28 Haziran 2011 Salı

TÜRK CUMHURİYETLERİNDE “TÜRK” BAŞARISI


Türkiye, kemik iliği naklinde ve hekimlerin eğitiminde Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan gibi Orta Asya ülkelerinde lider konumda bulunuyor. Hematoloji Uzmanlık Derneği Başkanı Prof. Dr. Dinçer: “Türk hekimleri, her türlü bilgi ve tecrübeye sahip. Sadece Azerbaycan’dan Türkiye’ye yılda ortalama 60 hasta geliyor” dedi.

Türkiye, Hematoloji Uzmanlık Derneği’nin desteğiyle kemik iliği naklinde ve hekimlerin eğitiminde Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan gibi Orta Asya ülkeleri arasında lider konumda yer alıyor. Bir yılda sadece Azerbaycan'dan Türkiye'ye kemik iliği nakli için yaklaşık 60 hasta geliyor. Bu ülkelerde kurulan kemik iliği nakil merkezleri Türkiye'den alınan destekle açılırken, merkezlerde görev yapacak olan hekimler de Türkiye'de eğitim alıyor.

“Azerbaycan’a Türk Destekli Onkoloji Hastanesi Kuruluyor”
Hematoloji Uzmanlık Derneği tarafından Antalya'da düzenlenen Avrasya Kök Hücre ve Aferez Toplantısı'nda Dernek Başkanı Prof. Dr. Süleyman Dinçer, Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e şunları söyledi: “Deneysel kök hücre çalışmaları Türkiye'de kötü durumda değil. Biz, ortalardayız, ama kötü değiliz. Kemik iliği naklinde Türk hekimlerinin her türlü bilgi ve tecrübesi var. Azerbaycan'daki merkezin başında ben bulunuyorum, şimdi Onkoloji hastanesi de kurulacak. Bunların hepsinde Türk hekimler görev yaptı. Sadece Azerbaycan'dan Türkiye'ye yılda ortalama 60 hasta geliyor.”

“Azerbaycan’daki Hekimleri Türk Doktorlar Yetiştiriyor”
Azerbaycan Milli Onkoloji Merkezi Hematoloji Bölüm Başkanı ve Direktör Yardımcısı Doç. Dr. Ogtay Ferrcoz, merkezinden her yıl Türkiye'ye yılda 15 hastanın, ülke genelinde ise yaklaşık 60 hastanın nakil için geldiğini belirtti. Ferrcoz, Azerbaycan'da kemik iliği naklinin yapılmadığını, nakil için hastaların başka ülkelere gittiğini söyledi. Ferrcoz, “Kemik nakillerinin Türkiye'de hem kaliteli hem de maliyeti diğer ülkelere oranla daha uygun. Türk hekimlerine güveniyoruz, çünkü kardeşiz. Bu konuda hekimlerimizi de Türk doktorlar yetiştiriyor. Avrupa'da bir hasta için kemik iliği naklinin maliyeti 100-250 bin dolar arasında iken bu rakam Türkiye'de 35-150 bin dolar arasında değişiyor” dedi.

“Kırgizistan-Türkiye Tranplantasyon Merkezi”
Kırgızistan Hematoloji Merkezi Başhekimi Prof. Dr. Abdulhalim Raim Janovich ise şunları söyledi: “Kırgızistan’da 3 yıl içinde iki kemik iliği nakli gerçekleştirdi. Nakillerin yapıldığı merkez “Kırgizistan-Türkiye Tranplantasyon Merkezi” olarak isimlendiriliyor. Merkezdeki 7'si hekim, 3'ü hemşire olan sağlık personeli Türkiye'de eğitim aldı ve nakil yapılırken de Prof. Dr. Dinçer ve ekibi uygulama sürecinde yanımızda bulundu.”

Türkiye'ye proje teklifinde bulunmak üzere geldiklerini ve tam destek beklediklerini söyleyen Janovich, “Destek olunması halinde seneye alojenik (başka vericiden kemik iliği nakli) uygulamasına başlayacağız. Şimdilik 5 tane otolog transplantasyon yapabilecek sarf malzemelerin hepsi mevcut. Bunlar için Türkiye'den yardım almayabiliriz. İmünotik uyuşmanın belirlenmesi ve genetik incelemelerin yapılabilmesine olanak sağlayan iki özel cihaz temin edilmesi için Türkiye'den destek bekliyoruz” diye konuştu.

“Merkezimizdeki Yaklaşık 100 Bin Dolar Tutarındaki Teknik Donanımı TİKA Karşılandı”
Özbekistan Hematoloji ve Transfüzyon Derneği Başkanı Prof. Dr. Bachramov Saidjalol Machmudovich, “Kemik iliği nakil merkezimizi yeni açtık. Merkezdeki yaklaşık 100 bin dolar tutarındaki teknik donanımın TİKA tarafından karşılandığını, bundan dolayı Türkiye'ye büyük minnet duyduklarını ifade eden Machmudovich, merkezlerindeki hekimlerin Türkiye'de eğitim aldıklarını belirtti. Henüz, ülkelerinde herhangi bir kemik iliği nakli yapmadıklarını, ancak planlandığını dile getiren Machmudovich, ''Bu yıl, ilk kez kemik iliği nakli yapılacak” dedi.

“Türkiye ile Dostuz”
Machmudovich, ilk kemik iliği naklinin Türk ve Özbekistanlı hekimler tarafından birlikte yapılacağını anlatarak, nakil için Türkiye'ye 20 yaşında bir hasta gönderileceğini söyledi. Bugüne kadar hastaların başka ülkelere giderek nakil yaptırdığını ifade eden Machmudovich, “Türkiye ile dostuz, birbirimiz daha iyi biliyoruz. Böylesi bir müdahalede güven esastır. Bizim de Türk hekimlere güvenimiz sonsuz” şeklinde konuştu.

27 Haziran 2011 Pazartesi

TJOD HEKİMLERİN YANINDA

9. Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi'nde sağlık politikaları, mesleki bilinç, Gebelikte ''Omega-3 kullanımı, gebelikte ultrasonla takibin etkileri ve Obezitenin kısırlığa yol açabildiği masaya yatırıldı.

Sağlık Bakanlığı ve Uluslararası Jinekoloji ve Obstetrik Derneği FİGO Tarafından Desteklenen 9’uncu Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi Antalya'da yapıldı. Bin 800 katılımcının yer aldığı kongrede, 56 oturum, 7 özel oturum, 12 yabancı, 330 yerli konuşmacı ve 90 stant ile hem bilimsel hem sosyal içeriği ile göz dolduran bir kongre olduğunu belirten TJOD Başkanı Prof. Dr. İsmail Mete İtil,kongrede bilimselliğin yanı sıra kadın-doğum hekimliğinin tüm yönleriyle ele alındığını, sağlık politikalarının değerlendirildiği, mesleki bilinç ve kaynaşmanın yükseldiği büyük bir çalıştay olduğunu kaydetti. Prof. Dr. İtil konuşmasında şunları söyledi: "Sağlıkta başarı, hastanın istediği eczane, istediği hastaneye gidip kapıdan karşılanması değildir. Sağlıkta başarı toplumun tümünün fiziksel ve ruhsal olarak iyi halde olmasının sağlanmasıdır. 2002 yılında 1,5 milyon olan ameliyat sayısı, 2009 da 4,5 milyona çıkmışsa, ilaç tüketimi 750 milyondan, 1,5 milyar kutuya çıkmışsa, hasta sayısı yüzde 81 artmışsa, bu toplum iyileşmiyor, ya hasta oluyor ya da hasta ediliyor demektir. Sistemin çok hızlı bir şekilde gözden geçirilmesine ve değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Eğer bu konuda TJOD ye bir görev düşerse, gerekli öneri ve katkılarımızı sunmakta tereddüt etmeyiz. Yalnızca ve yalnızca hukukun uygulanması sağlıkta birçok sorunu çözecektir."

TJOD Jinekologların Hukuk Bilgisini Güçlendiriyor
Yargıtay üyeleri ve hukuk fakülteleri öğretim üyelerinin de katlımı ile düzenlenen oturumlarda jinekologların hukuksal sorunlarla karşılaştıklarında daha bilinçli ve doğru adımlar atmasın için bilgilenmelerini amaçladıklarını kaydeden Prof. Dr. İtil, "Türkiye’de malpraktis yönünden en sık dava açılan alan kadın doğumdur. Mediko-legal boşluklar sezaryen oranlarını etkiliyor. Doğumda karşılaşılabilecek anne ve bebeğe ait komplikasyonlardan kaçınmak ve normal doğuma bağlı sorunlardan uzak kalmak için doktorlar sezaryene yönelebiliyor" dedi.

"Hekimlere, Sezaryen ile İlgili Meslek İçi Eğitim Verilmeli"
Neredeyse iki doğumdan birinin sezaryenle yapıldığını belirten Prof. Dr. İtil, sezaryen oranlarının düşürülmesi için Sağlık Bakanlığı ile protokol imzalandığını dile getirdi. Prof. Dr. İtil, kongrede sezeryanla doğum oranlarının düşürülmesine yönelik çalışmaların da gündeme geldiğini söyleyerek, bu konuda kadınların bilinçlendirilmesinin, gebe okullarının yaygınlaştırılmasının ve okullarda cinsel eğitim derslerinin verilmesinin büyük önem taşıdığını kaydetti. Bu kapsamda normal doğuma teşvik klipleri hazırlandığını ve önümüzdeki günlerde televizyonlarda gösterileceğini söyleyen Prof. Dr. İtil, şöyle konuştu: “Hekimlere, bununla ilgili meslek içi eğitim verilmeli. Ayrıca, alt yapı ve sağlık ekibinin güçlendirilmesi gerekli. Doğum salonları yerine, doğum odaları olmalı. Ağrıyla baş etmek için anestezi uzmanları görevlendirilmeli. Hatta anestezi teknisyenleri doğum sırasında ağrının azaltılması için daha fazla etkin olmalı. Anestezi uygulamasının mümkün olmadığı durumlarda ağrı kesiciler devreye sokulmalı. Ülkemizde artık ağrısız doğum daha fazla yapılıyor ama yeterli değil. Anestezi uzmanlarının sayısının artması, sezaryenle doğumların azalmasında etkili olur.”
Prof. Dr. İtil, ayrıca kongrede kadına yönelik şiddetin de ele alındığını, bu konuda jinekologların da bunun önlenmesinde diğer unsurlarla birlikte görev alabileceğini sözlerine ekledi.

