27 Aralık 2008 Cumartesi

BİYOETİK, V. TIP ETİĞİ KONGRESİNDE KONUŞULDU

13-15 Kasım tarihleri arasında V. Tıp Etiği Kongresi, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Morfoloji Yerleşkesinde yapıldı. “Tıp Etiğinden Biyoetiğe” ana başlığı altında düzenlenen kongre uluslararası platformda gerçekleştirildi.

Türkiye Biyoetik Derneği’nin 13-15 Kasım tarihleri arasında düzenlediği V. Tıp Etiği Kongresi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Morfoloji Yerleşkesinde yapıldı. “Tıp Etiğinden Biyoetiğe” ana başlığı altında düzenlenen kongrede, biyoetiğin gelişmesine ve eğitimine katkıda bulunarak, sağlık uğraşları ve diğer bağlantılı alanlarla ortak çalışmaları özendirmek ve geliştirmek amacını taşıdı.

Açılış konuşmasının ardından Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Semlin Tufan’ın destekleriyle Sanatorya Gençlik orkestrası şef Mehmet Efe yönetiminde konser verildi. Kongre’de ayrıca Geriatri ve etik kusu, Klinik araştırmalar ve etik paneli, serbest kongre bildirilerle biyoetiğin temek konuları çok yönlü ve disiplinler arası perspektifle sunumları yapıldı. Kongrede yapılmayanı gerçekleştiren Türkiye Biyoetik Derneği, Dr. Volkan Kavas’ın önderliğinde Seyreylem Belgesel Kolektifi yapımı olan film gösterimi yapıldı.

Tıp Etiği, Ahlaki Değer ve Yargıları Tıp Alanına Uygulanmasını İnceler
Uluslar arası platformda yapılan toplantının açılış konuşmasında Türkiye Biyoetik Derneği ve Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı Doç. Dr. Yeşim Işıl Ülman şöyle konuştu: ”Ankara Üniversitesi Deontoloji Anabilim Dalı işbirliği ile hazırlanan kongrenin alt başlığı ‘Tıp Etiğinden Biyoetiğe’ altında yapıldı. Bu kavram ve süreç hazırlıkların başlangıcından itibaren toplantının ana kurgusunu oluşturmuş ve ufkunu çizmiştir. Kongrenin kapsamı ve ana hatları, tıp etiği, biyoetik, sağlık etiği, dişhekimliği etiği gibi geniş bir perspektif ile oluşturuldu. Tıp etiği temel olarak ahlaki değer ve yargıların tıp alanına uygulanmasını inceleyen bir disiplindir. Ancak bu demokratik ahlak yaklaşımının da üzerinde klinik ortamda ortaya çıkan değer sorunlarını saptama, inceleme, çözüm önerileri sunarak karar üretme sürecini ele alan klinik etiğini de kapsar. Biyoetik kavramı biyoloji ve tıp alanındaki teknolojik gelişmelerin ve ilerlemelerin beraberinde getirdiği etik çatışmalar, sorunlar üzerine tartışmak, çözüm bulmakla uğraşan felsefik bir çalışma alanını niteler.”


Tıbbi Etiğin Geniş Açılımı Yapıldı
ilk kongre başkanlığını yaptığı toplantıda konuşan Türkiye Biyoetik Derneği Kurucu Üyesi ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Yaman Örs, “Tıbbi etiğin daha geniş açılımının yapıldığı bu kongrenin devamında, gelecek yıl İsrail’de toplantı düzenlenecek. Biyoetik terimi anlam kaymasına uğradı, sağlık uğraşları çerçevesinde, etik kurullar biyoetik kurulu olarak anımsanmaya başlandı. Tüm canlılık bilimi etiği anlaşılması, kongrenin biyoetik ile örtüşmüş oluyor” dedi.

Sağlık etiği ve felsefesi alanında öğretim üyesi olan Prof. Dr. Lennart Nordenfelt’te açılış konuşmasında düşüncelerini paylaştıktan sonra konuşan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Ökten, tıp uğraşının hedefine varılabilmesinde bilimsel bilgilerin yanında bazı mesleki ve insani değerlerin yansımasının büyük önem taşıdığını belirtti. “Gerçek tıp alanı ile sınırlı kalmayıp yaşama yönelik teknik ve bilimsel her türlü insan uğraşına yansımıştır” diyen Prof. Dr. Ökten, bunun bir sonucu olarak günümüzde biyoetik kavramının sıklıkla kullanılmaya başlandığını ifade etti.
Tıp etiği alanının gelişmesinin ve bugünlere gelmesinin ve bu kalitede bir kongrenin yapılabilmesinin ne kadar önemli olduğuna değinen Ankara Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. Yasemin Oğuz, ne kadar çok emeğe mal olduğunu ve bu emeğin sevgiyle yapıldığını dile getirdi.


Sorun Kümesi mi Çözüm mü?
Kongrede Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu’ndan İlke Bezen Aydoğdu ile Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi Nesrin Çobanoğlu, “Tıp Etiğinden Biyoetiğe ilerlerken Biyoetik Uzmanı: Sorun Kümesi mi Çözüm mü?” isimli bir sunum gerçekleştirdiler. “Günümüzde tıp etiğinden, bilim adamının, ilgili alanda araştırma yaparken veya mesleğini icra ederken genel olarak neleri yapması ve neleri yapmaması gerektiği sorusunu ve bilim adamının belirli durumda karşılaştığı bir sorunu nasıl çözmesi gerektiği sorusunu yanıtlaması beklenmektedir” diye görüş belirten konuşmacılar, “Tıp etiği biyoetiğe evrilirken biyoetiğin konusunun tıp etiğinin ana konusu olan insan hayatı değil, doğada var olan tüm organizmaların hayatı olduğu bilinmektedir” şeklinde konuştular.

Bugünün Etik Sorunu Yarının Tıp Tarihi Konuları Olacak
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Serap Şahinoğlu, doktora öğrencileri ve GATA Diş Hekimliği Bilimleri öğretim üyesi Yavuz Sinan Aydıntuğ’un gerçekleştirdiği “Türkiye’de Tıp Tarihi ve Tıp Etiği Alanlarının Biraradalığı” isimli sunumda ise şu görüşlere yer verildi; “ Türkiye’de birçok tıp fakültesinde tıp etiği ve tıp tarihi uzmanlık alanlarındaki akademik etkinliler tek bir anabilim dalı çatısı altında yürütülmektedir. Tarihsel sürece bakıldığında, bu birlikteliğin çeşitli nedenlerinin olduğu görülebilir. Her iki alan kendi içinde oldukça kapsamlı ve farklı konuları içerirken tek bir anabilim dalı altında çalışmaların yürütülmesinin olumlu ve olumsuz sonuçları olabileceği öngörüsü ve bunu da sıkça alanın çalışanlarınca tartışılıyor olmasından yola çıkarak bu çalışma planlanmıştır. Çalışma Türkiye’de Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Alanlarında çalışmış/çalışan bir grup öğretim üyesinin bir anabilim dalı kapsamında bu iki alanın birlikte yürütülmesine ilişkin düşüncelerinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Yapılan çalışmaların sonucunda elde edilen verilere göre uzmanlar, bu iki alanın birlikteliği konusunda farklı görüşlere sahiptir. Bu birliktelik için olumlu düşünenler, iki alanın birbirini desteklediği; tıptaki değerlere tarihsel bir boyut eklendiği; bugünün etik sorunun yarının tıp tarihi konuları olacağı; tıp etiği ve tıp tarihi alanlarının birbirlerini tamamladığı ve her ikisinin bir tür sinerji oluşturduğu olduğu yönündedir. Bu birlikteliği desteklemeyenler ise, bu iki alanın birbirini çok sınırladığı; metodolojileri ve düşünme biçimlerinin birbirinden farklı olduğu; bunun da eğitim programlarının içeriğini sınırladığı gibi görüşlere sahiptir.”

Kongrede, “Felsefi Bakışla Bir Tıp Etiği Olarak -Tıp Etiği-”, Etik ve ahlak; Sınırlar, Kapsam, Farklılıklar ve İlişkiler”, Sağlık Profesyonellerinin Etik Kavramından Anladıkları ve Kurumsal Etik Çalışması Yapanlardan Bekledikleri” gibi birçok sunum, panel ve oturum düzenlendi.

23 Aralık 2008 Salı

STENT ARAŞTIRMA SONUCU

Girişimsel kardiyoloji ve ICD takılması konularını Sağlık Dergisi’ne anlatan Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necmi Değer, özellikle diyabetli ve ince damarlı hastalarda ilaç kaplı stentlerin tercih edilmesinin daha avantajlı olduğunu söyledi.

İnsanlar üzerinde çeşitli stentlerin birbiriyle olan mukayese araştırmalarını değerlendiren Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necmi Değer, stentlerin ilaç kaplı veya kapsız olanların çeşitli kullanım alanları olduğunu kaydetti. “İlaç kaplı stentlerin yararlarının yanı sıra, ilaç kaplı olmayan stentlerin tekrar daralmasıyla (restenoz) ilgili şimdiye kadar pek çok araştırma yapıldığını ve belli oranda restenoz oluştuğu bilinmektedir. Bütün çalışmalar prospektif ve retrospektif olarak yapılmaktadır. Farklı stentlerin karşılaştırılmasının yapıldığı bir çalışmada damar çapı, risk faktörleri aynı olan hasta grubunda iki çeşit stentin 6 ay içerisinde gelişmiş olan restenoz oranının hangisinde daha iyi, klinik seyir hangisinde daha iyi olduğunu yorumladık” diyen Prof. Dr. Değer, araştırma neticesinde stentlerin farklı restenoz değerleri gösterdiği sonucuna varıldığını belirtti. Son yıllarda kullanımı gittikçe artan ilaç kaplı stentlerin bu restenoz derecesini anlamlı şekilde azalttığı için oldukça popüler hale gelmiştir.

Geç Stent Trombozuna Dikkat
Stentlerin kullanımında ilaç kaplı stentlerin pahalı ve parayla alınıyor olmasının hastanın seçiminde rol oynadığına dikkat çeken Prof. Dr. Değer, “Dolayısıyla hasta ekonomik gücü varsa biz hastaya izah ediyoruz. İlaçlı stent takıldığındaki avantajlarını anlatarak, hastanın tercihine bırakıyoruz. Stent cinsinde normal sosyal güvencenin karşıladığı stent var, bir de üstüne ek para verebileceği ilaç kaplı stentler var. Hastaların tercihleri ve doktorunun damar yapısı ve risk faktörlerine göre yönlendirmesiyle uygun olan stenti hastaya takıyoruz. Hastaları 1 yıllık takip sonrasında hangi stent nasıl gelişme göstermiş inceleniyor. Stent takıldığında ömür boyu hastada kaldığı ve değiştirmenin mümkün olmadığı için seçim doğru yapılmalıdır. Ancak çıplak stent içerisine tekrar ilaçlı stent takılabilme şansımız var” dedi. Araştırmalar sonucunda özellikle ilaç kaplı stentlerin ilk 6 ayda yeniden daralmaya karşı çok avantajlı olduğunu kaydeden Prof. Dr. Değer, özellikle diyabetli, ince damarlı ve uzun lezyonu olan hastalarda ilaç kaplı stentlerin tercih edilmesinin daha avantajlı olduğunu söyledi. Damar çapı yeterli genişliğe(3.5mm) sahipse ve diyabet hastalığı yoksa normal stent takılmasında bir sakınca olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Değer, ülkemizde ilaç kaplı stentte abartılı kullanım olduğunu ve risk faktörlerine bakmadan pahalı stentlerin tercih edildiğini ve stent kılavuzlarına girmemiş kullanımın yapıldığını bildirdi. “Yapılan çalışmalarda geç stent trombozu denilen bir rahatsızlık var. 1 yılı geçen süreçten sonra bu ilaç kaplı stentlerde tıkanma ve mortalite görülme olasılığının yüksek olduğu saptandı” şeklinde konuşan Prof. Dr. Değer, bu yüzden ilaçlı stentleri yerinde ve gerekli endikasyonda kullanmak gerektiğini vurguladı.

ICD Kalp Yetmezliğinde Tercih Ediliyor
Maliğn aritmilerde (Ventriküler taşikardi ve fibrilasyon gibi)ritmi hissederek elektiriksel şok yaparak tekrar normal ritme çevirerek hastanın ani ölümünü önleyen sistem olarak adlandırılan İntra Kardiak Defibrilatör’ü (ICD) hastanelerinde kullandıklarını dile getiren Prof. Dr. Değer, ICD pacemaker’ın daha modern sistemler olduğunu söyledi. Ayrıca diğer bir sistem olan Biventriküler pacemakerler resenkronizasyonu sağlayarak, kalbin sağ ve sol ventrikül hareketlerindeki dissenkroniyi düzelterek kalbin daha olumlu çalışmasını sağladığını belirten Prof. Dr. Değer, “Bunların takılımı arttı, birikimimiz halinde neticelerini vereceğiz. Biventriküler pace’te sağ ventrikül(karıncık) ve sağ atriuma(kulakçık) elektrot konuluyor ve kalbin sağından uyarılıyor. Koroner sinustan kalbin arkasını dolaşarak sol ventrikülü uyarıyor. Sistemde 3 tane lead oluyor. Hasta senkronizasyonunda bozukluk olursa pompanın gücünü arttıran bir sistem. Kalp yetmezliğinde kullanılan çok güzel bir yöntem” dedi. Prof. Dr. Değer, gerek ICD gerekse Biventriküler Pacemaker’ler Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalında uygun endikasyonda (İleri derecede kalp yetersizliği,ani ölüm riski olan ciddi aritmilerde) rutin şekilde kullanıldığını söyledi.

