31 Ocak 2011 Pazartesi

TIBBIN DUAYENLERİ: NESRİN ÇOBANOĞLU

Alanında özgün 4 kitap yazan, Dünya’nın değişik ülkelerini de kapsayan 811 konferansta konuşma yapan, çok sayıda uluslararası ve ulusal makalesi olan, hem hekimlikteki kariyeri ile Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı hem de Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Uzmanlığıyla Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora dersleri veren Dr. Nesrin Çobanoğlu, her biri ilgi uyandıran geniş katılımlı konferanslarını, çıkar çıkmaz tükenen kitaplarını, Gazi Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’ndeki çalışmalarını ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı aynı zamanda Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Nesrin Çobanoğlu, başarılı bir kadın hakları savunucusu. Farklı fakültelerde uzmanlık almasının nedenlerini, eğitim hayatı boyunca birinciliklerle dolu başarılarını ve neden “etik” üzerine çalıştığını Sağlık Dergisi’ne anlatan Doç. Dr. Çobanoğlu, hayatın bazen bir cümleye göre yönlendirilebileceğini söylüyor. Doç. Dr. Çobanoğlu, eşinin Murat Belge’nin Tarihten Güncelliğe kitabından aktararak “Somut Bugün, Soyut Bir Yarın Uğruna Feda Edilmeli mi?” sözünün, hayatının temel taşı haline geldiğini kaydetti. Kendi ağzından çok yönlü başarılarını, hayatını ve yaşadıklarını dile getiren Doç. Dr. Çobanoğlu şunları anlattı:
“Aslen Gaziantepliyim ancak babamın işi nedeniyle Elazığ’da doğdum. Benden önce 5 çocukları vardı, hepsi üniversitedeyken ben boş kalan evde özlemi hafifletmek ve sevilmek için doğurulan son çocuğum. Doğduğumda kardeşlerim üniversitede okuyordu ve hepsinin ortak özellikleri herkes kendi okulunun birincisiydi. Babamın hala konuşulan ve kullanılan buluşları vardır. Bende üniversiteye kadar hep birincilikler ve birçok başarı ödülleri aldım. Üniversiteye o kuşağın tüm hekimleri gibi ilk binlerde yer alıp, ilk tercihimi kazanarak başladım.
En Büyük Şansım Ailem
En büyük şansımın ailem olduğunu düşünüyorum. Kocaman kütüphanesi olan bahçeli, havuzlu bir evde, sıcak sevgi ve bilinçli bir ilgiyle büyüdüm. İyi eğitimli ve akıllı ablalarımın varlığı her zaman en büyük hazinemdir. Ben doğduğum yıl, en büyüğümüz olan Abim, İTÜ Elektrik Mühendisliğinden mezun olmuş. Öğretmen olan Nermin Ablamın müziğe ilgisinin bana yansımasıyla, 11 yaşında keman dersleri almaya başladım. Böylece, üniversiteye kadar klasik keman çalmayı öğrendim. Gazi Üniversitesi’nden mezun alanında öncü olan Modacı Pervin Ablam sayesinde tüm hayatım boyunca hep özel tasarlanıp, hazırlanan giysi ve takılarımla kendimi çok özel hissettim. Onlarla sohbet etmeye alıştığım için, hala o yaş kuşağıyla daha iyi anlaşırım.


Öğrenmeyi Hep Sevdim!
Herhangi bir konuda çalışırken, zorunluluk olarak değil, severek öğrendim. Ben bunu öğreneceğim özgüveniyle pozitif baktım, sıkılmadım. Öğrenmek varoluş nedenim gibiydi. Öğrenmeyi hep sevdim!
Etiği Seçmem Tesadüf Değil
Cerrahpaşa Tıp Fakültesini seçme nedenim, Cerrahpaşa’nın adı, İstanbul ve deniz birlikte olduğu için ilk tercihimdi. İstanbul bir Dünya kentidir. Tıp okurken ilk zamanlar anatomi ve fizyolojiyi ilgiyle öğrendiğimde, sokakta insanlara bakarken, kemikleri, kasları, damarları ve sinirlerine kadar vücudu biliyor olduğumu düşünür, hekimliğin ayrıcalığını hissederdim. Derslere devamlılığa dikkat ederdim. Ancak not tutmazdım. Duyduklarımı ve gördüklerimi asla unutmam. Derslerle ilgili merak ettiğim konuları, araştırır ve okurdum. Cerrahpaşa’da o dönem sınav sistemindeki değişiklikler nedeniyle de olsa gerek, altı yıl boyunca hiçbir sınavda hiçbir zaman. hakkına kalmadan geçen 8 kişiden biri olarak, gazetelere haber olmuştuk.
Üniversite okul olmasının dışında bir kültür ortamıdır. Ders çalışırken, tıp kitapları okurken onların yazarını da araştırırdım. Sınav için çalışmazdım. En yoğun sınav dönemlerinde bile felsefe kitapları okurdum. Yani bir tür “Tıp Felsefesi” diyebileceğimiz Tıp Etiği’ni seçmem tesadüf değildi. Okulda her zaman başarılıydım. İlgilendiğim çalıştığım konularda deliler gibi “tutkuyla” çalışarak hızlı öğrenmek, öğrenmeyi sevmek, çok hızlı okuyabilme yeteneğim ve güçlü hafızam şansım oldu.



Özden Toker ile Ismet Paşanın EKG'sine bakarken

Birinci Sınıfta İlk Doğumumu Yaptırdım
Üniversitede öğrenci evimin duvarları maviydi, geniş, sıcak ve okulun tam karşısındaydı. Penceremin altındaki ağacın dalları arasında, üniversitenin üzerinden denizi görüyordum. Evimin okula yakın olmasından dolayı nerdeyse her gece acil, kadın doğum ve cerrahi alanlarında gönüllü nöbetlere giderdim. İliklerime kadar hekim olmanın keyfini yaşayarak geçen bir eğitim sürecim oldu. Birinci sınıfta ilk doğumumu yaptırdım! Bu süreçte birçok cerrahi vakayı uygulamalı olarak, pratiğiyle birlikte öğrendim. Böylece teoriyi görerek ve uygulayarak öğrendim.


Hekimlikte “Pardon” Yoktur
Tıp fakültemizde ameliyatları öğrenciler izleyebiliyordu. Bende sık sık izlemeye giderdim. Ameliyathanenin üstünde çepeçevre orayı görebildiğiniz camlı bir bölme vardı. Ses bağlantısı da olduğundan, görerek ve dinleyerek eğitim vakalarını izlememiz mümkündü. Kadın doğum ve cerrahinin ortak yaptığı, 16 yaşında karnında kitle olan genç bir kızın ameliyatı vardı. Cerrah bistürüyü vurdu, su fışkırdı. Kız hamileymiş. Cerrah bisturiyi fırlatıp, ameliyathaneden öfkeyle çıktı! Cerrah, ameliyata başlamadan gebelik testinin yapılıp yapılmadığını sormuştu, duyduk. Ancak kadın doğum hocası, hastanın tanıdığı bir ailenin bakire kızı olduğunu söyledi. Bu vaka benim için çok eğitici oldu. Tıpta insanla uğraşıyoruz, her zaman her şey olabilir. İkisi de halen Türkiye’nin önde gelen saygın ve ünlü ismi olan ve o yılların parlak genç hocalarıydı. Bu ameliyatla alanında başarılı olsa da herkesin hata yapabileceğini gördüm. Hekimlikte “Pardon” yoktur. Mükemmel olmak zorundasınız. Her zaman!





“İlk Aşkım Olan Eşimin, Gözlerine Baktığımda Aşkı Hissettim”
Eşim Murat ile tıp fakültesinde 1. Sınıfta tanıştım. 17 yaşındaydım ve eşimi ilk gördüğümde aşık oldum. Gözleri, simsiyahtı. İçinde binlerce yıldız olan aydınlık siyah çekik gözler! Ama hep onu görünce kaçtım. Kendimden, beni sarsan duygularımdan korktum! Ve o çok çapkındı. Dört kişi birlikte nöbetlere kalıyorduk. Murat bana aşık olduğunu söyledi. Daha önceleri başkalarına dediğim gibi “hayır” demeliydim, diyemedim. Cevap vermeden kaçtım.
“Somut Bir Bugün, Soyut Bir Yarın Uğruna Feda Edildi” Murat Belge
Bir hafta sonra ortopedi dersinde Murat geç geldi ve ben dersi dinlerken yanıma oturdu, ellerimi tuttu ve yüksek sesle “Ne diyeceksin bana! Ben dayanamıyorum artık. “Evet” mi “hayır” mı?”dedi. Hocamız Prof. Dr. Nişan dersi kesti; anlayışlı ve sevecen bir ses tonuyla bu “deli”kanlı ile beni sorunumuzu çözmemiz için dışarı gönderdi. Sonrasında okuldan çıktım, ilk gelen otobüse bindim, Murat’ta arkamdan geldi. Otobüste parayı Murat verdi, muavin bana “yenge” dedi. Ben çok kızdım tabii. Aklım “hayır” derken kalbim “evet” dememi istiyordu. Yaman bir çelişki! Kitapçıya girdik, birkaç kitap aldım. Bu esnada, Murat Belge’nin kitabından “Somut bir bugün, soyut bir yarın uğruna feda edildi” cümlesini gösterdi. Sonrasında da kararımı vermemde ve yaşam felsefemde bu sözün derin etkisi oldu. Tıp fakültesi bitmeden evlendik.
Askerde Eşime Çuvallar Dolusu Mektup Yazdım
O yıllarda ansızın konulan Mecburi hizmetle Nevşehir’e gittik. Ben hastane aciline, Murat ise “iriyarı” olduğu için cezaevine atandı! Cezaevi doktorluğu o yıllarda konulan bir kadroydu. Murat, Hakkari Şemdinli Derecik mevkiinde askere gitti, ben 4-5 aylık hamileydim. İran, Irak ve Türkiye sınırındaki bir dağın tepesindeki karakolda Jandarma komando olarak askerlik yaptı. Güneş harekat bölgesi ve çatışmaların en çok olduğu dönemdi. Yolu yok, telefonu yok ve tehlikeli bölge. Murat askerdeyken sabah, öğlen ve akşam mektup gönderdim. 3-4 ayda bir helikopterle çuval içerisinde pirinç, un gibi gıdalar giderken; bunlar da “Dr. Murat’ın mektupları” diye, çuvalla mektuplarım gidermiş.
Hamileliğimin çoğunda yalnızdım, doğumuma eşim 3 günlüğüne geldi ve hiç uyumadı. Nüfus dairesinde, canım oğluma en çok hangi isimle seslenmek istediğimi düşünüp, karar verdim; “Murat Can” ! Murat 18 ay sonrasında askerden döndüğünde, kucağımda bebeğimizle karşıladım.