“Omega-3, Zeka Gelişimini Artırıyor”
“Araştırmalar, gebelikte kullanılan omega-3 yağ asitlerinin anne ve bebek sağlığını olumlu etkilediğini gösteriyor” tespitinde bulunan ABD'deki Penn State Milto S. Hershey Medical Center Direktörü Prof. Dr. Serdar Ural, omega-3’ün bebeğin beyin gelişimini olumlu etkilediğini söyledi.
Prof. Ural, planlı hamileliklerde Omega-3'e gebelik öncesinde, planlı olmayanlarda ise hamilelikte başlanması ve emzirme döneminde de devam edilmesi gerektiğini belirtti. Prof. Dr. Ural, Omega 3’ün gebeliğin ilk 5 ayında 1 kapsül, daha sonraki aylarda da ise 2'şer kapsül içilmesinin uygun olduğunu söyleyerek, ABD'de yapılan çalışmalarda, gebelere verilen vitamin destekleri içinde Omega-3'ün de bulunmasının büyük yararlar sağladığı ve bebeğin zihinsel gelişimini olumlu yönde arttırdığının belirlendiğini vurguladı.

"Ultrason Kadın Doğumcuların Stetoskobu Haline Geldi"
Ultrasonun ses dalgası olduğunu ve gebelikteki olumsuz etkileriyle ilgili henüz bilimsel bir kanıt bulunmadığını belirten Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Cansun Demir, ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde anne karnındaki bebeğin ultrasonla takibinin sınırlı sayıda yapıldığına dikkat çekti.

Türkiye'de gebelik döneminde ultrasonla, bebeğin gelişiminin her evresinin izlendiğini dile getiren Prof. Dr. Demir, ABD'de sadece gebelik döneminde üç kez ultrasonla yapılan muayenenin ödendiğini bildirdi. Bu ülkede 11-14. haftada ense kalınlığına, 18-22. haftada anatomik gelişime ve gebeliğin son döneminde de bebeğin ters gelip gelmediğine bakıldığını anlatan Prof. Dr. Demir, şunları kaydetti: “Hastalarımız, bizlere bu kadar sık ultrasona girmenin bir zararı olup olmadığını soruyor. ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde anne karnındaki bebeğin ultrasonla takibi sınırlı sayıda yapılıyor. Ultrasonun gebelikte olumsuz etkileri olduğuna dair bir bilimsel kanıt bulunmamakla birlikte, Türkiye'de ise ultrasonla yapılan kontrollerin sayısı dünya standartlarının üzerinde. Ultrason kadın doğumcuların stetoskobu haline geldi. Her gebeyi, her geldiğinde ultrasonla muayene ediyoruz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta; fetal inceleme sırasındaki ısı artışıdır. Ultrason incelemesi sırasındaki ısı artışının hangi dönemlerde hangi biyolojik etkilere neden olabileceği konusu ise kesin değil. Domuzlarda yapılan bir çalışmada iki dakikadan uzun süreli bir uygulamanın olumsuz etkileri olabileceği görülmüştür. Genel yaklaşım, 1.5 derecelik ısı artışının, zararı olmayacağı yönündedir. Beş dakika süreyle 4 derece artıştan fazlasının zararlı olabileceği bildirilmiştir.”
Prof. Dr. Demir, ultrason ile takibin uzun süreli bir inceleme yapılmadan gerçekleştirilmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

"Polikistik Over Sendromu (PCOS) 5 Kadından Birinde Görülüyor"
TJOD 2. Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş ise Polikistik Over Sendromu ile hormonal bozuklukların kadın sağlığını tehdit eden önemli sorunlar olduğunu belirtti. Kadınların menopoz döneminden sonra kilo alma eğiliminde olduğunu ve kalp hastalıkları riskinin neredeyse erkeklerle aynı düzeye ulaştığını söylen Prof. Tıraş, bu dönemdeki kadınlarda diyete direncin çok yüksek olduğunu söyledi ve kilo kontrolü için uygun hormon tedavisi önerisinde bulundu.

"Türk Kadınlarının Yüzde 20-25'inde Bu Hastalık Görülüyor”
Prof. Dr. Tıraş, "Genç yaştaki kadınlarda kilo vermeyi ve çocuk sahibi olmayı engelleyen Polikistik Over Sendromu (PCOS) 5 kadından birinde görülüyor. Nedeni tam olarak bilinmiyor, tedavisi de ancak şişmanlık, tüylenme, saç dökülmesi, kısırlık gibi sonuçlara yönelik yapılıyor. Nedeni tam olarak bilinmiyor. Tedavi ise belirtilere yönelik olarak planlanıyor. "Bu sorunun, şişmanlığa mı, yoksa şişmanlığın mı bu soruna yol açtığı” tartışmaları yapılıyor. Bu hastalık, hem dünyada ve hem de Türkiye'de artıyor. Türk kadınlarının yüzde 20-25'inde bu hastalık görülüyor. Böyle olunca da şişmanlık ya da bunun neden olduğu üreme sorunları, fazla kilo, elma tipi şişmanlık gibi sorunlar da ortaya çıkıyor” diye konuştu.

"Tedavide Daha Çok İnsülin Direncini Düşüren İlaçlar Üzerinde Duruluyor"
Polikistik over sendromunun hipertansiyon, endometrium kanseri, insülin direnci ve buna bağlı olarak gelişen diyabete yol açması nedeniyle ciddi bir sorun olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Tıraş, tedavide daha çok insülin direncini düşüren ilaçlar üzerinde durulduğunu söyledi. Prof. Dr. Tıraş, yumurtlama bozukluğunun, adet görememe ya da geç adet görme gibi sorunları da beraberinde getirdiğini vurguladı.

26 Haziran 2011 Pazar

TÜP BEBEK BAŞARI ORANI “DESTEK” İLE ARTIYOR



Tüp bebek tedavilerinin başarı oranını artıran “psikolojik danışmanlık” hizmeti sayesinde hekim ile hastanın arasında köprü vazifesi görüyor. Ayrıca terapi sayesinde, çiftlerin yaşadığı sorunların çözümü gebe kalma oranlarını artırıyor.

Bilim adamları tarafından, infertil çiftlerde psikolojik etkenlerin gebelik oranlarını etkilediği üzerine yapılan çalışmalarda, sağlıklı fertil kadınlarda yüksek kronik anksiyete düzeyi ile düşük gebelik oranının ilişkisi bulunduğunu dile getiriliyor. Aynı araştırmada, IVF tedavisi gören infertil kadınlarda depresif belirtilerin düşük gebe kalma oranı ile ilişkili olduğu da saptadı.

“Psikolojik Destek Tüp Bebekte Başarı Oranını Yüzde 30 Arttırıyor”
Ankara’da HŞ Kadın Sağlığı Doğum ve Tüp Bebek Merkezinde hizmet veren psikolojik danışman Psikolojik Danışman Dolunay Kadıoğlu, “Kadın doğum hekimlerinin tüp bebek tedavisinde çiftlerin stresinden kurtulmak ve tedavi başarı oranlarını yükseltmek için psikolojik danışmana ihtiyacı var. Hastaların yaşadığı sorunları rahat bir şekilde paylaştıktan sonra hekimlerinde işleri kolaylaşıyor. Bu yöntem, çiftlerin 3. veya 4. tüp bebek tedavilerinde yaşadıkları hayal kırıklıklarını ve doktora karşı kuşku duymasını da önlüyor. Bir saat kadar çiftlerin sorunları üzerinde duruyoruz. Güçlü ve zayıf yanlarını çalışıyoruz. Tüp bebek tedavisi stresi yüksek ailelerin çocuklarının olmaması, kullanılan ilaçlar her ne kadar dozu ayarlansa da stres hormonu etkileşimleri olumsuz sonuçlara yol açıyor. Stresi kontrol edebilmek bedeni ve ruhu rahatlatıyor. Yine dünya da yapılan araştırmalar sonunda ortaya çıkan verilere göre tüp bebek tedavisi sürecinde psikolojik destek alanlarla almayanlar karşılaştırıldığında, destek alan hastalarda başarı oranının yüzde 30 oranında yüksek olduğu ortaya çıktı.”

“17 İnfertil Çiftte Altı Aylık Bilişsel-Davranışçı Terapi Tedavi Oranını Yükseltiyor”
“Almanya da 17 infertil çift üzerinde yapılan bir çalışmada altı aylık bilişsel-davranışçı terapi sonrasında sperm konsantrasyonunda düzelme, çaresizlik duygusu ve ilişkide çatışmada azalma ve canlı doğum oranında artış saptanmıştır. Başka bir çalışmada ilk IVF denemesinde psikolojik danışmanlık alan çiftlerin yardım almış olmaktan duydukları memnuniyeti ortaya koyuyor” dedi.
“Mutlu Evlilik Tüp Bebek de Başarıyı Arttırıyor”
İngiltere de 818 çiftte yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre evlilik ilişkisi bozuldukça tedavide başarı oranının düştüğü saptandığını dile getiren Kadıoğlu, “Ülkemizde her 2 evlilikten 1’inin boşanmayla sonuçlandığını ancak tüp bebek tedavisi gören çiftlerde boşanmaya pek şahit olmadığını” kaydetti. Tedavi sırasında kadınların yalnız kaldıklarını ve sanki çocuk sahibi olmak sadece kadının sorumluluğundaymış gibi kabul edildiğini ekleyen Kadıoğlu, çiftlere birbirlerine destek olmalarını, sevgi ve saygılarını koruyarak, iletişimlerini güçlü tutarak tüp tedavilerine devam etmelerini önerdi.

24 Haziran 2011 Cuma

Semizotunun Faydaları

Semizotunun, kanama hastalıklarında ve peklikte çok faydalı olduğunu kaydeden uzmanlar, kanı temizlediğini, bol idrar söktürdüğünü, kanı, üre ve benzeri pisliklerinden temizlediğini, sinir krizleri ve beyin yorgunluğunu geçirdiğini, böbrekteki kum ve taşı döktüğünü bildiriyor.

Semizotunun, şeker hastalarının susuzluğunu azalttığını, şişmanlara kilo verdirdiğini belirten uzmanlar, semizotu, yeşil salata olarak yenirse faydasının fazla olduğunu ifade ediyor



Semizotu, en çok 30 cm. kadar boylanabilen bir ya da çokyıllık otsu bir bitkidir. Yuvarlağa yakın oval biçimli, yeşil renkli etli ve sulu yaprakları vardır. Bu yapraklar ile yine etli ve sulu olan yaprak sapları yenilir.

Bitkinin küçük çiçekleri genellikle sarı, bazen eflatun, pembe ya da kırmızı renkli olur. Erselik özellikler taşıyan çiçeklerinin döllenmesiyle olgunlaşan küçük kapsül durumundaki meyvelerinin içinde çok sayıda siyah renkli minik tohum bulunur. Kültür çeşitlerinin yaprakları daha irice ve yabanilerininki küçük olan semizotunun kıymalı ve pirinçli yemeği yapılır. Ayrıca semizotu yapraklan, çiğ olarak öylece ya da salatalara katılarak yenilir.

BESİN DEĞERLERİ
100 gr. taze semizotunun besin değerleri şunlardır: 32 kalori; 2 gr. protein; 3,8 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; 0,4 gr. yağ; 1,4 gr. lif: 4 mgr. fosfor; 40 mgr. kalsiyum; 0,2 mgr. demir; 80 mgr. sodyum; 45 mgr. potasyum; 180 IU A vitamini; 0,04 mgr. B1 vitamini; 0,03 mgr. B2 vitamini; 0,03 mgr. B6 vitamini ve 8 mgr. C vitamini.

