25 Ağustos 2009 Salı

ÖZEFAGUS ATREZİSİ

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ile ODTÜ’nün ortak çalışması, yeni doğan bebeklerde rastlanan özefagus atrezisi hastalığında yapılan cerrahi operasyon sonucunda oluşan yaraların çabuk iyileşmesi üzerine yürütüldü.

Bebeklerde görülen ve doğumsal bir hastalık olan özefagus atrezisi hastalığında, yemek borusunun belirli bir kısmının olmadığını belirten Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Dindar, yemek borusunun olmayan kısmı ile diğer ucunun birleştirilmesi ile yapılan ameliyatlarda kanlanma bozukluğu gibi çeşitli sebeplerle yara iyileşmesinin uzun zaman alabildiğini kaydetti.

“Bebek Doğduğunda İlk 6 Saat İçerisinde Teşhis Edilmeli”
Özefagus atrezisi tanısının konulması ile ilgili Prof. Dr. Dindar şunları söyledi: “Bebek doğmadan önce yapılan ultrason ografisinde yemek borusunun üst kısmının çok geniş olduğunun görülmesi ile teşhis konabiliyor. Bebek doğduğunda tükürüğünü yutamama, morarma ve ağladığında morarmada artış gözlenir. Yemek borusuna hava kaçtığı için karnında şişlik oluşur. Bu tip belirtiler görüldüğünde bebek incelenmelidir. Genelde atlanıyor ve ev halkından büyükler durumdan şüphelenip, hastaneye getiriyor. Bebek doğduğunda ilk 6 saat içerisinde teşhis edilenlerde akciğerde pneumoni gelişmeden müdahale edildiği için daha iyi sonuçlar alınıyor. Yemek borusunun iki ucu arasındaki mesafenin uzun olduğu durumlarda gergin yaklaşan uçların kanlanma azlığı nedeni ile yara iyileşmesi yetersiz olabilmektedir.Bu gibi vakalarda yara iyileşmesinin hızlandırılması önem kazanıyor.”


Taşıyıcı Sistem
Yara iyileşmesini hızlandırmak amacıyla ODTÜ’de geliştirilen malzemeyi kullandıklarını, biyoaktif moleküller ve büyüme faktörleri içeren bu malzemenin uygulama bölgesinde uzun süreli etki sağlandığını ifade eden Prof. Dr. Dindar, “Geliştirilen bu malzemeler ile, yara iyileşmesi hızlanarak cerrahi uygulamadan belli süre sonra kendiliğinden erimekte ve bebeklerin daha çabuk iyileşmesini sağlamaktadır. Hayvanlar üzerinde elde ettiğimiz olumlu gelişmeler henüz hastanelerde uygulanmamakta. İnsana uygulanabilir taşıyıcı sistem oluşturulduğunda bebeklerde de kullanılmaya başlanacaktır.” şeklinde konuştu.

Yara İyileşmesinde Kolaylık
Cerrahi müdahalelerde sıkça karşılaşılan sorunlardan biri yara iyileşmesidir. Yara iyileşmesinin hızlı bir şekilde sonuçlanması için araştırma yürüten Prof. Dr. Dindar, iyileşmede büyüme hormonlarının etkisi üzerine araştırma yürüttüklerini kaydetti. Prof. Dr. Dindar, “Yara iyileşmesinde belirli büyüme hormonlarının etkilerini araştırıyoruz, bu tür çalışmalarımız çeşitli bölümlerle ortak yürütülüyor. Malzemelerin hazırlanması ODTÜ Kimya Bölümünden Prof. Dr. Nesrin Hasırcı tarafından yapılırken dokuların incelenmesi ise Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji Bölümünden Prof. Dr Nurşen Saraç tarafından yürütüldü.” dedi.

“Normalin 2-3 Katı Daha Hızlı Yara İyileşiyor”
Özellikle mide bağırsak sisteminde yara iyileşmesinin çok zor olduğunu belirten Prof. Dr. Dindar, “Özefagus (yemek borusu) ve kolon (kalınbağırsak)’un her ikisinde de yara iyileşmesinin yetersiz olması nedeniyle cerrahi karmaşalar oluşur. Bu bakımdan yara iyileşmesini hızlandırmak, güçlendirmek önem kazanıyor. Yemek borusu bozukluklarında, ilaç taşıyıcı sistemler kullanıyoruz. Malzemelere düşük dozda büyüme faktörleri ekleniyor ve bu malzemeler lokal uygulanıyor. Bu bağlamda deneysel araştırma ve hayvan yetiştirme laboratuarında, sıçan kullanılarak bir yılda 24 adet çalışma gerçekleşti. Hayvanlarda 1 cm’lik özefagus segmenti çıkarılarak uç uca özefagus anastomozu yapıldı. Kontrol, taşıyıcı sistem ve hormon yüklü taşıyıcı çalışma grupları oluşturuldu. Yara iyileşmesi için kullanılan sistemler ODTÜ’de geliştirildi. Biyo-uyumlu polimerik malzemelerden film halinde hazırlanan bu sistemlere farklı dozlarda aktif madde eklendi. Bazı filmler ise, ilaçların etkisini kontrol edebilmek amacıyla, boş bırakıldı. Çalışmalardan bir tanesinde, rat özefagusunda bütünlüğü bozup yeniden anastomoz yaptıktan sonra yara bölgesine belirli dozda fibroblast büyüme faktörü içeren yara örtüleri konuldu. Amaç, bu örtüler kullanılarak yara iyileşmesi zayıf olan bu organdaki iyileşmeyi hızlandırmaktı. Bu çalışmada, normalin iki- üç katı daha hızlı yemek borusunda darlığa neden olmadan, yara iyileşmesi sağlanabildiği görülmüştür. Bu da önemli bir çalışmadır. Aynı etkiyi sağlayabilmek için damar yoluyla yada periton içine aynı hormonu verdiğiniz zaman çok daha yüksek oranda hormon kullanmak gerekiyor. Halbuki ilaç taşıyıcı sistem ile daha düşük miktardaki hormonun belirli bir dozda salımı sağlanarak devamlı ve güçlü etki yaratılmış ve yara iyileşmeyi hızlandırılmıştır. Bu tedavi tüm cerrahi alanlar için geçerli.” bilgisini verdi.

3 Farklı Grup İncelendi
Çocuk hastalıkları bölümünden gelen özofagus anastomozunda FGF’nin etkisini araştırdıklarını kaydeden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr Nurşen Saraç, “3 farklı grup araştırılarak, yapılan anastomozda dokunun yenilenmesine etkisi özellikle değerlendirilmek üzere parçalar rutin histolojik tekniklerle hazırlandı. Sonuç olarak özellikle FGF uygulanan grupta kollajen birikimini gerek submukozada gerekse de kas katında diğer gruplara göre daha belirgin olduğu saptandı. Bunun istatistiksel dağılımı ile de somut olarak yayında belirtildi. Preklinik olarak çalışmaya katkımız, parçalarısağlıklı bir şekilde takip edip görüntüleyerek görüntüleri de tüm dokuları tarayarak ve kıyaslı skorlama yaparak değerlendirip istatistiksel hale getirdik.” dedi.

20 Ağustos 2009 Perşembe

SGK’DA HEDEF EN İYİSİ

Sosyal Güvenlik Kurumu’nda yapılan son yenilikleri konuştuğumuz SGK Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürü Op. Dr. Sami Türkoğlu, “İlaç ve tıbbi malzeme ile tasarruf yapılmaz” dedi.

Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı, Bağ-Kur Genel Müdürlüğü ve Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nü aynı çatı altında Sosyal Güvenlik Kurumu olarak toplandı. 20.05.2006 tarihli ve 26173 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile kuruldu. Mevcut sosyal güvenlik kurumları birleştirilip, kurumların mensupları arasındaki uygulama farklılıkları giderilerek birliktelik sağlanması ile beraber, SGK Kanunu ile kurulan Genel Sağlık Sigortası (GSS) Genel Müdürlüğü oluşumundan bu yana serbest piyasa uygulaması ile alınan ilaç ve reçete ile alınan medikal ürünlerde kısıtlama olmadığını dile getiren SGK Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürü Op. Dr. Sami Türkoğlu, “İlaç ve tıbbi malzeme ile tasarruf yapılmaz. Malzeme kullanımını belirleyen sağlık hizmeti sunucuları ve hekimler olduğu için gerekli malzemelerin hastaneler tarafından temin edilmesi daha mantıklı. Böylece vatandaşda ellerindeki reçete ile medikalcileri dolaşıp gerek para tahsili gerekse malzeme temin ederken sıkıntı yaşanmayacak” dedi.