İki Yılda Bin Kişinin Tansiyonu Ölçüldü
Hipertansiyonla ilgili bölgesel çalışmalar yaptıklarını ifade eden Prof. Dr. Değer, “Yöremizdeki doğu ve güneydoğu bölgelerinden göç alan kesimlerde risk faktörleriyle ilgili daha önce iskemik kalp hastalığı hikayesi olmayan 30 yaş ve üzeri kişilerde yaptığımız bir çalışma mevcut. Bu çalışmanın yalnızca hipertansiyon koluna bakıldığında bayan-erkek gruplarında ve yaşam alışkanlıkları, diğer risk faktörleriyle diğer bölgelerden farkı nelerdir diye. Sonucunda Türkiye geneline benzer sonuç çıktı ancak, Akdeniz mutfağının diğer bölgelerden daha sağlıklı olduğu için hipertansiyon açısından daha iyi olduğu tespit edildi. İki yılda bin kişiye ulaşıldı, yüzde 26 oranında yeni hipertansif hasta bulundu” dedi.

Tansiyon hastalarında öncelikle insanların tansiyonlarının farkına varılmasının ve tedavinin yoğunluğunun önem arz ettiğini belirten Prof. Dr. Değer, hastanın tedaviye uyumunu arttırarak, yakın takibe alınması gerektiğine işaret etti. “Kan basıncını normal tutma derecesini arttırmak gerekiyor maalesef ki Türkiye’de hala düşük” diyen Prof. Dr. Değer, bu tip hastalara yaşam tarzını değiştirmelerini ve ilaç tedavisini tavsiye ettiklerini kaydetti.

22 Aralık 2008 Pazartesi

SAĞLIK VE HASTANE İDARECİLERİ TOPLANDI

Antalya Quenn’s Park Resort Otel’de 22-26 Ekim 2008 tarihleri arasında bu yıl ilki gerçekleştirilen Sağlık ve Hastane İdaresi Kongresi, yoğun ilgi gördü. Ayrıca sağlık idareciliği mesleğinde 30 yılını dolduran katılımcılara plaket verildi.

22-26 Ekim 2008 tarihleri arasında Antalya Quenn’s Park Resort Otel’de Sağlık İdarecileri Derneği tarafından gerçekleştirilen Sağlık ve Hastane İdaresi Kongresi gerçekleştirildi. Kongrenin açılış konuşmasında kongre eş başkanları Dr. Bilal Ak ve Doç. Dr. Ezel Afsun Esatoğlu kongrenin düzenlenme amaç ve hedefini anlattı. Sağlık İdarecileri Derneği Başkanı Selçuk Irgıt ise, sağlık sisteminin ana sorununun yönetim, yönetici ve yöntem sorunu olduğunun üzerinde durdu. Kongrenin son gecesinde verilen Gala Yemeğinde, sağlık idareciliği mesleğinde 30 yılını dolduran 42 katılımcıya mesleğe yapmış oldukları katkılardan dolayı plaket verildi. Plaket verilenler arasında Adnan Balcı, Dr. Bilal Ak, Doç. Dr. A.Erdal Sargutan, Prof. Dr. Tevfik Dinçer, Prof. Dr. Mehtap Tatar, Prof. Dr. Korkut Ersoy yer aldı.
330 katılımcının olduğu kongreye; Hacettepe, Ankara, Başkent, Marmara, Erciyes ve Uludağ Üniversitelerinden olmak üzere, K.K.T.C. Sağlık Bakanlığı ve Irak-Musul Üniversitesi’nden akademisyen ve sağlık idarecileri de kongrede bildirileri ile yer aldı. Toplam 3 panel, 4 çağrılı bildiri oturumu içeren kongrede, 16 çağrılı bildiri, 51 sözel bildiri ve 21 poster sunumu yapıldı.

Sağlık İdaresi Mezunlarının Kadro Sorunu
Kongrenin açılış konuşmasında Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Uz. Dr. Turan Buzgan, kongreye katılan sağlık yöneticilerine ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı ve Getirdikleri’ hakkında bilgi verdi. Ülkemizin sağlık idarecileri ile sağlık yöneticilerinin karşılaştığı sorunları paylaştığını ifade eden Buzgan, özellikle sağlık idaresi mezunlarının kadro alamama sorununda kendilerinin çözüm üreteceğini ve kendilerinin de sorunun çözümüne destek vereceği sözünü verdi.

3 Ayrı Başlıklı Eğitim Verildi
Kongrede; sağlık idarecilerinin problemleri ve çözüm önerileri, sağlık sektöründe tıp bilişimi uygulamaları, sektörel sorunlar, çözüm yolları ve tıp bilişiminin geleceği hakkında görüşler ve tıbbi cihaz ve malzeme üreticilerinin problemleri ve çözüm önerileri konulu paneller yapıldı. “Tanı İlişkili Grup Maliyetleri”, “Yöneticilikte Duygusal Zeka” ve “Sağlıkta Güncel Sorunlar, Veri Madenciliğine Dayalı Çözüm Önerileri ve Örnek Uygulamalar” olmak üzere 3 ayrı başlıklı eğitim verildi ve eğitime katılanlara sertifikası verildi.
Kongrede ülkenin sağlık meselelerinin bilimsel olarak ortaya konmasının, sağlıktaki yeniliklerin, sağlık yöneticilerinin sorunlarının ve çözüm önerilerinin dile getirilmesinin yanı sıra kongre sosyal aktivitesi olarak özellikle 2365 m. Yükseklikteki Tahtalı’ya yapılan teleferik gezisi katılımcılara doğa ile iç içe olma fırsatı sağladır.

21 Aralık 2008 Pazar

2020 KANSER HEDEFİ, 11 MİLYON KİŞİ

20-22 Kasım tarihlerinde Bilkent Otelde gerçekleştirilen 4. Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Sempozyumu’nda kanser üzerine yapılan son araştırmalar üzerinde duruldu. Ayrıca Ulusal Kanser Enstitüsü kurulmasına dair istekler sıkça tekrarlandı.

4. Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Sempozyumu 20-22 Kasım tarihleri arasında Bilkent Otel’de yapıldı. Sempozyumun başkanlığını Prof. Dr. Şevket Ruacan ve Prof. Dr. Faruk Zorlu paylaşırken “Prof. Dr. Lale Atahan anısına” konuşması ile toplantı başladı. Kanser çalışanlarını bilgilendirme amaçlı yıllık toplantıda, yapılan son araştırmalar ve yenilikleri sunuldu. Temel Onkoloji Kursundan sonra kanserin değişik boyutları, konunun uzmanları tarafından ayrıntılı olarak tartışıldı. Dünyada ve ülkemizde kanser yükü, kanser enstitülerinin durumu, son yıllarda giderek önem kazanan çevre ve kanser ilişkisi, ülkemizin de gündemine oturan tütün politikaları özel oturumlarda ele alındı. Nükleer onkoloji ve radyoterapideki gelişmeler konunun uzmanları tarafından sunuldu. Meme, kolon, akciğer, mesane kanserleri, Ewing sarkomu, nörobalstomun tanı ve tedavilerinde gelinen son noktalar ayrı oturumlarda değerlendirildi. Kanser hastalarında tedavi sonrası yaşam kalitesi ve hastaların beslenmesi ile ilgili sorunlar da gene uzmanlar tarafından tartışıldı.


Çevre Ve Kanser İlişkisi
Türkiye’de kansere yönelik araştırma, eğitim ve klinik hizmet sağlayan ilk kuruluş olan Hacettepe Onkoloji Enstitü Müdürü Prof. Dr. Şevket Ruacan sempozyum hakkında Sağlık Dergisi’ne konuştu: “Bu yıl 4.sü yapılan sempozyumun Türkiye’de onkoloji kanserle savaş nereye gidiyor, Türkiye ve Dünya’da son gelişmeler özellikle genç hemşire, biyolog, eczacı kısaca kanserle çalışan asistan ve uzmanlara kanser konusunda neler var, neler gelişti, bir yıl içerisinde neler oldu sunmak istiyoruz. Başta Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi olarak düşünülen toplantıya, Türkiye’nin her yerinden katılımcılara burs ile yolluk ve kalınacak yerler ayrıldı.” 400 kişinin katıldığı sempozyumun ilk gününde kurs yapıldığını ve bu kursta da temel bilimlerdeki gelişmelerin anlatıldığını kaydeden Prof. Dr. Ruacan, her yıl toplantının temasının farklı olduğunu bu yılda ‘Çevre Ve Kanser İlişkisi’ üzerinde durulduğunu ifade etti.

Ulusal Kanser Enstitüsü
Kanserle ilgili çalışmaları, araştırmaları planlayacak danışmanlık yapacak, koordine edecek bir kuruluş kurulmasını istediklerini dile getiren Prof. Dr. Ruacan, bazı ülkelerde bulunan bu enstitülere Ulusal Kanser Enstitüsü denildiğini ve bu kuruluşların, alanında en iyi uzman ve bilim adamlarını bir araya getirdiğini belirtti. Prof. Dr. Ruacan, devlete danışmanlık yapan, en uygun bilgileri süzüp veren bir kuruluş olması yönünde çalışmalarının sürdüğünün bir örneğinin Amerika’daki Kanser Enstitüsü olduğunu ifade etti. Kurumun danışmanlık yapması, araştırma konuları belirlemesi, fon vermek gibi işlevleri olduğunu kaydeden Prof. Dr. Ruacan, insan yetiştirmek, hem halka hem de profesyonellere eğitim vermesinin yanında ne kadar fizikçi ne kadar biyolog lazım onları planlayıp devlete fikir verecek bir kuruluş olduğunu dile getirdi.

2020 Yılında Kanserden Ölenlerin Sayısı 11 Milyona Yükselecek
Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Tezer Kutluk, Kanser yükü 2008 isimli konuşmasında şunlara değindi: “2004 yılından 2005 yılına gelindiğinde erkeklerde 3592, kadınlarda 1832 olmak üzere kanserden ölen birey sayısı toplam 5424 artmıştır. Kanserden ölüm hızları yüzde 1 oranında azalmıştır. 1998-2002 yılı kanser pervelansına dayanarak dünyada şu an 25 milyon kanserli insanın bulunduğu tahmin edilmektedir. Böyle giderse 2020 yılında her yıl kanserden ölenlerin sayısı yedi milyondan 11 milyona yükselecektir. Her yıl görülen yeni kanser vakalarının sayısı ise yüzde 50 artışla 11 milyondan 16 milyona yükselecektir. Bunda en önemli neden mevcut tütün kullanımı ve sağlıksız yaşam tarzıdır. Tüm kanserlerin üçte ikisi gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Tüm ölümlerin yüzde 12,5’i kanser nedeniyle olup, bu değer HIV/AIDS, tüberküloz ve malarya’nın tümünün sebep olduğu ölümlerden daha fazladır. Tüm kanser ölümlerinin yüzde 43’ü tütün, diyet ve enfeksiyonlarla ilişkilidir. Tütün tüm kanser ölümlerinin yüzde 30’undan sorumludur. Tütüne karşı Dünya Sağlık Teşkilatının yürürlüğe koyduğu “Tütün Çerçeve Anlaşması” konusunda ülkemizde de önemli bir adım atılmış ve 19 Mayıs 2008 tarihinde tütün yasakları ülkemizde de başlamıştır. Küresel düzeyde enfeksiyonlar tüm kanserlerin yüzde 17,8’inden sorumludur. Ancak bu alanda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Hepatit virüsü, insan papilloma virüsü(HPV), helikobakter pilori ile başa çıkılabileceği görülmüştür. Kronik Hepatit B infeksiyonu aşılama ile yüzde 90-95 oranlarında önlenmektedir ve aşı dünyada giderek daha yaygın kullanmaktadır. Bu yıl içindeki önemli bir gelişme insan papilloma virüsünü bulan Dr. Zurhausen’in Nobel ödülü almasıdır.”

ABD’de her üç kadından birisi, her iki erkekten birisinin yaşam boyu kansere yakalandığını kaydeden Prof. Dr. Kutluk, kadınlarda ilk üç sırayı meme, akciğer, bronş, kolon ve rektum kanserleri; erkeklerde ise prostat, akciğer, kolon ve rektumun aldığını belirtti. Prof. Dr. Kutluk, ABD’de çocuk kanserleri 1-14 yaş grubunda ikinci en sık ölüm nedeni olmaya devam ettiğini vurguladı.