SAĞLIĞIMIZA YARARLARI

Yukarıda sayılan besin değerlerinin yanı sıra;
* Semizotu, içerdiği yüksek oranlı lifiyle peklik (kabızlık) çekenlere iyi gelir.
* Yaşlı, hasta ve diyet yapan kişiler için çok uygun bir sebzedir.
* Semizotunun içerdiği omega 3 doymamış yağlar, balıklarınkiyle kıyaslanabilecek düzeydedir: Geleneksel olarak gut hastalığına, baş ağrısı ve bedendeki diğer ağrılara iyi geldiğine inanılmaktadır. Günümüzde yapılan bilimsel araştırmalar, semizotunun sağlığa yararlı bu etkisinin varlığını doğrulamaktadır.
* Semizotunun, kanama hastalıklarında ve peklikte çok faydalı olduğunu kaydeden uzmanlar, kanı temizlediğini, bol idrar söktürdüğünü, kanı, üre ve benzeri pisliklerinden temizlediğini, sinir krizleri ve beyin yorgunluğunu geçirdiğini, böbrekteki kum ve taşı döktüğünü bildiriyor.
* Semizotunun, şeker hastalarının susuzluğunu azalttığını, şişmanlara kilo verdirdiğini belirten uzmanlar, semizotu, yeşil salata olarak yenirse faydasının fazla olduğunu ifade ediyor.
Sayılan bütün bu etkileri için semizotu, diyete katılıp bolca yenilmelidir.

SADER-REKABET KURUMU İŞBİRLİĞİ

SADER ile Rekabet Kurumu İşbirliği ile Ankara’da rekabet eğitimi düzenlendi.

Sağlık Gereçleri Üreticileri ve Temsilcileri Derneği (SADER), Rekabet Kurumu ile “rekabetin medikal sektördeki önemi” üzerine eğitim toplantısı düzenledi. Rekabet Uzmanları Derneği’nin katkılarıyla yapılan eğitime yurt düzeyinde katılım gerçekleşti. Toplantıya katılan sektör temsilcileri yaşadığı sorunları anlatarak, uzmanlar tarafından çözüm önerilerini öğrendi. Katılımcılara katılım belgesi verilmesinin yanı sıra medikal sektör temsilcileri böyle toplantıların devam etmesini istedi.

Toplantının açılış konuşmasını yapan SADER Yönetim Kurulu Başkanı Engin Arel, “Doğal olarak zaman zaman rekabetle ilgili çalışmalarda sorunlar yaşanabiliyor. Bunlarla ilgili de mağduriyetler olabiliyor. Bu toplantıyla biz Rekabet Kurumunun çalışmalarını bir nebze anlayıp, öğrenmeye çalışacağız. İnanıyorum ki sektörü ve bizleri tanıyarak yanlış yapıyorsak bunların hangi şartların altında yapıldığını kendilerine burada ifade edebileceğiz” dedi.

“Tıbbi Cihaz Sektörünü 4. ve 6. Madde İlgilendiriyor”
Rekabet Uzmanları Derneği Başkanı Hakan Suat Ölmez, “Rekabet Hukuku” üzerine yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Rekabet Uzmanları Derneği olarak sektördeki bilinçsizlikle yapılan bazı hususları dile getirmek istiyorum. Bu hataların tekrarlanmaması ve düzeltilmesi yönünde çeşitli önerilerimiz olacak. 4054. sayılı kanun denilen “Rekabet Kanununun” amacı, kanunda geçen “Mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.” Anlaşma karar ve uygulamalar ile hakim durumun kötüye kullanılması. Uygulama maddelerimizden 4. madde tıbbi cihaz sektörüne daha uygun, “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mal ve hizmet piyasalarında faaliyet gösteren ya da bu piyasaları etkileyen her türlü teşebbüsün aralarında yaptığı rekabeti engelleyici, bozucu ve kısıtlayıcı anlaşma, uygulama ve kararlar rekabet kanununa aykırıdır.” Hakim durumun sürdürülmesinden dolayı tıbbi cihaz sektörüne daha uygun 4. maddedir. 6. madde ise “Piyasada hakim olan teşebbüsü kötüye kullanması” hakim durumda bir teşebbüsün olması gerekiyor. İlgili pazarın ne olduğu önemlidir. Tıbbi cihaz pazarnda, hakim durumda olmayan bir teşebbüs sadece “diyagnostik” denildiğinde hakim olabilir, “kan testi” denildiğinde hakim durum olmayabilir. Bazı şikayet ve ihbarlarda böyle bir durum söz konusu olabiliyor. Bazen sadece tek bir ihale dahi ilgili pazar olabiliyor. Pazarın çerçevesinin çizilmesi ve hakim durum tanımı yapılıp yapılmaması ile alakalı bir durum oluşuyor. 5. maddede ise “Muafiyet belirli bir süre için verilebileceği gibi, muafiyetin verilmesi belirli şartların veya belirli yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlanabilir” dediği gibi başvuruda bir zorunluluk yok.”

23 Haziran 2011 Perşembe

RADYOLOJİ DERNEĞİ İLE BAKANLIK İŞBİRLİĞİ YAPACAK



Sağlık Bakanlığı ile radyoloji tetkiklerinin yeniden düzenlemesi amacıyla işbirliği yapacaklarını belirten Türk Radyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Okan Akhan, tıpta radyasyon kullanımının ”ölümcül risk” içerdiği bilgisinin yanlış, gereklilik halinde mutlaka uygulanmasının zorunlu olduğunu vurguladı.

Türk Radyoloji Derneği tarafından, tıpta radyasyon konusuyla ilgili son günlerde başlıca tomografi’nin kullanımına yönelik olmak üzere bazı basın ve yayın organlarında, ”tomografi tetkiki yüksek radyasyon dozu alınması nedeniyle yasaklamıştır” ve ”tomografide ölümcül risk” başlıklı haberlerle ilgili olarak basın toplantısı yaptı. Dernekte düzenlenen basın toplantısında konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Türk Radyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Okan Akhan, bu tür haberlerin toplumda korkuya neden olduğunu söyledi.

Sağlık Bakanlığı, TRD Iş Birliği Yeni Düzenlemeler Getirecek
Sağlık Bakanlığı özellikle sektördeki açığı ve suiistimali önlemek için Türk Radyoloji Derneği (TRD) ile ortak bir dizi çalışma grubu kuruyor. Bu gruplar, radyolojik cihazların denetlenmesinden, tetkiklerin kalitesine kadar birçok konuyla ilgili çalışmalar yapılacağını belirten Prof. Dr. Akhan şu bilgileri verdi: "Türkiye çapında bu cihazların planlamasıyla ilgili bir çalışma kuruldu. Hizmet alımlarını, kalitesini denetleyecek bir grup kuruldu. Bakanlığın, bizim ve hizmet alımını yapanların temsilcileri gidip denetleyecek. Bu, bilgisiyarlı tomografi protokolüne göre yapılmış mı yapılmamış mı diye."

“Cep Telefonları Başta Olmak Üzere Yaygın Olarak Kullanılan Radyo Dalgalarının Zararı Isınmayla Ortaya Çıkıyor
İyonizan radyasyon olarak değerlendirilen x ışınları ve gama ışınlarının geçtikleri atomların elektronlarını ayırarak iyonizasyona neden olduğunu ve biyolojik zararlarının da buradan ortaya çıktığını ifade eden Prof. Dr. Akhan, elektromanyetik radyasyonlar içerisinde yer alan mor ötesi (ultraviyole) ve kızıl ötesi (infrared) ışınların da tıpta yaygın olarak kullanıldığını belirtti. Prof. Dr. Akhan, başlıca manyetik rezonans görüntülemede kullanılan ve günlük hayatta da cep telefonları başta olmak üzere yaygın olarak kullanılan radyo dalgalarının ise zararlarının daha çok ısınmaya yol açarak ortaya çıktığını söyledi. Prof. Dr. Akhan, şunları kaydetti:”Bu enerjilerin biyolojik zararları hala tartışmalıdır. Ultrason yüksek frekanslı ses enerjisini (ultrases) kullanır. Ultrases radyasyon grubuna girmez ve bilinen bir yan etkisi bulunmamaktadır.”

“MR ve Ultrasonografide İyonizan Radyasyon Bulunmuyor”
Modern tıbbi görüntüleme yöntemlerinin uygulama alanına yaygın olarak girmesiyle tıbbi uygulamalardan alınan radyasyonun dozunun kontrolünün önem kazandığını dile getiren Prof. Dr. Akhan, ”Tıbbi radyasyon başlıca radyoloji, nükleer tıp ve radyoterapi birimlerinde tanı ve tedavi amaçlı işlemlerde kullanılmakta ve bu işlemler yapılan bireylerde radyasyon maruziyetinin nedeni olmaktadır. Radyoloji başlığı altında Bilgisayarlı Tomografi (BT), Röntgen, Anjiografi ve Mamografi gibi yöntemlerde X ışınlarıyla radyasyon söz konusudur. Manyetik Rezonans (MR) ve Ultrasonografide iyonizan radyasyon bulunmamaktadır. Nükleer tıp uygulamalarında gama ışını kullanılmaktadır. Sintigrafi olarak da adlandırılan taramayla başlıca kemik, kalp ve tiroid sintigrafisi yanı sıra son yıllarda PET yöntemiyle de radyasyona maruz kalınabilmektedir. Radyoterapide ise başlıca kanser tedavisinde olmak üzere yüksek dozlu radyasyon kaynakları kullanılmaktadır” dedi.

”Tıpta Radyasyon Kullanımında Nelere Dikkat Edilmeli?”
Prof. Dr. Akhan, aşırı radyasyon korkusunun radyasyon kaynağının çok gerekli bir aşamada kullanılmamasına ve hastada bir yarar kaybına neden olabilirken, radyasyon riskinin göz ardı edilerek radyasyon kaynaklarının gereğin ötesinde kullanılmasının da gereksiz doz alınmasına neden olabildiği uyarısında bulundu.