“Eskiden Yılda 3 Defa Hastaneye Gidilirken Şimdi Gidiş Sayısının 7’ye Çıktı”
Özel sağlık kuruluşlarına önceden sevk ile gidilirken günümüzde isteyenin istediği kuruluşu tercih edebildiğini belirten Op. Dr. Türkoğlu, bunun maliyet artışında yükselme olduğu yönünde değerlendirilirken aslında vatandaşların sağlık hizmetine ulaşmasındaki bir takım engellerin kaldırıldığını vurguladı. Op. Dr. Türkoğlu, vatandaşın çok daha kolay bir şekilde hastanelere ve tıp merkezlerine gitme olanağı sağladığını kaydetti. Eskiden yılda 3 defa hastaneye gidilirken şimdi gidiş sayısının 7’ye çıktığını ve bunun bir maliyetinin olmasının doğal karşılanması gerektiğini vurgulayan Op. Dr. Türkoğlu, “Sağlık harcamalarını ona göre değerlendirmek gerekir. Yoksa sırf bu sistem değişikliğinin, izole maliyeti gibi değerlendirmesi doğru bir işlem olmaz. Vatandaşlar artık daha kısa sürede tedavi görüyor, daha çabuk hekime gidiyor. Elbette bunun maliyeti vardır. Daha kaliteli hizmet sunumu için hekimlerde performans sisteminin yanı sıra hastalarda da turnike sistemine geçildi. Götürü usulü ile bütçeyi belli bir planda tutmak için tüm sektörlerde çaba sarfediliyor. Sağlık sektöründe de kabul edilebilir, planlanabilir önceden öngörülebilir bir bütçenin olması isteniyor” şeklinde konuştu.

Kurumlar arası birleşmenin performansa, yarar ve zararları hakkında Op. Dr. Türkoğlu şöyle konuştu: “SSK, Bağ-Kur birleşmesi çok kolay bir şey değil. Bunlar 30-40 yıllık kurumlardı. Bu birleşme sonucunda belli bir noktaya gelindi ki artık ilerlenen sistemde yenilikleri konuşabiliyoruz. Şekli olan sıkıntıların büyük kısmı aşılmış durumda ama personel için zaman zaman kişisel olarak eski alışkanlıklarını devam ettirilmesine yönelik sıkıntılar yaşanıyor. Bunlarda gün geçtikçe azalmakta.”

“Son 4 Yıl Veri Toplandı”
Sağlık harcamalarının kontrol edilebilir bir şekilde olmasının gerekliliğinin altını çizen Op. Dr. Türkoğlu, herkesin eşit ve adil bir şekilde, hizmetin en iyisini, en kalitelisini ve en makul fiyatlarda ülke şartlarına da uygun paralellikte sağlanabilmesi için değişiklikler planlandığını ifade etti. Türkiye’nin kendine özgü ödeme şeklini geliştirmek amacıyla son 4 yıl içerisinde veri toplandığını belirten Op. Dr. Türkoğlu, “Veri toplama dönemi belli bir noktaya geldiği, kendimize uygun bir ödeme şeklin oluşturuldu. Amerika’nın sağlık sistemi bizim örnek alabileceğimiz bir model değil. Orada paran varsa sağlık hizmeti alabilirsin, paran kadar sağlık hizmet alabilirsin. Bizim sosyal yapımız, ahlakımız ve geleneklerimiz buna uygun değil. Ayrıca Avrupa kıtasında da çok tasvip edilen bir durum değil. Ödeme modelimizi geliştirerek, faturaları incelemede aldığımız şikayetlerden kurtulmak hedefindeyiz. Yeni ödeme modelleri geliştirmek istiyoruz. Son 5 yıldır sağlık personeli kayıtları elektronik ortama geçirildi. Bilgilerin güvenilirliği ve niceliğini geçtik niteliğini tartışır haldeyiz. Bu da bizim büyük yol kattettiğimizin göstergesidir. Vatandaşların gelişmelerden endişelenmesine gerek yok, hiç bir vatandaşımıza eziyet etmek veya alacağı sağlık hizmetinden geri tutmak gibi bir düşüncemiz yok. Amacımız daha iyi ve daha kolay ulaşılabilir hizmet sunmak” dedi.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

5 YILDA 5 BİN HASTA

Beş yıllık süre içinde 5 bin kanser hastanın tedavi edildiğini kaydeden Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Prof Dr Servet Bilir Onkoloji Merkezi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Durmuş Etiz bu hastaların yüzde 45’inin meme ve akciğer kanseri vakaları olduğunu belirtti.

Eskişehir ve çevre illere 2004 yılından bu yana yataklı onkoloji hizmeti verdiklerini dile getiren Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Prof Dr Servet Bilir Onkoloji Merkezi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Durmuş Etiz, merkez hakkında Sağlık Dergisi’ne bilgi verdi.

Esra Öz: Onkoloji servisini ve sahip olduğu teknolojileri anlatır mısınız?
Doç. Dr. Durmuş Etiz:
Mayıs 2004 tarihinde ilk hastasını tedaviye alan Prof Dr Servet Bilir Onkoloji Merkezi bölgenin önemli sağlık ihtiyacını gidermeye başladı. Kurulduğundan bugüne beş yıllık süre içinde 5 bin kanser hastası tedavi oldu. Bu hastaların yüzde 45’ini meme ve akciğer kanseri vakaları oluşturuyor.
Merkezimizde radyoterapi hizmeti için gerekli olan simülatör cihazı, kobalt ve lineer akseleratör tedavi cihazları bulunuyor ve hastalara 3-boyutlu konformal radyoterapi hizmeti sunuluyor. Medikal onkoloji bölümünde güvenilirliği kanıtlanmış en güncel kemotorapi rejimleri uygulanarak, vakalar bizzat öğretim üyeleri kontrolü altında tedaviye alınıyor. Kanserde en sık karşılaşılan ağrı sorunu ise yine aynı merkez içinde bulunan algoloji bölümü tarafından takip ediliyor. Vakaların ağrı kesici ihtiyaçları günlük olarak değerlendiriliyor ve gerektiği durumlarda girişimsel yaklaşımlar ile ağrı sorunu ortadan kaldırılıyor.

Esra Öz: Kaç Personel ile hizmet veriyorsunuz?
Doç. Dr. Durmuş Etiz:
Radyasyon Onkolojisi kliniğinde 1doçent, medikal onkoloji bölümünde 2 doçent, algoloji bölümünde 1 profesör ve 7 asistan ile hizmet veriyoruz. Günde yaklaşık 100 hasta radyasyon onkolojisi bölümünde, 90 hasta medikal onkoloji bölümünde ve 20 hasta algoloji bölümünde tedaviye alınıyor. Bu hasta yüküne oranla maalesef öğretim üyesi, araştırma görevlisi, medikal fizikçi, hemşire ve teknisyen sayısı yeterli olmuyor.


Esra Öz: Yatak kapasiteniz kaçtır?
Doç. Dr. Durmuş Etiz:
Merkez içinde bulunan 50 yataklı Radyasyon Onkolojisi Servisi, 40 Yataklı Medikal Onkoloji Servisi, 15 Yataklı Algoloji (Ağrı) Servisi ve 15 yataklı kemik iliği transplantasyon ünitesi ile hastalara yatarak tedavi olma imkânını sağlanıyor. Merkezimizin istatistikleri incelendiğinde vakaların yüzde 78’i Eskişehir, yüzde 22’si çevre illerden Kütahya, Bilecik, Afyon, Kırıkkale, Adapazarı Bursa, Denizli Balıkesir, Ankara, İstanbul, Çanakkale, Isparta, Burdur ve Konya’dan geliyor.

Esra Öz: Bölgede size neden ihtiyaç oldu?
Doç. Dr. Durmuş Etiz:
Yüzyılın ikinci yarısından itibaren “kanser” en önemli mediko-sosyal problem haline gelmiş ve sadece gelişmiş ülkelerde değil gelişmekte olan ülkelerde de iki veya üçüncü sırada ölüme sebep hastalık olarak saptandı. İnfeksiyöz hastalıkların kontrolü, hayat beklentisinin artması, tanı yöntemlerinin ilerlemesi, halkın bilinçlendirilmesi ve belki de çevresel karsinojenlerin artması tüm dünyada kanser görülme ve kansere bağlı ölüm sıklığını arttırıyor. WHO (Dünya Sağlık Örgütü), dünyada her yıl yedi milyon insanın kanserden öldüğünü bildirdi. Türkiye’de elde edilen kanser istatistik bilgilerine göre her yıl yaklaşık 75 bin yeni kanser tanısı konuyor. Bu sayı tedavi gören ve takip gerektiren kanser hastalarını da içerdiğinde 200 bine ulaşıyor. Bu yoğun istatistiklerin yanında kanser tedavisinde uygulanan radyoterapi tedavisinin 1.5-2 ay sürmesi, kemoterapi uygulamalarının aralıklarla da olsa bazen 1 yıla kadar uzaması bu hastaların yaşadığı şehirlerde tedavi olmasını gerekli kılmaktadır. Halen Türkiye’de yoğunluğu üç büyük şehirde olmak üzere yaklaşık 40 kanser tedavi merkezi bulunuyor.