Cezaevinde İşkenceye Karşı Mücadele!
Askerden dönen eşim, yine cezaevinde göreve başladı. Ancak o dönem cezaevinde çok farklı olaylarla karşılaştı. O dönem 12 Eylül sonrası, cezaevleri sağcı ve solcu birçok genç insanla doluydu. Bizzat başsavcı tarafından sakat kalmalarına neden olabilecek biçimde Şiddet uygulanan mahkumlara, işkenceyi belgeleyen rapor veren Murat’a ağır baskı uyguladılar. Saldırdılar. Olayların dışa yansımaması için baskı gördük. Ancak yine de yılmadık, mücadele ettik. Sonunda da şiddet olaylarının gündeme getirilmesini sağladık ve o kişiler yargılandı. Ceza aldılar. Böylece o dönemde işkenceye karşı çıkan, bu nedenle çok sıkıntı yaşayan ilk hekimlerden olduk. Türk Tabipler Birliği ve Birliğin o zamanki Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek bize çok destek verdi. Başsavcı, “böyle bir şey yok” derken, Fişek tarafından Bakanın masasına konulan raporlar ve filmlerle hesap sorulunca, kendi dövdüğü mahkumlarla ilgili olaya dava açmak zorunda kaldı. Gardiyanlar yargılandı, ceza aldılar. Bizlerde görevi kötüye kullanmaktan yargılandık. Beraat ettik. Murat’ın suçu darp ve işkence raporu vermek ve belinde kırık olan iki mahkumu hastaneye sevk etmekti (görevini yapmak), benim suçum ise raporları TTB aracılığıyla Bakan’a iletmekti. Zaten dava bu raporlar sayesinde açılmıştı. Çelişkiye bakar mısınız? O yıllarda, Nokta, Tempo Arena gibi dergilerde “Hekimlik Onuru’nu savunan Hekimler” olarak kapaktan haber olduk. Toplumsal destek ve hekimlerin desteği hep yanımızdaydı. 1989 yılında Dr. Cengiz Kılıç Tıp Ödülü ile İnsan Hakları ve Demokrasi Ödülü Murat Çobanoğlu’na verildi. Ödülü alırken “Sadece “hekim” olarak görevimi yaptım” dedi. Biz sadece mesleğini çok seven, onurunu koruyarak doğruyu yapan hekimlerdik. Bedeli bazen çok ağır olabiliyor.



Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Sınavı ile Tabip Odası Seçimleri Aynı Dönemdi
Kamu yönetimi ve siyaset bilimini okumaya bu yaşadıklarımdan sonra karar verdim. Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi, TODAİE denilen kurumda “Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi” mastır programına başvurmak üzere, ÖSS tarafından yapılan bir sınava girdim. Hekim olarak, sınava girmem için yasal bir engel yoktu, ancak “kazanamazsınız” dediler. Konular çok farklıydı. Aynı yıl içinde tabip odası seçimleri de vardı. On gün arayla sınava da girdim, seçimlere de katıldım. Sınavı ilk sıralarda kazandım. Ankara Tabip odası yönetim kurulu üyeliğine ve genel sekreterliğe seçildim.
Ankara Tabip Odasının En Genç ve İlk Kadın Genel Sekreteriyim
Nuriye Ortaylı ve Füsun Sayek ile birlikte TTB’nin ilk kadın komisyonunu kurduk, Beyaz yürüyüşü yaptık. Ben sıradan bir hekim olarak yaptıklarımla seçildim, hiçbir zaman ideolojik bir duruşum olmadı. En genç ve ilk kadın genel sekreter olarak, kızlık zarı kontrollerine karşı hekim tutumu ve TUS negatifler konularında aktif rol oynadım. TUS kazanamadıkları halde, yurt dışına gidip birkaç ay sonra ülkemize asistan olarak dönenenleri engelledik ve bu haksız durumun önüne geçtik. Oldukça aktif bir dönemdi.

Siyaset Bilimi ve Etik Çalışmalarım
Ben master yaparken eşim Beyin Cerrahisi asistanlığına başladı. O dönem Prof. Dr. Yaman Örs, “Tıp Etiği” kavramını ilk kez Türkiye’nin gündemine getirdi. Konuşmasını dinledikten sonra hekim kimliğimle var olabileceğim, hem de kamu yönetimi ve siyaset bilimi birikimimi birlikte kullanabileceğim alanın “Etik” olduğuna karar verdim. Hekimlik, bütün ilgi alanlarım ve felsefeyi buluşturan, bana en uygun alan diye düşündüm. Sınavlara girdim ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde Etik çalışmaya başladım. Tıp ve siyasaldan öğrendiklerimi, hekimlik deneyimim ve Tabip Odası Yönetimindeki birikimimi birlikte yoğurdum ve yepyeni bakış açıları kazandım. Ayrıca, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi uzmanlığını dereceyle bitirenler arasından seçilerek, Almanya’nın Berlin Eyaleti İçişleri Bakanı tarafından, Almanya’nın yerel yönetimlerini incelemek üzere burslu olarak davet edildim. Berlin Duvarı yeni yıkıldığı için bugünün Berlin’inden farklı, iki Berlin’i birlikte görebileceğim özel bir dönemdi.
Gazi’de WHO, WMA, MSIC’in önerdiği eğitimle uyumlu; Evrensel Tıp Etiği Eğitimi
Başkent Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi’nde Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı’nın kuruculuğunu yaptım. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde şu anda verdiğimiz etik eğitimi WHO, WMA, MSIC’in önerdiği eğitim biçimiyle uyumlu, evrensel standartlarda bir tıp etiği eğitimidir. Dönem1,2,3 ve Dönem dörtlerde 1 yıla yayılan staj dersi var.



“Toplumsal Dinamikleri Harekete Geçiren Kadın”
Human Rights Watch 1993 dünya raporunda hakkımda “Toplumsal dinamikleri harekete geçiren kadın” diye söz eder. Kadına desteği olan insanlardanım. Bir hastane başhekimi 17 yaşındaki bir hemşireyi makamında tokatlıyor. Olayı duyan eşim ve arkadaşları, şiddet olayına karşı hastanede gösteri yaptı. Bende bu olay ile ilgili tarafsızlık ilkesi gereği karışmadıklarını söyleyen kesimlere yönelik “Tarafsızlık” üzerine bir yazı yazdım. “Tokatlanan güçsüz bir kişi var ve bu durumda susmak zaten güçlü tarafı seçmektir”. Eşitler arasında tarafsız kalınır. Bir taraf çok güçlüyken, diğer taraf zayıfsa bu durumda tarafsız kalınamaz.
Gazi Üniversitesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi AD Başkanlığımın yanı sıra Gazi Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü dönemi kadın hakları konusunda akademik ve aktivist kimliğimin buluştuğu bir görev olmuştur. Sayısız önemli etkinlik ve Türkiye’de ilk kez Gazi Tıp Fakültesi’nde, Özerk yapıda kurulan “Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Birimi” o dönemde yaşama geçmiştir.