”Alınan Radyasyon Dozu Arttıkça Risk De Artmaktadır”
Tıbbi uygulamalarda radyasyon dozunun azaltılması için, iyonizan radyasyon içeren tanı ve tedavi yöntemlerinin bilinmesi, gerekliliklerinin tekrar sorgulanması, tıbbi işlemin mümkünse önce iyonizan radyasyon içermeyen yöntemlerle yapılmasının sağlanması gibi tedbirler alınması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Akhan, şunları söyledi: “Radyasyon işlemi bittikten sonra bu radyasyonun vücutta birikimi söz konusu değildir. Nükleer tıp uygulamalarında ise durum farklıdır. Vücuda verilen radyoaktif maddeler radyasyon yaymaya devam etmektedir. Verilen radyasyonun miktarı ve yarılanma ömürlerine göre hastada belirli bir dozda ve sürede radyasyon bulunmaktadır. Bu hastalar aldıkları maddenin dozuna göre bazı durumlarda belli bir süre dışarıya çıkarılmamaktadırlar. Yine bu kişilerin idrarları ve dışkıları bir süre korunup, zararsız düzeylere geldiklerinde atılmaktadır. İngiltere Sağlık Bakanlığı, herhangi bir hastalığı olmayan sağlıklı bireylerde tarama amacıyla yapılan Tomografi uygulamalarını yasaklamıştır. Haklı gerekçelerle alınan ve tarafımızca da onaylanan bu karar, sadece sağlıklı bireylerdeki tarama amaçlı tetkiklere yöneliktir. Burada yıllık araç muayenesi yapar gibi belli aralıklarla tüm vücut Bilgisayarlı Tomografi yapılmasına yönelik bir yasaklama olup, hastalık durumu için kesinlikle söz konusu değildir. Tıpta alınan radyasyonun zararsız olabileceğini söyleyebileceğimiz bir alt sınırı bulunmamaktadır. Alınan radyasyon dozu arttıkça risk te artmaktadır. Radyasyon kazalarında ölümcül radyasyon dozu 10.000 mSv iken, aralıklı olarak kanser tedavisinde toplam 50.000 mSv (Günde yaklaşık 1.000 mSv) dozunda radyasyon verilebilmektedir. Günümüzde aldığımız radyasyonun yüzde 48′i doğal kaynaklardan yani topraktan, güneşten ve uzaydan gelen kozmik ışınlardan kaynaklanıyor, yüzde 46′sı tıbbi uygulamalar ve yüzde 6′sı ise nükleer santral ve nükleer silah denemeleri nedeniyle atmosfere salınmış radyoaktivite gibi insan yapımı sebeplerden kaynaklanmaktadır.Normal sağlıklı bireylerde 5 bin kişiden bin adedi kansere yakalanma riskiyle karşı karşıya iken yaklaşık 10 mSv doz alınan bir tetkik yapılan bireyde riskler birleştirildiğinde 5 bin bireyden bin 5 adedi bu riskle karşı karşıya kalmaktadır. Yani riske sahip bin bireye ek risk taşıyan 5 birey daha ilave olmaktadır.”

Prof. Dr. Akhan, X ışınlarının tıpta gerektiğinde kullanılması gerektiğinin altını çizerek, ”Endikasyon çerçevesinde tanı konulmuş kişilere uygulanmalıdır. Kesinlikle sağlıklı kişilere uygulanmamalıdır. Hastadaki endikasyon kararına da hekim karar vermelidir. Gereksiz uygulamalardan kesinlikle kaçınılmalıdır” diye konuştu.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Demir eksikliğine bağlı kansızlık çocukların hem zeka düzeyini hem de bedensel gelişimini olumsuz etkiliyor.

Çocukları demir eksikliğinden korumak için altı ay anne sütüyle beslenmesi ve ek besinlere zamanında başlanması öneriliyor. Bebeklik döneminde normalmiş gibi görünen bazı problemler bebekte demir eksikliğine bağlı kansızlık sorunu bulunduğunun habercisi olabiliyor. Anne sütüyle beslenmeme, demirden eksik gıdalarla beslenme gibi faktörlerle ortaya çıkan demir eksikliğine bağlı kansızlık problemi hem fiziksel hem de zeka gelişimini olumsuz etkiliyor. Bu nedenle ailelerin bebeklerde ve çocuklarda sık görülen demir eksikliğine bağlı kansızlığının belirtilerini iyi bilmesi ve zamanında hekime başvurması gerekiyor.

BELİRTİLER NELER?

Acıbadem Hastanesi Pediatrik Hematoloji ve Onkoloji uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat, Demir eksikliği bulunan bebek; huzursuz, iştahsız, bazen çok uyuklayan, bazen de uykusuzluk çeken bir bebek durumundadır diyor. Demir eksikliği söz konusu olduğunda çocuğun çoğu zaman büyümesinin ve gelişmesinin duraklama gösterdiğine işaret eden Prof. Dr. Cengiz Canpolat, sözlerini şöyle sürdürüyor: Hemoglobini çok düşerse cilt rengi de solar. Bu solukluk en çok göz kapaklarının içine, ağız mukozasına, avuç içlerine ve tırnak yataklarına bakılarak anlaşılabilir. Demir eksikliği olan çocuk garip şeylere karşı bir iştah duyar. Toprak yeme, kum yeme, buz yeme gibi durumlar görülür. Demir eksikliğinin ayrıca ciddi zeka geriliğine ve davranış bozukluğuna yol açtığına dair literatürde giderek çoğalan bilgiler mevcuttur. Demir eksikliğine erken tanı konup tedavi edilmesi durumunda bu bozuklukların büyük bir kısmı düzelmektedir.

KANSIZLIĞIN OLUŞUM MEKANİZMASI

Tıbbi adı anemi olan kansızlık; kırmızı kan hücrelerinin yani alyuvarların sayısının ve hemoglobinin beraber veya ayrı olarak o yaşa uygun normal değerlerin altına düşmesi sonucu oluşan bir klinik tablodur. Bu azalma sonucu, kanın oksijen taşıma kapasitesi ve dokulara giden oksijen miktarı azalıyor. Prof. Dr. Cengiz Canpolat, Bununla birlikte hemoglobin düzeyi 7-8 gr/dlnin altına inmedikçe önemli fizyolojik değişiklikler ortaya çıkmaz. Deri ve mukozaların solukluğu ancak bu değerin altına inince belli olur. Kansızlık çocuklarda kendini çok değişik biçimde gösterir. Bu klinik tablo hiçbir bulgu olmamasından, hasta bir çocuğa kadar geniş bir yelpaze içerir diyor.

ÇOCUKLARDA KANSIZLIK OLUŞUM NEDENLERİ

Çocukluk çağında kansızlık nedenleri üç büyük grupta toplanıyor. Eritrositlerin ve hemoglobinin yetersiz yapımına bağlı kansızlıklar; eritrositlerin aşırı yıkımına bağlı kansızlıklar ve kan kaybına bağlı kansızlıklar. Kansızlık çocuklarda çoğu zaman bu mekanizmalardan birisinin eksik veya bozuk olması sonucu oluşursa da bazı durumlarda birden fazla neden bir arada bulunabiliyor. Prof. Dr. Cengiz Canpolat özellikle diyetin taşıdığı önemin altını çiziyor: Diyetin en önemli olduğu yaş grupları 6 ay ile 2 yaş arası, ve bir de ergenlik dönemidir. Büyümenin çok hızlı olduğu bu iki dönemde demirden fakir yiyeceklerle beslenilmesi sonucunda demir eksikliği anemisi meydana gelebilir.

Ergenlik dönemindeki kızlarda adet kanamalarının düzensiz ve fazla olması da demir eksikliğine katkıda bulunan bir faktördür. Kan yapımında önemli rol oynayan B12 vitamini eksikliği daha çok vejetaryen diyetle beslenen kişilerde olurken folik asit eksikliği ise yeşil yapraklı sebzelerden fakir bir diyetle beslenen kişilerde ortaya çıkar. Ancak bu iki besinin eksikliğine bağlı anemiler, çocuklarda demir eksikliğine bağlı kansızlık kadar sık görülmezler. Bazı ilaçların çocuklarda anemiye neden olabileceği unutulmamalıdır. İlaçlar ya alyuvarların yıkımına katkıda bulunarak veya kemik iliğine doğrudan toksik etki göstererek alyuvar yapımını baskılamak suretiyle kansızlık meydana getirirler. Bazı ilaçların ise bazı besin maddelerinin ince bağırsaktan emilmesini engelleyerek kansızlık yaptığı bilinmektedir. Bu tür ilaçlar arasında epilepsi için kullanılan ilaçların bir kısmı sayılabilir. Kullanım alanı sınırlı olmasına rağmen en sık kullanılan ilaçlar arasında olan aspirin ise mide ve bağırsaklarda kanamaya neden olarak kansızlık meydana getirir. Bu kanama çoğu zaman mikroskobik düzeyde olup gözle görülemez.

KRONİK HASTALIKLARIN KANSIZLIKTAKİ ROLÜ

Kan yapımındaki bozukluklar ve diyetin yanı sıra, sık geçirilen enfeksiyonlar ve kronik hastalıklar da kansızlık problemini tetikleyebiliyor. Prof. Dr. Cengiz Canpolatın verdiği bilgiye göre,kansızlıkta etnik kökenin ve ırkın da büyük önemi bulunuyor. Siyah ırkta ve Arap ülkelerinde orak hücreli kansızlık fazla görülürken, Akdeniz bölgesinde daha çok Akdeniz anemisi olarak bilinen talasemi ön planda görülüyor. Talasemi bir hemoglobin yapım bozukluğunu ifade ediyor. Erişkin hemoglobininin en önemli kısmını olan Hb A1 i oluşturan alfa veya beta zincirlerinden herhangi birinin yapımında kısmi bir eksiklik olması durumunda taşıyıcılık, tam yapılamaması durumunda ise hastalık oluşuyor.Taşıyıcılık durumunda tedavi gerekmiyor. Ancak hastaya ve ailesine genetik danışmanlık verilmesi şart sayılıyor. Genellikle bebek 4-6 aylıkken ortaya çıkan hastalık, yoğun tedavi gerektiriyor. Bu bebeklerde derin kansızlık oluşuyor. Karaciğer ve dalakları büyüyor. Yüz ve kafa kemiklerinde genişleme oluşuyor. Tekrarlayan kan transfüzyonları yapılması gerekiyor.. Kemik iliği nakli de tedavi seçenekleri arasında yer alıyor.

ÇOCUKLARDA EN SIK GÖRÜLEN ANEMİ

Demir eksikliği anemisi çocuklarda en sık görülen kansızlık tipini oluşturuyor. Anne sütü ile beslenen bebeklerde ilk 6 ay demir eksikliği görülmüyor. Prof. Dr. Cengiz Canpolat, Anne sütündeki demir çok kolay emilebildiği için büyüyen süt çocuğuna miktar olarak yeterlidir. Altı aydan sonra ek gıdalar ile yetersiz demir alan bebek demir eksikliği için adaydır. Demir en çok kırmızı ette, yumurta sarısında, yeşil sebzelerde ve hububatta bulunur. Beyaz ette demir kırmızı etteki kadar yüksek değildir. Demir eksikliğinin gelişmemesi için etten ve sebzelerden gelen demirin dengeli alınması gerekir diye konuşuyor. Demir eksikliği anemisi saptanan çocukta dışkı ve idrar ile kan kaybı olup olmadığı araştırılması büyük önem taşıyor.

Dışkı ile kan kaybı meydana getiren en önemli durumlar arasında peptik ülserler ve inek sütü alerjisi sayılabiliyor. Prof. Dr. Canpolat, Ayrıca bağırsakta bulunan polipler ve anüste mukoza çatlakları da kan kaybına neden olabilirler. Dışkıda gizli kan testi birkaç kez tekrarlanmalıdır, zira kanama aralıklı olarak meydana geliyor olabilir. İdrarla kan kaybının en sık nedeni ise idrar yollarına ait enfeksiyonlardır uyarısında bulunuyor.