Esra Öz: Benzer merkezlere göre farklı hangi yöntemler uyguluyorsunuz?
Doç. Dr. Durmuş Etiz:
Aynı merkez içinde bulunan medikal onkoloji ve radyasyon onkolojisi bölümleri, vakaları interaktif olarak değerlendiriyor, hastaların tedavi protokolleri onkoloji konseylerinde tartışılarak karar verildikten sonra hastaların kemoterapi ve radyoterapi uygulamaları uygun bir disiplin içinde sürdürülüyor. Ayrıca Nükleer Tıp Bölümünde bulunan PET/CT cihazından da halen kullanılan tanı, evreleme ve tedaviye yanıt değerlendirme dışında yakın zamanda radyoterapi planlama hizmeti için de kullanılmaya başlayarak daha sınırlı alanlara daha yüksek radyasyon dozları vermek mümkün olacak.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

TÜRKİYE’NİN İLK NEFROGENETİK LABORATUVARI

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Ünitesi Nefrogenetik Laboratuvarı, nefroloji alanında genetik çalışma ve araştırmaların yapıldığı ilk laboratuvar olma ünvanını taşıyor. Aynı zamanda AB projesi kapsamında steroide dirençli nefrotik sendromlu hastalardaki genleri araştırıyor.

Çocuk Nefroloji alanında genetik çalışmaları ve tanısal testleri sağlayacak ilk laboratuvar olma özelliği taşıyan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Ünitesi Nefrogenetik Laboratuvarı tüm genetik çalışmaların yapılabileceği altyapıya sahip. Steroide dirençli nefrotik sendrom araştırması yapmak için Türkiye’de materyal, hasta, laboratuar, teknik ekipmanlar ve biyologlarla araştırmanın yapılma ve yayınlanma olanağı bulunduğunu kaydeden Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Pediatrik Nefroloji ve Romatoloji Ünitesi’nde Yan Dal Uzmanı Doç. Dr. Fatih Özaltın, steroide dirençli nefrotik sendromun ülkemizde yüz binde 3-4 oranında görülen bir hastalık olduğunu ancak akraba evliliği sık olan bölgelerde bu oranın yüz binde 7’ye çıktığını belirtti. Hastaların genellikle ödem şikayeti ile geldiğini ifade eden Doç. Dr. Özaltın, aile bireylerinden birinde hastalık rastlandığında diğer aile bireylerinde idrarda protein atılımına bakılarak hastalığın semptomsuz dönemde saptanabileceğini dile getirdi.

Steroide Dirençli Nefrotik Sendrom
Çocukluk yaş grubunda standart kortizon tedavisine direnç gösteren nefrotik sendrom hakkında Doç. Dr. Özaltın şöyle konuştu: “Nefrotik sendrom idrarla protein kaybı ve buna ikincil gelişen ödem tablosuyla karakterize bir hastalıktır. Genetik ve immünolojik tipleri vardır. Genetik nedenli olanlar steroid ve immün supresiflere yanıt vermezler. Bunun immunolojik formları steroid ve/veya yoğun immun supresif tedavilere yanıt verebilir. Ancak genetik alt tipleri dirençlidir. Bunun altında yatan şu an için bilinen 5 gen vardır. Doğumdan sonra ilk 3 ayda, infant döneminde, erken çocukluk ve çocukluk dönemi ile adult yaş grubunda ortaya çıkan tipleri vardır. Konjenital (doğum sonrası ilk 3 ayda ortaya çıkan) nefrotik sendromdan ülkemizde sıklıkla nefrin geni sorumludur. Avrupa’da podosin geni daha ön plandadır. Etnik özelliklere göre hastalıktan sorumlu genler farklı olabilmektedir. Genetik defekt saptanan hastalar, steroid (kortizon) dahil hiçbir immunosupresif tedaviye yanıt vermezler. Dolayısıyla genetik tetkiklerle mutasyon saptandığında ilaç vermeyerek çocukları ilaçların yan etkilerinden korumuş olursunuz. Diğer bir husus ise, bu çocuklar son dönem böbrek yetmezliğine ilerleyip böbrek nakli yapıldığında, bu süreçte genetik mutasyonu olanların bir avantajı nakil sonrası rekürrens yani hastalığın tekrarlama riskinin, immunolojik tiplerle kıyaslandığında çok daha düşük oranda olmasıdır. Hastanızı güvenli bir şekilde renal transplantasyona verebilirsiniz. Ciddi avantajları olan genetik tanının, hastanın izlem ve tedavisinde çok büyük avantajlar sağlayacak yönleri var.”


“Laboratuarda Her Türlü Genetik Tetkik Yapılabilir”
Laboratuvarda dizi analizi, fragman analizi, konvansiyonel ve gerçek zamanlı PCR tekniklerinin rutin olarak yapıldığını dile getiren Doç. Dr. Özaltın, “Ayrıca gen haritalama ve klinik genetik laboratuarları ile ortak olarak SNP çip analizi, karyotip analizi, haplotip analizi, pozisyonel klonlama gibi diğer metodları da uygulama olanağımız mevcut. Bu bağlamda laboratuarımızda rutin tanısal çalışmalar yanı sıra araştırmaya yönelik çalışmalar da yapılıyor.
Araştırmamız Mayıs 2007 tarihinde Türkiye’yi temsilen katıldığımız PODONET projesi kapsamında yürütülüyor. PodoNet ‘Podositin Kalıtsal Hastalıklarında Klinik, Genetik ve Deneysel Araştırma Konsorsiyumu’ olup bir ERA-NET faaliyeti olan E-RARE programı içerisinde yer alıyor. Bu konsorsiyumda Türkiye’yi, Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Nefroloji Ünitesi ile temsil ediyoruz. Türkiye’den başka Almanya, Fransa ve İtalya da bu konsorsiyumda yer alıyor. Projede yer alan genetik çalışmalardan, bilinen nefrozis genlerinde mutasyon taraması, mutasyon saptanmayanlarda yeni genlerin bulunması laboratuarımızda yapılıyor. Bunun finansal kaynağı TÜBİTAK tarafından karşılandığından proje süresi boyunca tüm bu tetkikler ücretsiz olarak yapılacak” dedi.



“Klinik Bulguları Uyanlara Genetik Tanı Yapılabilecek”
Araştırma kapsamında yapılan genetik çalışmalarda önceliğin şu an için steroide dirençli nefrotik sendromdan sorumlu genlere verildiğini kaydeden Doç. Dr. Özaltın, “Bu hastalarda NPHS1 (nefrin), NPHS2 (podosin), WT1, PLCE1, LAMB2 genlerinde mutasyon taramaları rutin olarak yapılacak. Başlangıç yaşı ve fenotipe göre önceden belirlenmiş genetik çalışma algoritmasına göre ilgili gen/genlerde mutasyon araştırılarak, mutasyon bulunmayan informatif aileler yeni genler için aday aileler olacak ve bunlarda ileri araştırmalar yapılacak. Ülkemizden araştırılacak birey/ailelerin seçilmesi için öncelikle klinik bilgilerinin bana gönderilmesi gerekmektedir. Genetik çalışmalara uygunluğu karar verildikten sonra genetik çalışmalarını ücretsiz olarak biz sürdüreceğiz. Detaylı bilgiye http://www.nephrogenetics.hacettepe.edu.tr/ adresinden ulaşılabilir” bilgisini verdi.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

“ANKARA TIP TEK ÇATI ALTINDA OLMALI”

Üniversite hastanelerinin yaşadığı dar boğazdan nasıl kurtulacağı ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Araştırma ve Uygulama Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. İbrahim Aşık, Ankara Üniversitesi Hastanelerinin tek çatı altında toplanmasının 50 yıllık kazanç sağlayacağını söyledi.

İbn-i Sina Araştırma ve Uygulama Hastanesi 980 yatak kapasitesi ve 3 bin personeli ile günlük 2 bin poliklinik hizmeti veriyor. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri farklı kampüslerde yer aldığı için iki ayrı başhekim görev yapıyor. İbn-i Sina Araştırma ve Uygulama Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. İbrahim Aşık, hastanelerin tek çatı altında birleşmesinin şart olduğunu söyledi. Üniversite hastanelerinin mali krizin dışında yaşadığı zorlukların atlatılması hakkında Doç. Dr. Aşık şöyle konuştu: “Üniversite hastaneleri 657’ye bağlı 4B sözleşmeli çalışanlarının paralarını döner sermayeden ödüyoruz. Bu ödemeler memurların maaşları gibi maliyeden karşılanmalı. Bu ödemeler döner sermayeden her ay 2,5 trilyon harcama yapmamıza neden oluyor. Üniversite hastanelerinin yaşadığı dar boğazdan çıkması için elektrik, su, doğalgaz gibi masrafların harcama kalemleri genel bütçeden verilmeli. Hazine tarafından yapılan yüzde 5 kesintisi diğer hastanelerde olduğu gibi bize de uygulanmalı ve yüzde 1’e indirilmeli. Üniversite hastanelerine uygulanan araştırma için yapılan yüzde 5 kesinti oranında KDV düşülmelidir. Karaciğer ve pankreas naklini yapan nadir merkezlerden biriyiz, ancak Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından yapılan canlıdan yapılan nakil tanımlanamadığı için harcamalarımızın karşılığını alamıyoruz. Buna karşın sırada bekleyen onlarca nakil var. Üniversite hastanelerinde yapılan ve rutin hastanelerde yapılamayan onlarca ameliyat ve tedavi şekli var. Özellikle bizim gibi referans tıp merkezi haline gelen hastanelerde bu konu çok önemli. Bu yüzden SGK ödemler sırasında bizim hak ettiğimiz parayı kesmek yerine en az verdiğimiz faturaya yapılan işlerin zorluk derecesine göre en az yüzde 20 ilave etmeli ve ödemeleri bu şekilde yapmalıdır.”