Hacettepe’de 2002 Yılından İtibaren Kanser Kayıtları Toplanıyor
Ülkemizde 1983 yılından bu yana kanser, bildirimi zorunlu hastalıklar arasında olmasına rağmen uzun yıllar güvenilir veri temininde sorunlar yaşandığını vurgulayan Prof. Dr. Kutluk, “8 ilin verileri birleştirildiğinde kanser insidansı yüzbinde olarak kadınlar 140.75; erkekler için 194.25 toplam 167.72 olarak hesaplanmıştır. Yine 8 ilin verilerine göre en sık görülen kanserler kadınlarda meme, deri, tiroit, akciğer, mide, kolon, endometrium, over, kemik iliği, beyin ; erkeklerde akciğer, prostat, deri, mesane, mide, larinks, kolon, kemik iliği, beyin, rektum kanserleri olarak bildirilmiştir” dedi. Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinin 2002 yılından itibaren her üç hastanesinden de kanser kayıtlarını düzenli olarak toplanmaya başlandığını vurgulayan Prof. Dr. Kutluk, 2007 yılı verilerine göre 4636 vakaya ulaşıldığını ve buna göre ilk sırayı erkeklerde akciğer, prostat, kolorektal, kadınlarda ise meme, kolorektal ve lenfomaların aldığını bildirdi.

Türkiye’de 3 Onkoloji Enstitüsü Var
Dünya Türkiye’de kanser enstitüleri başlığı altında konuşma yapan Onkoloji Enstitü Müdürü Prof. Dr. Şevket Ruacan, “Kanser savaşı genellikle yaygın örgütlenme, temel-epidemiyolojik ve klinik araştırma, multidisipliner tedavi yaklaşımı, ileri teknoloji ve yüksek maliyet gerektirir. Birçok ülkede bu çok yönlü gereksinimleri karşılamak üzere “kanser enstitüleri” modeli getirilmiştir. Kanser enstitülerinden beklenen temel görevler; eğitim, araştırma, klinik uygulama, danışmanlıktır. Ulusal kanser enstitülerinin en gelişmiş örneği ABD’de bulunan Ulusal Kanser Enstitüsü’dür (National Cancer İnstitute). Kuruluş yasası 1937 yılında çıkan bu enstitü dünyada kanser araştırmalarına yönelik en büyük kuruluştur. Kendi yapısı altında 5000’den fazla araştırıcı ile yürüttüğü araştırmalara ilaveten birçok üniversite ve kanser merkezinde yılda 200 000 hastanın katıldığı 1300 civarında klinik çalışmaya destek vermektedir.
Türkiye’de tümü üniversiteler bünyesinde yer alan 3 onkoloji enstitüsü bulunduğunu dile getiren Prof. Dr. Ruacan, Hacettepe, İstanbul ve Dokuz Eylül Üniversitesi enstitüleri olduğunu kaydetti.

20 Aralık 2008 Cumartesi

AVRUPA ANTİBİYOTİK FARKINDALIK GÜNÜ

Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği tarafından düzenlenen, ‘Avrupa Antibiyotik Farkındalık Günü’ basın toplantısında, antibiyotiğin yanlış ve gereksiz kullanımı üzerinde duruldu. Vatandaşların antibiyotikleri bilinçsizce kullanmaya devam etmeleri halinde bunun tüm toplumu etkileyeceğine dikkat çekildi

18 Kasım tarihinde Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği’nde düzenlenen basın toplantısında Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Başkanı Prof. Dr. Erdal Akalın ve Genel Sekreteri Prof. Dr. Serhat Ünal, ‘Avrupa Antibiyotik Farkındalık Günü’ dolayısıyla konuşma yaptı.

Prof. Dr. Akalın, bakteriyel olduğundan emin olunmayan hastalıklarda bilinçsizce antibiyotik kullanılmaması gerektiğini dikkat çekerek, nezle gibi hastalıklarda antibiyotiklerin hiçbir etkisinin bulunmadığını söyledi. Doktora danışılmadan antibiyotik kullanılmaması gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Akalın, ''Nasıl bir tansiyon veya kanser hastasının ilacını doktorun verdiği reçeteyle kullanması gerekiyorsa, antibiyotiğin de doktor kontrolünde kullanılması gerekir'' dedi.

En Basit Bakteriyel Enfeksiyonlar Bile Ölüme Neden Olabilecek
Antibiyotiklerin bilinçsizce kullanımıyla bakterilerin bu ilaçlara karşı direnç kazanmaya başladığını anlatan Prof. Dr. Akalın, “Antibiyotik kullanılması gereken durumlarda da bu ilaçların etkisiz kalabiliyor. Bu sorunun ciddi şekilde ele alınmaması ve antibiyotik kullanımının bu hızla devam etmesi halinde bütün Avrupa'nın antibiyotik öncesi dönemleri hatırlatan bir sonuçla karşı karşıya kalınacak. Böylece en basit bakteriyel enfeksiyonlar bile ölüme neden olabilecek” şeklinde konuştu. Türkiye'de geçen yıl yüzde 16.2 ile en çok antibiyotiklerin kullanıldığını, Avrupa'da ise antibiyotik kullanım sıklığının 4. sırada yer aldığını belirten Prof. Dr. Akalın, ''Uygun olmayan ve yaygın antibiyotik kullanımı toplumun sağlığını tehdit eden ciddi bir sorun haline gelmiştir. Vatandaşlar antibiyotikleri bilinçsizce kullanmaya devam ederse bunun etkisi toplumun bütüne olacaktır'' diye konuştu. Prof. Dr. Akalın, Türkiye'de kullanılan antibiyotiklerin de en çok solunum yolu enfeksiyonları için tercih edildiğini, bunun da çok yanlış bir uygulama olduğunu belirtti.

Solunum Yolları Enfeksiyonlarında Antibiyotik Kullanılmaz
Vatandaşların ateşli hastalıklarda dahi antibiyotik kullandıklarını ancak antibiyotiklerin ateş düşürücü olmadığını kaydeden Prof. Dr. Ünal, ateşli hastalıkların ancak bakteriyel olduğu gözlemlendiğinde antibiyotik kullanılması gerektiğini dile getirdi. Prof. Dr. Ünal, vatandaşların da doktorlara antibiyotik yazmaları için baskı yapmamaları gerektiğini söyleyerek hekimlerinde bu baskı altında her hastaya geniş spekturumlu antibiyotik yazmamaları gerekliliğinin altını çizdi. Antibiyotiklerin sadece bakterileri öldürdüğünü, virüs, parazit veya mantarlara etkisinin bulunmadığını belirten Prof. Dr. Ünal, solunum yolları enfeksiyonlarında da antibiyotik ilaçların kullanılmaması gerektiğini, solunun yolu hastalıklarının yüzde 95'inin viral olduğuna dikkat çekti.

Enfeksiyona Neden Olan Canlıların Yüzde 85'i 2 -3 Antibiyotiğe Dirençli
Antibiyotiklerin 1940'larda Dünya Savaşı'nda mucize ilaçlar olarak geldiğini ancak o günlerin eskide kaldığını ifade eden Prof. Dr. Ünal, “Çünkü siz gözle görülmeyen küçük canlılarla savaşıyorsunuz, onlar da yaşamak için kurgulandığı için bu ilaçlara karşı savaş geliştirir. Hastalık enfeksiyonuna neden olan bu canlıların yüzde 85'i en az 2 ya da 3 antibiyotiğe dirençlidir''dedi. Antibiyotiğin gerçekten gerekli olduğunda reçeteye yazılması gerektiği ve antibiyotiğe başlandığında doktorun belirttiği süre ve ölçüde kullanılması gerektiğini Prof. Dr. Ünal,''İngiltere'de, Amerika'da vatandaşlara yönelik antibiyotik eğitimleri yapılıyor. Türkiye bu basamağa geldi, geçti bile. Vatandaşların bu konudaki eğitimleri son derece yetersiz'' diye konuştu.

19 Aralık 2008 Cuma

ANKARA TIP’TA HASTA GÜVENLİĞİ TOPLANTISI

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı ve İbni Sina Hastanesi Başhemşireliği tarafından ‘Hasta Güvenliği Günü’ adı altında düzenlenen konferansta yapılan hatalar ve yapılması gerekenler anlatıldı.

12 Kasım tarihinde Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi Hasan Ali Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen ‘Hasta Güvenliği Günü’ toplantısında sağlık kuruluşlarındaki hasta güvenliğine ve sağlığına yönelik eksiklikler ile bu eksikliklerin giderilmesi için yapılacak çalışmalar masaya yatırıldı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı ve İbni Sina Hastanesi Başhemşireliği tarafından gerçekleştirilen toplantıya Hacettepe Üniversitesi tıp Fakültesinden ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinden öğretim üyeleri de sunumlarıyla katkıda bulundular.


Önce Zarar Vermeyiniz
Konferansın açılış konuşmasını yapan İbni Sina Hastanesi Başhemşiresi Uzman Hemşire Emel Türkbey, sağlık kuruluşlarındaki yönetim standartlarının önemine değinerek, 2005 yılından itibaren Fakültemiz ve Hastanelerimizde akreditasyon çalışmalarına başlandığını belirtti. Günümüzde her gün yüzlerce hatta binlerce insanın sağlık kuruluşlarından yararlandığını ifade eden Türkbey, “Riskli alanlar olarak da tanımlanan hastanelerin hasta güvenliği konusunun önemi üzerinde durması gerekiyor. Tıbbın babası Hipokrat’ın da dediği gibi “Önce zarar vermeyiniz “ ilkesinden hareketle hastanelere gelen hastalara öncelikle başka bir hastalık bulaştırılmaması gerekir. Güvenli bir sağlık hizmeti için hastaların, yaralanmaması, sakatlanmaması, ek hastalıklara maruz kalmaması son derece önemlidir” dedi. Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl 98 bin kişinin hastanelerdeki tıbbi hatalar nedeniyle yaşamını kaybettiğini belirten Türkbey, “Buna rağmen oradaki hastane ve kliniklerin bu rakamları net bir biçimde ortaya koyuyor. Böylece hatalarını ve neden hata yaptıklarını görüyor ve ona göre önlemler alıyorlar. Ülkemizde de bu konuya ciddi olarak eğilmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu. Dünyada her 10 hastadan birinin meydana gelen tıbbi hatalar nedeniyle ciddi şekilde zarar gördüğünü belirten Türkbey, yanlış şeyin yapılması ya da doğru şeyin yanlış yapılmasının tıbbi hatalara neden olduğunu belirtti. Hasta güvenliği konusunda hazırlanan hasta güvenliği rehberine de değinen Türkbey, bu rehberin; hasta kimlik bilgilerinin doğru olması, hasta bakımını sağlayanların arasındaki iletişim etkinliğinin geliştirilmesi, önemli ilaçların kullanılmasında güvenliğin sağlanması gibi maddeleri içerdiğini de sözlerine ekledi.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sadık Ersöz , hasta güvenliği konusunu önemine vurgu yaparak, “Hasta güvenliğinde aklınıza gelmeyen başınıza gelebilir” şeklinde konuştu. Hastaların güvenliğinde, temizlik, titizlik ve dikkatin çok önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Ersöz, bu tür toplantıların bu konudaki eksikleri tespit etme ve çözülmesi konusunda önemli işlevler üstleneceğini de söyledi.


Cerrahide Hasta Güvenliği
Hasta güvenliği konferansının yapılmasında büyük emeği geçen Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Semih Baskan, 1 Temmuz 2007 tarihinde Yakındoğu Üniversitesi tarafından yapılan hasta güvenliği toplantısına katıldığını, bu toplantıdan sonra aynı şekilde bir toplantının Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde de yapılabileceğini düşünerek çalışmalara başladıklarını ve bu toplantıyı organize etmekten mutluluk duyduklarını söyledi. Toplantıda katılımcılara “Cerrahide Hasta Güvenliği” konusu hakkında bilgiler aktaran Prof. Dr. Baskan, tıp biliminde kendilerine öğretilen ilk kuralın önce zarar verme, olduğunu belirtti. Tıbbi hataların aynı zamanda kişisel ve toplumsal anlamda sağlık giderleri açısından da artışa yol açtığını belirten Prof. Dr. Baskan, bu durumunda ülke ekonomilerine büyük ek maliyetler getirdiğini dile getirdi. Başlıca tıbbi hataları; yanlış ilaç kullanımı, hastane enfeksiyonları, hastanın yatağından ya da sedyeden düşmesi, ameliyat hataları olarak sıralayan Prof. Dr. Baskan, “Tıbbi hataların yüzde 6.6’sı maalesef ölümle sonuçlanıyor” dedi.