Hayatımın Sac Ayağı
Hayatımı oluşturan önemli öğeleri sac ayağına benzetirim. Bunlar; ailem, işim ve spordur. En güç koşullarda bile ailemi ihmal etmedim. Sorunları aşmak için, sevgiyle bakmak gerekiyor. Evimin kapısından girdiğim anda işteki güncel sorunlardan arınırım, şarteli kapatırım. Yemeğimi kendim yaparım. Murat, sevgi dolu ve pozitif olmasaydı bunları başaramazdım. Ailemle birlikte olduğum zaman net olarak onlarla birlikteyimdir. Eşim ve oğlum yattıktan sonra çalışırım. İşimde yaşadıklarımı evime yansıtmam. Oğlumun her şeyiyle ben ilgilendim. “İnsanın hırsı ve aklı belli bir dengede olmalıdır. Hırsı aklının bir milim bile ötesindeyse bedeli çok ağır olur” sözü benim için çok etkili olmuştur. İnsanın hırsı motive edici güçtür. Dengeyi iyi kurmak gerekir. Arada “mavi fırtına” kavgalar yaşansa da hep çok sevdiğim ilk askımla evlenmek ve oğlumun varlığı mutluluğumdur. Her haliyle çok sevdiğim ama sıra dışı ulusal ve uluslararası başarılarıyla defalarca tescillenen zekasıyla oğlumun annesi olmaktan gurur duyuyorum. Şu anda Oğlum da Carnegie Mellon Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği ve Pittsburg Tıp Fakültesinin ortak doktora programında, tam burslu “ilaç tasarımı” üzerine çalışıyor ve yine dönem birincisi oldu. Henüz 23 yaşında ve yayına kabul edilen 4 SCI makalesi var.
Sporun Mücadeleci Yapıma Büyük Etkisi Oldu
Sporda lisanslı olarak, atletizmde üniversiteler arası müsabakalarda ikinciliğim var. Judoyu eşim sevdiği için başladım. Judo da eşim, oğlum ve benim derecelerimiz vardır. Lisanslı dağcıyım. Dağcılık azim ve kararlılığımı oluşturmada çok etkili olmuştur. Dağa tırmanırken yola asfalt dökmüyorlar, zirveye giden yola tırmanmak gerekiyor. Dağcılık, hekimlik gibi hata affetmez, bazen sizin hatanız olmasa da koşullar nedeniyle çok güç anlar yaşayabilirsiniz. Bu anlarda bazen, “Ne işim var burada” diye düşünürüm sonra zirveye ulaştığımda, uzaklara bakıp, o sessizlikte, “başarmanın sadeleştiği durumda” ama gururla; güven içinde evde oturan TV izleyen insanların yasayamadığı çok özel anlar yasadığımı düşünürüm. Tırmanırken zirveye ulaşacak yolda engellere değil, zirveye kilitlenirim “go for it!” derim. Dağcılık, çok sevdiğim felsefe alanına ilgimi boyutlandıran katkılar sunmuştur. Ayrıca, Kayağı 15 yaşındayken, Uludağ’da 1 günde öğrenip, hocamı şaşırtmıştım.


Datça’da Etiğin Doğduğu Yerde “Etik Akademisi” Kuracağım
Datça’da bahçe içerisinde taş bir binada “Etik Akademisi” kurma hayalim var. Hekimliğin meslek olarak doğup, geliştiği ve felsefenin anayurdu olan bu topraklarda nar ve portakal ağaçları içerisinde bir akademi kuracağım.


“Ben Öğrencilerime Güveniyorum”
Hayatımda beni çok duygulandıran ve iyi ki bu işi yapıyorum dediğim iki olay var. Birisi, Toplumsal Etik Derneği tarafından TÜBA’nın kurucusu Dünyaca ünlü bilim kadını Prof. Dr. Ayhan Çavdar’ın elinden “Türkiye Etik Ödülü”nü almamdır. Diğeri ise, öğrencilerimden gelen geri bildirimlerdir. Sadece Türkçe Tıp Öğrencilerime yılda 260 saat ders veririm. İngilizce Tıp ve Doktora derslerimi saymıyorum bile; yine çok yoğun sabahtan akşama aralıksız çalıştığım bir gün, dersten geldim ve “Neden bu kadar çalışıyorum, kimse farkında bile değil” diye düşündüm. Masamda mesaisi bittiği için çıkan sekreterimin bıraktığı, öğrenci geri bildirimleri zarfını gördüm. 200 kişilik sınıftan, 150 tane bana özel yazılmış görüşün olduğu zarfı açtığımda o kadar güzel sözlerle karşılaştım ki gözlerim doldu. Çok iyi bir iş yaptığımı anladım. Beni gururlandıran mutluluklar öğrencilerimin başarılarıdır. En büyük başarım, geleceğin “iyi hekimleri” öğrencilerimdir.


Bir Yaşama Birkaç Hayat Sığdırmak
Hedeflerimi önce kafamda belirlerim, insanların ne dediğini dinlemem sonunda da yaparım. Özgüven çok önemlidir. ABD’de ders verdim, oradaki öğrencilerle buradaki öğrencilerim arasında gözlemlediğim en temel farklardan birisi; burada tıp öğrencileri çok zeki, oradaki öğrencilerin ise özgüveni çok yüksek. Buradaki öğrencilerin özgüvenini yükseltmemiz gerekiyor. Şu anda Gazi Tıp Fakültesi’nde çok iyi bir tıp etiği eğitimi verilmesi için uğraşıyoruz. Tıp fakültesine ilk geldiğim dönem, 4. sınıfların derslerine ilk girdiğimde, bildikleri soruları bile yanıtlamaktaki çekingenliklerinin nedenini sorduğumda; bir ders önce bir hoca tarafından kendilerine “saksı kafalılar” denildiğini söylediler. İşte öğrencilerin özgüveninin yok olmasına neden olan bir örnek. Bir tıp hocasının meslektaşlarına hitabı acı ama gerçek. Onların her biri geleceğin hekimleri ve çok değerliler. Öğrencilerime karşı etiği öğretme sorumluluğum ve sevgi bağım vardır. Sizin yarışınız birbirinizle değil, kendinizin rakibisiniz derim. Ayrıca dakik olmaya özen gösteririm. Yoksa bir yaşama birkaç hayat sığdıramazdım. Yaşamayı, üretmeyi ve hayatı seviyorum. Hayatı dolu dolu yaşıyorum.


Tıp Etiği Alanında 4 Kitap Yazdım
Kitaplarımla ve öğrencilerimle iz bırakmak istiyorum. “Söz uçar yazı kalır”, Hekimliğimin ilk gününden bu yana (kamu yönetimi alanıyla birlikte) toplam 811 konferansta konuşma yaptım. Ancak kitaplarımın benim için ayrı bir yeri vardır. “Tıp Etiği”, “Kuramsal ve Uygulamalı Tıp Etiği” ve yakın zamanda çıkacak olan “Biyoetik – Biyopolitikalar” isimli kitaplarım benim en güzel hazinelerim. Ayrıca, 21 kitap bölümü yazdım. Bir de Editörlüğünü yaptıklarımdan ve yine hemen tükenen “Etik Kurullar” kitabını önemsiyorum.


Tarhun Otu ve Faydalarına İnanırım
Hititler zamanında, fırtına tanrısının “kutsal otu” olarak bilinen “Tarhun otu”nu, taze ya da kuru olarak çok severim ve yemeklerimde kullanırım. “French Taragon” denilen, Ankara ve Antep’te yetişen, tıbbi bitkilerde de birçok yararı bilinen bir bitki. Bir de kefir yoğurdunun yararına çok inanıyorum. Yakın çevreme yemeleri için mayasını dağıtarak yaptırıyorum. Dünya mutfakları ilgimi çeker. Pek çok ülkenin mutfağını yerinde tattım ama Antep Mutfağı Favorimdir. Yemek yapmayı, yeni tatlar yaratmayı severim. Ekşi ve tatlı kuru meyvelerle tatlandırılan geleneksel Osmanlı yemeklerini günümüze uyarlamayı seviyorum. Portakal kabuğu ile tatlandırılmış bonfile çok hoş bir lezzet oluşturuyor. Ekşi ve tatlıyı özlerini koruyan biçimde aynı yemekte birlikte tatmayı seviyorum
Hayatımda iz bırakan kitap, film ve müzikler vardır
Tüm uğraşlarımı ve hayatımdaki her şeyi seviyorum. Okumaktan zevk aldığım Nikos Kazancakis’in yazdığı “Zorba”, Richard Bach’in “Martı”, Platon’un “Diyaloglar” ve “Devlet”, Hans Reıchenbach’ın “Bilimsel Felsefenin Doğuşu”, Dr. Frank Vertosick’in “Beynine Bir Kez Hava Değmeye Görsün” ve Balzac’ın “Iki yeni Gelin” isimli kitapları beni etkileyen yapıtlardır. “Hair Musical-Bırak Güneş İçeri Girsin” ve “Hayat güzeldir” filmleri hayatımda iz bırakmıştır. Müzikte de klasik caz dinlemeyi severim, Sting ve Leman Sam’ ı çok beğenirim.”

DR. RIDVAN EGE HASTANESİNE YERALTI OTOPARKI YAPILDI

Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Dr. Rıdvan Ege Hastanesi Otopark sorununu yeraltı otoparkı yaparak çözdü. Yeraltına 4 kat inilerek 3 buçuk ay gibi kısa bir sürede tamamlanan inşaat sayesinde, 450 araçlık otopark hastane çalışanlarına, hasta ve hasta yakınlarına hizmet verecek.

Ülkemizde, özellikle büyük kentlerdeki hastanelerin en büyük sorunu olan otopark sorunu ilk defa bir üniversite hastanesi tarafından yeraltına otopark yapılarak çözüldü. Dr. Rıdvan Ege Hastanesi geçen yıl komple yenilenmiş ve yatak kapasitesi artırılmıştı. Bu renovasyondan sonra Türkiyenin en modern hastanelerinden biri haline gelen Dr. Rıdvan Ege Hastanesinin resmi açılışıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılmıştı. Hastaneye giderek artan ilgi, yeni açılan üniteler ve bunlara bağlı olarak artan hasta sayısının yarattığı büyük otopark sorunu 450 araçlık yeraltı otoparkı yapılarak kalıcı bir çözüme kavuşturuldu. Buna ek olarak yeraltı otoparkının içine bir de 440 kişilik çok amaçlı konferans salonu yapıldı.