“Sistem Problemimiz Var”
Hastanelerinde karşılaşılan ikinci sorunun da hastanelerin farklı kampüslerde olması olduğuna değinen Doç. Dr. Aşık, “Hastanelerimiz Houston Tıp merkezi gibi dünyaca tanınan bir Tıp Merkezi olacak değerdedir. Çünkü o kapasiteye sahibiz. Ankara Üniversitesi Hastanelerinin birleştirilmesi 50 yıllık kazanç sağlar. Hemen her disiplinde Türkiye’nin öncü kurumlarından biriyiz. Bünyemizde hematoloji alanında kök hücre, kordon kanı bankacılığı, aferez üniteleri uluslararası arenada çok önemli işler yapıyor. Transplantasyon ünitesinde canlıdan parsiyel karaciğer nakli ve pankreas nakli yapılabiliyor. Her şeyin yapılabildiği bir merkezimiz var. Kanser hastalarında Türkiye’de sadece bizim hastanemizde uygulanan radyonüklit tedavisi yapılabiliyor. Ağrı (Algoloji) bilim dalımızda bel ve boyun ağrıları ameliyatsız şekilde giderilebiliyor. Genel cerrahi alanında hastanemiz spesifikleşmiş durumda kolorektal cerrahi, karaciğer, endokrin cerrahisi olmak üzere alt dallarında uzmanlaşma imkanı var. Bununla birlikte fiziki problemlerimiz var, iki kuruluş oluşumuz bizim için gerçekten büyük bir dezavantaj. Hem işleyiş olarak hem de idari olarak bu iki dev hastane eninde sonunda birleştirilmeli. Bu iki hastanemizin konumu nedeniyle ulaşımdan, tomografiye birçok alanda temel sorunlar yaşanıyor” dedi.


“Kota Konmadığı ve Hekimlerin Özgürlükleri Ellerinden Alınmadığı Takdirde Tam Güne Destek Veriyorum”
Endokrinoloji, kardiyoloji ve nefroloji bölümlerinde hekim açığının olduğunu belirten Doç. Dr. Aşık, bakanlıktan istenilen branşlarda kadro istediklerini kaydetti. Tam gün yasasının duyulmasıyla birlikte öğretim üyelerinin hastaneye döndüğünü ve bunun da hizmete ivme kazandırdığına değinen Doç. Dr. Aşık, tam gün uygulamasını desteklediğine değinerek, “Tüm dünyada uygulanan sistem zaten bu şekilde. Ancak yurt dışında uygulandığı gibi olmalı, hekimleri köle gibi çalıştırma zihniyeti olan tam gün yasasına karşıyım. Hekimin özgürlüğü hiçbir şekilde elinden alınmamalı. Üniversitede çalışan hekim kurumu içinde bulunmalı ve geliri ise dünya standartlarında yeterli olmalıdır. Hem özel hem kamu gibi bir lüks dünyanın hiçbir yerinde yok. Özelde çalışan da serbest bölge ekonomisine göre çalışabilmeli. Kota kısıtlaması getirilmemeli. Özel hastanelerdeki kadrolar bile normlaştı, böyle bir uygulama dünyanın hiçbir yerinde yok. Herkesin kontrol altına alınmaya çalışılması çok yanlış. Hem piyasa ekonomisini destekliyorum diyeceksiniz hem de hekimleri köle gibi prangalara vuracaksınız. Ayrıca bu çıkarılması düşünülen kanun insan haklarıyla da bağdaşmamaktadır. Bu kanunun bu haliyle Anayasa Mahkemesinden dönmesini bekliyorum. Tam Gün uygulamasına ‘evet’ ama piyasa koşullarının ve hekimlerin serbest bırakılması koşuluyla.” şeklinde konuştu.


Cihaz Maliyeti Karşılayıp, Kazanç Sağlamalı
Alınan cihazların bir ömrü olduğunu, bir tomografi cihazının 5 sene içerisinde maliyetini karşılayarak, kazanç sağlaması gerektiğine dikkat çeken Doç. Dr. Aşık, 64 Slice Spiral Tomografi ile 3 dakikada hastanın baştan aşağı tüm tomografisinin çekildiğini ve bu cihazın Ankara’da sadece kendi hastaneleri bünyesinde olduğu bilgisini verdi. Doç. Dr. Aşık, medikal firmalara ödemelerle ilgili olarak ise şöyle konuştu: “2008 Kasım ayından bu yana 60 trilyondan fazla borç ödendi. Biz de borçlarımızı ödemek istiyoruz. İnşaatları ve yeni cihaz alımlarını durdurduk. Öncelikle borçları kapatmak hedeflendi. Firmaların düştüğü durumu biliyoruz ve borçlarımızı ödemek adına elimizden geleni yapıyoruz. Göreve geldiğimizde alacaklarını alamayacaklarını düşünen ve ihalelere girmeyen firmalar artık bize güvenmeye başladılar ve ihaleye giriyorlar. Mevcut MR cihazını değiştirmek ve 3 tesla MR almak istiyoruz. Yeni floroskopi ve radyoterapi cihazları almayı hedefliyoruz.”


Dijital ile Hızlı Hizmet
Dijital sisteme geçmek için uğraştıklarını kaydeden Doç. Dr. Aşık, “Her şeyin bilgisayara aktarılarak dosyaların ortadan kalkmasını istiyoruz. Sanal görüntüleme sistemine (PACS) çok yakın zamanda geçeceğiz. Görüntüleme tetkikleri için randevu alınması sıkıntı oluyor. MR için 3 ay sonrasına randevu veriyoruz. Dijital sisteme geçilmesiyle film çekilmesi ve raporlanmasını hızlandırarak daha iyi hizmet sunacağız” diye konuştu.

Gündüz Bakım Ünitesi
Hastanelerinde aynı gün cerrahi sistemi uygulandığını ve böylece sabah gelen hastaya cerrahi işlem yapıldıktan sonra aynı gün taburcu ettiklerini dile getiren Doç. Dr. Aşık, İbn-i Sina Hastanesinde yakında yeni Gündüz Bakım Ünitesi açılarak günlük kemoterapi alacak hastalara hizmet verileceğinin bilgisini verdi.



“Acil Servise Gelen Hastayı GERİ Göndermiyoruz”
Acil servisin kapasitesinden fazla büyük olduğunu ileten Doç. Dr. Aşık, “Hastaları geri çevirmiyoruz, ancak sıra sistemi uyguluyoruz, triaj sistemi ile hastaların muayenesi için incelemesi yapılıyor. Hastalar acilde hemen bakılacaklarını bildikleri için polikliniğe gelmesi gereken hastalar bile acile gelmeyi tercih ediyorlar. Yaklaşık 12 yataklı yoğun bakımın içinde 3 özel oda var. 3 katlı Acil Servisimizde aynı anda 24 hastaya birden hizmet verilebiliyor. Acil Servisimiz, tomografi cihazı, acil müdahale odası ve bilimsel toplantı salonlarıyla Türkiye’nin en büyük Acil Servisi konumundadır” dedi.

2 Ağustos 2009 Pazar

KIRIKKALE’YE YENİ FAKÜLTE

Teknolojik ilerlemeler sayesinde tanı ve tedavi yöntemlerinde gelişmeler sağlansa da nitelikli insan faktörünün hala büyük önem taşıdığı sağlık alanın vazgeçilmez aktörleri artık Kırıkkale’de yetişecek.

Kırıkkale Üniversitesi’nin yeni kurulan Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde açılan Hemşirelik, Sağlık Yönetimi, Çocuk Gelişimi ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümlerinde verilecek eğitimle bu alandaki açık kapatılacak. Prof. Dr. Selda Hızel Bülbül’ün kurucu dekan olarak atandığı Sağlık Bilimleri Fakültesi 2009-2010 öğretim yılında 120 öğrenciye kapılarını açacak. Açılışa Vali Yardımcısı Fethi Yorulmaz, Cumhuriyet Başsavcısı Metin Yandırmaz, Rektör Prof. Dr. Ahmet Murat Çakmak, Belediye Başkan Yardımcısı Ali Danış,çok sayıda öğretim üyeleri ile idari personel katıldı.