KANSIZLIK ÖNLENEBİLİR

Yol açtığı sorunlar dikkate alındığında, çocukların kansızlıktan korunmalarının önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu yüzden bebeklerin altı ay anne sütüyle beslenmesi gerekiyor. Demir eksikliğine bağlı kansızlığın engellenmesi için diyete önem verilmesi, demirden zengin ek gıdaların verilmesine zamanında ve uygun şekilde başlanması gerekiyor. Erken ve düşük tartılı doğan bebeklere koruyucu demir preparatları verilmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Cengiz Canpolat, Zira anneden bebeğe demir transferi hamileliğin sonlarında yoğunluk kazandığı için bu bebekler demir depoları tam dolmadan doğarlar ve çoğu zaman yoğun bakımda kaldıklarından tetkikler için bebeklerden fazla kan alınmak zorunda kalınır diye ekliyor. Demir eksikliğinin tedavisi çoğunlukla ağızdan verilen demir preparatları ile yapılıyor.Tedavi ortalama 3 ay kadar devam ediyor. İlk 2 ay hemoglobinin yükseltilmesi, 3. ay ise demir depolarının doldurulması amaçlanıyor.


Bebeklerde kansızlık sebepleri;

Yetersiz beslenme

Demir eksikliği

Karaciğer, ilik ve dalak yetersizliği

anne sütü ile beslenmeme gibi sebepleri olabilir.

Bebeklerde kansızlık belirtileri nelerdir:

İştahsızlık

Yorgunluk

Dudakların mor rente olması

Çok uyuma

Daha büyük çocuklarda;

Halsizlik

Baş dönmesi

Baş ağrısı

Çabuk yorulma ve nefes darlığı görülebilir.

Kansız bir çocuğu yüzüne bakarak anlayabilirsiniz. Eğer koştuğunda, hareketli bir iş yaptığında veya sıcak ortamda yüzleri kırmızı kırmızı olmuyorsa kansılıktan şüphelenilebilir. Ancak kesin kansızdır denemez. Bunun için bir hastanede kan testi yaptırmanız kesin sonuç verecektir.

Bebeklerde Kansızlık tedavisi

Öncelikle sebepleri varsa tedavi edilmelidir. Bunun dışında kansızlık için ağızdan alınan demir ilaçları kullanılıyor. Tedavi yaklaşık 3 ay kadar sürmektedir.

Kansızlığa iyi gelen gıdalar

Pekmez kan yapıcıdır.

Kırmızı et ve karaciğer kan kansızlığa iyi gelir.

Kuru siyah üzüm kan yapıcıdır.

Ispanak gibi demir yönünden zengin besinler yenir.


Broşürler







Çocuklarda Kansızlık Ve Zeka Gelişimi

Uzmanlar, "Yetersiz ve dengesiz beslenme gebe anne üzerinde çeşitli bozukluklara neden olur." uyarısında bulunuyor.

Bursa İl Sağlık Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, gebelik süresince bebeğin, anne zayıf olsa bile kendisi için gerekli olan enerjiyi, protein, demir, kalsiyum gibi mineralleri ve vitaminleri anneden alarak gelişimini sürdürdüğü belirtildi.

Böylece annenin bu besin öğelerine olan ihtiyacının arttığına dikkat çekilen açıklamada, "Artan ihtiyaçların karşılanmaması halinde beslenme yetersizliğinin belirtileri olan kansızlık, diş çürümesi kemik bozuklukları meydana gelir. Anne halsiz ve yorgun düşer, bebeğini de yeterince besleyemez.

Bu kez bebeğin büyüme ve gelişmesi tam olmaz ve sağlıksız doğar. Dünya Sağlık Örgütü, kana rengini veren hemoglobin maddesinin düzeyinin 11 gr/dl altında olduğu durumları anemi olarak tanımlamaktadır. Bununla beraber, gebeliğin 6. ayından (2.trimester) sonra, kan plazma hacminin artmasına bağlı olarak 10,5 gr/dl sınır değeri olarak kabul edilmektedir." denildi.

Gebelikte Anemi Sebepleri
Gebelerde aneminin birden fazla sebebe bağlı olduğunun vurgulandığı açıklamada, kansızlık ve beslenme hakkında bilgi eksikliği ile beslenmenin öneminin bilinmediği için yetersiz ve dengesiz beslenmenin etkili olduğu kaydedildi.

Sosyo ekonomik koşulların yetersizliği, demir ve folat yetmezliği, parazit ve bağırsak kurtları enfestasyonları, doğum aralıklarının kısa olması, sık gebelikler, düşük, kürtaj da anemi sebepleri arasında sayılıyor. 18 yaşından küçük yaşta olan, 35 yaşından sonraki gebelikler, 4’ten fazla gerçekleşen ve 2 yıldan az aralıklı gebeliklerin de riskli olduğu vurgulandı.

Demir Eksikliği Ölüm Sebebidir
Bursa İl Sağlık Müdürlüğü açıklamasında şu ifadelere yer verildi: "Doğurganlığın fazla, buna karşı etkili ve modern aile planlaması yöntemlerinin yetersiz kullanılması ülkede anne ölüm riskini artıran bu 4 tip gebeliğin yaygın olduğunu düşündürmektedir. Gebeliğini hijyenik koşullarda sürdüren, gebeliği sırasında düzenli izlenen eğitilen ve gerekli tedavilerini zamanında yaptıran, doğumu sağlıklı koşullarda ve sağlık personeli tarafından gerçekleştirilen bir annenin gebelik ve doğuma bağlı bir nedenle ölmesi veya sakat kalması normal koşullarda nadirdir.

Bu koşulların yerine getirilmemesi halinde ise anne ve çocuk sağlığı ile ilgili önemli sorunların ortaya çıkması muhakkaktır. Demir depolarını boşaltan ve anemiye yol açan nedenlerden ayrı olarak, demir eksikliği başlı başına anne ölümüne yol açan bir faktördür. Ayrıca demir eksikliğinde bağışıklık sisteminin zayıflaması ile enfeksiyon riski artar. Barsak parazitleri beslenme dengesini bozarak anemide rol oynar. Demir eksikliği anemisi birkaç hafta içinde ortaya çıkar."



broşürler







Gebelikte Kansızlık
"Bütün memelilerin yavrularının beslenmesinde kendi annelerinin sütü en iyi olduğu gibi, süt çocuğunun beslenmesinde de Anne Sütü önemli ve yeri doldurulamayan bir besindir."

Anne sütünün bebeğe yararları:

Anne sütü bebeği enfeksiyonlara karşı koruyacak immünolojik faktörleri içerir. Anne sütüyle beslenen bebeklerde ishal, solunum yolu ve diğer enfeksiyon hastalıkları daha az görülür veya görülse bile daha az şiddette seyreder.

Anne sütü bebeğin büyümesi ve gelişmesini hızlandırır. Anne sütü bebeklerin gereksinimleri olan bütün besin öğelerini içerir.

Anne sütü ile beslenmiş çocuklarda egzema, allerjik hastalıklar, diş eti hastalıkları, Kanser ve diabet gibi hastalıklar daha az görülmektedir.

Anne sütünün sindirimi kolaydır. Meme emme işlemi çocuğun yüz kaslarının ve kemiklerinin gelişmesini sağlar.

Emme işlemi çocuğun psikososyal gelişimine katkıda bulunur. Anne ile bebek arasındaki bağın da güçlenmesini sağlar.

Emzirmenin Anneye Faydaları:

Doğumdan hemen sonra emzirme annenin doğum sonrası kanama riskini azaltır.

Bebeğin annesini emmesinin anneyi idrar yolu enfeksiyonlarından , göğüs ve Yumurtalık Kanserinden koruduğu düşünülmektedir. Emzirme süresinin uzunluğuyla ilişkili olarak kanser riski azalmaktadır. Emzirme ilk 6 Ayda ovulasyonu (yumurtlamayı) ve menstrüel siklusu (adet görmeyi) geciktirir.

Anne tam olarak emziriyor ve adet kanamaları başlamamış ise ilk 6 Ay gebe kalma riski çok düşüktür. Adet kanamaları başlamışsa veya tam olarak emziremiyorsa veya bebek 6 aylık olmuşsa Aile Planlaması yöntemleri mutlaka kullanılmalıdır.

Anne sütünün ekonomiye katkıları:

Anne sütü bebekler için en ucuz ve en iyi gıdadır. Diğer mama ve gıdalar oldukça pahalıdır. Anne sütü ise bebek için değeri parayla ölçülemeyecek kadar yararlıdır. Yaklaşık 1.5 milyon bebeğin altı ay sadece anne sütü ile beslenmesi ekonomiye en az 70 milyon dolar destek sağlayacaktır (1989 yılı verilerine göre).

Anne sütünün erkenden gelmesi, bol olması ve uzun süre devam etmesi için bebeklerin doğar doğmaz anne göğsüne konarak memeyi emmeleri sağlanmaya çalışılmalıdır. Yeni doğum yapmış anne yorgundur ve sütü yoktur diyerek bebeği anne memesine koymamak veya başka bir Sıvı vermek yanlış bir davranıştır.
WebRepTüm değerlendirmeler


------MUHTEŞEM GIDA ;ANNE SÜTÜ
-Her bebek için en iyi, en doğal ve taze besin.
-Her zaman temiz ve mikropsuz.
-Daima hazır ve bedava. Özel harcama gerektirmez.
-Tamamıyla ve kolaylıkla sindirilir.
-İshal, karın ağrısı ve kabızlık daha az görülür.
-Bağışıklık sistemini güçlendirir, enfeksiyonlardan korur.
-Bebeklerin daha zeki olmasını sağlar.
-Bebeğin su ihtiyacını tam olarak karşılar, ayrıca su verilmesine gerek yoktur.



-Doğumdan sonra gelen ağız sütü, bebeği hastalıklardan korur.
-Bebek ve anne arasında özel sevgi bağı kurulmasını sağlar.
-Emzirme, annenin sağlığını korur, meme ve rahim kanseri olma riskini azaltır.
-Yeni bir gebeliğin gecikmesini sağlar.
-Anne sütüyle beslenen bebeklerde şişmanlık az görüldüğünden ileri çocukluk dönemlerinde şişmanlık riskleri azalır

Yenidoğan bebeğin ilk 6 ay SADECE ANNE SÜTÜ ile beslenmesi ve 2 yaşına kadar ek gıda ile

ANNE SÜTÜ verilmesi gerekir.

SAĞLIKLI NESİLLER ,


EMZİRİLEN BEBEKLERDEN OLUŞACAK!!!...

ANNELER BEBEĞİNİZİ İLK 6 AY EMZİRİN,
DAHA SONRA UYGUN EK BESİNLERLE BİRLİKTE,
2 YAŞINA KADAR EMZİRMEYE DEVAM EDİNİZ.