“Üniversite Hastaneleri İçinde 450 Araçlık Tek Yeraltı Otoparkı”
Yeraltı otoparkının bu hastaneden hizmet alan ve hizmet veren herkesin hayatını kolaylaştıracağını belirten yüklenici firma Alp Karasar İnşaat Şirketi Genel Müdürü ve İnşaat Mühendisi İbrahim Karasar, otopark hakkında Sağlık Dergisi’ne bilgi verdi: “Bu yeraltı otoparkı üniversite hastaneleri içinde 450 araçlık tek yeraltı otoparkı olma özelliğini taşıyor. Hastanenin mevcut işleyişini aksatmamak için iyi bir planlama ve iş programı yapıldı ve uygulandı. Çoğunlukla 3 vardiya çalışılarak 3 buçuk ay gibi kısa bir zamanda yaklaşık 20 bin metrekare inşaat alanı tamamlandı. Yeraltı otoparkının içine bir de Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın adının verildiği 440 kişi kapasiteli çok amaçlı modern bir konferans salonu yapıldı. Salon malzeme, ekipman ve ses sistemi olarak simultane tercüme yapılabilecek şekilde donatılmış olup bunlara ek olarak müzik, tiyatro ve benzeri gösterilerinde yapılabileceği akustik ses sistemlerine de sahip. Şu anda konferans salonunun elektrik ve tesisat işleri tamamlanıyor. Otoparkın üstünde ferah bir yeşil alan olacak, gelen konukların salona direkt gireceği bir VIP girişi de yapılacak.”

Prof. Dr. Binnaz Ege Sağlık Meslek Yüksek Okulu 14 Mart’ta Hizmete Açılacak
Ufuk Üniversitesi yaptığı yeni tesis ve okullarla büyümeye devam ediyor. Prof. Dr. Rıdvan Ege ve Prof. Dr. Binnaz Ege tarafından yaptırılan meslek okulunun temelinin atıldığını kaydeden Karasar, Prof. Dr. Binnaz Ege Sağlık Meslek Yüksek Okulunun 14 Mart tarihinde açılacağını dile getirdi. Karasar, 5 katlı olan binanın 3 bin metrekare inşaat alanına sahip olduğunu, binada dersliklerin yanısıra laboratuvar, kafeterya ve idari hizmetler birimlerinin bulunacağı bilgisini verdi.

80 Bin Metrekarede 20 Binalı Yeni Kampüs
Ufuk Üniversitesinin İncek’te bulunan ve 80 bin metrekare inşaat alanına sahip arsasına bir kampüs yapılacağını belirten Karasar, “Kampüste araştırma uygulama hastanesi, spor salonu, öğrenci yurtları, yüzme havuzu, kafeler, spor salonu, antik tiyatro salonu, idari binalar ve üniversite binalarından oluşan toplam 20 bina yapılacak” dedi.

“Sağlık Sektörü Yeniliklere ve Gelişmelere En Açık Sektörlerden Biri, Bizde Bu Gelişmeleri Yakından Takip Ediyor Ve Projelerimizde Uyguluyoruz”
Alp Karasar İnşaat Şirketi Genel Müdürü İbrahim Karasar, firmaları hakkında da şunları kaydetti: “Firmamız yaklaşık 20 yıldır sağlık tesisleri yapmakta olup Sağlık Bakanlığının ve sektörün tanınan firmaları arasındadır. Başta Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi olmak üzere Türkiye’nin birçok yerindeki devlet ve üniversite hastanesinin binalarını, ameliyathanelerini, acil servis ve yoğun bakım ünitelerini yaptık. Sağlık sektörü sürekli gelişme kaydeden bir sektör, özellikle malzeme, ekipman ve hastane donanımı alanındaki tüm yenilik ve gelişmeleri takip ediyoruz ve bunları inşaat projelerimizde uyguluyoruz”.
Fiziki ortamın iyi olmasının hasta ve hastane çalışanları üzerinde pozitif bir etki yarattığını belirten Karasar, Sayın Sağlık Bakanının bu konularla bizzat ilgilendiğini, çok hassas ve başarılı olduğunu, buna bağlı olarak Bakanlığın Proje ve İnşaat Dairesinin mevcut gelişmeleri dikkatle inceleyerek hayata geçirilmesini sağlayacak düzenlemeleri yaptığını belirtti.


İşveren ve Yüklenici Arasındaki Uyum
Yaklaşık 25 yıldır inşaat sektöründe faaliyet gösterdiklerini ve 20 kişilik çekirdek kadroları ile kaliteli işler yaptıklarını belirten Karasar, bir projenin başarlı olmasındaki en önemli unsurlardan birinin de işveren ve yüklenici arasındaki uyum, işbirliği ve anlayış olduğunu söyledi. Ufuk Üniversitesi Yönetimi ile yakaladıkları uyumun kendilerini çok memnun ettiğini belirten Karasar, özellikle Ufuk Üniversitesi Kurucusu ve Mütevelli heyet başkanı Prof. Dr. Rıdvan Ege’nin özverili, heyecan dolu, enerjik kişiliğinin performanslarını artırdığını, kendilerinin de işlerini severek ve özveriyle yaptıklarını belirtti.
Yurtdışında da işler yaptıklarını belirten Karasar, en son Amerika Ordusuna Afganistan’da bir askeri hastane yaptıklarını, ISAF, Kızılhaç, Dünya Bankası ve benzeri kuruluşlara direkt yada dolaylı olarak kaliteli hizmetler verdiklerini belirtti.

27 Ocak 2011 Perşembe

ARTIK GÖREMEYECEĞİNİZ İĞNE OLMAYACAK!

Ultrasonografi cihazı eşliğinde çalışan SonixGPS özelliği ile hekimlerin biyopsi yaparken biyopsi iğnesinin ilerlediği bölümü çok net ve belirgin bir şekilde görebileceğini belirten Medusa Tıbbi Cihazları Firma Yetkilisi Aydoğan Fidanoğlu, kullanıcıya pratik bir kullanım konforu getirerek hata payını sıfıra indirdiğini söyledi.

Başta ultrasonografi sistemleri olmak üzere tıbbi cihaz ithalatı, satışı ve teknik servisi alanında hizmet veren Medusa Tıbbi Cihazlar tarafından ülkemize bu alanda en son teknolojinin getirmeye devam ettiklerini belirten firma yetkilisi Aydoğan Fidanoğlu, “Kanada üretimi olan Ultrasonix marka Ultrasonografi sistemlerinin Türkiye distribütörlüğünü yapmaktayız. Ultrasonix ultrasonografi sistemlerine yeni standartlar getirdiği gibi benzeri olmayan teknolojileri de bünyesinde barındırıyor” dedi.

SonixGPS (Guidance Positioning System)
Fidanoğlu şunları kaydetti: “Rehberlik etme ve konumlandırma olarak adlandırabileceğimiz bu sistem sayesinde biyopsi iğnesinin ilerlediği yolu net bir biçimde ultrason ekranında gördüğünüz gibi; daha ne kadar ilerlemeniz gerektiği konusunda operatörü asiste eden bir teknoloji. Ayrıca bu sistemde klasik transduserlere adapte edilen ataçman olmadığı için giriş açınızı bağımsız olarak siz belirlersiniz. Bu sistem ultrasonografi cihazı ile senkronize çalışan ve manyetik alan sağlayan “GPS Arm” ve üzerinde özel sensör bulunan transduser ile iğnenin nereye ilerlediğini gösteren guide içersindeki sensörden oluşuyor. Bu teknoloji yüzeysel amaçlı lineer probta kullanıldığı gibi daha derin bölgeler için abdominal probda da kullanılabiliyor.”

SonixGPS ultrason eşliğinde yapılan biyopsi esnasında kullanıcıya üst seviyede bir kullanım konforu ve pratiği getirdiğini ifade eden Fidanoğlu, “Alışılagelmiş yöntemde iğnenin ucunu ultrason ekranında belli belirsiz görebilirsiniz, bu aşamada kullanıcı daha çok tecrübesi ile hareket etmektedir, bu teknoloji Girişimsel Radyoloji, Meme biyopsilerinde, Anestezi dalında olduğu gibi ultrason biyopsisinin yapıldığı her alanda rahatlıkla kullanılabilecek” diye konuştu.

26 Ocak 2011 Çarşamba

KOCAELİ TIP KARDİYOLOJİ’DEN ÖNEMLİ BAŞARI

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Bölümü önemli bir başarı elde etti. Türk Kardiyoloji Derneği tarafından verilen “Kurum Uzmanlık Eğitimi Yeterlik Belgesi”ni almaya
hak kazanan Kardiyoloji Bölümü, düzenlenen törenle belge verildi.

2004 yılında kurulan ve bağımsız bir dernek olan Türk Kardiyoloji Derneği’nin temel amacı Kardiyoloji alanında Türkiye’de verilen eğitimin uluslararası standartlarda olmasıdır. Dört yılda bir seçimle belirlenen Yeterlik Kurulu Üyeleri ise bu görevin bilincinde olarak çalışmalarına devam etmektedir. Kurulda görevli olan Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Armağan Altun “Şu ana kadar 19 yazılı ve 9 sözlü sınav yaptık. 600’ün üzerinde uzman hekime bu yeterlik belgesini verdik. Bu yıl da belgemizi kurumlar bazında vermeye başladık. Başvuru yapan kurumlar arasında Başkent, Gazi, Trakya ve Kocaeli Üniversiteleri bu belgeyi almaya hak kazandılar” dedi.