Kırıkkale Üniversitesi'nin 10. fakültesi olan Sağlık Bilimleri Fakültesi'nin açılışında konuşan Rektör Çakmak, " Yerel anlamda sağlık şehri olma isteğimize bir adım daha yaklaştık. Büyük bir açığı kapattık. Yakın zamanda da yeni Tıp Fakültemizin temelini atacağız " şeklinde konuştu.

“3 Ay’da Fakülte Hazırlandı”
Kırıkkale Üniversitesi genç ve dinamik bir üniversite, fakültemiz ise bu genç üniversitenin en genç üyesi olduğunu ifade eden Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülbül şöyle konuştu: “Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak Sağlık Bilimleri Fakültesi kurulması; Bakanlar Kurulu’nca 2008 yılının 12. ayında kararlaştırılmasının ardından Sayın Rektörüm Prof. Dr. Murat Çakmak bu görevle beni onurlandırdı. Arkadaşlarımla hızlı bir çalışma temposu içinde bölüm tekliflerimizi hazırlayarak Yüksek Öğrenim Kuruluna sunarken Fakültemizde Hemşirelik, Sağlık Yönetimi, Fizik tedavi ve Rehabilitasyon ile Çocuk Gelişimi bölümlerinin kurulmasına öncelik verdik. Bölüm tekliflerimizin YÖK tarafından kabul edilmesiyle birlikte 3 ay gibi kısa bir sürede hummalı bir çalışmanın ardından genç üniversitemizin en genç fakültesi 2009-2010 öğretim yılında öğrencilerine hazırdı.
Teknolojik ilerlemeler sayesinde tanı ve tedavi yöntemleri gelişim gösterse de günümüzde halen en önemli unsur sağlık alanında yetişmiş insan gücüdür.”

1 Ağustos 2009 Cumartesi

TÜMDEF’TEN BAKAN’A ZİYARET

Medikal sektör yetkilileri yaşadığı sıkıntıları, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’e anlattı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’i, Tüm Tıbbi Cihaz Üretici Ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) üyeleri makamında ziyaret etti. TÜMDEF Başkan Yardımcısı Mustafa Sayın, Genel Sayman Necati Kaya, Yönetim Kurulu Üyesi Ali Hikmet Fırat, Özcan Çırak, Genel Koordinatör Devrim Şavlı ve Tıbbi Malzeme ve Cihaz Üreticileri Derneği (TÜDER) Başkanı Mustafa Daşcı toplantıya katıldı. Dernek üyeleri tarafından medikal sektörde yaşanan sorunları dinleyen Bakan Dinçer, sorunların çözümlenmesi için gerekli talimatları vereceklerini kaydetti.
Medikal sektör için yıllardır katkıda bulunmak için çalıştıklarını vurgulayan TÜMDEF Başkan Yardımcısı Mustafa Sayın, “Sosyal Güvenlik Kurumu bizim açımızdan önem arz etmektedir. Özel hastanelerin kendi ihtiyaçlarını doğrudan temin yoluyla alıyor. Ancak bu alımlar sonucunda SGK ile aramızda sorunlar yaşanabiliyor. Özel hastanelerde, devlet kurumlarında uygulandığı gibi ihale ile almaları bizim açımızdan daha iyi olur. Fiyat ve ödemeler yönünden sıkıntılar devam ediyor. En uygun sistem; hangi ürün hangi marka kaç liraya alındığı üniversite ve devlet hastanelerinde var, bu fiyatlarla ihaleye girilmiş durumda. SGK’da bunlar zaten aynı fiyat firmalara da ödensin” dedi.

Protokollerde Yaşanan Zorluklar
Daha önce emekli sandığı ve sosyal sigortalar protokolü yapıldığını ve bir emsal fiyatı oluşturulduğunu ifade eden Sayın, “Emsal fiyatlarda en düşük fiyatı, özel hastane daha yüksek bir rakam söylendiğinde özel hastaneye ceza kesilirken medikal firmalarında alacaklarının tamamı verilmiyor. Böyle sıkıntı olunca, özel hastane parasını aldığında ödeme yapıyor. Buna en uygun yol, resmi kuruşlara yapılan satışları baz almalarını istiyoruz. Kamu kurumlarını ihale ile alacağı ürünler yüzde 15 fazlasıyla SGK’ya fatura ediliyor. Özel hastaneler aldıkları ürünün karşılığını bulmak zorundadır. SGK protokollerde karşılığı olmadığından, ödeme yapmıyor. Yeni sistem SGK menfaati yönünde de olacak. Emsal denilen konular çok farklı. Her malzeme kendi emsali sayılmalıdır” şeklinde konuştu.

Özel Hastanelerde, Kamu Hastaneleri İhalesi Baz Alınsın
SGK’nın son 3 aylık ihalede verilen fiyatların alımlarda etkili olmasının gerekli olduğunu ileten TÜDER Başkanı Mustafa Daşcı, “Konu ile ilgili örnek vermem gerekirse, SGK’da bir kalça protezini özel hastaneye verirken, son 3 ayda devlet hastanelerine kamu kurumlarına girilen ihalede en düşük fiyat baz alınmalıdır. Özel hastane fatura edererek, bakanlığa gönderecektir. Doğrudan temin yoluyla alınan ürünün yüzde kaçının kesileceği meçhul olurken, çok fazla bulunduğu takdirde de SGK ödemeyebiliyor. Tavsiye edilen yeni sistemin faydası SGK’nın maliyetleri çok düşecek” dedi.

1998-2001 yılları arasında yapılan protokollerde kabul edilen ürünler yerine çok fazla sayıda yeni ürünlerin piyasaya sürüldüğünü ifade eden Daşcı, protokollerin artık işlevini görmediğine değindı. Yenilebilir olmadığı ve iş yükünü arttırdığı için protokollerin dışına çıkılmasının üzerinde duran Daşcı şöyle devam etti: “Her yeni çıkan ürünün Ar-Ge maliyeti var, o ürünün üretimi sürdüğü müddetçe bundan zarar ediliyor. Bizim talebimiz protokoller yerine sürekli yenilenebilen bir sistem olan ihale sistemi ile Türk Ticaret Kanununa göre ürünün pazarda yerini ve fiyatını bulması tüm taraflar için daha avantajlı olacak. Önerimiz, özel hastaneler kamuya hizmet satıyorsa, yapılacak anlaşma ile özel hastanelerde, Kamu ihale Kanunu içerisinde temin edecek şekilde ihale yapılmalıdır. SGK kamu hastanelerinin son 3 ay içerisinde yaptığı ihalelerdeki ürünlerin en düşük fiyatını, özel hastanelere fatura ederek ödeme yapmayı sağlayabilir.”

UBB’de Toplu Kayıtlar Çabuk Yapılmalı
Üretici firmaların ürünlerini Ulusal Bilgi Bankası’na verilerini kaydetmeye başlayalı bir sene olmasına rağmen sistemin oturduğunu belirten TÜMDEF Genel Sayman Necati Kaya, “Her malzeme sisteme kaydedilmeli fakat bu sistemde tıkanıklıklar oluşmaya başladı. Tepe teknoloji tarafından yapılan sistem, garanti ve anlaşma süresi bittiği için, hizmet vermekten imtina ediyor. 100-200 alet ürünü birden sisteme kaydedilince SGK’dan onay için 10 gün beklemek durumunda kalıyorum. İhaleler devam ediyor, SGK’dan onay alamayınca Sağlık Bakanlığı da onay vermiyor. Toplu onaylar bekleniyor. Ürünlerimiz bir günde onaylandığı takdirde, Sağlık Bakanlığı kontrolünden geçerek, ihalelere girme sorunu ortadan kalkmış olacak” dedi.

“Yeni Testler SUT’ta Yer Almıyor”
Son yıllarda farklı virüs ve bakterilerle mücadele edildiğini bunlar arasında en sık sorun yaşanan Norovirüs ile ilgili testlerin piyasada olduğunu ileten TÜMDEF Yönetim Kurulu Üyesi Ali Hikmet Fırat, “Ama Sağlık Uygulama Tebliğinde(SUT) bu virüs testinin yeri yok. Kanamalı Kırım Kongo Ateşi Hastalığının testleri var, ama fiyatı yok. Domuz gribinin testinin fiyatı yok. Birçok hastalığın tanısında kullanılan testler SUT’ta yer almıyor. SUT güncellenmediği için, ilk kabul edilen testler hangileri ise onlar dışındaki testlerde zorluk yaşanıyor. Dolayısıyla tanı yapılmıyor. SGK’ya uygun şekilde başvurulsa da olumlu yada olumsuz yanıt verilmediği gibi, bilim kuruluşlarının oluşturulamadığı söyleniyor” şeklinde konuştu.
Bel fıtığı
Belimizde 5 adet omur kemiği vardır. Bu kemikler arasında da disk adı verilen kıkırdaklar bulunur. Disk, özel bir bağ dokusu organıdır ve omurganın dayanıklılığına, hareketliliğine ve zorlamalara karşı dirençli olmasına, omurgaya uygulanan şok şeklindeki darbelerin emilmesine ve kuvvetin çevre dokulara dengeli bir şekilde dağılmasına hizmet eder.