Anne sütü
AŞIRI SICAKLARDA ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
MALATYA İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ

Pazartesi, 20 Haziran 2011 13:29 Atıf Kemal YENİCELİ

Hava sıcaklıklarının ülke genelinde mevsim normallerinin üzerinde seyrettiği son günlerde halkımızın sağlık problemleri yaşamaması için konu hakkında alınması gereken tedbirlerle ilgili aşağıdaki hususların hatırlatılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bu kapsamda;

Aşırı sıcaklar çeşitli sağlık problemlerini de beraberinde getirmektedir. Sıcaklık ve nem artışına bağlı olarak vücut ısısı artmakta ve metabolizma bu yeni duruma uyum sağlamaya çalışmaktadır. Normalde terleme ile vücut ısısı dengede tutulmaya çalışılır. Ancak aşırı sıcaklarda sadece terleyerek vücut ısısı dengede tutulamaz. Yaşlılar, bebekler ve kronik hastalığı olanlarda terleme mekanizması ile vücut ısısının dengede tutulması her zaman mümkün olmayabilir. Yine ortamdaki nem oranı yüksekse terleme suretiyle vücut ısısı yeterli düzeyde düşmeyebilir. Ayrıca şişmanlık, herhangi bir hastalığa bağlı yüksek ateş, aşırı sıvı kaybı (dehidratasyon), kalp hastalığı, ruh ve sinir hastalığı, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı ile tedavi amaçlı bazı ilaçların (tansiyon düşürücüler, idrar söktürücüler vb.) kullanımı da sıcak havalarda terlemeyi etkileyen diğer faktörlerdendir. Bu gibi durumlarda yükselen vücut ısısı beyin ve diğer hayati organlarda hasara yol açabilir.



Aşırı sıcaklardan en çok etkilenen gruplar:

Dört yaşından küçük çocuklar,
Yalnız yaşayan 65 yaş ve üzerindeki yaşlılar,
Bakıma ihtiyacı olanlar,
Hamileler,
Aşırı kilolular,
Açık alanda çalışanlar,
Kronik hastalığı (şeker hastalığı, kalp-damar hastalıkları, beyin-damar hastalıkları, psikolojik hastalıklar, kronik solunum sistemi hastalıkları, karaciğer hastalıkları, böbrek hastalıkları) olanlar
Sürekli ilaç (özellikle tansiyon düşürücü, idrar söktürücü, depresyon ve uyku ilaçları) kullanan kişiler,
Sokak çocukları ve evsizlerdir.
Özellikle kronik hastalığı bulunan ve yalnız yaşayan yaşlılar en çok risk taşıyan gruptur.



AŞIRI SICAKLARDAN KORUNMA TEDBİRLERİ

A. Genel Korunma

• Günün en sıcak saatlerinde (10.00-16.00) mecbur kalınmadıkça dışarı çıkılmamalıdır.

• Dışarıda bulunulduğunda açık renkli, hafif, bol ve sıkı dokunmuş kumaşlardan yapılan giysiler tercih edilmeli; geniş kenarlı ve hava delikleri olan şapka giyilmeli ve güneşin zararlı ışınlarından koruyan güneş gözlüğü kullanılmalıdır.

• Dışarıda çalışması gerekenler mümkün oldukça güneş altında korunmasız kalmamaya, aşırı hareketlerden kaçınmaya, sık sık tuz içeren sulu gıdalar almaya dikkat etmelidirler.

• Yoğun fizik aktivite Spor yapmak için sabah ve akşam saatleri tercih edilmeli, her bir saatlik spor için en az 2-4 bardak sıvı alınmalıdır. Ağır fizik aktivitelerden kaçınılmalıdır.

• Risk altındaki yetişkinler ve yaşlılar, günde en az iki kez güneş veya sıcak çarpması yönünden izlenmelidir. Bebekler ise bu açıdan daha sık izlenmelidir.

• Bebek, çocuk, engelliler ve hayvanlar kapalı ve park etmiş araçlarda kesinlikle bırakılmamalıdır. Araçların iç ısıları, klima olsa dahi park edildikten çok kısa süre sonra yükselmektedir. Araç terk edilirken herkesin dışarı çıktığından emin olunmalıdır.

• Kapalı alanlar iyi havalandırılmalıdır.

• Güneş gören pencereler perde vb. güneşliklerle gölgelendirilmelidir.

• Vücut ısısının yükselmemesi için sık sık duş alınmalı; bunun mümkün olmadığı durumlarda ayaklar, eller, yüz ve ense soğuk suyla ıslatılmalı veya silinmelidir.

B. Beslenme ve Sıvı Alımı

• Susuzluk hissi olmasa bile her gün en az 2-2.5 litre (12-14 su bardağı) sıvı tüketilmelidir.

• Kahvaltıda az yağlı peynirler, zeytin ve taze sebzeler bulunmalı, kafein içeren içecekler yerine de süt, meyve suyu, ıhlamur ve kuşburnu gibi bitki çayları tercih edilmelidir.

• Yağlı besinlerin ve yağda kızartmaların tüketiminden kaçınılmalı; yemeklerde bitkisel sıvı yağlar kullanılmalıdır. Yemekleri pişirirken kızartma ve kavurma yerine haşlama, ızgara, kendi suyunda veya az suda pişirme gibi sağlıklı pişirme yöntemleri uygulanmalıdır.

• Vücut direncini artırmak ve vücudun yeterli miktarda vitamin ve mineral almasını sağlamak için bol miktarda sebze ve meyve tüketilmelidir.

• Terleme ile artan sıvı ve mineral kaybının önlenmesi için her zamankinden daha fazla miktarlarda sıvı alınmalıdır.

• Sıvı alımında su içmek esas olmakla beraber, su dışı sıvı alımında kahve, çay ve gazlı içecekler yerine süt, ayran ve meyve suyu gibi içecekler tercih edilmelidir. Eğer doktor tarafından sıvı alımı kısıtlanmış veya idrar söktürücü ilaç kullanılması söz konusu ise ilgili doktora başvurmak gerekir.

• Mide kramplarına neden olabileceği için çok soğuk ve buzlu içecekler tercih edilmemelidir.

• Kafein, alkol ve fazla miktarda şeker içeren içecekler vücuttan daha fazla sıvı kaybına yol açtığı için tüketilmemelidir.

• Dışarıda ve açıkta satılan yiyeceklerin, tüketiminden kaçınılmalı, çabuk bozulma riski olan besinler (et, yumurta, süt, balık vb.) açıkta bekletilmemeli, besinlerin hazırlanması ve pişirilmesi aşamalarında hijyen kurallarına özen gösterilmelidir.



AŞIRI SICAKLARIN SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ

Güneş veya Sıcak Çarpması: Aşırı sıcağa maruz kalma sonucu beden ısısını ayarlayan terleme mekanizmasının bozulmasına bağlı olarak vücut ısısının düşürülememesi ile karakterize bir tablodur. Vücut ısısı 10-15 dakika içerisinde 40-41°C üstüne çıkabilir. Güneş veya sıcak çarpması acil olarak tedavi edilmezse kalıcı hasara veya ölüme neden olabilir. Bilinç kaybından önce tedaviye başlanması durumunda iyileşme şansı oldukça yüksektir. Kişinin ateşi 39.4°C üzerindedir, deri kuru, kırmızı ve sıcaktır, terleme yoktur, bulantı kusma, baş ağrısı, baş dönmesi, göz çukurlarının belirginleşmesi ve görme netliğinin bozulması ile komaya kadar gidebilen şuur bulanıklığı veya kaybı vardır.

İlk yardımda; kişi hemen serin ve hava akımı olan bir yere alınmalı, sıkı giysileri gevşetilmeli, soğuk su veya soğutucularla (vantilatör, klima vb.) soğutulmaya çalışılmalı, kesinlikle içmesi için sıvı verilmemeli ve en yakın sağlık kuruluşuna götürülmelidir. Gerekli durumlarda hava yolu açılmalı ve suni solunum yapılmalıdır.

“ORGAN NAKLİ TARİH OLACAK!”


Hematoloji Uzmanlık Derneği tarafından düzenlenen Avrasya Kök Hücre ve Aferez toplantısında çarpıcı açıklamalarda bulunan Hematoloji Uzmanlık Dernek Başkanı Prof. Dr. Süleyman Dinçer, “Organlar ileri dönemde yedek parça halini alacak. Karaciğer, böbrek, kalp yapılabilecek, deneysel ortamda yapılıyor. Her doku elde edildi, hayvan deneylerinde elde edilen başarı insanlarda da sağlandığında çığır açan bir gelişme sağlanacak. 10 yıl sonra organ nakli sorunu ortadan kalkacak” dedi.

Hematoloji Uzmanlık Derneği tarafından düzenlenen Avrasya Kök Hücre ve Aferez toplantısı Antalya The Marmara Otelinde yapıldı. Yaklaşık 18 ülkeden bu konuya çalışan 160 öğretim üyeleri ve bilim adamlarının katıldı. Konuşmacıların Türk olduğu toplantıda oturum başkanları arasında yabancı bilim adamları da bulundu.

Kök Hücre Kemik İliği Naklinin Önüne mi Geçiyor ?
Kemik iliği naklinin otolog (kendinden) veya allojenik (yakınlarından) yapıldığını hatırlatan Hematoloji Uzmanlık Dernek Başkanı Prof. Dr. Süleyman Dinçer, “Lenfoma ve myeloma gibi hastalıklarda daha çok otolog nakil tercih edilirken, lösemi gibi kemik iliği kanserlerinde allojenik nakil tercih ediliyor. Kemik iliği nakillerinde otolog başarı oranı 5 yılda yüzde 40 iken, allojenik başarı oranı yüzde 60’tır. Kök hücre nakli, kemik iliği naklidir. Kök hücre nakilleri, endikasyonu geniş olduğu için daha çok tercih ediliyor. Kök hücrenin çeşidi vardır. Embriyonal kök hücre embriyodan elde edilen ve pluripotent dediğimiz bütün doku ve organlara dönüşebilme potansiyeli olan hücrelerdir. Bizim kullandığımız kemik iliği ve kök hücre naklinde ise, somatik kök hücrelerdir” dedi.

“Organ Nakli Tarihe Karışacak”
Kök hücre tedavileri lösemi, lenfoma, myelomalar, oto immun hastalıklar ve bazı kanserler solit tümörlerde son tedaviler hakkında bilgi veren Prof. Dr. Dinçer şunları söyledi: “Kök hücre nakli deneysel ortamda bütün hücrelere dönüşebiliyor, bütün organların tamirinde yarıyor. Önümüzdeki 3-5 yıl içerisinde şu anda tedavi endikasyonu olmayan hastalıklarda yeni tedavi endikasyonu olacağını düşünüyoruz. Bunlardan birisi kalp hastalıkları, nörolojik hastalıklar gibi tedavisi olmayan hastalıklara çözüm olacak. Organ ileri dönemde yedek parça halini alacak. Karaciğer, böbrek, kalp yapılabilecek, deneysel ortamda yapılıyor. Her doku elde edildi, insanlarda kullanılabilmesi için belli bir süre ve bazı çalışmaların tamamlanması gerekiyor. Bunlar tamamlanıp tamamen kontrol edilebilir hale geldiğinde insanlarda kullanılmaya başlanacak. Fare, maymun gibi hayvanlarda tüm organlar üretildi ve kullanılıyor. Uyum sorunu yok.”