“Kocaeli Üniversitesi Kardiyoloji Bölümü Bu Belgeyi Almaya Hak Kazandı”
Belgenin kurum ve hekimler için son derece önemli ve prestijli olduğunu ifade eden kurul üyelerinden Prof. Dr. Haldun Müderrisoğlu ise, “Bizler ‘Kardiyoloji eğitimi nasıl olmalı’, ‘uluslararası standartları nasıl elde edebiliriz’, ‘evrensel ilkeleri ne ölçüde takip ediyoruz’ gibi bir dizi soru etrafında kriterler belirledik. Bu kriterlere uyum gösteren kurumlar arasında da Kocaeli Üniversitesi Kardiyoloji Bölümü bu belgeyi almaya hak kazanmıştır. Bizlere sunulan raporların incelenmesinin ardından Ağustos 2010’da, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gelerek incelemelerde bulunduk. Öğretim üyesi ve öğrenciler ile görüştük, mekanın fiziksel açıdan, teknik açıdan, öğretim üyelerinin verdikleri eğitim açısından ve mezuniyet sonrası eğitimdeki çalışmalar açısından bu belgeyi almaya uygun olduğunu tespit ettik” diye konuştu.
Kardiyoloji uzmanlarının mesleki açıdan uluslararası standartları yakalamış ve alanlarında yetkin olduklarını ifade eden Prof. Dr. Müderrisoğlu, aday uzman hekimler için bundan sonrasında takip edilecek kriterlerin bunlar olacağını belirtti.


“Bu Belgeler Geleceğimizin Garantisidir”
Belge sunumundan sonra konuşan Prof. Dr. Demirci ise, tıp fakültelerinin genel sorunlarından kısaca bahsederek bu alanda kazanılan başarıların önemli olduğunu belirtti. Prof. Dr. Demirci “Her dönem çeşitli politikalar nedeniyle eğitim sistemimizde değişimler yaşanmaktadır. Bu değişimler çoğu zaman tıp eğitimini daha da zorlaştırmaktadır. Ancak uluslararası alanda eğitim verebildiğimizi gösterir bu belgelerin geleceğimize dair umut verdiğini söyleyebiliriz. Çünkü örneğin 2021 yılından sonra yurtdışında tıp eğitimine devam etmek isteyenler için düşünülen; mezun olunan fakültenin akreditasyona ne kadar sahip olduğu ve eğitim kalitesidir. Bir diğer ifade ile artık mezun olunan fakültenin denklik gösterilebilir olması ve evrensel standartlara ne kadar uyumlu olduğuna bakılacaktır. Düşünülen ve tasarlanan bu olunca da bu tip belgelerin kurumumuzda alınması bir anlamda geleceğimizin garantisidir. Özellikle asistan arkadaşlar ve doçentlik sınavlarına girecek hekim arkadaşlarımız için daha da önemlidir, çünkü eğitim kalitesini de gösterir bir belgedir aynı zamanda. Yoğun iş ve eğitim alanlarında bu tip çalışmalara giren ve bu belgeyi kurumumuza kazandıran tüm bölüm öğretim üyelerine teşekkür ediyorum” dedi.


“Çalışma Anlamında Pratik ve Teorik Bilgiyi Beraber Yürütmek Zorunda Olan Bir Bölümüz”
Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Dilek Ural, tıp fakültelerinin durumu ve verilen eğitime değinerek bölümün gerekliliklerine işaret etti. Hem pratik bilgi hem de teorik bilginin yan yana yürütülmesi ile başarının sağlanabileceğini belirten Prof. Dr. Ural “Bazen vaka sayısını fazla gören ama teorik bilgisi az olan, bazen de teorik bilgisi fazla ama vaka sayısı az olan hekimler olabiliyor. Biz bölüm olarak dahili ve cerrahi bilimler arasında ve çalışma anlamında pratik ve teorik bilgiyi beraber yürütmek zorunda olan bir bölümüz” dedi.

25 Ocak 2011 Salı

SAFRA YOLU KANSERİNDE “ENDOSKOPİK BRAKİTERAPİ”

Medicana International Ankara Hastanesi’nde Hepatogastroenteroloji Sempozyumu ve Endoskopi Workshop’u düzenlendi. Toplantıda Endoskopik Brakiterapi ile safra yolları kanserleri tedavisi hakkında güncel bilgiler verildi.

Hepatogastroenteroloji ve Endoskopi Workshop 2010 sempozyumu, Medicana International Konferans salon’unda yapıldı. Toplantıda gastroenteroloji, hepatoloji ve endoskopi alanındaki gelişmeleri ele alındı. Sempozyumda, çağımızın hastalığı reflü, mide asidini baskılayan “ proton pompa inhibitörü ilaçlar ve uzun dönemde kullanımları ile ilgili güvenlik sorunları, Türk toplumunda sıkça görülmeye başlanan inflamatuvar bağırsak hastalıkları, inflamatuvar bağırsak hastalığı ve irritabl bağırsak sendromu nedeni olarak önem kazanan gıda alerjileri, karaciğer transplantasyonu ve gastroenterolojide laboratuar testlerinin kullanımı gibi spesifik konulardaki son gelişmeler anlatıldı. Sempozyumda, girişimsel endoskopi konusunda deneyimli yabancı ve yerli endoskopi eksperlerinin uygulamalarını içeren canlı performanslar yer aldı. Endoskopi workshop’ta safra yolu ve pankreas hastalıklarının tanı ve tedavisinde kullanılan endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi (ERCP) yapıldı, kolon polipleri olan bir hastanın polipleri endoskopik olarak çıkartıldı.
Medicana International Ankara Hastanesi Medikal Direktörü Prof. Dr. Tümer Çorapçıoğlu açılış konuşmasında şunları kaydetti: “Medicana Hastaneler Grubu olarak; sağlık sektörünün ihtiyaçları doğrultusunda, geleceğe yönelik yaptığımız yatırımlar ve atılımlarla yolumuzda güvenli adımlarla ilerliyoruz. Uluslararası standartları benimseyen, çağdaş alt yapımız ve uzman ekibimizle birlikte Türkiye’ye gelişmiş ülke standardında hizmet vermenin gururunu taşıyoruz.”

Medicana International Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ülkü Sarıtaş ise şunları söyledi: “Gastroenteroloji, hepatoloji ve endoskopi alanındaki gelişmeler baş döndürücü bir hızla devam ediyor. Birçok sindirim sistemi hastalıklarında cerrahi yerine endoskopik girişimleri kullanıyoruz. Bu toplantıyı düzenlerken amacımız bir taraftan teorik bazda son gelişmeler ışığında teşhis ve tedavileri tartışmak bir taraftan da görsel olarak yaptığımız girişimsel endoskopik işlemleri canlı olarak meslektaşlarımızla paylaşmak.”

Endoskopik Brakiterapi ile Safra Yolları Kanserleri Tedavi Ediliyor
Sempozyuma Türkiye’nin her yerinden gastroenterologların katıldığını belirten Prof. Dr. Sarıtaş, Sağlık Dergisi’ne açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Sarıtaş şöyle devam etti: “Safra yolu kanserlerinde radyasyon tedavisinin endoskopik yolla stent içinden uygulandığı ve “endoskopik brakiterapi” olarak adlandırılan yöntemi ülkemizde ilk kez biz hastanemizde uyguladık. Daha öncesinde brakiterapi radyologlar tarafından karaciğer içerisinden yapılıyordu, bu yöntemle kanama riski oluyordu ve hasta için daha zor tolere edilmekteydi. Endoskopik yöntemle safra yolundaki tümörlü bölgeye metalik stent taktıktan sonra, stent içinden nasobiliyer dren dediğimiz bir ucu safra yolunda diğer ucu burundan çıkan ikinci bir dren takıyoruz. Radyasyon kataterini bu nasobiliyer dren içinden geçirerek hastaya herhangi bir ağrı veya sıkıntı vermeden kaç seans uygulayacak ise, o kadar seans tedavi yaptıktan sonra nasobiliyer dreni burundan çekip çıkartıyoruz. Böylece tümör küçülüyor. Hatta yok oluyor. Normal radyoterapide radyasyon dışarıdan verilirken safra yolu kanseri derinde olduğu için dışarıdan verilen radyasyon yeterince etkili olmuyor ve safra yoluna gelinceye kadar karaciğer gibi diğer dokuları da etkiliyor. Halbuki endoskopik brakiterapide radyasyon nasobiliyer dren ve stent içinden uygulandığı için, iki katlı bir güvenlik bariyeri oluşturulmuş oluyor. Böylece sadece safra yolundaki kanserli dokuda etkili oluyor, diğer dokularda herhangi bir olumsuz etki görülmüyor. Stent takmış olduğumuz içinde safra yolunda radyasyona bağlı nedbe dokusu gelişimine bağlı darlık oluşmasını da engellemiş oluyoruz. Brakiterapi rahim ve broş kanserlerinde de uygulanabiliyor. Uygulamanın hiçbir yan etkisi yok. Radyasyon maddesi vücuttan yarılanma ömrünü tamamlayarak yok oluyor.”