Bel fıtığı, beldeki omur kemikleri arasında bulunan ve adeta bir amortisör gibi görev yapan bu disklerin fıtıklaşması sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Disklerin iç kısmında nükleus pulpozus denen jöle kıvamında yumuşak bir bölüm, bunun dışında anulus fibrozus adı verilen daha sert bir fibröz tabaka, omur kemiklerine bakan yüzlerde ise her iki tarafta son-plak olarak adlandırılan kıkırdak yapılar vardır. Dıştaki tabakanın anatomik bütünlüğünün bozularak içerideki yumuşak kısmın dışarıya doğru taşmasına fıtıklaşma denir. Fıtıklaşan yani dışarıya doğru taşan disk, omurilik kanalı (spinal kanal) içinden veya kendisinin arka-yan tarafından geçmekte olan sinirleri sıkıştırır ve hastalık böylelikle kendisini belli eder .

Ayrıca fıtıklaşmış diskten ortama salınan bazı kimyasal maddeler de sinir köklerini etkileyerek ağrıya neden olurlar.

Teşhis

Bel ve bacak ağrısı ile seyreden hastalıklar çok çeşitlidir. Yani bel ve bacak ağrısı bulunan her hastaya "Mutlaka bel fıtığıdır" peşin hükmü ile yaklaşmak doğru değildir. Bel fıtığını taklit eden pek çok hastalık vardır. Basit bir spor yaralanmasından romatizmaya, enfeksiyon hastalıklarından kansere ve bel kaymasına kadar birçok hastalık bel ve/veya bacak ağrısıyla seyredebilir. Bu sebeple önce teşhisin ne olduğu net olarak ortaya konmalıdır. Çünkü tedavide başarıya giden yol herşeyden önce doğru teşhisten geçer. Bunun için de ilgili uzman hekime müracaat etmek gerekir. Hekim hastanın şikâyetlerini dinleyecek, muayenesini yapacak ve hastalığıyla ilgili tüm tetkik ve tahlilleri isteyecektir.

Bel ağrısının araştırılmasında düz röntgen filmlerinin önemi günümüzde azalmıştır. Hastanın radyasyona maruz kalmasına yol açan bu teknik ancak belirli durumlarda tercih edilmektedir. Belden iğne yapılıp içeriye kontrast madde verildikten sonra film çekilmesi tekniği (myelografi) de giderek daha az kullanılmaktadır. Çünkü günümüzde görüntüleme teknikleri çok ilerlemiş ve artık hastanın belinden iğne yapılmasına gerek kalmayacak seviyeye gelmiştir. Aslında noniyonik kontrast maddelerin kullanım alanına girmesi iğne tekniğinin yan etkilerini hayli azaltmıştır. Fakat buna rağmen bizzat iğne tekniğinin kendi yan etkileri olabildiğinden dolayı myelografiden mümkün mertebe uzak durmakta yarar vardır. Bunun yerine güçlü manyetik rezonans cihazları tercih edilmelidir.

Bel fıtığının teşhis ve ayırıcı teşhisinde EMG dediğimiz tetkik yöntemi de yararlıdır. Çünkü bu yöntem ile hastada bulunan bozuklukların sinir dokusuna mı, yoksa kas dokusuna mı ait olduğu ortaya konabilmekte, diğer hastalıkların bel fıtığından ayırımı yapılabilmektedir. Bası altında kalan sinirlerde hasar olup olmadığı, varsa hasarın derecesi hakkında da fikir vermektedir. Bazı durumlarda bu teknik, cerrahın ameliyat kararını bile etkileyebilmektedir.

Bel ve/veya bacak ağrısı bulunan bir hastada bazen bilgisayarlı tomografi, genellikle de manyetik rezonans gibi ileri tetkik yöntemlerine başvurulur.

Manyetik rezonans görüntüleme metodu teşhiste ve ayırıcı teşhiste büyük kolaylıklar sağlar. Ayrıca hastanın x-ışını almaması ve çeşitli planlardaki üstün görüntüleme yeteneği; omurilik, sinirler ve diğer yumuşak dokuları net bir şekilde görüntüleyebilmesi manyetik rezonansı giderek daha da öne çıkarmaktadır.

Ancak kemik dokusuyla ilgili patolojilerde bilgisayarlı tomografinin daha iyi görüntü sağladığı gözönüne alınarak bazı durumlarda her iki teşhis metodu beraberce kullanılabilir.

Manyetik rezonansın bu kadar yararlı bir yöntem olmasına karşılık elde edilen görüntülerin değerlendirilmesi büyük bir tecrübe ister. Yanlış yorumlar, yanlış tedavi şekillerine yol açar. Sıklıkla rastladığımız hafif disk bombeleşmesi bel fıtığı olarak yorumlanırsa, tedavinin şekli tamamen değişik bir yöne doğru gidebilecektir.

Özellikle ameliyat sonrası dönemde gerçekleştirilen çekimlerden elde edilen görüntülerin yorumlanması tecrübe gerektirir. Muayene bulguları ile tetkiklerden elde edilen neticeler beraberce kılı kırk yararcasına hassas bir tarzda değerlendirilecek ve net bir teşhise vardıktan sonra tedaviye geçilecektir. Manyetik rezonans tetkikinde bel fıtığı görüldü diye ameliyat kararı vermek bazen yanıltıcı olabilir. Elde edilen görüntüler mutlaka klinik bulgularla desteklenmeli, aralarında uyum aranmalıdır. Uyum yoksa bu durum izah edilmelidir.

Bazen bel fıtığı ile hayati önem arzeden diğer birtakım hastalıkların ayırıcı teşhisini yapabilmek için kemik sintigrafisi gerekebilir.

Tedavi

Bel fıtığı rahatsızlığı bulunan bir kişide hastalığın safhası iyi bir muayene ve ileri tetkik metodları ile net olarak tesbit edildikten sonra tedaviye geçilir. Bundan sonra, pratik olması açısından, hastalar cerrahi müdahale gerekenler ve cerrahi müdahale gerekmeyenler diye iki büyük gruba ayrılabilirler. Bel fıtığı gelişiminin erken dönemlerinde konservatif tedavi adı verilen cerrahi dışı tedavi metodları uygulanır. Bu safhada hastaya bütün dünyada ağrı kesici, adale gevşetici ve antienflamatuar ilaçlar verilir. Sert yatak istirahati tavsiye edilir. Fizik tedavi yapılabilir. Lazer ile tedavi cihetine gidilebilir. Yine ciltten (perkütan) birtakım farklı girişimlerde bulunulabilir. Uygun dönemde egzersiz verilebilir. Gerekiyorsa psikoterapi yapılabilir.

Bel fıtığı tedavisini bir ekip işi olarak görmekte yarar vardır. Nöroşirürji (beyin-omurilik-sinir cerrahisi), nöroloji, anestezi, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı doktorlar ile diyetisyen, psikolog, hemşire ve fizyoterapistler bu ekibin içinde yer almalıdır. Gerektiğinde diğer bazı branşlardaki uzman doktorların görüşlerine de müracaat edilmelidir.

Bu ekibin elinde bir fizik tedavi ünitesi ve bu ünitede traksiyon (programlanabilir hafızalı otomatik cihaz ile bel çekme) dahil lüzumlu bütün araç gereçler hazır bulunmalıdır.

Bu prensipler ışığında modern imkânlar kullanılarak hastaların büyük bir kısmı ameliyat harici metodlarla tedavi edilebilir. Prensip olarak cerrahi müdahale son çaredir. Ancak hastalık ilerlemiş ve yapılan muayenede bazı şartlar teşekkül etmiş ise [ki bu şartlar uluslararası nöroşirürji camiası nezdinde genel kabul görmüş ve klasik kitaplara kadar geçmiş kriterlerdir] o zaman ameliyat kararı verilir. Bu kararı verirken cerraha bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntüleme metodu büyük oranda yardımcı olur.

BELFITIĞI NEDİR VE BELFITIĞI TEDAVİSİ
BELFITIĞI NEDİR TEDAVİSİ VARMIDIR ?
İlaç tedavisi ancak bizim önerimiz ve kontrolümüz altında yapılmalıdır. Eş, dost tavsiyesi ile ilaç kullanmayın. Aksi takdirde yüksek tansiyon, mide kanaması, kalp ve böbrek yetmezliğine neden olma olasılığı yüksektir.

İlaç olarak ağrı kesici ve kas gevşeticileri öneririz. Gerekirse, tedaviye anti depresif diye adlandırdığımız ruh halini düzenleyici ilaçlar da ekleyebiliriz.