Prof. Dr. Baskan, Tıbbi Hataları Önleme Listesini 3’e Ayırdı
Sağlık hizmetlerinde hizmet kalitesinin yükseltilmesi ve tıbbi hataların önlenmesine yönelik çalışmaların son derece önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Baskan, dünyada her yıl 1 milyon kişinin ameliyat esnasında ve ameliyatlar sonrasında öldüğünü söyledi. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dünyanın her yerinde uygulanabilir bir tıbbi hataları önleme listesi hazırladığını belirten Prof. Dr. Baskan, bu listenin 3 bölüme ayrıldığını ifade etti. Ameliyat öncesi yapılacak işlemler bölümünde; hasta kimlik bilgilerinin doğruluğu, hangi tarafa ameliyat yapılacağı, ne ameliyatı yapılacağı, hastanın bilinen bir alerjisinin olup olmadığı maddelerinin olduğunu dile getirdi. Prof. Dr. Baskan, ameliyat esnasındaki önlemler içerisinde; ameliyat ekibinde herkesin birbirini tanıması, ameliyat öncesi antibiyotik uygulamasının yapılıp yapılmadığı, cerrahın ameliyat süresini ekibiyle paylaşması olduğunu söyledi. Prof. Dr. Baskan, WHO’nun ameliyat sonrasında alınacak önlemleri ise şöyle sıraladı: ”Yapılan ameliyatın tanımının belirlenmesi, ameliyat hemşiresinin cerrahi alet, tampon, kompres ve iğne sayımlarını kontrol etmesi, ameliyat esnasında herhangi bir olay meydana gelmişse bunun yazılı kayıt altına alınması gereklidir.”

18 Aralık 2008 Perşembe

Ender Sarac

ender saraç
ender saraç


Ender Saraç
, 1959 yılında İzmir’de doğdu, Bornova Anadolu Lisesi’ni ve sonra Ege Tıp Fakültesini bitirdi. Erzurum ili İspir ilçesi Kırık Nahiyesi ve köylerinde mecburi hizmetini yaptı. Çorlu’da askerliğini Alay Tabibi olarak bitirdikten sonra İzmir’de Aile hekimliği ihtisasını tamamladı.

1990 Yılından bu yana Ayurveda çalışmaları yapan Ender SARAÇ İzmir’den İstanbul’a geldiği ilk yıllarda Nukhet Duru ile beraber UNİFORM Sağlık ve Estetik Merkezinde çalıştı. Daha sonra Türkiyenin ilk Doğal Tıp ve Estetik Merkezi olan HAY SAĞLIK Merkezini 1994′te kurdu, ve genişleterek bu güne kadar geldi. Ayrıca Türkiye’nin ilk Doğal Arınma Merkezi olan Ulustaki Doğa Arınma Merkezi’ninde kurucularındandır. Doğal ve Sağlıklı yaşamla ilgili Türkiyenin ilk Türkçe kitabı olan Doğan yayıncılığın’ Ayurveda’ kitabı kısa sürede 14. baskı yaparak uzun süre en çok satan kitaplar arasında yer aldı. Türkiyede Doğal ve sağlıklı yaşamla ilgili bilincin geliştirilmesi konusunda bahsedilen şirketler ve kitabın dışında çok sayıda Televizyon programı, Yazılı basın Röpörtajı, Seminer, Konferans ve Panellerle oldukça yoğun bir çalışma yapan Ender Saraç Halen bir dönem kurduğu Doğal Tıp Derneği’nin Genel Başkanlığını da yürüttü. Dr. Ender SARAÇ halen kendi kliniğinde görevine devam etmekte. Günümüzün sanat, politika ve iş dünyasından pek çok tanınmış kişi bu yöntem ile zayıflamakta, koruyucu hekimlik almakta veya hastalıklarına çare bulmaktadırlar. Ayurveda eğitimi ve Aile Hekimliği ihtisası olan Dr. Ender Saraç’ın ayrıca Sağlık Bakanlığından onaylı Akapunktur sertifikasıda bulunmaktadır. 20 yılı aşkın bir süredir Vejeteryan olan Ender SARAÇ uzun süredir bazı spiritüel tekniklerin ileri aşamalarınıda uygulamaktadır. Ender SARAÇ’ın 2. kitabı olan Ayurveda Sağlıklı Zayıflama kitabı, 2002 yılında piyasaya çıktı ve kısa sürede 21 baskı yaparak Türkiyenin en çok satan kitapları arasına girdi. Ve 2002 Nisan ayında 4 hafta süreyle Türkiyenin en çok satan kitabı oldu. Ender Saraç aynı zamanda Türkiyenin ilk diplomalı astrologlarından da olup Sağlık ve Astroloji alanında özel çalışmalar yapmaktadır. Doğal ve Sağlıklı yaşamanın ve Doğal Tıp alanındaki özel çalışmaların yanı sıra Dr. Ender Saraç’ın ayrıca Ruhsal Gelişim Spirütüel Teknikler ve Pozitif Enerji Teknikler üzerine çalışmaları da toplumun yoğun ilgisini çekmektedir. Ender Saraç aynı zamanda CNN-Türk,TRT-1ve TRT-int, ATV gibi çeşitli kanallarda düzenli programlarda yapmış ve dönem dönem toplum sağlığını ilgilendiren konularda TV proglamlarına devam etmektedir.Saraç aynı zamanda Vatan gazetesininde yazarlarından olup halen sağlık yazılarına devam etmektedir.Ayrıca Shubuo ile beraber Sağlıklı Yaşam ve Sağlıklı Zayıflama servislerinin içeriklerini de sağlamaktadır.

Ahmet Maranki

ahmet maranki
Ahmet Maranki



Ahmet Maranki, Prof. Dr.

DOĞUMU : 1956, Kastamonu
MEDENİ HALİ : Evli - Üç çocuk
BİLDİĞİ YABANCI DİLLER : İngilizce, Arapça, Osmanlıca ve Azerbaycanca Türk Dili (iyi), Rusça (orta)


ÖĞRENİMLERİ : İstanbul Bogaziçi Üniversitesi, önlisans İngilizce 2 yıllık - 1983
Tekel Genel Müdürlügü İleri İngilizce - 2 yıllık kurs - 1987
Türk Edebiyat Vakfı Arapça - 2 yıllık kurs - 1988
İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadi Enstitüsü;Metod geliştirme İş Analizi kursu 1984 Verimlilik kursu - 1985
Ergonomi kurs mezunu - 1986
ABD´de Tarım Bakanlıgı Kursu,(iki defa) - 1991
ABD Sosyal Güvenlik ve Yönetim Sistemleri Kursu mezunu - 1991
ABD Kentucky Üniversitesi Mesleki Doktora üstü akademik çalışma - 1991
ABD´de Müslüman Kızılderilerle iligili araştırma - 1991
Azerbaycan´da BMTeşkilatı bünyesinde yaptıgı ilmi çalışmalara göre yılın en başarılı ilim adamı sertifikası - 1998


ÇALIŞMA SAHALARI :
1979 yılından bu yana eski adıyla Maliye Gümrük Tekel Bakalnlıgının çeşitli ve üst kademelerinde teknik, idari görevler, eksper - baş eksper - baş uzman.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanlıgı ilgili biriminin "baş uzmanı olarak Azerbaycan Devletinin talebi üzerine uzmanlık konularıyla ilgili çalışmalar, ilmi araştırmalar ve üniversitelerde ders vermek üzere görevlendirilmiş, halen bu göreve devam etmekte.
Birleşmiş Milletler teşkilatı UNDP - Kalkınma Programı Gönüllü Uzmanı olarak 1993 yılından bu yana Azerbaycan´da Planlı ekonomiden Pazar ekonomisine geçişle, Pazar ekonomisi, Pazarlama, Milletler arası pazarlama konularında devlet programları hazırlamış, halen bu programların icrasıyla ilgili olarak Azerbaycan´daki devlet, özel ve Devlet Üniversitelerinde hocalık (lecturer) çalışmalarını ve yeniden yapılanma programlarını (development) yürütmektedir


Prof. Dr. Ahmet Maranki tüm dünyada insanların zihinlerinin kontrol edildiğini öne sürüyor. Dünyanın Gizli kalmış sırlarını açıkladığını söylüyor. Gizli ve bilinmeyen kavramlar ne ?

Kozmik bilim, bio enerji, sağlıklı yaşam gibi konular üzerinde uluslararası alanda çalışmalar yapan Azerbaycan Kozmik Araştırmalar Enstitüsü`nden Kozmik Bilim Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Maranki, hayatın sırları, sağlıklı yaşam ve dünyada gizli kalmış çalışmalarla ilgili şok edici bilgiler verdi. Maranki, Türkiye`de açılan kuyuların hepsinde petrol olduğunu ifade etti.

"Kozmik Bilim ve Kozmik Bilinç" konulu konferansa konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Ahmet Maranki, kozmik bilimin akıl sahiplerine, yani aklını kullananlara ve düşünenlere hitap ettiğini, kozmik bilincin ise kainat kitabını ilim ve fen noktasında okumak olduğunu söyledi. Konferansında izleyenleri şaşırtan ve ilgisini çeken konulara değinen Ahmet Maranki, dünyanın büyük bir patlamayla oluştuğunu ve bu patlamayla devamlı bir enerjinin yayılıp genişlediğini, genişlemeyle birlikte ise yeni bir enerji ortaya çıktığını dile getirerek, "Kainatın bu hareketlilikle beslenmesi kozmik bilime göre bu enerjiyle bağlantılıdır. Bu gördüğümüz genişleme ve yayılan enerji bütün kozmosu etkilediği gibi dünyamızı da etkiliyor. Yaratıcı diyor ki; `Sizin göremediğiniz ama her zaman bedeninizde ve çevrenizde enerji ve canlılar var. Bizim görünmez vazifeli yaratıklarımız var` diyor. Bu çok önemli. O canlılar bizim etrafımızdaki enerjidir. Bu enerji topraklanmadığı takdirde birçok hastalıklar bizi beklemektedir. Etrafımızda oluşan enerjiler canlıdır ve yaratıktır. Dinin emri de bunu gösteriyor. Bu çok önemlidir" dedi.

İlk defa dünyada bir elin yaydığı enerjileri tespit ettiklerini, vazifeli yaratıkların şu anda boyutta, her şeyin etrafında olduğunu, bilimsel olarak yüz milyon katrilyon canlılı 10 üzeri 16 milyon kalındığında etrafı koruyan canlılar bulunduğunu, bunların bilimsel olarak görüntülendiğini, enerji diye bilinen bu canlılardan koruma alanı oluştuğunu kaydeden Maranki, "Düşüncelerimize göre, etrafımızdaki enerji şekil değiştirmektedir. Kötü bakarsanız enerji alanınız kötü olur. Bunları iyi düşünün, etrafımızdaki canlılar tüm yaptıklarımızı kontrol merkezine iletiyor. Orada bir eksi veya artı veriliyor. Mesela 100 eksiniz olduğunda bir yere çarpabilir, bin tane olduğu zaman başka bir şey olabilir" uyarısında bulundu.

"RENKLERİN HEPSİNİN TEDAVİ EDİCİ ÖZELLİĞİ VAR"
Dünyadaki 124 bin hayvanın ve bitkinin hepsinin rengarenk olmasının tesadüf olamayacağına da dikkat çeken Maranki, bunların eşref-i mahlukat olan insanlar için yaratıldığını vurgulayarak, "Bilimsel olarak bazen kabul edilmese de, `biz topraktan yaratılmışız` diyoruz. Toprağız. Toprak ve suyun çekilmiş fotoğraflarına bakıldığında bunların hiç birinin tesadüf olamayacağı görülecektir. Demek ki; gören onun ötesinde bir güç. Biz yaratıcının boyasıyla boyanıyoruz. Mor, lacivert, mavi, yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı. Bu renklerden istifade edin. Renklerin hepsinin tedavi edici özelliği vardır. Osmanlı döneminde renk, ses, müzik odaları vardı. Biz bunları unuttuk. Bütün noktalar bedenimizde var. 8 ayrı noktada renkler var. Tesadüf müdür? Hepsi canlı hepsi enerji saçıyor. Ama bizim insanlarımız televoleler, maçlarla uğraşıyor. Konuşanlar günah keçisi kabul ediliyor ama bunlar gerçektir. Kainatın kitabını okuyarak, sağlımızı korumaya devam edebiliriz. Tabii ki tıp da olacak" diye konuştu.

"NİKAHLI EŞE DOKUNUNCA RENKLER NORMAL"
İnsanların etrafındaki canlıların (enerjinin) düşüncelere göre değiştiğini, bunun hızının ise ışık hızını aştığını dile getiren Maranki, bunların hepsinin belgeli olduğunu vurguladı. Krilyan tekniğiyle ilginç bir deney yapıldığına işaret eden Maranki, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Nikahlı ve nikahsız yaşadığız dokunmayla gelişen olaylara bakalım. Erkek nikahlı eşine dokunduğu zaman renkler normal seyrediyor. Ama kendisine yabancı bir kadına dokununca kapkara oluyor. Yaratıcının emirleri dışında olduğu kareler kapkara. İlk defa bunlar bilimsel olarak kanıtlandı. Düşünceye göre çevremizdeki renklerde değişmeler oluyor. Sağ elle aldığımız elmanın rengi bile değişik. Bunun gibi örnekler çok. Gıda konusuna bakıldığında meyveler enerjilerini dışa doğru veriyor. Sağlığımız için de gıdaları zamanında yemeliyiz. Enerji durumları değişik olur. Mantarın müthiş bir enerjisi vardır.