“ABD’de İlaç Harcamasının, Yüzde 50’si Endikasyonsuz Kullanım Kaynaklı”
Reflünün her 4 erişkin kişiden birinde görüldüğünü bildiren Prof. Dr. Sarıtaş, “ Obezite, gece geç saatte yemek yeme, stres, sigara, kahve, çikolata, cips ,gazlı içecekler gibi bazı yanlış beslenme alışkanlıkları reflüye neden oluyor. Reflüde, proton pompa inhibitörü ilaçları kullanıyoruz. Ancak gereksiz ilaç kullanımına dikkat etmek gerekiyor. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre 26 milyar dolar ilaç harcamasının, yüzde 50’si endikasyonsuz kullanımdan kaynaklanıyor. Tedavide ise öncelikle hastalarımıza yaşam tarzlarını düzeltilmeleri, kilo vermeleri ve reflüye yol açan yanlış beslenme alışkanlıklarından vazgeçmelerini öneriyoruz. Verilen ilaçları düzenli kullanmaları özellikle önemli. Reflü beraberinde mide fıtığı var ise bu hastalarda cerrahi tedavi bir seçenek” dedi.

“Gebelerde Hiperemez İle Birlikte Reflü Daha Sık Görülüyor”
Reflünün gebelerde büyük sorun oluşturduğunu hatırlatan Prof. Dr. Sarıtaş, “İlaç kullanımı gebeliğin ilk üç ayında fetüse zarar verebilir. Gebelerde yaşam tarzı önlemleri yanında antiasit denilen midenin asitini hemen yok eden ilaçları kullanıyoruz, yanıt alınmazsa kontrollü şekilde proton pompa inhibitörleri kullanılabilir. Gebelerde hiperemezis ile birlikte reflü daha sık görülüyor” diye konuştu.

24 Ocak 2011 Pazartesi

TÜRKİYE’NİN SAĞLIK HARİTASI, AB İLE KARŞILAŞTIRILDI

Türkiye’de Sağlık Eğitimi ve Sağlık İnsangücü Durum Raporuna göre toplam 111 bin 211 doktor bulunan ülkemizde, hava ve uzay hekimi, iş ve meslek hastalıkları ile mikoloji uzmanı olarak aktif çalışan birer doktor var. Raporda Türkiye’nin diğer ülkelerle uzman hekim sayıları da karşılaştırıldığında ülkemiz, ruh sağlığı ve hastalıkları, gastroenteroloji, romatoloji, metabolizmal hastalıklar, cerrahi onkoloji uzmanı ile fizyoterapist ve aktif çalışan hemşire sayısında son sırada yer aldı.

Sağlık Bakanlığı, YÖK ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın hazırladığı Türkiye’de Sağlık Eğitimi ve Sağlık İnsangücü Durum Raporu açıklandı. Rapordan çarpıcı sonuçlar çıktı. Kurumların ortak çalışması sonucu hazırlanan verilerle, toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesinin hedeflendiği belirtildi.

Bir Öğretim Üyesine Düşen Öğrenci Sayısı 3,9
Tıpta uzmanlık eğitimi veren kurumların 2010 yılı sonuçlarına göre tıp fakültesi sayısı 74, Sağlık Bakanlığına bağlı 61 eğitim ve araştırma hastanesi yer alıyor. Diş hekimliği fakültesi sayısı 31iken eczacılık fakültesi sayısının 19 olduğu belirtildi. Ülkemizdeki tıp fakültesindeki öğrenci sayısı 35 bin 454, öğretim üyesi sayısı ise 8 bin 695 olduğu açıklanan raporda, bir öğretim üyesine düşen öğrenci sayısının 3,9 olduğu kaydedildi.
Hava ve Uzay Hekimi, İş ve Meslek Hastalıkları ve Mikoloji Uzmanı Türkiye’de Bir Tane
Araştırmaya göre Türkiye’de halen 31 bin 978’i pratisyen, 58 bin 258’i uzman ve 20 bin 975’i tıpta uzmanlık eğitimine devam eden olmak üzere toplam 111 bin 211 hekim bulunuyor. Türkiye’nin branşlara göre hekim oranlarını ve illerdeki doktor sayılarını ortaya koyan araştırmaya göre; hava ve uzay hekimi, iş ve meslek hastalıkları uzmanı ve mikoloji uzmanı olarak Türkiye’de aktif çalışan birer kişi var. Raporda Türkiye’nin diğer ülkelerle uzman hekim sayıları da karşılaştırıldı. Buna göre Türkiye, ruh sağlığı ve hastalıkları, gastroenteroloji, romatoloji, metabolizmal hastalıklar, cerrahi onkoloji uzmanı ile fizyoterapist ve aktif çalışan hemşire sayısında son sırada yer aldı.

Manyetik Rezonans (MR) Sayısı 80, Tomografi Cihazı Sayısı 23
Ülkemizde mevcut tıp ve diş hekimliği fakültelerinde bulunan cihaz ve donanım durumları ise şöyle; üniversitelerin bünyesinde yer alan hastanelerde toplam yatak sayısı 34 bin 42, yoğun bakım yatak sayısı 4 bin 19, ameliyat salonu sayısı 804, eğitimde kullanılan binoküler mikroskop sayısı 6 bin 760, kadavra sayısı ise 188’dir. Ayrıca hem eğitim hem de tanı ve tedavi hizmetlerinde kullanılan Manyetik Rezonans (MR) sayısı 80, Tomografi Cihazı sayısı 23, Bilgisayarlı Tomografi (CT) cihazı sayısı 98 ve Polarize Emisyon Transmisyon Computerize Tomografi (PET/CT) cihazı sayısı ise 9 olduğu belirtildi. Tıp fakültelerinin 7’sinde klasik, 36’sında entegre, 9’unda karma yöntemle, 4’ünde de probleme dayalı öğretim (PDÖ) yöntemiyle eğitim verildiği kaydedildi.
Diş hekimliği fakültelerinde ise, toplam 2 bin 414 diş ünitesi bulunduğu ve 9’unde klasik, 7’sinde entegre, 5’inde karma yöntemle, 1’inde de probleme dayalı öğretim (PDÖ) yöntemiyle eğitim verildiği belirtildi.


2009 Yılında Toplam 8 Bin 902 Makale Yayınlandı
Tıp fakültelerinde tam gün statüsünde çalışan öğretim üyelerinin 2009 yılı SCI kapsamındaki dergilerde 8 bin 621, SSCI kapsamındaki dergilerde 241 ve AHCI kapsamındaki dergilerde ise 40 makale yayımlandığı belirtildi. Bu veriler diş hekimliği fakülteleri için SCI kapsamındaki dergilerde 684, SSCI kapsamındaki dergilerde 8 makale olarak yer aldığı kaydedildi.


Akademik Personelin ve Öğrencilerin Sayısal Durumu
Sağlık alanında eğitim veren fakülte ve yüksekokullardaki akademik personel sayısı ile ilgili rapora göre, 2009-2010 yılı öğrenci kontenjanları ve toplam öğrenci sayıları Haziran 2010 kayıtlarına göre tıp fakültelerinde 4 bin 845’i Profesör, 2 bin 251’i Doçent, 2 bin 513’ü Yrd. Doçent olmak üzere toplam 9 bin 609 olduğu kaydedil. Diş hekimliği fakültelerinde 497’si Profesör olmak üzere 168’i Doçent, 321’i Yrd. Doçent olmak üzere toplam 986 iken eczacılık fakültelerinde ise 222’si Profesör, 103’ü Doçent, 164’ü Yrd.Doçent olmak üzere toplam 489 öğretim üyesi görev yaptığı iletildi.
2009-2010 eğitim ve öğretim yılında sağlık alanında eğitim veren fakülte ve yüksek okullara ayrılan toplam 7bin 536 kontenjan ayrılırken 35 bin 781 mevcut öğrenci olduğu belirtildi.
Diş Hekimliği fakültesinde 6 bin 453, Eczacılık Fakültesi 5 bin 151, Sağlık Bilimleri Fakültesi 9 bin 528 ve bazı yüksek okullar dahil olmak üzere toplam kontenjan 31 bin 925 iken mevcut öğrenci sayısı 112 bin 714 olduğu bilgisi verildi.


Türkiye’de 100 Bin Kişiye Düşen Hekim Sayısı, AB Üyesi Ülkeler Ortalamasının Yarısından Daha Az
Raporda, Türkiye’de ve AB üyesi ülkelerde 100 bin kişiye düşen hekim sayısı karşılaştırıldığında, bu sayının AB üyesi ülke ortalamasında 322, Türkiye’de ise 153 olduğu belirtildi. Türkiye’deki 100 bin kişiye düşen hekim sayısı AB üyesi ülkeler ortalamasının yarısından daha az olduğu kaydedildi.

23 Yılda Tıp Fakültesi Sayısı 2,5 Kat Arttı
1986-1987 öğretim yılından bu yana Türkiye’de tıp fakültesi sayılarında ve bu fakültelerdeki öğretim üyesi sayılarında önemli ölçüde artış sağlandığı kaydedilen Rapora göre, 23 yılda tıp fakültesi sayısı 2,5 katı arttığı, öğretim üyesi sayısının da 4 katına ulaştığı belirtildi. Yeni alınan öğrenci sayısında ancak yüzde 30’luk bir artış sağlanabildiği bildirildi.