“Doku Nakli Enjekte Edilecek”
“İleride organ nakli olmayacak, doku nakli, hücre nakli olacak” diyen Prof. Dr. Dinçer,”Son yıllardaki gelişmeler erişkinden alınan her hangi bir hücrenin bile kök hücreye dönüşebileceğini ortaya koydu. Kan, dişten, boğazdan alınan bir parçayı özel yöntemlerle 5 gün gibi bir sürede kök hücreye dönüştürebiliyorsunuz. Ondan da sinir, kas, kalp kası oluşturup alınan kişiye tekrar enjekte ediliyor” diye konuştu.

“10 Yıl Sonra Organ Nakli Sorunu Ortadan Kalkacak”
En kolay üretilenler dokuların yağ, kemik ve kıkırdak olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Dinçer, “10 yıl sonra organ nakli sorunu ortadan kalkacak. Kök hücre çalışmaları, kemik iliği nakli 1960’lı yıllarda Seattle’de, 1980’li yıllarda ise Türkiye’de başladı. Son yıllarda da Türkiye dünya standartlarına ulaştı. Bundan herkes yararlanabilir. Önümüzdeki yıllarda çoğu hastalığın tedavisini kök hücre ile yapacağız. Yanığı, kanserlerin çoğunu, kalp hastalıkları, damar hastalıkları ve sinir hastalıkları kök hücre ile tedavi edeceğiz. Türkiye, Avrupa, Amerika, Asya ülkeleri ve özellikle Çin’de son yıllarda çok ciddi çalışmalar yapılıyor” dedi.

Kök Hücre Naklinde Türkiye Referans Ülke
Toplantı ile ilgili de değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Dinçer şunları söyledi: “Avrasya ülkelerinden gelen meslektaşlarımızla kemik iliği nakli, kök hücre tedavileri ve aferez uygulamalarını beraber tartıştık. İş birliği yapma kararı aldık. Gerek Kazakistan, Özbekistan, Gürcistan, Azerbaycan, Bosna hersek, Arnavutluk gibi ülkelerde ve Rusya ile beraber bilimsel iş birliği ile akademik çalışma yapma düşüncesindeyiz. Bizde bunu destekliyoruz ve dernek olarak çalışmak istiyoruz. Kök hücre nakli Azerbaycan, Rusya ve Kırgızistan’da yapılıyor onun dışında hiçbir Avrasya ülkesinde yapılmıyor. Türkiye, Avrasya ülkelerine lider ve referans ülke oluyor.”

21 Haziran 2011 Salı

METASTATİK RENAL HÜCRELİ KARSİNOMA YENİ MOLEKÜL


Antalya’da gerçekleşen 19.Ulusal Kanser Kongresi kapsamında düzenlenen uydu sempozyumunda Prof. Dr. Sevil Bavbek ve Prof. Dr. Lothar Bergman, Metastatik Renal Hücreli Karsinom (mRHK) tedavisinde yeni molekül kullanımı hakkında bilgi verdi.

Antalya’da düzenlenen 19. Ulusal Kanser Kongresi’nde “Metastatik Renal Hücreli Karsinom Tedavisinde VEGF/TKI’nın Ötesinde Yeni Ufuklar” sempozyumunda son gelişmeler hakkında bilgi verildi. Prof. Dr. Sevil Bavbek, metastatik böbrek kanseri tedavisi konusunda ikinci basamakta kullanılacak yeni bir ilacın Türkiye’de de ruhsat aldığını belirtti. Prof. Dr. Bavbek, Novartis tarafından geliştirilen Everolimusun, ileri evre renal hücreli kanserin tedavisinde VEGF-TKI tedavi başarısızlığından sonra kullanılacağını söyledi.

Tüm Yeni Kanserlerin Yaklaşık Yüzde 2’si Renal Hücreli Karsinom
Yapılan araştırmalara göre tüm yeni kanserlerin yaklaşık yüzde 2’sini oluşturan renal hücreli karsinom, genellikle böbrek kanseri olarak anılıyor. RHK (Renal Hücreli Kanser) görülme oranları, kısmen sigara kullanımına ve obeziteye bağlı olarak dünya çapında düzenli bir biçimde artıyor. 2006 yılında AB’nde 63 binin üzerinde yeni RHK tanısı konulmuş ve 26 binden fazla kişi bu hastalık nedeni ile öldü. RHK hastalığında kanser hücreleri böbrek kanalının iç tarafında gelişip, çoğalarak tümör haline geliyor. Tedavi edilmemesi halinde tümör komşu lenf bezlerine ve zamanla diğer organlara yayılabiliyor.



“Tümör Hücrelerinin Ölmesini Sağlayan, Anti-Anjiyojenik Ortaya Çıktı”
Böbrek kanseri tedavisinin son 10 yıl içerisinde tedavi açısından büyük bir aşama kaydettiğini söyleyen Prof. Dr. Bavbek, “2000’li yılların başında böbrek kanseri konusunda çok ciddi, etkili bir tedavi yoktu. Ancak çok küçük bir kısım hasta sadece bağışıklık sistemini destekleyen tedaviler alarak uzun yaşayabildi. Diğer hastaları maalesef kısa sürede kaybediyorduk. Daha sonra ilk deneysel aşamada tümör anjiyogenezisini engelleyen, dolayısıyla tümörün damar yolunu kapatarak tümör hücrelerinin ölmesini sağlayan, anti-anjiyojenik dediğimiz moleküller ortaya çıktı. Böylece hastalara verebileceğimiz bir ilaç ortaya çıktı. Hastalar bu ilaçları kullandıktan sonra bunlara da tekrar direnç gelişebildiğini gördük” dedi.

“Anti-Anjiyojenik İlaçlarda da Direnç Gelişebiliyor”
Kanserin çok kompleks bir hastalık olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Bavbek şunları kaydetti: “Her yerde olduğu gibi aynı antibiyotiklere direnç kazandığı gibi, kullandığımız mükemmel etki gösteren bir ilaca karşı da direnç gelişebiliyor. Hücre çeşitli mekanizmalarla bu ilacın etkisinden kaçmaya çalışıyor. Aynı şey anti-anjiyojenik ilaçlarda da başımıza geldi ve bu ilaçlarla tekrar ilerleme oluştuğunda hastalar tedavisiz kalmaya başladı.”

“Yeni Molekül Hücrenin Büyümesini Sağlayacak Enerji Tüketimini de Engelliyor”
Böbrek kanseri tedavisinde kullanılmak üzere yeni geliştirilen bir ilaç hakkında bilgi veren Prof. Dr. Bavbek “Bu aşamada Novartis’in geliştirdiği Everolimus, ikinci bir seçenek olarak bugün elimizde. Bu ilaç biraz farklı bir mekanizmayla bir sonraki basamakta yine tümör damarlanmasını engelliyor. Ayrıca tümörlü hücrenin besin, enerji ve yakıt kullanımını da engelliyor. Yani hücrenin büyümesini sağlayacak enerji tüketimini de engelliyor. Bir şekilde ilerlemeye başlamış kanseri tekrar durdurmayı başarıyor. Hastaya, hastalığın ilerlemediği yeni bir yaşam dönemi kazandırıyor. Üstelik de daha önce kullandığınız ilaçlara göre daha az yan etkisi var. Hastalar tarafından oldukça iyi tolere edilebiliyor” diye konuştu.

“Hiçbir Tedavi Tek Başına Mükemmel Değil”
Kanser tedavisinde her geçen gün yeni tedavi yöntemlerinin ve ileri teknoloji ürünü ilaçların geliştirildiğini söyleyen Bavbek, “Hiçbir tedavi tek başına mükemmel değil. Ama yıllar geçtikçe biz bilim insanları olarak elimizdeki tedavi seçeneklerini, farklı etki mekanizmalarına sahip olma avantajlarını değerlendirerek daha iyi kullanacağımızı öğreneceğimizi düşünüyoruz. En azından aylar içerisinde ilerleyip kaybettiğimiz hasta grubunda uzun aylarla oldukça iyi hayat kalitesi ile progresyonsuz yaşamlar elde etmek bile onkolojide bir başarı. Bunu da bir şekilde çok iyi tanımlanmış moleküler mekanizmalara karşı geliştirilen ileri teknoloji ürünlere borçluyuz” şeklinde konuştu.


“Böbrek Hücreli Kanser Hastalığının Tedavisi 8 Ayrı Ajanın Toplamı”
Frankfurt J.W. Geothe Üniversitesi Hematoloji ve Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Lothar Bergman da ilacın sağkalıma etkisini değerlendirdiği konuşmasında, “Şu anda böbrek hücreli kanser tedavisinde kullanılan 8 ayrı ajan mevcut ve hepsinin ayrı ayrı faydası var. Sonuna geldiğimizde elde edilen gelişme bu ajanların toplamı” dedi.

20 Haziran 2011 Pazartesi

MEMUR-DER’DEN BAKAN’A ÖDÜL

Memur Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Cengiz Özbay, “Memur-Der Dostluk ve Barış Ödülü”nü Bakan Akdağ’a verdi.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ Memur-Der’e bağlı; Ebe ve Hemşireler Derneği, Sağlık Çalışanları Derneği, İdareci ve Bürokratlar Derneği, Memur-Der Akademisi, temsilcilerini kabul etti. Memur Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Cengiz Özbay, sağlık alanında yapılan ve ülkemiz insanının hayat standartlarının yükselmesine katkı sağlayan çalışmalar nedeniyle “Memur-Der Dostluk ve Barış Ödülü”nü Bakan Akdağ’a takdim etti.

Memur Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Cengiz Özbay, Ebe ve Hemşireler Derneği Genel Başkanı Başhemşire Kadriye Gülseren, Sağlık Çalışanları Derneği Genel Başkanı Ebe Şadiye Bayhan, Memur-Der Akademisi Başkanı Prof. Dr. Kadirhan Sunguroğlu, İdareci ve Bürokratlar Derneği Genel Başkanı Vedat Zülfikar ve Federasyon Sosyal İşler Komisyon Başkanı Arif Güler katıldı. Toplantıyı sadece Sağlık Dergisi izledi.