Ağaçların etrafındaki zehir şifadır, yılan zehri şifadır. Ama bizim enerjimiz ona yetmediği için zehir etkisi yapıyor. Şimdi bunlar silah sanayiinde kullanılmaktadır. Hücrenizi çalıştırın, havuçta da yoğun bir enerji vardır. Sabahları bir elma, havuç, kırmızı pancar suyu içine bir kaşık bal koyup için. Hayatınızda çok şey değişecek. Bir elmanın çekirdeğinde bir elma ağacı varsa, onun çekirdeğini atmak akıl işi değildir. Bu enerji çeşitleri krilyan tekniğiyle tespit edilmiştir."

"DÜNYANIN BELLİ MERKEZLERİ VAR, HEPİMİZ İZLENİYORUZ"
Dünyanın belli merkezleri bulunduğunu örneğin ABD`nin Nevada 51. bölge denilen merkezinden radyo dalgalarıyla Güney Kore`deki bir çocuğun gözündeki iltihabın yok edildiğini gözleriyle gördüğünü ifade eden Maranki, "Bu radyo dalgaları mize göre, etrafımızdaki yla yapılabiliyor. Faydalı veya zararlı hale getirilebir. En çarpıcı örnekte Apaçi helikopterlerinin Irak`taki 400 bin devrim muhafızını inlerinden çıkarıp evlerine göndermesidir. Sonradan akılları başlarına geldi. Aynı sistem Bosna`da uygulandı. Şu an TV`lerdeki 24. kareden sonra bizim göremediğimiz 25. kareler var. Bunlar bilinçaltını yönetmektedir. `AB`ye giren haindir veya girmeyen haindir` diye düşünürken bugün başka bir şey düşünebiliriz. Beyin kontrolü, zihin kontrolü vardır. 25. kareler beyin alt modunda, şekil ve ritm dalga boyutlarıyla beyin merkezlerini uyarır. Böyle inanırken başka türlü inanmaya başlarsınız" açıklamasını yaptı.

"TÜRKİYE`DE AÇILAN KUYULARIN HEPSİNDE PETROL VAR"
Radyo dalgalarının, televizyonların, gazetelerin, bu iletişim araçlarında bulunan görüş ve fikirlerin, alışveriş yapılan dükkanların, bulunulan yerlerin, görüşülen insanların hepsinin beyne etkileri bulunduğunu ve bu etkilerin insanların genlerini aktifleştirdiğini veya pasifleştirdiğini, şehvet odaklarını arttırıp azalttığını ifade eden Maranki, dünyada herkesin izlendiğini ileri sürdü.

Maranki, "Kastamonu`da 11 kuyudan 3`ünde petrol var" dediğini, ancak "yok" deyip bu kuyuların kapatıldığını, bunun kimsenin umurunda olmadığını da iler sürerek, şöyle devam etti:

"Türkiye`de açılan kuyuların hepsinde petrol var. 1998 yılında BM temsilcisiyim. Petrol yataklarını araştırıyorduk. Bartın-Sinop arasında petrolleri görüntüledik, akan yerleri tespit ettik. Ama izleniyoruz. Engel oluyorlar.

Çıkarttırmıyorlar. `Birileri bizi gözetliyor mu?`, `Her an kontrol altında mıyız?`. Evet, uzaktan zihin, beyin kontrolü mümkün. Radyo dalgalarıyla nelere tesir edebiliriz? Tusinami, kasırga, deprem, tesla projesi neleri kapsıyor? Gölcük depremi proje aksaklığı olabilir mi? Kozmoza hakim olan her şeye hakim olur mu? Gölcük depremi tesla projesiyle bağlantılı. Sordum, bağlantılı olduğunu söylediler. Nevada 51 bölgedir. Uydular görüntülüyor, orijinal resimlerdir. Basit ama hakikatler bunlar. Gözetleniyoruz."

Maranki, termal kamerayla ölen birinin bedeninin soğuyup enerjinin (ruh) çıkışını görüntülediklerini, hücreler çalışınca renklerin çalıştığını ve renklerin yavaş yavaş gittiğini, vücudun yavaş yavaş soğuduğunu, enerjinin en son kalp ve gözde toplandığını ve sonra karardığını da sözlerine ekledi. Maranki, konferansında uyduya bağlanarak Samsun Büyükşehir Belediyesi`nin odalarını da izleyicilerine gösterdi.

AHMET MARANKİ İLE BEYİN KOTROLÜ ÜZERİNE RÖPORTAJ
Prof. Dr. Ahmet Maranki tüm dünyada insanların zihinlerinin kontrol edildiğini öne sürüyor. Maranki ile Matrix`ten petrole, cep telefonundan başörtüsüne, Irak Savaşı`ndan sigaraya, 11 Eylül`den depreme kadar birçok konuda hızlı bir söyleşi yaptık. Kemerlerinizi bağlayın...
Prof. Dr. Ahmet Maranki tüm dünyada insanların zihinlerinin kontrol edildiğini öne sürüyor. Maranki ile Matrix`ten petrole, cep telefonundan başörtüsüne, Irak Savaşı`ndan sigaraya, 11 Eylül`den depreme kadar birçok konuda hızlı bir söyleşi yaptık. Kemerlerinizi bağlayın...

Soru : Son zamanlarda "Kozmik Bilinç"ten çok söz ediliyor. Siz bir kaç televizyon programında bahsettiniz. Hatta, "Kozmik Bilinç" isimli bir kitap hazırladığınız biliniyor. Nedir "Kozmik Bilinç" ?

CEVAP : Peygamber Efendimiz`in (sav), "İlmin yarısı sormaktır" şeklinde bir hadisi vardır. Biz de sormaktayız ve bunun cevabını kainatta aramaktayız. Kozmik bilinç de kainatta olan hadiselerin nasılını, niçinini, nedenini araştırmaktadır. Kozmik bilinç, "evrendeki bilim" demektir. Felsefeciler ayı, yıldızı, güneşi, Satürn`ün halkalarını araştırırlar. Ama ayı, yıldızı, Satürn`ü birbirine bağlayıp onu döndüren ve niçin döndüğünü izah eden şeyi açıklamazlar. İşte kozmik bilinç kainatı, hayvanatı, nebatatı idare eden tek bir merkez güç olduğunu ve merkezin de bize neler bildirdiğini araştırıyor. Yani "kozmik bilinç" kainat kitabını araştırır. Bir Kur`an ve bir de kainat kitabı vardır. Dünya insanlığı artık şunu bilmeli; yaşananlar ayrıdır, bilinenler ayrı. Bazı şeyler için bilimsel izah gerekir deniyor ama bu, bilimsel değil ama gerçektir. Çünkü bugün bizim konuştuğumuz, duyduğumuz ses dalgaları bütün ses dalgaları içersinde bir iğne ucu kadar yer tutar. Yine gördüğümüz bütün renkler sadece kırmızı ile mor arasıdır. Yine algıladığımız kokular, hisler, duygular bizim ölçülerimize göredir. Ama bunun ötesinde başka alemler, boyutlar vardır. İşte kozmik bilinç bunu araştırır.

Soru : Gördüğümüz renklerin ötesinde renkler var mı? Duyduğumuz ses dalgalarının ötesinde ses dalgaları var mı?

CEVAP : Vardır ve bilim bunu ispat etmiştir. Psikokinezi, yani maddenin mana ile izahı. Bilim bugün bunun nasıl olduğunu araştırmaktadır. Biz bunun mana boyutuna çok fazla girmeyeceğiz. Buna binlerce kitapta girilmiş ama bir şey anlaşılmamış ki insanlık bugünkü zor durumda. Bilimin mevcut yöntemlerinin dışında akıl yürütme, tahayyül dediğimiz ikinci aşaması, sezgi, yoğunlaşma, hissetme yani kozmik boyutu vardır. İşte kozmik bilinç bu "ötelerden" bahsediyor. O öte de Hablullah (Allah`ın ipi) dediğimiz bir iple merkeze bağlıdır. Bilgisayarlardaki kablo gibi kainattaki bütün nesneler fiiliyatlarında, hareketlerinde tek merkeze bağlıdırlar. Kainatta cansız yoktur. Taş, toprak da canlıdır. Kur`an-ı Kerim`de zihayat, ziruh ve zişuur sahipleri olarak adlandırılan ve artık bugün bunda tereddüt edilmeyen bir yaratık silsilesi var. Ama bu silsilenin dışında yine ilahi kitaplarda buyurulduğu gibi "sizin görmediğiniz benim görevlilerim vardır dünyada" deniyor. İşte bunu gavur dediğimiz Rus bilim adamları ölçmüş.



Gavur kim tartışılır!.. Herşeyi kabul edip bunların dışına çıkmayıp at gözlüğüyle meseleye bakanlar mı, yoksa din, milliyet vs adına bunları araştırmayıp bizi bu hale düşürenler mi? Ruslar "insan aura"sı dediğimiz enerjinin etrafında 1016 milyon canlının yaşadığını görüntülemiş. Yani her an bir santimle bir metre kadar etrafımızda bizi kalkan gibi "koruyan veya zarar veren" yani hayatımıza, fiiliyatımıza, halet-i ruhiyemize bağlı olarak katrilyonlarca canlı var. Bunlara "nariler, nuriler" de denilebilir. Biriyle tokalaştığınız zaman halsizleşirsiniz veya birisi size baktığı zaman yıkılırsınız. Ya da ilim meclislerinde bulunduğunuz zaman müsbet enerji yüklenirsiniz. Kötü meclislerde, kötü insanların yanında bulunduğunuz, kötü fikirlerle beslendiğiniz zaman fiziki olarak da bir şeyler kaybedersiniz. İşte kozmik bilinç bütün bunları araştırıyor ve akılları gözlerine veya midelerine inenlere anlatmaya çalışıyor.


Soru : Beyin kontrolü ve zihinlerin yönlendirilmesi konusunda yoğun tartışmalar var. Böyle bir yönlendirme veya kontrol var mı?

CEVAP : Dünyada FM dediğimiz akustik frekansları olan mikrodalgalar, nöroelektromanyetik dalgalar, uzaktan da olsa beyinlere tesir edebilmekte, davranışlar kontrol edilebilmektedir. İki yıldır kozmik bilinci insanlara, konferanslarda, televizyonlarda, gazetelerde anlatmaya çalışıyoruz. Bunları duyan insanlar garip garip bakıyorlar. "Böyle bir şey var mı?" diye soruyorlar. Çünkü dünya insanlığının beyni kontrol altına alınmış durumda. İnsan düşünen bir varlıktır ama çeşitli yöntemlerle düşündürülmüyor.

Soru : Peki nedir bu yöntemler?

CEVAP : Öncelikle aldığımız gıdaların içinde hormon denilen menfi maddeler yüklüdür. İçtiğimiz coladan, yediğimiz dondurmalardan tutun da bütün ilaçlar, etler, sütlerde mevcuttur bunlar. Siz tavukların bugün nasıl yetiştirildiğini görseniz yiyemezsiniz.

Soru : İnsanların düşünmemesi için o gıdaların içine maddeler mi karıştırılıyor?

CEVAP : Bunların planlı yapılanı var bir de hileye kaçarak yapanlar vardır. Özel olarak bu gıdalar ülkemize gönderilir. Bir çok yabancı sigara dünyada çok çeşitli üretilir. Türkiye`ye ise ayrı sigaralar gönderilir. Onun içine ayrı katkı maddeleri enjekte edilir. O insanların doğacak çocukları, düşük ağırlıklı, hırıltılı, hastalıklı, ince kemikli, gerizekalı, şaşı olsun diye. Bunu ben demiyorum, 40 bin İngiliz doktor üzerinde yapılan araştırmalar söylüyor. Demek ki her şeyde bu sıkıntıyı duyuyoruz. Niçin yüzyıl önce bu kadar hastalık yoktu. Bir çok hastalığın virüsle bulaştığı artık ortaya çıkmaktadır. Demek ki hastalıklar ağzımızla aldığımız, bedenimize giren bu gibi şeylerle bilinçli olarak oluşturulmaktadır denilebilir. İkinci yöntem olarak; radyo dalgaları ile yapılan tahribatlardır. Uzaktan radyo dalgalarıyla beyinler yönlendirilip etkilenmektedir. Mesela elimizde bulunan cep telefonu. Telefonda artıya bastıktan sonra bire basarsanız çevrilen numara Amerika ile konuşturur, yediye basarsanız Rusya ile...1`le 7 arasındaki tuş sesi farklıdır.