Fiziki Altyapı ve Eğitim Kadrosu Artarken Öğrenci Sayısında Artışı Çok Az Oldu
2008-2009 öğretim yılında tıp fakültesi sayısı 56 iken, öğretim üyesi sayısının 8 bin 695 yeni kayıt yaptıran öğrenci sayısının ancak 6 bin 655’e çıkabildiği belirtilen Raporda, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 4’e düştüğü vurgulandı. Fiziki altyapı ve eğitim kadrosu artarken öğrenci sayısında artışın çok az olduğu bildirildi. Bunun yanında bazı Avrupa ülkelerindeki tıp fakültelerinde öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayıların da, ülkemizdeki rakamın bu Avrupa ülkelerinin çoğundan daha düşük olduğu kaydedilen araştırmada, ülkemizdeki tıp fakültelerinde şu andaki öğrenci sayısının çok daha üstünde öğrenci yetiştirilebilecek fiziki şartlar ve öğretim üyesi mevcut olduğu sonucuna ulaşıldı.


Pratisyen Hekim Sayısı da Düşük
Haziran 2010 itibariyle Türkiye’de toplam 31 bin 978 pratisyen hekim aktif olarak çalıştığı ve Türkiye’de 100 bin kişiye düşen pratisyen hekim sayısının, Avrupa Bölgesindeki ülkeler ortalamasına göre de AB üyesi ülke ortalamalarına göre de geride olduğu belirtildi.

TUS Kontenjanlarında Grafik Zigzag Çiziyor
Tıpta uzmanlık eğitiminde 1999 yılından 2002 yılına kadar kontenjanlarda düzenli bir artış görülürken, 2003 yılında bir önceki yıla göre azalma olduğu, 2004 yılında tekrar eski artış seyrini sürdürdüğü ve 2006 yılında tekrar azaldığı bildirildi.

Diş Hekimliğinde Öğretim Üyesi Başına Düşen Öğrenci Sayısı 7,1 İken 6,4 Oldu
Rapora göre; diş hekimliği fakültesi sayısı 2008-2009 öğretim yılında 31’e yükselmiş olup bunların 19 tanesinde eğitim verildiği bildirildi. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 7,1 iken 6,4 olduğu ve ülkemizde aktif olarak çalışan 19 bin 264 diş hekimi bulunduğu bilgisi verildi.


Aktif Çalışan Eczacı Sayısı Toplam 25 Bin 38
Eczacılık fakültesi, 2008-2009 öğretim yılında fakülte sayısı 12, öğrenci sayısı 4 bin 896 ve öğretim üyesi sayısı 747 olduğu açıklanan araştırmaya göre, bir öğretim üyesine düşen öğrenci sayısı ise 10 iken 10,8 olduğu kaydedildi. Aktif çalışan eczacı sayısının toplam 25 bin 38 olduğu belirtildi.


Türkiye Ebe ve Beyin ve Sinir Cerrahisinde Dünyada 5. Sırada
Araştırmaya göre, hemşire sayısında yetersiz olan Türkiye ebe sayısıyla dünyada 5. sırada yer alıyor. Çoğu uzmanlık alanında geride yer alan Türkiye beyin ve sinir cerrahisinde de dünyada 5. sırada yer alıyor. Raporda illerdeki uzman doktor sayıları da yer aldı. Buna göre en fazla uzman doktor 12 bin 938 ile İstanbul’da, en az uzman ise 36 ile Bayburt’ta.

23 Ocak 2011 Pazar

GIDA DUYARLILIK SAPTAMASINDA YENİ TEST DÖNEMİ BAŞLADI

Gıda Alerjisi ile Gıda duyarlılık (intoleransı) sıklıkla birbiriyle karıştırıldığını belirten Özel TOBB ETÜ Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Doç Dr. Abbas Taner, Gıda Alerjilerinde hastanın bağışıklık sisteminin hemen reaksiyon verdiğini, ancak Tip 3 Alerjisinde meydana gelen reaksiyonun çok geç olduğunu söyledi.

Dünyada beslenme kaynaklı sorunlar gün geçtikçe artmaktadır. Bu sorunun en sık nedeni, sağlıksız koşullarda üretilen ve uzun süre bekletilmiş gıdaların özellikle hormonlu ve fermente olmuş olanların insanlara sunulmasından kaynaklandığını belirten Özel TOBB ETÜ Hastanesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Doç Dr. Abbas Taner, “2007– 2008 yılları arasında gerçekleştirilmiş çalışmalar da göstermiştir ki, Türkiye’ de her yıl binlerce kişi yetersiz ya da dengesiz beslenme sonrası birçok sağlık sorunu ile karşı karşıya kalmaktadır. Bir süredir gündemde olan ve birçok araştırma yapılan Tip 3 Alerji (Gıda Duyarlılığı / Gıda İntoleransı) da beslenme kaynaklı sorunlardan biridir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’ne göre dünya nüfusunun yarısında Tip 3 Alerji bulunmaktadır. Bu durum, obezite, IBS (Irrıtable Bağırsak Sendromu), hipertansiyon, astım, kronik yorgunluk, depresyon, egzama, deri döküntüleri, şiddetli mide-barsak problemleri gibi birçok hastalık ve şikayete neden olabilmektedir. WHO buna benzer şikayetlerin giderek artacağını öngörmektedir” dedi.

“Tip 3 Alerji ile Gıda intolerans Sıklıkla Bir biriyle Karıştırılıyor”
Vücudun bağışıklık sisteminin çok önemli olduğunu hatırlatan Doç Dr. Taner, “Bu durum bakteri, virüs, mantar ve parazitlerin yol açabileceği enfeksiyonların oluşmasını engeller. Fakat yediğimiz herhangi bir gıdaya karşıda bağışıklık sistemi harekete geçebilir. Gıdalara karşı vücudun vermiş olduğu olumsuz yanıt normalde zararsız olarak bildiğimiz gıdalar tüketildiğinde dahi meydana gelebilir. Bu olumsuz bağışıklık sistemi yanıtı 2 şekilde değerlendirilebilir; Tip 3 Alerji ile gıda alerjisi sıklıkla birbiriyle karıştırılmaktadır ve gıda duyarlılığına, gıda alerjisine oranla daha sık rastlanmaktadır. Tip 3 Alerjine bağlı oluşan rahatsızlıklar, bazen alerjiye bağlı oluşan rahatsızlık ve semptomlara benzeyebilmenin yanı sıra alerjiden farklı olarak bazen saatler hatta günler sonra ortaya çıkabilmektedir” dedi.

“Tip 3 Alerjisinde Immunglobulin G (IgG) Antikorlarına Bağlı Olarak Yanıt Oluşur”
Tip 1 Alerjisinde, gıda tüketildikten hemen sonra bağışıklık sistemi yanıtı oluşmasının yanı sıra yanıt Immunglobulin E (IgE) antikorlarına bağlı olduğunu hatırlatan Doç Dr. Taner, “Kişiler çoğu zaman kendileri teşhis koyabilirler. Örneğin hastalarınızdan gelen şikayetlerde çileğe karşı alerji söz konusu ise çilek yer yemez şiddetli öksürük, deride kızarıklık, kaşıntı, solunum sıkıntısı gibi belirtileri söyleyebilir. Hasta, sorunun çilekten kaynaklandığını teşhis edebilir. Ancak gıda duyarlılığında yanıt bu şekilde oluşmaz. Tip 3 Alerji, Immunglobulin G (IgG) antikorlarına bağlı olarak savunma sisteminin oluşturmuş olduğu bir yanıttır ve çoğunlukla semptom ve şikayetler alerjiye göre daha uzun sürelerde görülür. Bu sebeple kişiler problemin yedikleri hangi gıdadan kaynaklandığını bulmakta zorlanırlar. Gıda duyarlılık alerjisinde belli bir gıdanın direkt olarak alınmaması kişinin şikayetinin ortadan kalkmasına neden olmayabilir. Bu gıdanın başka gıdalarla birlikte alınması aynı reaksiyonlara neden olabilir” diye konuştu.

“Tip 3 Alerjisi, Spesifik IgG ile Tayin Edilebiliyor”
Eski yöntemlerle, Tip 3 Alerjisine bağlı olarak genellikle hangi gıdanın semptom ve birtakım şikayetlere sebep olduğunu anlamak için gıdalar teker teker denenerek bulmaya çalışıldığını kaydeden Doç Dr. Taner, “Fakat birden çok besin veya besin kombinasyonu problem yaratıyorsa bu besinleri bulmak imkansızlaşır ve hasta hayatı boyunca nedenini anlayamadığımız rahatsızlıklar veya şikayetlerle yaşamak zorunda kalırdı. Bu sebeple artık yeni nesil gıda duyarlılık testleri, birçok besine karşı spesifik IgG tayini ile hangi gıdaya karşı duyarlılık olduğunu saptayabiliyor. Başka bir değişle hastanın kanında hangi gıda antijenine karşı antikor olduğunu saptamak mümkündür. Gıdaya spesifik IgG’nin belirlenmesi, enflamasyondan sorumlu gıdanın tespitini mümkün kılar ve yalnızca bu gıdadan uzak durmak bile hastalığın sebebine yönelik bir tedavi oluşturur. Gıdaya spesifik IgG’nin belirlenmesi etiyolojisi bilinmeyen tüm kronik enflamatuar hastalıklarda önerilmelidir. Irritable bağırsak Sendromu’da besin intoleransından kaynaklanabilir. Bunun sonunda hastaya özel olarak hazırlanmış gıda duyarlılığı raporu çıkarılıyor. Her hastaya özel hazırlanan rapora göre beslenme ve diyet uzmanı tarafından verilerek, eliminasyon veya rotasyon diyeti ile şikayet ve semptomların azaldığı görülüyor” şeklinde konuştu.