Ebelerin Hali Ne Olacak ?
Ebe ve Hemşireler Derneği Genel Başkanı Başhemşire Kadriye Gülseren ile Sağlık Çalışanları Derneği Genel Başkanı Ebe Şadiye Bayhan meslektaşlarının sıkıntılarını dile getirdi. Lisans tamamlamada “Yönetim ve Organizasyon” dersi görmeyen ebelerin bu konudaki eksikliğin sertifika programı açılarak giderilmesi gerektiğine dikkat çeken Gülsenere şunları kaydetti: “Sahada omuz omuza çalışan ebeler ve hemşirelerin arasındaki iş barışının sağlanabilmesi için ebe olarak görev yapanların kadroları ebe-hemşire şeklinde değiştirilmeli. Ön Lisans mezunu olan tüm sağlık çalışanları, Lisans Mezunu olabilmesi için gerekli çalışmalar acilen tamamlanması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı personeli olan Sağlık Meslek Lisesi mezunu meslektaşlarımızın eğitim seviyelerinin yükseltilebilmesi için, bir defaya mahsus “Lisans Programı” açılması için gerekli çalışmalar başlamalı. Hekimlerde uygulamaya başlayan döner sermaye paylarının tüm sağlık çalışanlarında da emeklilik hak edişlerine uygulanmalı.”
Bakan Akdağ, sorunlara karşılık, bu konuların sırası ile birer birer çözüleceğini dile getirdi.

Nöbet Ücretleri Yüzde 100 Artacak
Bakan Akdağ, nöbet tutan personelin nöbet birim ücretlerinin yüzde 100 arttırılması için gerekli girişimlerde bulunulacağını belirterek, bugüne kadar böyle bir konuyu kimsenin söylemediğini ifade etti. Akdağ, gerekli araştırmayı yaptırarak, hastane kreşlerinin 24 saat esasına göre çalışması konusunda, gereğinin yapılacağını söyledi.
Memur Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Cengiz Özbay Bakan Akdağ’a “Dostluk ve Barış Ödülü”nü takdim etti. 25. Dünya Üniversite Kış Oyunları’na gösterdiği katkı dolayısıyla Bakan Akdağ’a plaketini Çağ Sağlık Eğitim ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Prof. Dr. Kadirhan Sunguroğlu verdi.

19 Haziran 2011 Pazar

“İLK KEZ KONGREDE ROBOTİK CERRAHİ KURSU VERİLDİ”

9. Türk-Alman Jinekoloji Kongresi’nde ilk kez robotik cerrahi kursu yapıldı . Robotik cerrahiyi başlatanlardan ABD Stanford Üniversitesi'nden Prof. Dr. Camran Nezhat, robotik cerrahinin kullanımı ile ilgili görüşlerini paylaştı.

Antalya Belek'te Türk-Alman Jinekoloji Eğitim, Araştırma ve Hizmet Vakfı (TAJEV) tarafından 4-8 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen 9. Türk-Alman Jinekoloji Kongresi yapıldı. Kongrede düzenlenen basın toplantısında konuşan TAJEV Başkanı Prof. Dr. Cihat Ünlü, TAJEV'in 18 yıldır Türkiye'nin en büyük jinekolojik kongreleri düzenlediğini söyledi. Prof. Dr. Ünlü, "Kongre kapsamında 6 kurs yapıldı, 3 günde 20 farklı ülkeden 50'ye yakın yabancı bilim adamı ile 145 Türk bilim adamı sunum yaptı. Kongreyi bin 500 doktor izledi. Kongre kapsamında Türkiye'de ilk kez yapılan robotik cerrahi kursuydu" dedi.

“Türkiye'de bu ameliyatı yapabilen 14 robot var”
Robotik cerrahinin günümüzde giderek uygulaması artan bir yöntem olduğu ve bu yöntemle pek çok ameliyat yapılabildiğini kaydeden Prof. Dr. Ünlü, "Türkiye'de bu ameliyatı yapabilen 14 robot var. Pek çok hastanede robot eşliğinde ameliyat yapılabiliyor. Yapılamaz denilen birçok operasyon laparoskopik olarak uygulanmaya başlandı. Basit over kistleriyle başlayan spektrum, en zor kanser ameliyatlarına kadar genişledi. Bu gelişim sıralamasında artık sıra robotik cerrahiye mi geldi? İster bir kabus, ister bir vizyon olarak görülsün, bu sorunun cevabı nettir. Evet, robotik cerrahi bu evrimdeki gelinen son noktadır. Bundan sonraki basamak ikinci ve üçüncü jenerasyon robotların geliştirilmesi ve belki de insan kontrolü olmadan operasyon yapabilen robotların üretilmesi olacak. Robotik sistemde cerrah iki elini kullanır ve operasyonu en doğala yakın yapar, ayrıca sistemde tremor filtrasyonu sayesinde titreşimler enstrümana gönderilmeden elenir. Sadece enstrümana istenilen motor hareket sıfır titreşimle yaptırılır. Cerraha çok iyi ergonomik koşullar sağlayan robotik sistem 3 boyutlu görüntü ile operasyonun kalitesini arttırır” diye konuştu.

Or-Ready İnsiyatifi İle Yanlış Ameliyata Son
Kongrede 'Or Ready' 'Ameliyathane Hazır mı?' inisiyatifinin de görüşüldüğünü dile getiren Prof. Dr. Ünlü şunları kaydetti: "Or Ready ameliyathane güvenliğini en üst seviyeye çıkaran bir proje. Dünyada yılda 250 milyon ameliyat yapılıyor ve bu ameliyatların yüzde 2 ya da 3'ü yanlış ameliyat. 6 milyon hastaya yanlış ameliyat yapılıyor. Ameliyathane Hazır – ‘OR READY’ İnsiyatifi, ameliyat öncesi alınması gereken önlemleri üç adımda tasarlamışlar ve eğer bu adımlar eksiksiz uygulanırsa hata oranlarının yüzde 40 azalacağını ve ameliyat sırasındaki ölümlerin ise yüzde 50 azalacağını hesaplamışlardır. Bu amaçla tüm ameliyathanesi olan hastanelerin üye olabilecekleri bir web sitesi hazırlanmış, burada tecrübelerin planlanmasının yanı sıra ‘ısınma’, ‘kontrol listesi’ ve ‘son kontrol’ olarak özetlenebilecek üç adımın 6 yılda tüm dünyada yaygınlaştırılması amaçlanmıştır.”

Robotik Cerrahinin Geleceği
Telerobotiğin gelişmesi ile odalar arası ve hatta ülkeler arası operasyon yapma sıklığının artacağını dile getiren Prof. Dr. Ünlü, “İletişim teknolojisindeki gelişmeler ve hızlı veri aktarımı sayesinde tele-robotik sistem ile ülkelerarası operasyon yapma, telementoring denilen uzaktan operasyonun sevk ve idaresini mümkün hale getirebilecek. Robotik cerrahi emeklemeye başladı. Laparoskopinin evrimi ile kıyaslandığında sistem daha başlangıç aşamasında. Gelişmeler bu hızla giderse 5-10 yıl sonra sistem daha ucuz, daha kullanışlı ve ulaşılabilir hale gelecek” diye konuştu.

“Pilotun Check List'i gibi Cerrah Operasyona Başlamadan Ameliyathaneyi Kontrol Etmeli”
Kongrenin Onursal Başkanı ABD Stanford Üniversitesi'nden Prof. Dr. Camran Nezhat da, 'Or Ready' inisiyatifini "Nasıl bir uçakta pilotun check list'i vardır aynı şekilde cerrah operasyona başlamak önce tüm ameliyathaneyi kontrol edilmelidir. Örneğin güvenlik soruları vardır. Hastanın adı, hangi tarafının ameliyat edileceği sözel olarak söylemeli. ABD'de mesela birçok insanın adı Bob Smith ve bir hastanede bu isimde birçok hasta olduğunu düşünün. Or ready yanlışlığı önleyecek bir insiyatif. Mesela ameliyatta bir kanama başladı. Bu durumda kanamayı durduracak aletin çalışmaması kabul edilebilecek bir şey değildir. Her şey ameliyat öncesi kontrol edilmeli ve sonra ameliyata başlamalı. Uçak havalanmaya hazır komutunu verilmesi gibi" sözleriyle açıkladı.

Robotik Cerrahide Büyük Kesiler Yok
Dünyada tüm akademik merkezlerde majör kesikler olmadan ameliyat yapılmasının daha iyi bir yöntem olduğunu söylen Prof. Dr. Nezhat, "Kadın, erkek ve çocuklar için büyük kesilerdense çok ufak deliklerden girilerek ameliyat edilmesi çok daha iyi bir durum. Dünyada yüzde 70 abdominal ameliyatlar büyük kesilerle yapılıyor. ABD'de hala majör abdominal kesilerle ameliyat yapılıyor. Biz 20 yıldan daha fazla süre önce erkeklerde barsak kanseri ve kadınlarda farklı hastalıklarda küçük delikler açarak ameliyat yapmayı başardık. Ameliyatların büyük çoğunluğu açık ameliyat olarak yapılıyor ve bunun nedeni, bu yöntemi uygulayacak doktor sayısının azlığı ve yeterince teknik geliştirilmemesi. Videolar, robotlar bu yönde geliştirilmiş bazı enstrümanlar" şeklinde konuştu.

“Bana Robot Dokunmasın Siz Yapın Ameliyatımı”
ABD'de çoğu zaman hastaların kendisine geldiğinde "Bana robot dokunmasın siz yapın ameliyatımı" dediğini anlatan Prof. Dr. Nezhat, şunları söyledi: "Bu genel yanlış bir algılama. Ameliyatı yapan robot değil. Bu computer yardımlı bir cerrahi. Bu aslında iki boyutlu ekrandan çalışamayan cerrahlara üç boyutlu ortamda ellerini kullanarak hastanın karnı açıkgözleri ile görüyor gibi ameliyat yapması. Ayrıca bazı cerrahların elleri titriyor ve robot cerrahi kolaylık sağlıyor. Önümüzdeki 20 yıl ameliyatı yapan robotlar olmayacak. Cerrahlar yapacak. Ama ilerde robotlar cerrahların yerini alabilir"

Ulusal Kordon Kanı Bankası Oluşmalı
Prof. Dr. Ünlü, kordon kanının çok kıymetli olduğunu hatırlatarak, "TAJEV olarak diyoruz ki, devlete ait bir kordon kanı bankası olsun. Ve hastalığı olanlarda kullanılabilsin. İşte kordon kanı bankacılığında olması gereken nokta budur. Bunun bir ticari araç olarak değil, Ulusal Kordon Kanı Bankası oluşmalı" dedi.

“Doğum Sonrası Çöpten Toplanan Plasenta Çok Değerli”
Türk Alman Jinekoloji Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Kubilay Ertan da, doğum sonrası çöpte toplanan plasentanın çok değerli olduğunu, Almanya’da da kordon kanı bankası ile ilgili çalışmaların devam ettiğini belirtti. Doç.Dr. Ertan ayrıca Almanya'da 43 robotik merkez bulunduğunu kaydederek, pek çok hastanede robotik cerrahi kullanma yaklaşımı olmadığını söyledi.

“Sağlık Bakanlığı'nın Kordon Kanı Bankası ile İlgili Ciddi Bir Çalışması Var”
TAJEV Yönetim Kurulu Üyesi Operatör Dr. Şenol Kalyoncu ise Sağlık Bakanlığı'nın kordon kanı bankası ile ilgili ciddi bir çalışması bulunduğunu, proje aşamasında olan çalışmaya göre, doğan her bebeğin kordon kanının ailenin izni ile alınacağını bildirdi.