Aynı piyanonun tuşları gibi. Dalga boyları farklıdır, onun için sesleri farklı algılarız. Bir tuşa bastıktan sonra bizim sesimizi Amerika`ya ulaştıran nedir? İlahi metodla baktığımızda bunu taşıyanıar var. Bediüzzaman Hazretleri; "Sesler hava zerreleri üzerinde taşınır" diyor. Bunun bir ileri boyutu daha var. Hava nedir? Sadece bizim bildiğimiz hava mıdır? Seslerle, kokularla, ateşle, ışıkla, elektrikle, karanlıkla taşınır bunlar. Demek ki bunların hepsi bir yaratık. Karanlık güneşin batması değil. Bugün karanlıkta bir gözlük takıyorsunuz, insanı görüyorsunuz. Bu yeni bir boyuttur. İnsanlık bunlardan bilgisiz. Bunlar bugün mutlaka araştırılmalıdır. Güneşin ısısıyla ışığını getiren aynı olamaz. Işığını getiren ayrı bir çeşit varlıktır, ısısını getiren ayrı. Yağmur damlasını alıp getiren ayrıdır, gecenin karanlığında yıldızları görmemizi sağlayan ayrı bir çeşittir. Demek ki etrafımızda farklı dalga boylarında farklı boyutlarda, göremediğimiz o kadar çok yaratılmış varlık var ki... Mesela kozmik bilince göre virüs, bakteri, cin, şeytan, melek gibi varlıklar izafi tabirlerdir ve bunlar enerjinin farklı boyutlarıdır. Narilre ve nuriler gibi. Nazar olayı; mesela bir öküze bakıyorsunuz ne kadar güçlü diyorsunuz hayvan ölebiliyor. Onu öldüren bizim menfi bakışımız, öküzün enerjisinin buna yetmemesidir.

ibrahim saracoglu

ibrahim saraçoglu
ibrahim saraçoğlu

1949 doğumlu olan Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu, kimya eğitimini tamamladıktan sonra Avusturya Graz Teknik Üniversitesi'nde doktora yaptı. Aynı üniversitenin biyoteknoloji ve mikrobiyoloji kürsüsünde asistan olarak çalıştı. 1994-1996 yıllarında Viyana Teknik Üniversitesi'nde profesör olarak görev yapan Prof. Dr. Saraçoğlu, bitkilerin insan sağlığı üzerindeki etkilerine yönelik araştırmalarıyla bütün dünyada isim yaptı. Prof. Saraçoğlu, lavantanın Hepatit hastalarına; brokolinin de prostata iyi geldiğini dünyaya açıkladı. Bitkisel tedavi konusundaki araştırmalarını 'Bitkisel Sağlık Rehberi' adıyla kitaplaştıran Prof. Saraçoğlu'nun, birçok alanda yayınlanmış makale ve patentleri var.

Bitkilerin barındırdığı aktif maddeler üzerinde yaptığı çalışmalarla uluslararası alanda kabul gören Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu, çok önemli bir çalışmasının sonuçlarını Tempo’ya açıkladı. Prof. Dr. Saraçoğlu, uyguladığı havuç kürü ile Alzheimer’ı yüzde 30 oranında iyileştirdiğini belirtti. Prof. Saraçoğlu, şunları söyledi:‘Ben, genelde incelemek istediğim bitkinin önce kökleri ile işe başlarım. Her bitkinin kökü kendine özgü bir yapıya sahiptir. Köklerin içerdiği bazı maddeler, o bitkinin yapraklarının, saplarının ve hatta çiçeklerinin içerdiği etkin maddeleri bulmamızda anahtar vazifesi görür. Havuçun köklerinde acethylcolin maddesi bulunmaktadır. Acethylcolin beyin hücrelerinde (nöron) bulunan bir madde. Bu maddeye neurotransmitter da denilmektedir. Acethylcolin seviyesinin, Alzheimer hastalarında düşük olduğu birçok klinik deneyler ile ortaya konmuş ve yüzlerce makale bu konuda yayınlanmıştır. Acethylcolin havucun köklerinde bulunmasına rağmen, havucun kendisi yani, yumrusu acethylcolin içermemektedir. Ancak, sinir sistemi ile ilgili olarak doğrudan etkili birçok değişik etkin madde içermektedir. Taze sıkılmış havuç suyunda, Alzheimer hastalığını önleyici güce sahip etkin maddelerin sayısı en az 17 tanedir. Bunlar arasında alpha-terpinene, gama-terpinen, tryptophan, thyamin, carotol, daucic asit, daucine, choline, camphor, borneol ve terpinen-4-ol etkin maddeleri bulunmaktadır. Camphor etkin maddesi havuçta çok çok az bulunmasına rağmen, beraberinde glutamate türevi içermesi camphor’un etki gücünü artırarak beyinde plak oluşumuna engel olabilmektedir. Bunlardan terpinen-4-ol ve borneol etkin maddeleri acetylcholinesterase-inhibitörü görevi yaparak, acethylcholinin beyin hücrelerinde (nöron) azalmasına engel olur. Yapılan klinik deneylerde, Alzheimer hastalarında acethylcholin seviyesi düşük olarak gözlenmektedir. Methyl-pentosans ve lupeol maddesinin tüm bu etkin maddeler ile birarada bulunması, taze sıkılmış havuç suyu kürünü Alzheimer hastalığının önlenmesinde, durdurulmasında ve de tedavi edilmesinde tartışmasız kılmaktadır. Burada tekrar hatırlatmayı uygun buluyorum, havuç suyunun içerdiği etkin maddelerin tamamını bir bütün olarak düşünmek gerekir. Birini veya birkaçını bir arada uygulama yöntemi olarak düşünmek yanlıştır.’

17 Aralık 2008 Çarşamba

CERRAHİ GÜNLERİ HEDEFİNE ULAŞTI

14-15 Kasım tarihleri arasında Ankara Sheraton Otel’de gerçekleştirilen Ankara Cerrahi Günleri-4’te rutinde sıkça yapılan ameliyatlarda dikkat edilmesi gereken hususlar, otörler tarafından canlı yayında ameliyatlarla anlatıldı.

14-15 Kasım tarihleri arasında Sheraton Otel’de gerçekleştirilen Ankara Cerrahi Günleri-4 uluslar arası katılımınla ve canlı yayınla yeni cerrahi teknikler paylaşıldı. Senitel lenf bezi biyopsisi, meme kanseri, güvenli kolesistektomi, endo-vasküler aort anevrizması tamiri, laparoskopik insizyonel herni tamiri, hemoroid cerrahisi ve perianal fistül cerrahisi başlıkları altından bilgi verildi.

Ankara Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalının düzenlediği toplantının amacı mezuniyet sonrası eğitimde uzmanların dikkat etmesi gerekenler yer aldı. Bütün devlet hastanelerinden ve üniversite hastanelerinden genel cerrahi uzmanlığını almış ve hizmet veren genel cerrahlar güncel bilgilerin yanı sıra gerek canlı ameliyat yayınlarıyla gerek video gösterileri gerekse teorik bilgi olarak bilgilerini pekiştirildiler. Mezun olmuş insanların yıllar sonra yeni bilgilere kısa yoldan ulaşması açısından toplantının çok önemli olduğunu belirten Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Kuzu, geleneksel hale gelen diğer Genel Cerrahi toplantılarından ana farkının birebir canlı vaka takdimleri, günlük hayatta karşılaşılan zor sorunların çözülmesi ve onlara uygulanan yeni tekniklerin diğer meslektaşlara öğretilmesi olduğunu kaydetti.


Rutin Yapılan Ameliyatlara Dikkat Çekildi
“Türkiye Cumhuriyetinin ilk üniversitesi olan Ankara Üniversitesi Genel Cerrahi Kliniği çok eski ve köklü bir klinik olduğu için uluslararası alanda yapılan tüm yenilikler bizim genel cerrahi kliniğinde de birebir uygulanmakta. Genel cerrahi yapısı içerisinde alt bölümler halinde çalıştığımız için meme, endokrin cerrahisi, hepatopankreatikobiliar cerrahi, üst gastro- intestinal cerrahisi, kolo-rektal cerrahi, transplantasyon cerrahisi ve vasküler cerrahi gibi bütün bu alt bilim dalları dünya üzerindeki yenilikleri birebir takip ediyor. Kliniğimizde yenilikler standart olarak uygulanmaktadır. Ancak toplantı sayesinde periferden gelen cerrahlar, Ankara içinde eğitim gören meslektaşlarımızla bilimsel arenada konuşarak yeni bilgi paylaşımı yaşandı. Hem bizim hem de meslektaşlarımızın bilgileri yenilendi” diyen Prof. Dr. Kuzu toplantıya katılım sayısının 300 olduğunu kaydetti.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sadık Ersöz toplantı hakkında şöyle konuştu: “Memede sentinel lenf nodu biyopsisi lenf bezlerinin örneklendirilmesiyle ilgili ameliyat, iki vakada birden yapılarak gösterildi. Ayrıca safra kesesi laparoskopik kolesistektominin ve damar cerrahisiyle ilgili değişik uygulamalar yapıldı. Hemoroid cerrahisi ve komplike perianal fistül cerrahisi konusu üzerinde duruldu. Hemoroid ameliyatları genelde yanlış cerrahi işlemler yapıldığı için çok dikkat edilmesi gerekiyor. 4 ayrı teknikle hemoroid ameliyatları canlı yayınla gösterilerek anlatıldı.” Fistül ameliyatlarının genelde çok sıkıntılı olduğunu belirten Prof. Dr. Ersöz, sfinkterlerin ve makatı kontrol eden kasların korunması açısından çok dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekti


Sentinal Lenf Nodu İşaretleme Tekniği İle Lenf Bezi Çıkartma
Prof. Dr. Ersöz, dünyada bu cerrahi ameliyatları yapan otörlerle beraber yapılan ameliyatların eğitim kalitesini artırdığını belirterek , özellikle meme cerrahisinde Robert Mansel’in tartışmacı ve konuşmacı olarak yer aldığına dikkat çekti. Meme ve sentinal işaretlemenin eski ve yeni yöntemlerinin nasıl yapıldığıyla ilgili bilgi verildiğine değinen Prof. Dr. Ersöz, “Önceden bütün meme lenflerinin tamamı koltuk altından çıkartılıyordu. Ameliyat edilen tüm hastaların kolunda ödem ve şişlik oluşuyordu. Hasta kolunu kullanamıyordu. Sentinal lenf nodu işaretleme tekniği ile lenf bezi çıkartma yöntemiyle sadece hastalıklı lenf bezlerini çıkartma tekniği ortaya atıldı. Bunu popülerize ederek yayan Mansel’dir. Bu yöntem bizim kliniğimizde rutin olarak uygulanıyor. Dolayısıyla bu toplantı uygulamaların bütün meslektaşlarımızla paylaşılması açısından çok önemli yer tutuyor” dedi.

Total Mezorektal Eksizyon Kursu
16 Kasım tarihinde Cerrahi Günlerinin ardından yine Sheraton Otel’de rektum kanseri tedavisinde çok önemli yeri olan Total Mezorektal Eksizyon Kursu yapıldı. Ankara Üniversitesi Genel Cerrahi Kliniği tarafından daha önce de düzenlendiğini dile getiren Prof. Dr. Kuzu, bu kursta rektum kanserinin oluştuğu yerin makata en yakın bölüm olan rektum denen bölgede oluşan kanserlerin tedavisinde özel bir teknik uygulandığını belirtti. Teknik ve hastalığın nüksü halinde hastanın sağ kalımı açısından çok önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kuzu, 150 kişinin katıldığı toplantıda total mezorektal eksizyon tekniğinin anlatıldığını kaydetti. Kadavra diseksiyonunu çizgi film haline getirerek 4,5 saatlik bir video olarak hazırlayan Prof. Dr. Kuzu, bu cd’yi kursta dağıttıklarını ifade etti.

16 Aralık 2008 Salı

GAZİANTEP ORTOPEDİ GÜNLERİ II

İlkinin 1999 yılında gerçekleştiği Gaziantep Ortopedi Günlerinin ikincisi bu yıl gerçekleşti. Toplantı yoğun bilimsel içeriğin yanı sıra çevre illere gezilerle renklendi.

Türk Ortopedi ve Travmatoloji Derneği (TOTBİT) Travma Şubesi 2008 etkinlikleri çerçevesinde 23-25 Ekim tarihleri arasında II. Gaziantep Ortopedi Günleri toplantısı Tuğcan Otel’de gerçekleşti. İlkinin 1999 yılında yapılan toplantının bu yıl ikincisi yapıldı. Toplantıda travmatolojide sıklıkla karşılaşılan konuların güncel yenilikler ve tedavi yöntemleri yer aldı. Yaşlılarda sıklıkla karşılaşılan osteoporotik kırıklara medikal yaklaşım ve ortopedik yaklaşım konusu tartışıldı. Toplantının farklı bir yönü ise bilimsel programın dışında sosyal yönü ile de dolu geçti. Kongre Başkanı Prof. Dr. Kemal Durak’ın yaptığı toplantıda Kongre Sekreterliğini Mehmet Subaşı üstlendi.


Toplantı İstenen İlgiyi Buldu
Açılış törenine Gaziantep valisi Süleyman Kamçı, Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey, Şehitkamil Belediye Başkanı Metin Özkarslı, Gaziantep Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Abdurrahman Kadayıfcı, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayşe Balat ve ortopedi uzmanları katıldı. TOTBİD Başkanı Prof. Dr. Ünal Kuzgun ve TOTBİD Ortopedik Travma Şubesi Başkanı Prof. Dr. Kemal Durak’ın da bulunduğu toplantıya değişik üniversitelerden 30 kadar konuşmacı yer aldı. Türkiye’nin farklı bölgelerinde görev yapan yaklaşık 150 ortopedi uzmanı da katıldı.