“5 mikro litre Serumla 221 Farklı Gıda Antijenini Araştırmak Mümkün”
Doç Dr. Taner şunları kaydetti: “Microarray (Microarry) çalışma prensibine göre çalışan Gıda Duyarlılık testi ile 5 mikro litre serumla sadece 1x1 cm’lik alanda 221 farklı gıda antijenini araştırmak mümkün. Test sonucu hastanın kanındaki antikor konsantrasyonuna göre üç grupta değerlendirilir. Özet rapor, tüm sonuçları içeren veriler ve hangi gıdaları tüketmemesi veya belirli bir süre yememesi tavsiye eden rapor yer alır.”

20 Ocak 2011 Perşembe

“KIKIRDAK HÜCRESİ NAKLİNİ TÜRKİYE’DE SAYILI HEKİM YAPIYOR”

Kıkırdak Harabiyetlerinde uygulanan yöntemler hakkında Sağlık Dergisi’ne bilgi veren Almanya Giessen Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekim Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Erhan Başad, yurt dışında uygulanan “kıkırdak hücresi nakli ya da tamiri” yönteminin Türkiye'de sayılı hekim tarafından yapıldığını belirtti.

Dizdeki kıkırdak harabiyetinin tedavisi, Almanya'da özel eğitim alan birkaç hekim tarafından Türkiye'de de uygulanıyor. Bu yöntemle hastanın vücudundan biyopsi ile doku alınıyor. O dokudaki hücreler laboratuvarda çoğaltıldıktan sonra hastaya naklediliyor. Uzmanlar, daha önceki tekniklere göre önemli avantajlar sağlayan yöntem sayesinde, hastaların yürüme sonrası dizde ağrı ve şişlik şikayetinin ortadan kalktığını ve belli bir aşamadan sonra ileride artrozun önlenerek dize protez ihtiyacı ihtimalinin azaldığını belirtiyor.

“Kıkırdak Harabiyetlerinde Kıkırdak Nakli ya da Tamiri Yapılıyor”
Kıkırdak hücresi nakli cerrahisi alanında başarılı operasyonlar gerçekleştiren Almanya Giessen Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekim Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Erhan Başad, kıkırdağın herhangi bir hasar ya da yaralanma olduğunda kendisini tamir etme veya yenileme özelliğine sahip olmadığını söyledi. Vücuttaki derinin çok ağır olmadığı sürece kendini yenileyebildiğini, kemik yoğunluğunun bazı tedavilerle artırılabildiğini, ancak kıkırdağın kendisini yenileyemediğini belirten Başad, bu nedenle kıkırdak harabiyetlerinde kıkırdak nakli ya da tamirine yönelik önemli çalışmalar yapıldığını kaydetti.
Bu alanda yaptığı araştırmalarla alanında dünyaca tanınan hekimler arasında yer alan Başad, kıkırdak nakli ve kıkırdak tamirinin, ortopedi dalı içinde henüz yeni işlenmeye başladığını dile getirdi.

“Yaralı Kıkırdak Bölgesi Eskidikçe, Kireçlenme veya Artroz Denilen Hastalığa Yol Açıyor”
Kıkırdak harabiyetinin en sık spor yaralanmaları sonrasında ortaya çıkan ve genellikle dizde görülen yaralanmalarda uygulandığını vurgulayan Başad, genellikle genç yaştaki sporcularda görülen menüsküs veya çapraz bağ yırtılmalarında, eklemdeki kıkırdak dokunun da zedelendiğini söyledi. Başad, bu gibi durumlarda kıkırdak dokusuna erken müdahale gerektiğini belirtti.
Yaralı kıkırdak bölgesinin eskidikçe, kireçlenme veya artroz denilen hastalığa yol açtığını dile getiren Başad, kireçlenme ile birlikte kıkırdaktaki harabiyetin daha da ilerlediğini ve bir süre sonra kişinin sorun yaşanılan bölgeyi kullanmakta zorlanabileceği uyarısında bulundu. Başad, bu tür vakalarda tamire teşvik, kıkırdak nakliyle tamir veya çoğaltılmış kıkırdak hücreleriyle rejenerasyon tekniklerinin uygulandığını söyledi.

Mikrokırık Yöntemi, Kıkırdak Dokusu Nakli ve Kıkırdak Hücresi Nakli
Başad şunları kaydetti: “Mikrokırık yöntemiyle, zedelenmiş kıkırdak temizlendikten sonra altındaki kemiğe küçük delikler açılıyor ve kanayan bölgeye kemikte bulunan kök hücreleri yerleşerek bir tamir dokusu oluşturuluyor. Bu yöntem özellikle küçük çaptaki defektler için yararlı oluyor. Kıkırdak dokusu naklinde ise kemik ve kıkırdaktan oluşan parçalar bir yerden alınarak sorunlu olan bölgeye naklediliyor. Teknik daha çok küçük çaptaki defektler için uygun oluyor. Tedavide üçüncü yöntem olan doku çoğaltılarak kıkırdak hücresi naklidir. İlk olarak hastanın vücudundan biyopsi ile insan vücudunda kendiliğinden çoğalmayan kıkırdak dokusundan, az bir miktar alınıyor ve o dokudaki hücreler özel bir laboratuvarda çoğaltılıyor. Ardından hastaneye geri gönderilerek hastaya naklediliyor. Büyük yaralanmalarda oldukça başarılı olan tedavinin ismi otolog (hastaya ait) kondrosit transplantasyonudur.”

“Eski Yöntemde Kıkırdağın Alındığı Yerde Defekt Denilen Bir Bozukluk Oluyordu”
Tekniklerin uygulanabilmesi için hastanın 45 yaşının altında olması gerektiğini belirten Başad, kıkırdaktaki yaralanmanın izole ve etrafının sağlıklı kıkırdak dokusuna sahip bulunması gerektiğini vurguladı. Bu teknolojiden önce hastalardan silindir seklinde kıkırdağın alınarak (osteokondral transplantatsyon) defektli yere mozaik (Mozaikplasti) gibi yerleştirildiğini kaydeden Başad şu bilgileri verdi: “Ancak, eski yöntemde kıkırdağın ve kemiğin birleşik bir şekilde alındığı yerde defekt denilen bir bozukluk oluyordu. Bu da hastada yine şikayetlere yol açıyordu. Yürüme sonrası dizde şişme ve ağrı görülüyordu. Kıkırdak dokusunun kendisinde acı hissi olmadığından bu şikayetler genellikle spor sonrası ortaya çıkıyordu. Otolog kıkırdak hücresi nakli sonrasında hastalarda bu şikayetler gözükmüyor. Hücreler bir kolajen dokusuna ekilip ikinci bir ameliyat ile defektin içine yerleştiriliyor. Bu hücreler yeni bir kıkırdak dokusunun oluşmasında yardımcı oluyor Daha önceki tekniklere göre önemli avantajlar sağlayan yöntemle, hastaların yürüme sonrası dizde ağrı ve şişlik şikayeti ortadan kalkıyor. Daha önce dizinden operasyon geçirmiş kişiler için de aranılan koşullar mevcut olması halinde bu bir şanstır. Eskiden kıkırdak zedelenmesi olduğunda atroskopik müdahale ile temizleniyordu. Stabil olmayan dejenere kıkırdak bölgeleri alınıyordu. Ancak bu durumda da orada bir krater oluşuyordu. Bunu asfalt bir yolda oluşan çukur gibi düşünebilirsiniz. Müdahale ne kadar geç kalınırsa o çukur gittikçe büyüyordu. Sonuçta hastada ilerleyen dönemde ileri derecede kireçlenme oluyor ve protez ihtiyacı doğuyordu. Hasta, yürümekte güçlük çekmiyor, şiddetli ağrı şikayetleri oluyor ve diz şişerek, sıkıntı yaratıyordu. Eklemleri metabolik olarak tahrip eden genel romatizmal hastalıkları olanlara, söz konusu eklemin şeklinin bozuk olması ya da ostroatrozu (ileri kireçlenme) bulunan hastalara tekniğin hiçbir koşulda uygulanması mümkün olmuyor.”

“Bu Yöntem Türkiye'de Çok Yeni ve Bu Alanda Kendini Yetiştiren Sayılı Hekim Var”
Kıkırdak nakli ya da tamiri yapılan hastaların, eski tekniklerinin uygulandığı hastalara göre önemli avantajlara sahip olduğunu belirten Başad, “Bunlar kesin olarak bilimsel anlamda henüz ispatlanmadı, ancak ispatlanan şu ki, genç yaşta kıkırdak zedelenmesi ve yaralanması geçiren insanlar daha erken yaşta artroz oluyor ve protez ihtiyacına gereksinim duyuyor. Bizim amacımız ise genç yaşta bunu önlemek. Teknik de bu imkanı sağlıyor. Bu yöntem Türkiye'de çok yeni, son iki yıldır bu alanda kendini yetiştiren sayılı hekim tarafından yapılıyor. Avrupa ve Amerika’da ise 10 yıldır başarılı bir şekilde uygulanıyor. Kıkırdak zedelenmesi dendiğinde, birçok insan başvuruda bulunuyor. Doğru endikasyonlar, doğru olguda kullanılmalı. Çünkü tedavi oldukça pahallı” dedi.