilmektedir. Normal populasyonda 29-30 civarında olan CGG tekrarı 45’lere ulaştığında over yetmezliği başlamaktadır. Homozigot tiplerde bu tekrar sayısı daha fazla olmakta ve erken menopoz görülmektedir. İşin ilginci FMR geninde CGG triple tekrar sayısındaki artışlar bu günlerde revaçta olan ve gerçek over rezervini gösterdiği kabul edilen AMH seviyeleri ile korelasyon göstermektedir. Yani çok yakında FMR gen mutasyon tekrar sayısına bakarak bir kadına ne zaman over yetmezliğine gireceğini, fertilite tedavilerinde acele edip etmemesi gerektiği konusunda bir şeyler söyleyebileceğiz. Premature over yetmezliği ise genelde kadınların yüzde 1’inde olup etyolojisinde gonadal disgenezis, tek gen mutasyonları (BMP-15, FMR-1 ve 2), FSH, LH reseptör mutasyonları, galaktozemi, BEPS, APECED gibi sendromlar ve son olarak radyasyon, kemoterapi gibi durumlar bulunmaktadır” dedi.

Son 10 Yılın Yaklaşımı
Tanı konulan hastalara hangi protokolün uygulanması gerektiği ile ilgili olarak Prof. Dr. Kadanalı şunları söyledi: “Son 10 yılın yaklaşımını toparlarsak;
1. Gonadotropin dozunu artırmak fayda etmemektedir
2. Antagonist-agonist rejimleri manuplasyonları- Cochrane Kütüphanesi’nde Ocak 2010’da güncellenen metanalizde 295 çalışma incelenerek RCT şartlarını oluşturan ancak 10 değerli (2 çalışma ülkemizden Küçük T. ve Tazegül K.) çalışma metanaliz için değerlendirilmek için yeterli bulunmuştur. Klinik gebelik açısından GnRh-a flare up, mikrodoz, long, modifiye long ve GnRh-antagonist rejimleri arasında maalasef bir fark bulunamamıştır.
3. Androjen eklenmesi- Gerek testesteron, gerek DHEA ve gerekse Letrozole kullanımları istatistiki olarak klinik gebelik oranlarını etkilememekle beraber kullanılan gonadotropin dozunu azaltmış, alınan oosit sayısını artırmış ve iyi kaliteli embriyo oluşunu artırmıştır. Bu konuda belirtmek isterim ki DHEA kullanımını populerize etmeye çalışan grup Gleicher ve Barad Amerika’da over yetmezliğinde kullanılmak üzere DHEA içeren bir preparat için patent almışlardır. Acaba bu zorlamada bu patentin etkisi var mıdır, ne dersiniz? Zira DHEAyı ilk olarak 2000 yılında Casson kullandı ancak bu günlerde yeniden gündeme gelmesi ilginçtir.
4. LH ve hCG eklenmesinin klinik gebelik oranları üzerine olumlu bir etkileri görülememiştir.
5. Growth hormon eklenmesi ile ilgili Cochrane Kütüphanesi’nde bulunan metaanalizde poor responderlarda fayda görülmüştür. Ancak poor responderlık tanısının daha önce başarısız denemeler ile konulduğu subgrupta bu etki kaybolmuştur.”

“Azalmış Over Rezervinde Başarı Oranı Artmamaktadır”
Amerika’da IVF başarı oranlarına bakıldığında azalmış over rezervinde klinik gebelik oranı yüzde 15 ile tüm endikasyonlar arasında en düşük oran olduğunu kaydeden Prof. Dr. Kadanalı, “Bu oran 2005 SART verisinde yüzde 14, en son yayınlanan 2007 verisinde ise pek değişmeden yine yüzde 15’tir. Yani birçok deneme ve atraksiyona rağmen, azalmış over rezervinde başarı oranı artmamaktadır. Yani over rezervinin azalmasına yol açan doğal yaşlanma ve genetik faktörler dikkate alındığında bunların önerilen tedavi yöntemleri ile değiştirilemeyeceği anlaşılabilmektedir. Ama biz hekimliğimizin vazgeçilmez güdüsü, bizden çare ve umut bekleyen hastalarımıza duyduğumuz empati ile sürekli over rezervini tedavi etmenin peşinde olacağız” diye konuştu.