Bel ağrısı, hayatımızın herhangi bir anında hemen çoğumuzun başına gelmiştir. Öyle ki araştırmalar, her üç kişiden iki kişide bel ağrısı olduğunu söyler. Sanayileşmiş ülkelerde daha sık görülmesi araştırmaya ve tartışmaya değer.

Bel ağrısının en sık bel fıtığına bağlı olduğu söylenir. Ancak bu doğru değildir. Bel fıtığına bağlı olan bel ağrıları, %2 gibi son derece düşük oranlarda görülür.

Pozisyona bağlı ya da zorlama ile olan bel ağrıları, daha sık görülür.

Bel ağrısı, kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir. Ancak ileri yaşlarda, özellikle 45 yaşından sonra kadınlarda erkeklerden daha sıktır. Menapoz ve erken osteoporozun buna etkili olduğu düşünülÜR.

Pozisyon ile vurgulamak istediğim, kötü duruştur. Dik değil, omuzları düşük yürümek, sandalyede iki büklüm oturmak kamburluğa, dolayısıyla bel ağrısına davetiye çıkarmak demektir. Uzun süre ayni pozisyonda kalmak ta benzer sonuca yol açar. Bu nedenle işyerinizde belli aralıklarla dolaşmanız ya da ayağa kalkarak pozisyon değiştirmeniz uygun olur. Bunu yapmaktan sakın çekinmeyin. Eğer amiriniz bir şey söyler ise, benim adımı verin!

Öncelikle bilmemiz gerekir ki bel ağrısı, bir hastalık değildir. Bir belirtidir, bir bulgudur. Bir başka deyiş ile önemli bir hastalık işareti olabilir. Bu nedenle inatçı bel ağrılarını asla hafife almayın, mutlaka doktorunuzla paylaşın.

Biz pratik olarak, bel ağrılarını yeni başlayan ve başlayıp da geçmeyen ağrılar olmak üzere iki grupta inceleriz. İlkine akut, ikincisine kronik bel ağrısı adını veririz. Akut olanlar birkaç hafta içinde iyileşirler. Çoğunda ilaç bile gereksiz olup, istirahat etmek yeterlidir. En sorunlu olanlar ikinciler yani 6 haftadan fazla devam eden kronik bel ağrılarıdır.

Darbe, bel tutulması, kireçlenme, romatizma, bel fıtığı, enfeksiyon (Brucella) başlıca bel ağrısı nedenleridir. Nadir olarak kanser kökenli bel ağrıları da olabilir. Bu nedenle, kesin tanı için tam ve sistemik bir muayene gerekir. Bu amaçla, sizden bazı tetkikler isteriz.

Meslek hayatımızda en sık rastladığımız bel ağrısı türü, bel tutulmasıdır. Ters bir hareket yapmak, zıplamak, yüksek bir yerden atlamak, ağır kaldırmak, bel tutulmasının başlıca nedenleridir. Burada esas hadise, bel omurlarına ait kasların ağrılı spazmıdır. Hava değişimi de etkili olabilir. Yazdan kışa girerken soğuk, kıştan yaza geçer iken açılıp saçılma ve terleme, esas nedenleridir.

Bel ağrısının 65-70 yaş gruplarında sıklıkla rastladığımız bir türü ise omurga kanalında daralmadır. Bu hastalarımız ağrıdan ötürü yürümekte zorluk çekerler. Kireçlenme yani artroz’un etkisi ile daha fazla ıstırap çekebilirler. Fizik ve ilaç tedavisine yanıt alamadığımız durumlarda ameliyat önerebiliriz.

Bel fıtığı, bel ağrıları içinde en dramatik olanıdır. Bel fıtığının tipik belirtisi siyatik dediğimiz ağrıdır ki onun acısını gerçekten çeken bilir. İlerlemiş durumlarda bacak kaslarında erime ve hissizliğe neden olabilir. İdrar kaçırmaya bile neden olabilir. İşte bu duruma gelmiş olan bel fıtıklarında tek tedavi seçeneği ameliyattır.

Hangi nedenle olursa olsun, bel ağrılarının tedavisinde yatak istirahatı esastır. Ancak bu çok uzun tutulmamalıdır. En fazla 3 hafta olmalıdır. İstirahatın uzaması, bel ve bacak kaslarında zayıflamaya neden olabilir.Bel ağrısı çeken pek çok hastam, “Kuşak ya da bel korsesi kullanayım mı?” şeklinde sorular yöneltiyor.

Aslında uzun süreli olmamak kaydı ile kullanmakta yarar olduğu düşüncesindeyim. Korse ya da kuşağın, pozisyonlarımızı anımsatıcı olma gibi avantajları da vardır. Sürekli kullanmak ise, bel kaslarını zayıflatabileceğinden doğru değildir.

Bel ağrınız geçmiyor, inat ile devam ediyor ise, “şişmanlık mı, yok canım sen de?” demeyin. Ne yazık ki fazla kilo, bel ağrısını şiddetlendiren önemli etkenlerden biridir. Fazla kilosu olan, bundan kurtulmak ya da en azından makul seviyeye inmek zorundadır.


Bel ağrılarını önlemenin yolları

Bel ağrıları ve bel rahatsızlıkları, gittikçe büyük bir oranla artmakta. Bunun en önemli nedenleri; değişen beslenme ve davranış alışkanlıkları. Gittikçe daha az harket eden, taşıtlara mahkum olan ve fast food yeme alışkanlıklarına kayan toplumumuzda en fazla yükü beller üstleniyor.

Bel ağrılarını önlemek için yapmanız gerekenler:

Egzersiz ve beslenme:

- Bel ağrısı yapmayan egzersizler yapın.
- Aşırı kilolardan kaçının, eğer varsa aşırı kilolarınızı verin.
- Yüzmek bel ağrılarına en iyi gelen spordur, mümkün olduğunca çok yüzün. Sırtüstü yüzme en idealidir.

Uyurken:

-Yatınca şeklini değiştirmeyen bir yatak seçin.
-Yan yatarken sırtınıza binen baskıyı azaltmak için dizinizi bükün.
-Sırtüstü yatarken dizlerin altına küçük bir yastık koyun.

Otururken:

- Sandalyenizin arkalığında belinizdeki normal kavisi koruyabilecek bir yastık bulundurun.
- Masaya yakın oturun, uzak oturup masaya eğilmeyin.
- Ayağınızı yerle temas ettirin.
- Araba kullanırken pedallara kolay ulaşabilecek şekilde oturun.
- Kalçanız ile dizlerinizi aynı seviyede tutun.
- 2 saatten fazla aynı pozisonda oturmayın

Ayakta dururken ve yürürken:

- Uzun süre ayakta duracaksanız, sık sık ağırlığı bir bacaktan diğerine aktarın.
- İşinizi kendinizi zorlamayacak bir yükseklik seviyesinde yapın.
- Dik durun.
- Ayaklardan birini alçak bir yere koyun.
- Bastığınız yerin sert zemin olmasına dikkat edin.
- Sportif, alçak topuklu ayakkabı giyin.
- Yürürken yük taşıyorsanız yükün hep aynı elinizde durmamasına dikkat edin.
- Her iki elde de yük varsa yükleri eşit olarak her iki ele verin.

Eğilirken, yük kaldırırken:

- Profesyonel haltercilerin yaptığı gibi başınızı dik tutun, bel kavsinizi koruyun.
- Dizler ve kalçalarınızı kırarak eğilirseniz üç doğal kavsinizin hizasını korumuş olursunuz.
- Zeminin dengeli olmasına dikkat edin ve kaldıracağınız yüke yakın olun.
- Dönerken belinizi değil ayaklarınızı döndürün.
- Yükü göğsünüze yapıştırarak beldeki yükünüzü azaltın.
- Eğilerek değil çömelerek yükü yere koyun parmaklarınıza dikkat edin.
- Ayaklarınızın arasını biraz açın ve yükü her iki ayağa eşit dağıtın.

Bel fıtığı için egzersizler

Genel sağlık için olduğu gibi bel sağlığı için de sporun ve sağlıklı iken yapılacak olan egzersizlerin önemi büyüktür. Bel, sırt, karın adalelerini kuvvetlendirmek; eklem ve yumuşak dokuların esnekliğini artırmak için gerekli spora ve hareketlere hayat boyu devam edilmesi gerekir.

Ancak bel fıtığı gelişmesine zemin hazırlayabilecek ya da bizzat neden olabilecek mücadele sporlarının yerine, yüzme, yürüme ve bisiklet sürme gibi sporların tercih edilmesi gerekmektedir.

Yüzlerce egzersiz hareketi içinden de rastgele hepsini yapmak yerine belirli hareketlere öncelik tanınması gerektiği için , bele fazla yük bindirmeyen ve gelişmekte olan bir bel fıtığını ilerletmeyecek en emniyetli dokuz hareketini size açıklıyoruz.

Hikâyesinde daha önce geçirilmiş bir bel rahatsızlığı bulunan ya da bel fıtığı olması muhtemel olan kişilerin bu hareketleri yapmaları yararlıdır.