II. Gaziantep Ortopedi Günleri, Ortopedik Travma Toplantısı Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi ve TOTBİT Ortopedik Travma Şubesi ile ortak olarak gerçekleştirildi. Programda proksimal huöerus kırıkları eksternal fiksatörler, intra , osteoporetik kırıklar, alt ve üst ekstremitenin tartışmalı panellerin yanında Türkiye’de yetkin olan ortopedistler çalışmalarını sundular.


Toplantı Sosyal Yönüyle de Beğeni Topladı
Birçok misafirin bu bölgeye ilk ziyareti olacağı düşünülerek kongrenin bilimsel programı dışında sosyal yönüyle de beğeni toplayan bir program gerçekleştirildi. Kongre Sekreteri Mehmet Subaşı toplantı ile ilgili şöyle konuştu: “Toplantının gala yemeğinde Kurtuluş Savaşı'nın sembol şehirlerinden birisi olan, Atatürk'ün adaşı olan "Gazi" kentimiz Büyükşehir Belediye Başkanımız Dr. Asım Güzelbey’in de katkılarıyla misafirlerimize tanıtıldı. Konuklar Birecik Barajı sularında Kumla Gemisi'nde Gaziantep'in kebaplarının tadına bakıp, Zeugma Antik Kenti, Halfeti, Rum Kale, Şanlıurfa ve Mardin gezisinden memnun ayrıldılar.”

15 Aralık 2008 Pazartesi

20. EXPODENTAL

14-16 Kasım tarihleri arasında 20. Expo Dental Ağız ve Diş Sağlığı Sergi ve Sempozyumu, Ankara Sheraton Hotel’de gerçekleşti. Toplantıda ‘Başarısızlıktan Başarıya’ başlığı altında tüm konular işlendi, meslekte 30, 40 ve 50. yılını dolduran diş hekimlerine plaket verilirken dişhekimlerinin yazıp oynadığı “Dişe Dokunur Bir Gün” isimli oyun sergilendi.

Ankara Dişhekimleri Odası'nın geleneksel Expodental Ağız ve Diş Sağlığı Sergi ve Sempozyumu'nun 20.’si 14-16 Kasım 2008 tarihleri arasında Ankara Sheraton Hotel & Convention Center'da gerçekleştirildi. Ağız ve Diş Sağlığı Haftası dolayısıyla düzenlenen 20. Expo Dental Ağız ve Diş Sağlığı Sergi ve Sempozyum açılışında konuşan Ankara Diş Hekimleri Odası Başkanı Merih Baykara, bu yıl düzenlenen sempozyumun, Bilimsel Türk dişhekimliğinin 100. yılı olması bakımından ayrı bir önemi olduğunu söyledi.


Dişhekimliğinde 100. Yıl
Türkiye'de ilk diş hekimliği eğitiminin, 1908'de askeri tıp kökenli Dr. Cemil Topuzlu ve Dr. Halit Şazi Bey'in dişçilik okulu kurmakla görevlendirilmeleriyle başladığını dile getiren Baykara, “Türkiye'nin diş hekimliği eğitimi daha eskiye dayanan ülkelerdeki kaliteyi kısa zamanda yakalamasına karşın bu ülkelerdeki refah Türk diş hekimleri için hala sağlanamamıştır" dedi. Bu durumun yıllarca uygulanan çağ dışı ve yanlış politikalara dayandığını ileri süren Baykara, Ankara Diş Hekimleri Odası'nın faaliyetlerine de değindi. Baykara, mezuniyet sonrası eğitime çok önem verdiklerini, bu kapsamda sergi ve sempozyumlar düzenlediklerini söyledi. Expo Dental etkinliğinin ilk olarak 1989 yılında düzenlendiğini belirten Baykara, bazı olumsuzluklara karşın 20 yıldır sürdürülmesinde emeği geçenlere teşekkür etti.
Konuşmanın ardından, meslekte 30, 40 ve 50. yılını dolduran diş hekimlerine plaket verildi. Plaket töreninin ardından sunumlar yapıldı. Toplantıda ayrıca Dişhekimi Dolunay Hamamizade’nin yazdığı ve Turgay Yıldız’ın yönettiği ve Dişhekimlerinin oynadığı “Dişe Dokunur Bir Gün” adlı tiyatro oyunu sergilendi. Prof. Dr. Fügen Dağlı’nın Rotary Aletler Kursu ve Dişhekimi Canan Yağan Güzelcan’ın Acil Müdahale Kursu katılımcılara sunuldu. Sempozyumun son konuğu ise son yıllarda “Şu Çılgın Türkler” ve “Diriliş” kitaplarıyla büyük ses getiren yazar Turgut Özakman’dı. Özakman’la yapılan söyleşinin ardından Özakman kitaplarını imzaladı.


Başarısızlıktan Başarıya
‘Başarısızlıktan Başarıya’ başlığı üzerinde durulan sempozyumda yapılan sunumlarda, sorunlar veya tedavi sonucu çözülemeyen problemlerin nasıl çözüleceği üzerinde durulduğunu Sağlık Dergisi’ne anlatan Ankara Dişhekimleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dişhekimi Helin Aras Tek, “Hastaya uygulanan tedavi ve bunun yanı sıra tedavi sonrasında oluşabilecek sorunlar ve bunların nasıl çözüleceği üzerinde durularak, konuşmalar yapıldı. Başarılı olmamış bir kanal tedavisinde ne yapılabilir, total protezlerde başarısızlık çözümleri, sabit protezler de daha estetik sonuçlar nasıl yaratılabilir gibi konular üzerinde duruldu. Aynı zamanda bu yıl Bilimsel Dişhekimliği’ nin 100. yılı olması nedeni ile bunun için özel olarak bir tiyatro oyunu hazırlandı. Ankara Dişhekimleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dişhekimi Dolunay Hamamizade’nin senaryosunu yazdığı ve oda üyesi meslektaşlarımızın büyük emek ve özveriyle oynadığı, tiyatro “Dişe Dokunur Bir Gün” ilgi buldu. Daha çok Ankara’dan olmak üzere 200 katılımcı toplantıda bulundu ” dedi. Her yıl Kongrenin son günü paramedikal konuşmacı davet ettiklerini dile getiren Tek, bu yıl Turgut Özakman’ ın katıldığını ve kitaplarını da imzaladığını kaydetti. Rotary aletler kursunda endodenti’ ye yönelik ve acil müdahale kurslarına katılanların maksimum faydalandıklarını belirten Tek, Ankara Dişhekimleri Odası yönetim kuruluna bu yıl girerek odada Toplum Ağız Ve Diş Sağlığı komisyonunda görevini yürüttüğünü kaydetti.

14 Aralık 2008 Pazar

YURTDIŞINDA BİZDEN BİRİ

Uzun yıllardır yurt dışında kendini kanıtlayan Dialab Firması Genel Müdürü Murat Estelik, kendi ülkesinde de kaliteyi uygun fiyata sunuyor.

1972 yilinda Viyana´da kurulan Dialab firması, doğu blok ülkelerine laboratuar ekipman satışı ile başlayarak, laboratuar reaktiflerini de ürün portföyüne kattı. Şirket, 90’lı yılların başında Biyokimya reaktiflerin üretimine basladı. Dialab’ın dünyada likit biyokimya üretimine başlayan ilk firmalardan biri olduğunu söyleyen Dialab Genel Müdürü Murat Estelik, “Bu adım atıldıktan sonra Dialab olarak dünya pazarına açılmaya karar verdik ve hızla ihracata başladık. Şu an 80’den fazla ülkeye ihracat yapmaktayız ve ciromuzun yüzde 95´i bu ihracattan oluşmaktadır. Merkezimiz Avusturya’nın başkenti Viyana’da bulunmaktadır. Çek Cumhuriyeti’nde Praha, Macaristan’da Budapeşte ve Sırbistan, Belgrad´da şubelerimiz bulunuyor. 82 personelimiz ile yolumuza devam etmekteyiz“ dedi.

Yakında Ortadoğu Şubesi Açılacak
Yakın gelecekte Ortadoğu subesini açacaklarını dile getiren Estelik, Avusturya’da hayatını sürdürürken, 1998 yılında Türkiye’ye dönerek kendi şirketi üzerinden Dialab’ın Türkiye bayiliğini aldığını kaydetti. 2003 yılında Orta ve Uzakdoğu Sorumlusu olarak Dialab’ın ana merkezi Viyana’da göreve basladığını ifade eden Estelik, “2006 Nisan ayında Bayan Marlene Ramsey ve ben, Dialab’ın tüm hisselerini devraldık ve günümüze kadar ciromuzu yüzde 40 yükselttik“ dedi.

Firmanın ürün yelpazesi içerisinde biyokimya kitleri, turbidimetrik kitleri, likit uyusturucu testleri, kaset ve strip testlerinin yer aldığını ifade eden Estelik, seroloji ürünleri, elisa testleri, koagulasyon kitleri, kan grubu tanımlama kitleri, idrar stribleri , kan alma tüpleri ve bu ürünlere ait cihazları kapsadığını söyledi. Estelik, TÜV Avusturya tarafindan denetlenerek, ISO 13485 belgesine ve Avrupa standartlarına uygun olarak CE sertifikalarina sahip olduklarını belirtti.

Yüksek Kalite Uygun Fiyat
Yüksek kaliteyi uygun fiyatla piayasaya sürdüklerini vurgulayan Estelik, Çin ve Hindistan’da bile yüksek pazar payına sahip olduklarını ifade etti. Ürün kalitelerinden taviz vermeden en iyi hizmet sunmayı hedeflediklerini vurgulayan Estelik, “Sektörümüzdeki büyük isimler ve cihaz üreticileri için de OEM olarak kit üretmekteyiz. Bu firmaların bu konuda bizi seçmesi bizim için büyük bir onurdur“ şeklinde konuştu.

Son yıllarda Türkiye’de de pazar paylarını arttırdıklarını belirten Estelik, Türkiye’nin sağlık politikası hakkında şöyle konuştu:“Bu yıl icerisinde Sağlık Bakanlığı tarafindan, ithalat ile ilgili yapılan değişiklikler hem üretici , hem de distribütör firma açısından çok faydalı olduğunu düşünüyorum.
Sağlık Bakanlığının, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmeden CE direktiflerini uygulamasi , Türkiye’ye daha kaliteli ve güvenilir ürünlerin gimesini sağlıyor. Ancak malesef halen Çin ve Hindistan menşeli, CE kalite kriterlerini yerine getirmeyen ama CE sertifikasina sahip, özellikle CE direktifinin Liste A’ya ait ürünler piyasada bulunmaktadir.

13 Aralık 2008 Cumartesi

BİYOKİMYA KONGRESİ’NDE BİRÇOK YENİLİK YAŞANDI

Türk Biyokimya Derneği’nin bu yıl 20.si gerçekleştirilen Ulusal Biyokimya Kongresi’ndeki yenilikler ve FEBS’in kurallarında yapılan değişiklikler üzerine konuştuğumuz Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazmi Özer, Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi’nde açılan Tıp Fakültesi’nin kuruluş aşamasını ve yapılacakları Sağlık Dergisine anlattı.

Türk Biyokimya Derneği tarafından 29 Ekim-1Kasım 2008 tarihleri arasında gerçekleştirilen 20. Ulusal Biyokimya Kongresi Kapadokya Dedeman Oteli’nde yapıldı. Kongre öncesinde, “Proje Geliştirme ve Yazma” ve “Moleküler Tanı Teknikleri” çalıştayları gerçekleştirildi. Çalıştaylar yoğun ilgi ile karşılandı ve hem teorik hem de uygulamalı olan çalıştayların en kısa sürede tekrar edilmesi istendi ve teorik ve uygulama notlarının kitap haline getirilmesi kararı alındı. Türk Biyokimya Derneği’nin saymanı ve Türk Biyokimya Dergisi yardımcı editörü olan ve bu yıl aramızdan ayrılan Prof. Dr. Ayşe Neşe Genç’in anısına gerçekleştirilen açılış konuşması, aynı zamanda Dünya Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Birliği’nin “Jubile” konuşması Prof. Dr. Hermona Soreq tarafından yapıldı. Prof. Dr. Ayşe Neşe Genç gibi kolinesterazlarla çalışan Hermona Soreq’in moleküler biyolojiden başlayıp Alzheimer hastalığının tedavisinde kullanılan ilaç keşfine kadar uzanan konuşması büyük ilgi çekti. Profesör Soreq, geliştirdikleri ilacın Amerikan İlaç Federasyonu’ndan (FDA) onay beklediğni belirtti. Katılımcılarının çoğunluğunu 35 yaş altı araştırıcıların oluşturduğu Kongre’de dikkat çeken bir başka nokta da konuşmacıların da çoğunluğunun gençlerden oluşmasıydı.