8 Haziran 2010 Salı

“ DOĞUM SONU KANAMA, EN ÖNEMLİ ANNE ÖLÜM NEDENİ”

“Doğum Sonu Kanama” isimli kitabın çeviri editörlüğünü yapan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Cansun Demir, “Doğum sonu kanamaları en önemli anne ölüm nedeni arasında yer alıyor” dedi.

8. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nde katılımcılara dağıtılan “Doğum Sonu Kanama” isimli kitabın çeviri editörlüğünü yapan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Cansun Demir, Sağlık Dergisi’ne kitap hakkında bilgi verdi.

Esra Öz: Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin başta burs olmak üzere sağladığı sosyal yardımlar nelerdir?
Prof. Dr. Cansun Demir: Türk Jinekoloji Derneği, Ankara, İstanbul, Çukurova, İzmir, Eskişehir Jinekoloji Dernekleri’nin bir araya gelmesi ile kuruldu ve Ankara Jinekoloji Derneği’nin kamu yararına dernek olması üzerine Türk Jinekoloji Derneği adı altında bir araya geldi. Bu nedenle Ankara Jinekoloji Derneği’nin kuruluş tarihi olan 1959’u da kuruluş tarihi olarak kabul etti.
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin 39 şubesi vardır. TJOD olarak yıllık kongre yapıyoruz, bölge toplantıları yapıyoruz. Bu yıl Gaziantep, Manisa gibi illerimizde toplantı yaptık. Her yıl 5 genç Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanına yurtdışı eğitim bursu veriyoruz. 6 ay süreli ve gidiş-geliş masraflarını kapsayacak şekilde. 6 yıl içinde 29 meslektaşımıza burs verdik.
Üç ayda bir yayınlanan ve yakında SCI’ya girecek olan TJOD dergimiz var. Geçen yıl kongrede “Obstetrik ve Jinekolojide Etik Konular” ile ilgili bir kitabı katılımcılara ücretsiz dağıttık, bu yıl “Doğum Sonu Kanama” adlı bir kitabı bastırdık ve kongreye katılanlara ücretsiz dağıttık.


Çeviri editörlüğünü yaptığınız “Doğum Sonu Kanama” kitabından bahseder misiniz?
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin hizmetlerinden biri de meslektaşlarını bilimsel olarak desteklemek. Bu nedenle çeviri editörlüğünü benim üstlendiğim, çok değerli bilim adamlarınca çevirisi yapılan “Doğum Sonu Kanama, Değerlendirme, Yönetim ve Cerrahi Girişimler için Kaynak Kitabı", bu kongreye katılan hekimlere ücretsiz dağıtıldı. Kitap 10 kısım ve 53 bölümden oluşmakta, 62 hekim çevirisini yaptı.

Doğum sonrası kanamalarının önemi nedir, ne gibi sonuçlara yol açar?
Doğum sonu kanamaları en önemli anne ölümleri arasında yer alıyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde birinci, gelişmiş ülkelerde ise ikinci sıradaki anne ölüm nedenidir. Hayatı tehdit ettiği gibi, acil sorunlar nedeniyle histerektomi (rahmin alınması) gibi sorunlara yol açabilmektedir.

Doğum sonrası kanamaların sebebinin ortadan kaldırılması için ne gibi özel tedbirler alınmaktadır?
Hekimlerin bu konuda yeterince eğitilmiş olması, eğitimli yardımcı sağlık personelinin olması ve altyapının düzenli olması (ameliyathane şartları, kan bankası gibi) gerekmektedir.