Bu egzersizleri yaparken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar :

* Egzersizler temiz havası olan bir ortamda (hava müsait ise evde pencereleri açabilirsiniz) altında sunta ya da tahta bulunan halı ya da battaniye gibi sert bir zeminde yapılmalıdır. Yumuşak ya da deforme olabilen yataklar üstünde egzersiz ve spor yapılmamalıdır.

* Bel fıtığı rahatsızlığına yakalanan kişiler; hastalığın akut ağrılı döneminde bu hareketlere başlamamalı, istirahati tercih etmelidirler. Şikâyetlerin geçmesinden sonra doktora danışılmalı ve egzersizlere ondan sonra başlanmalıdır.

* Egzersizlere başlandığında ilk günden itibaren çok çabuk bir iyileşme beklenmemeli, sabırla hareketlere devam edilmelidir. Hareketlerin sayısı ve tempo gün geçtikçe yavaş yavaş artırılmalıdır. Başlangıçta aşırılığa kaçarak daha kötü bir duruma düşülmemelidir.


* Konunun uzmanı olan doktor başka şekilde tavsiye etmemişse ilk bir ay her hareket günde beş defa yapılmalıdır. Daha sonra her ay hareketler beşer beşer artırılarak egzersizlere devam edilmelidir.

* Ani ve zorlayıcı hareketlerden uzak durulmalıdır. Aşağıda açıklanan dokuz çeşit egzersiz risksiz olup daha çok bunlar tercih edilmelidir.

* Hareketler sırasında ya da sonrasında normalde mevcut ağrının artmaması gerekir. Bu yüzden egzersiz sonrası şiddetli ve 15 dakikadan çok süren bir rahatsızlık ortaya çıkarsa doktora danışılmalıdır.


* Rahatsızlık bir saatten çok sürüyorsa o hareket egzersiz programından çıkarılmalıdır.

* Bel fıtığı ameliyatı olanlar operasyonun üzerinden üç hafta geçmeden egzersizlere başlamamalı, daha sonra başlayarak her hareketin sayısını yavaş yavaş artırmalıdırlar.

* Bu bilgilerin dışında hastanın kafasında her hangi bir soru oluşursa, uzman doktor hiç tereddüt edilmeden hemen aranmalı ve yanlış bir iş yapmaktansa konunun doğrusunu uzman hekimden öğrenmek gerekmektedir.


1- Sırtüstü yatarken önce bir bacağınızı 90 derece kaldırın. Sonra aynı hareketi diğer bacağınıza uygulayın.


2 - Bacaklarınızı uzatıp sırt üstü yatın. Bir dizinizi kırın. O dizinizi elleriniz ile kavrayıp göğsünüze doğru çekerken diğer bacağınızı yere yapıştırın. Aynı hareketi diğer bacağınızda tekrarlayın.




3 - Sırt üstü yatarak dizlerinizi kırın. Ellerinizi dizleriniz üzerinde kenetleyerek göğsünüze doğru çekerken başınızı dizlerinize değdirmeye çalışın.




4 - Sırt üstü yatarken mümkün olduğu kadar bir dizinizi göğsünüze çekin, diğerini düz tutun. Aynı hareketi diğer bacağınıza uygulayın.




5 - Ellerinizi dizlerinizin üzerinde kenetleyerek bacaklarınızı göğsünüze çekin. Bu pozisyonda içinizden 10'a kadar sayın. Bu sırada omuzlarınızı yerden kaldırmayın. Daha sonra kollarınızı ve ayaklarınızı serbest bırakın.



6 - Belinizi yere yapıştırıp öylece tutunu. İçinizden 1'den 10'a kadar sayın. Daha sonra serbest bırakın. Bu hareketi tekrarlayın. Bu sırada nefesinizi normal şekilde alıp verin.





7 - Ayakta dik durun. Ellerinizi masa ya da bir iskemlenin kenarına dayayın. Dizlerinizi kırıp yere çökün ve sonra ayağa kalkarak gevşeyin.


8 - El ve dizlerinizin üstünde dururken kollarınız dik olsun. Önce kedi gibi belinizi çukurlaştırarak 10'a kadar sayın. Sonra çenenizi göğsünüze doğru çekerken sırtınızı kamburlaştırıp yine 10'a kadar sayın ve gevşeyin.



9 - Önce diz üstü dik oturun. Sonra kollarınızı ileriye doğru uzatın. Mümkün olduğu kadar öne doğru eğilin ve bu vaziyette 10'a kadar sayın. Tekrar diz üstü oturur pozisyondaki ilk konumunuza dönün.


Bel Fıtığı Vidoalrı İndir Tadvi Teşhiş ve Alınması Gereken Tedbirler Uzman Doktorlardan



BOYUN FITIĞI NEDİR
Boyun bölgesi ağrıları, bel ağrılarından sonra en sık karşılaşılan kas iskelet sistemi rahatsızlığı. Boyun ağrılarının görülme sıklığının yüzde 5-10 dolayında olduğu tahmin ediliyor.

Boyun ağrılarının ne kadarı boyun fıtığından kaynaklanıyor?

Aslında sanıldığının aksine boyun fıtıkları boyun ağrılarının en sık karşılaşılan nedeni değil. Boyun bölgesi ağrılarının ancak yüzde 10- 20 kadarı boyun fıtığı kaynaklı. Fıtık ağrısı diğer ağrılara göre şiddetli olduğundan böyle yanlış bir kanı yerleşmiş. En sık karşılaştığımız boyun ağrısı nedeni myofasial ağrı sendromu olarak adlandırdığımız kas gerilme ağrıları. Bunu 50 yaşından sonra ortaya çıkan omurga kireçlenmesine bağlı ağrılar izliyor.

Boyun fıtıklarında ne zaman ameliyat denir? Ameliyat sonrası tekrar riski ne kadar?

Bu konuda tam bir fikir birliği yok. Fizik tedavi uzmanı olarak bizler operasyonu son çare olarak düşünüyoruz. Bununla beraber büyük fıtıklarda omurilik bası bulguları oluşabilir. Böyle bir durumda hastalar bir an önce ameliyat edilmeli. Benzer şekilde fıtığın boyundan kola giden sinirlere bastırması durumunda kol kaslarında kısmi felç durumu oluşabilir. Kas gücü kaybının giderek kötüleştiği belirlenirse yine cerrahi öneriyoruz. Sıkı takip edilebilen hastalarda kas gücü kaybının iyiye gitmesi durumunda ise fizik tedavi öneriyoruz. Bu hastalar fizik tedavi yöntemleriyle, başarıyla tedavi edilebiliyor. Bazı hastaların ağrıları ise tüm ilaç ve fizik tedavi yöntemleriyle geçmeyebilir. Böyle bir durumda ameliyat öneriyoruz.

Boyun fıtığı dışında kalan ağrılar neden oluşur?

Boyun fıtığı dışında en sık karşılaştığımız myofasial ağrılar, boynun uygunsuz pozisyonda aşırı kullanılmasına bağlı olarak kas gerilmelerinden kaynaklanır. Tipik olarak bilgisayar kullanımı, başın uzun süre öne eğilerek yapılan ofis çalışmaları, uzun süreli telefon konuşmaları en sık karşılaştığımız myofasial ağrı sebepleri. Ayrıca aşırı stres, gerilim ve depresyonda bu tip kas gerilmesi ağrılarının ortaya çıkmasını kolaylaştırıp tedavisini güçleştiriyor.

Ağır taşıma, meslek duruş bozukluklarının ağrılarda rolü nedir?

Boyun fıtıklarında bel fıtıklarından farklı olarak ağır taşımanın ve mesleğin etkisi belirgin değil. Alışkanlıklara bağlı duruş bozuklukları ve özellikle uygun olmayan yatak ve yastıklarda yatış en sık karşılaştığımız sebepler arasında. Fıtık dışında kalan ağrılar ise bilgisayarla uzun süreli çalışan ve ofis ortamlarında çalışanlarda sık görülmektedir.

Boyun ağrılarına çekenlere öneriler

Boyun ağrısından korunmak için ofis çalışanları ergonomiye dikkat etmeli. Özellikle monitor göz hizasının hafif altında olmalıdır. Uzun süre baş eğik pozisyonda çalışılmamalı. Eğer bu tip aktiviteden kaçınmak mümkün değilse saatte bir ara verilip, boyun kaslarına düzenli germe egzersizleri yapılmalı. Özelikle yaygın bir alışkanlık olarak karşılaştığımız televizyon karşısında, kanepe ve koltukta uygunsuz baş pozisyonu ile televizyon seyretmek ve uyumaktan kaçınılmalı. Geceleri yastıksız ya da çok yüksek yastıkta yatılmamalı. Mümkünse ortopedik yastık kullanılmalı. Özellikle bayanlar ıslak saçla yatmamalı. Boyun ağrısı çeken hastalar oyalanmadan öncelikle bir fizik tedavi rehabilitasyon uzmanına başvurmalı ve onun tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmeliler.


Egzersizleri