Ele Alınmayan Konulara Bu Kongrede Dikkat Çekildi
Konuşmacıları TÜBA tarafından verilen “Genç Bilim İnsanlarını Destekleme Programı” (GEBİP) ödülü alarak yurtdışında çalıştıktan sonra Türkiye’de de çalışmalarını sürdürenler arasından seçtiklerini dile getiren Prof. Dr. Nazmi Özer, toplantıya 600 kişinin üzerinde katılım olduğunu ve katılımcılar arasından 70 genç bilim insanına burs verilerek kongreye katılımlarının sağlandığını belirtti. Ülkemizde kök hücre çalışmalarının klinisyenlerin çalışmaları ile sınırlı kaldığını, bunun en önemli eksikliklerden biri olduğunu belirten Prof. Dr. Özer, bu konunun biyokimyacılara ve moleküler biyologlara tanıtılmasının çok önemli olduğunu ve bu konuda önemli ilerlemelerin ancak klinikçilerle temel bilimcilerin birlikte çalışması ile olası olduğunu söyledi. Prof. Dr. Özer, şimdiye kadar yapılan tüm kök hücre çalışmalarının hücre düzeyinde kaldığını ve moleküler düzeye inilmediğini hatırlatarak, “Moleküler düzeye inilmediği için, ülkemizde kök hücrelerin tedavide kullanımı sınırlı kalmaktadır” dedi.

Diyabetin Ekonomisi Ve Zoonotik Hastalıklar
Kongrede ele alınan bir başka konunun da diyabet olduğunu belirten Prof. Dr. Özer, diyabetin bugüne kadar hiç ele alınmayan ekonomisi dahil olmak üzere her yönünün, temel bilimciler ve klinisyenler tarafından birlikte ele alınarak, tüm ayrıntıları ile tartışıldığını belirtti. Diyabetli insan sayısının ülkemizde yüzde elli oranlarına yükseldiğine dikkat çeken Prof. Dr. Özer, diyabet hastalarının topluma maliyetinin göz önünde tutularak, alınacak önlemlerin belirlenmesinde etkili olacak çalışmaların yapılmasının üzerinde durulduğunu söyledi. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, Kuş gribi gibi zoonotik hastalıkların riski altında bulunduğumuza hatırlatan Prof. Dr. Özer, ülkemizde gündeme gelmeyen konular içerisinde yer alan konulardan birisinin de hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar (zoonotik hastalıklar) olduğunu ancak bu konuda temel bilimciler tarafından hiçbir çalışmanın yapılmadığını belirtti. Prof. Dr. Özer, Gıda ve çevre konusunda, çevre çalışmalarının mühendislik düzeyinde kaldığını, gerçekte ise çevre ile ilgili yapılması gereken çalışmaların, mühendisliğin yanında esas biyokimya ve moleküler biyoloji alanlarında olması gerektiğinin altını çizdi. Ayrıca, Tübitak’tan gelen yetkililerin Avrupa Birliği 7. çerçeve programı, Tübitak bursları konusunda bilgi verdiklerini kaydeden Prof. Dr. Özer, Sağlık Bakanlığı ve Üniversite hastanelerinde performans uygulamaları konularında katılımcılara bilgi verildiğini ifade etti.


FEBS’te Kurallar Düzenlendi
Avrupa Biyokimya Dernekleri Federasyonu (FEBS) başkanlığını da yürüten Prof. Dr. Nazmi Özer, FEBS’in yönetmeliklerini değiştirdiklerini; FEBS Kongrelerinin kalitesini yükseltmek için, Kongre Danışma Kurulu oluşturduklarını belirterek, “Burs”, “Yayın”, “Eğitim”, “İleri Kurslar” Komiteleri ile “Kadının Bilimdeki Yeri” ve “Gelişmekte Olan Ülkelerin Biyokimyasını Geliştirme” Çalışma Gruplarının görev ve yetki tanımlarının yapıldığını ifade etti. Ayrıca, FEBS Yönetim Kurulu ve çalışma grupları için seçme seçilme koşullarının düzenlendiğini dile getiren Prof. Dr. Özer, FEBS’in ilgi alanının Avrupa ülkeleriyle sınırlı kalmayacağını Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan gibi ülkelerin de FEBS üyesi olarak FEBS’in olanaklarından yararlandırılacağını ve hatta diğer Asya ülkelerinden gelecek öğrencilere (örneğin Çin’den) burs verileceğini söyledi.
FEBS olarak bilimsel camiada kabul gören 3 tane dergi çıkarttıklarını ve bu dergilerden yılda 4-5 milyon Euro kazanıldıklarını vurgulayan Prof. Dr. Özer, bu paranın öğrenci bursları ve değişik çalıştaylar düzenlemek için kullanıldığını kaydetti. Prof. Dr. Özer, başkan olduğu 2007 yılından bu yana bu konuda bilim insanlarını çalıştay düzenlemeleri için teşvik ettiğini ancak bu konuda çok istediği başarıyı yakalayamadığını belirtti. FEBS tarafından iki aydan üç yıla kadar burs verildiğini, ayrıca yeni bir burs daha geliştirildiğini, bu bursun “Avrupaya Geri Dönme Bursu” olduğu bilgisini veren Prof. Dr. Özer, bu burstan Avrupa ülkelerine (ülkemiz de buna dahil) Amerika’dan geri gelen öğrencilerin yararlanabildiğini, bu öğrencilerin ülkelerinde laboratuvarlarını başlatabilmeleri için 10-15 bin Euro destek verildiğini dile getirdi.

Kıbrıs’ta Tıp Fakültesi Kuruldu
Kıbrıs’ta 17 yıl önce ODTÜ Fizik Bölümü mezunu Dr. Suat İ. Günsel tarafından kurulan Yakın Doğu Üniversitesi(YDÜ)’nün bugün 18 bin öğrencisi bulunuyor. Bünyesinde 16 fakülte bulunan Yakın Doğu Üniversitesi’nin sağlık alanındaki; diş hekimliği, eczacılık, sağlık bilimleri gibi fakültelerine bu yıl tıp fakültesi de katıldı. Kıbrıs’ta eğitim hastanesi olmadığı için hastaların tedavi için değişik ülkelere özellikle Güney Kıbrıs’a gittiğini kaydeden Prof. Dr. Özer, tıp fakültesinin bu eksikliği gidermek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde daha üst düzey sağlık hizmeti sunmak amacıyla kurulduğunu dile getirdi. Bu merkezde bulunan süper bilgisayarın Dünya Üniversiteleri içinde 12’inci, Avrupa Üniversiteleri arasında 3’üncü ve Orta Doğu’da birinci hızlı bilgisayarı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özer son 6 aydır dünya kanser verilerinin burada işleniğini belirtti. Bu yıl fakülteye 70 öğrenciden hazırlığı geçen 20 öğrenci ile başladıklarını ve hedeflerinin, gerek öğrenci ve eğitim kalitesi ve gerekse araştırma-laboratuvar olanakları açısından Avrupa ülkeleri ile yarışacak bir düzeye ulaşmak olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özer, bu donanımlı laboratuvarlarda öğrencilerin DNA izole etmek, kolon kromatografisi ve elektroforez yapmak, PCR uygulamak, mutasyon saptamak gibi günümüzün son araştırma tekniklerini öğrenme şansına kavuşacaklarını dile getirdi. Fakülte kaynaklı üç çalışmayı 29 Ekim - 1 Kasım’da tarihlerinde Kapadokya’da gerçekleştirilen XX. Ulusal Biyokimya Kongresinde sunduklarını söyleyen Prof. Dr. Özer, 3 adet çalışmalarını makale haline getirerek uluslararası indeksli dergilerde yayınlamak için hazırladıklarını belirtti.

12 Aralık 2008 Cuma

1. REHABİLİTASYON KONGRESİ YAPILDI

Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzman Hekimleri Derneği tarafından 6-9 Kasım tarihlerinde Ankara'da düzenlenen I. Tıbbi Rehabilitasyon Kongresi büyük ilgi gördü.

6-9 Kasım tarihlerinde düzenlenen I. Tıbbi Rehabilitasyon Kongresi, Ankara Sheraton otelde gerçekleşti. Dünya Nöro-Rehabilitasyon Federasyonu tarafından desteklenen toplantı ilk olmasına karşın yoğun ilgi gördü. Açılış konuşmasını yapan Kongre Başkanı Prof. Dr. Vesile Sepici, Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzman Hekimleri Dernek Başkanı Prof. Dr. Oktay Arpacıoğlu ve TBMM Sağlık Aile Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Cevdet Erdöl konuşmalarının ardından dans gösterisi yapıldı. Ayrıca rehabilitasyon merkezlerinde hasta başı değerlendirmeler ve tedavi yöntemlerine yönelik pratik uygulamalı kurslar düzenlendi.

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzmanlığının en önemli ilgi alanı nörolojik hastalıklar sonucu oluşan özürlülerle ilgilenmek olduğunu söyleyen Kongre Başkanı Prof. Dr. Vesile Sepici, “Özürlülerin tedavisi, tanısı ve rehabilitasyonu ile geniş çaplı uğraşıyoruz. Bu kongremizde de amacımız, özürlü hastalarımızla ilgili konulara ağırlık vermek oldu. Kongrelerimizi konferanslarla kısıtlı tutmuyoruz, kurslarla zenginleştirerek eğitime hizmet verilmesi gerektiğine inanıyoruz. Dernek çalışanları bu kongre için yoğun çaba sarf ettiler ve daha da verimli olması için formlar hazırlayarak kursa katılanların isteklerini öğrendiler” dedi.



TBMM’ye Rapor Sunuldu
Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzman Hekimleri Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Oktay Arpacıoğlu, “Branşımız birçok sorunlarla karşı karşıya bulunmakta, dernek olarak mücadele ediyoruz. Çalışmalarımızla TBMM’ye de yardımcı oluyoruz. 1996 yılında ihtiyaçtan dolayı kurulan dernek, sayesinde mesleki sorunlar yansıtılır hale geldi. Dernek olarak amacımızın eğitimsel, toplumsal ve meslek haklarının korunması gibi çeşitleri var. Çok fazla etkinliklerimiz var. Dünya Nöro-rehabilitasyon Kongresine başvurduk ayrıca dernek olarak elektronik dergi çıkarıyoruz. Ayda bir eğitim toplantıları düzenlememizin yanında sempozyumlar yapıyoruz. Özellikle İzmir şubemiz iki yılda bir Ortopedi ile birlikte ‘Ortopedi Perfere Günleri’ adı altında toplantılar gerçekleştiriyor. Pratisyen hekimlere yönelik çeşitli kentlerde bel ve boyun ağrıları ile ilgili dersler düzenlendi ve sonunda cdler dağıtıldı” şeklinde konuştu. Kamuda Fizik Tedavi uzmanlarına kadro açılması ile ilgili yasal düzenleme için Meclis Başkanı ve Sağlık Komisyon Başkanına hazırladıkları raporu sunduklarını dile getiren Prof. Dr. Arpacıoğlu, Devlet Planlama teşkilatı ile komisyon çalışmaları yaptıklarını kaydetti. İl özel idaresi ve özürlüler idaresi ile ilgili 3 yıl çeşitli çalışmalar yaptıklarını belirten Prof. Dr. Arpacıoğlu ortez, protez üreticilerinin çalışma yönetmeliklerine dair çalışmalara da destek verdiklerini söyledi.


SUT’taki Değişiklikler Personel Açığı İçin Yapıldı
TBMM Sağlık Aile Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Cevdet Erdöl ise şöyle konuştu: “6 yıldır TBMM’de görev yapıyorum bu süre içerisinde derneğinizle başta Başkanı Prof. Dr. Oktay Arpacıoğlu hocamız olmak üzere çalışmalarımız oluyor. Özellikle özürlüler kanununu üzerinde çalışırken derneğinizden çok büyük destek aldık. Sakat çocukları olan vatandaşlar çocuklarını nüfusa kaydetmiyorlardı, özürlüler kanunundan sonra mali yardım ve tedavi hakları verildikten sonra bu sayıda büyük artış yaşandı. Komisyonda Cafer Tatlıbal ile birlikte sizlerin temsilcisiyiz. Fizyoterapistlerimizin sayısı az, hizmet alacak hasta sayısı çok fazla, fizyoterapistlere yardım edecek yardımcı elemanların sayısının yetersizliğinin çözümü için fizyoterapist yardımcısı adı altında bir sertifikalı program düşünülmektedir.” Ülkemizde hekim sayısının azlığından dolayı kamu sektörü ve özel sektörde arasındaki personel paylaşımı açısından rekabet başladığına dikkat çeken Prof. Dr. Erdöl, Sağlık uygulama Tebliği (SUT)’ta yapılan değişikliklerin kamuda sağlık personel açığını gidermek için yapıldığını belirtti.
Konuşmanın ardından Milli Eğitim Vakfı Gökkuşağı İlköğretim okulunun serebral palsi tanısı konmuş çocukların dans gösterisinin ardından inme, nöropatik ağrı, serebral palsi, nörojenik mesane, multiple skleroz, omurilik hasarı, Parkinson gibi başlıklar altında oturumlar gerçekleştirildi.